Her insanın belli bir hayat kalitesi vardır. Bu hayat kalitesinin oranı ise; yaşadığınız hayattan ne kadar keyif aldığınız ve bu hayatın ne kadarını içinize sindirerek yaşadığınızla alakalıdır. . Her anını keyifle, huzurla, kendine güven içerisinde, sevgiyle, her türlü isteğini yerine getirerek yaşayan, kendisiyle ve dolayısıyla çevresiyle barışık, sosyal, aktif bir hayat geçiren bir bireyin hayat kalitesi çok yüksektir. Ama tam aksiyse; her an öfkeli, korku dolu, kendine güvensiz, sevgiyi yaşayamayan ve yaşatamayan bir bireyin ise, hayat kalitesi de bir o kadar düşüktür. İşte bu hayat kalitemizin düşmesine sebep olan ise egolardır.
Ego deyince aklımıza kalıplaşmış bir açıklama gelir. Kendini beğenmiş, ukala insanlara bizler egolu damgasını yapıştırıveririz. Bu da bizim doğru bildiğimiz yanlışlardan biridir. Ego terimi oldukça geniştir ama bir tanesinin varlığı bile insanın mutsuz olmasına büyük bir nedendir. Bunlardan bazıları; kıskançlık, öfke, kırılganlık, saldırganlık, korkular (ölüm korkusu, terk edilme korkusu, yükseklik korkusu, yalnızlık korkusu, kaza yapma korkusu, hastalanma korkusu, başarısızlık korkusu, hırsız korkusu, hayvan korkusu…), güvensizlik, sevgisizlik (kendini sevmeme, sevilmediğini ya da sevilemeyeceğini düşünme), acılarla beslenme, kendine değer vermeme, yargılama, aşağılamadır. Ama tüm bunları tek bir başlıkta toplayacak olursak, tüm egoların kaynağı sevgisizliktir.
Sevginin yeşermediği, daha doğrusu sevgiyle yeşermeyen her birey; kendine güvensiz olur, kendine güveni olmayan birey korkularını oluşturur. Korkularıyla yaşayan birey, kıskanç olur, çabuk kırılır ve incinir. Kırılan, incinen kıskanç bir birey ise saldırganlaşmaya ve ani öfke patlamaları yaşamaya başlar. Eğer ki birey, bu egoların farkında değilse ve böyle davranmayı bir yaşam biçimi haline getirmişse, kendinden oluşan kuşaklara yani çocuklarına da bunları bilinçli ya da bilinçsiz olarak öğretmeye başlar. “öğretmek” kelimesini özellikle, üstüne basa basa vurgulamak istiyorum çünkü egolar sonradan öğrenilmiş olan duygu karmaşalarıdır. Hiçbir birey anne karnına, egolara sahip olarak gelmez. Bu yüzden daha anne karnında başlar tanışıklığımız, sevgisizlikten doğan korkularla, yani egolarla.
Çoğunlukla, ilk, bebeğini dünyaya getirmeye hazırlanan bir anne adayı, kendine olan sevgisinden ödün vermeye başlar. Vücudu değişir, hareketleri kısıtlanır, kendini güzel bulmamaya yani artık aynaya baktığı zaman kendini sevmemeye başlar. Bu sevgisizlik içinde kendine olan güvenini kaybeder ve türlü korkular üretmeye başlar. “Ben bu bebeğe nasıl bakacağım, ya sakat doğarsa, ay niye bugün kıpırdamadı bir sorun mu var, ya düşük yaparsam, ya doğuramazsam, ya eşim artık beğenmezse” gibi düşüncelerden oluşan korkularla, huzursuz geçecek bir hamileliğin temelleri atılmış olur. Bu hamilelik döneminin ilk aylarında, zaten geldiği yeri anlama ve alışma telaşında olan bebeğin karmaşık duygularına, bir de annenin, mutsuz ruh hali eklenince, bebek tümüyle rahatsız olur ve bunu da annesini rahatsız ederek göstermeye başlar.
Anne adayı ise, bebek tarafından verilen bu tepkileri fiziksel problemler olarak hisseder. Anne tüm duygu yoğunluklarını tek başına yaşadığını düşünürken, aslında onunla beraber yol alan, her yiyip içtiğinden olduğu kadar her yaşadığı duygudan da beslenen bebek, tüm bunlardan etkilenir ve anneye sinyaller göndermeye başlar. Anne, ne kadar bu sinyalleri algılayamazsa, bebeğin bu dünya da kalma isteği de aynı oranda azalır. İşte ilk korkular bu devrede oluşur çünkü bebek, annenin mutsuzluğunun kendisinden kaynaklandığını düşünerek, anneyi üzüyor olmaktan korkmaya başlar. Bu da bebekte geldiği yere geri dönme isteği uyandırır ve sağlıksal olarak zayıflar ve bundan doğal olarak etkilenen anne adayı, sorunlar yaşamaya başlar. Ben tüm hamileliği boyunca, karın ağrıları, kramplar, kusmalar, yaşayan hatta doğuma kadar ki olan tüm zamanını hiç hareket etmeden yatarak geçirmek zorunda olan birçok anne adayı tanıdım. Eğer ki anne; bu bebeği tam anlamıyla kabul eder ve o nu hayatına müdahale etme potansiyeli olan bir varlık olarak görmeyi bırakırsa, bebek rahatlar, sevildiğini hisseder ve hayata sıkı sıkı tutunduğu için bu korkusunu atlatır ve anneyi de rahat bırakır.
Zaman ilerledikçe, anneyi olduğu kadar çevresindeki tüm olan biteni ve hatta konuşulanları bile iyice anlamaya başlayan anne karnındaki bebek, annenin hangi durumlardan iyi ya da kötü etkilendiğini, bu durumların ne olduğunu ve annenin bunlara nasıl bir tepki verdiğini ezberler. Fiziksel olarak gelişen bebek, duygularını da oluşturmaya başladığından, annenin tüm mutlu ve mutsuz olduğu durumları kendine mal etmeye, yani, bunu kendine bir yaşam biçimi olarak seçmeye başlar ve bunu kaydeder. Dolayısıyla, ne zaman aynı tip bir olayla karşılaşsa, otomatik olarak öğrendikleri devreye girer, bunları kendi yaşıyormuş gibi algılamaya ve anneden bağımsız olarak, kendine has tepkiler vermeye başlar.
Örneğin; eğer ki bir anne adayının düşük yapma gibi bir korkusu varsa ve başına gelen her olayda bebeğini kaybetme korkusu yaşıyorsa, bebek bunu kaydeder, saklar ve anne adayının başına gelen en ufak bir kazada kendisi düşme korkusu yani ölüm korkusu yaşamaya başlar. İşte bu kaydettiği korkuyla hayata merhaba der ve eğer bunun farkına varmazsa, hayatı boyunca kaza geçirme ya da ölme korkusuyla yaşar. Bir başka örnek daha. Eğer ki anne adayı, hamileliği boyunca kendisiyle yüksek sesle konuşulmasına tepki veriyor ve bundan hoşlanmıyorsa, hatta bundan korkuyorsa; bunu algılayan bebek, duyduğu her yüksek sesten etkilenmeye yani korkmaya başlıyor, bunu kaydediyor ve bu korkuyla dünyaya merhaba diyor. Yine bu bunun farkına varmazsa, kendisiyle yüksek sesle konuşulmasından hoşlanmıyor, biri yüksek sesle konuştuğu zaman da korkup, bir kenara siniyor. Çünkü tüm bunları anne karnındayken öğrendi, kaydetti, kendine mal etti ve yaşamaya başladı.
Anne karnında öğrenilen tüm duygular gelecekteki yaşam kalitemizi belirleyen ana kıstaslardır. Sevgisizlikten doğan korkular başka korkuları da kendine çeker ve yeni korkular oluşturur. Anne adaylarının öğrettiği tüm korkular, bilinçsizce, çocuğuna aktardıklarıdır. Serinin ikinci bölümünde ise, doğumdan sonraki yaşantımızda bize bilinçli olarak öğretilmiş olan egoları paylaşacağız.
Hepimizin yolu sevgiyle açık olsun.
Yazar: Burcu Akar
Kaynak: http://www.indigodergisi.com/burcu_20.htm
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Etiketler
ARINMA
Affetmek
Alglamada
Anlatm
Aramak
Aroma
Astroloji
Astrolojik
Aynalar
BEREKET
BOLUK
Bahar
Bayram
Beden dili
Bedensiz
Beyinde
Beyni
Beynin
Beyniniz
Bilincine
Bilmek
Bitkisel
Burak
DERSLER
Davet
Deerlerimizin
Deniz
Depresyonun
Detoks
Dikkat
Dilek
Disgrafi
Disleksi
EGZERSZ
Egoist
Enerjilerinin
Epifiz
Eruhunuzu
FAYDALANMAK
FAYDALARI
Felsefe
Fregoli
GCJoseph
GERDE
Gcyle
Gelecek
Gidecek
Gizemli
HAYIRLI
Hasta
Hastalklar
Hayal
Hayallerinizin
Hayata
Hikaye
Hiperaktivite
Hipnozu
Holografik
Hologram
Hoşgörü
Illuminati
KORUMA
Kabala
Kadim
Karanlk
Kelimeler
Klasik
Korkular
Korunma
Kristaller
Kuantum Fiziği
Kyamet
LKLERMZ
MEKTUP
MUTSUZ
Makbul
Melek
Merak
Mevlana
Mevlanann
Mezar
Mftolunun
Moloküler
Mucizeleri
NAMASTE
Nazar
Nefret
Niyet
ODAKLANMA
Okuma
Okyanus
POZTF
PRATK
PROGRAMLAMA
Paranormal
Patolojik
Peeling
Peinden
Pratik
Psikoloji
Quantum Düşünce
RAHATSIZLIIMIZ
Rahat
Reformist
Romantik
Ruhsal
Sanat
Sonsuz
Stres
Sufizm
Tehlikeli
Terapi
Uymasn
Zarar
acı
affetme
aile
akıl
başkaları
beden
beyin
bilgi
bilim
bilimsel
bilinci
bilinçaltı
birey
bolluk
cümle
dalga
damla
degerli
düşünce
egzersiz
ekmek
eleştiri. öfke
emsimizi
enerji
evlilik
evren
fayda
fizik
fiziksel
frekans
garip
geliim
gerilim
gerçek
geçmiş
gizli
güven
güzel
harika
hastalık
hayat
hissederim
hoşgörüsüzlük
huzur
huzurlu
ileti
ilâc
inanç
insan
insanlar
kaos
kavga
kelime
korku
kuantum
kurallar
liste
madde
mucize
neşe
olacaksn
olumlama
olumlamas
olumlu
olumsuz
para
paralel
pozitif
psikolojik
refah
ruh
sağlık
seniz
sevgi
sistem
sorumsuzluk
sorun
sorunlar
suyun
sıkıntı
tabiat
tedavi
teori
tesadüf
toplum
zaman
zeka
zellikleri
zenginlik
zerine
zihinsel
çekim
üzüntü
İletişim
şifa
şükretme
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder