Nereden mi biliyorum?.........
Ben bir anneyim. Üstelik ikiz annesiyim. Anne olamayacağımı bilerek yola çıktım. Belki saflık ama anne olmamam ile ilgili gönlümde ne negatif ne de pozitif duygu yoktu. Allah önce onları bilinçsizce hayallerime soktu, sonra da kucağıma almamı nasip etti. Nasip, mucize, hediye, emanet, ne dersek diyelim onlari ilk gördüğümde dört billur göz bana bakıyordu, iki pırlantam olmuştu. Biri kiz biri erkek. Hissettiklerimi tanımlamak cok zor . Mutluluk, sevgi, şefkat, huzur, sıcaklık, aşk, sorumluluk… Bu duyguyu kelimelere dökmek o kadar zor ki, rüyada idim sanki. Ama mutluluğun yanında, Allah’ın bana büyük bir görev verdiğini düşünüyordum ve bu görevi çok iyi başarıp, iyi bir anne olmayı diledim. İki pırlantamı en iyi şekilde işleyecekdim. Öyle iyi bir işçilik çikartacaktım ki onların ışıkları dunyayi aydınlatacaklardı. İyi bir insan olmaları için üstüme düşenin en iyisini yapacaktım. ‘İYİ BİR ANNE’ olacaktım. Başta annem olmak üzere bildiğim annelerin (bana göre) yaptıkları hataları yapmayacaktım. Bu güne kadar düşünüyorum da yer yer zor ama her anı çok güzel günler geçti. Zorluklardan sikayet etmiyordum. Ne yapıyorsam sevgiyle ve isteyerek yapıyordum. Zorluklar daha çok bedensel yorgunluk olarak kendini gösteriyordu. Günde 2 saat uyuduğum ilk 2,5 yıl da bile yorgunluktan bitap sabahın 6’sında daha gözümü kırpmamış olduğumda tekrar tekrar uyuttuğum pırlantalarımdan birini yatağına yatırırken bile kulaklarına ‘kendini özletme’ diyecek kadar yorgunluğumun ve her anın tadını çıkartmaya çalışıyor ve yaşadığım her an için Allah’a şükrediyordum.
Çalışkan bir insanım, kolay yılmam. Bilgim, becerim ve görgüm doğrultusunda, enerjimi zorlarım. Her zaman yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışırım. Ama bu konu, hayatımın en büyük başarısızlığı, kendimi değistiremiyorum. Sakinliğimi koruyamıyorum. Üstelik olası problemleri en aza indirebilmek icin sınırlarım, tanıdığım diğer annelere göre çok daha geniştir. Her zaman patlamıyorum, her an sertleşmiyorum. Ama ara ara da olsa içimdeki o çirkin ‘ben’in çıkmasını engelliyemiyorum. O hiç bana benzemiyor. Nereden içime girdi bilemiyorum. Bir an beynim uyuşuyor ve sadece bağzı sesler duyuyorum. Hiç tanıdık değil. Hiç sevgi dolu değil. Hiç benden değil. Sanki o anı yaşayan ben değgilim, biri benim yerime rol yapıyor (en azından, böyle düşünmek beni rahatlatıyor). Üstelik en kötüsü, rol yapan beni izlemiyorum bile, beynim uyuşmuş öylece kalıyorum. Ve sakinlestiğimde olayı hatırlıyorum. Eğer izlemeyi başarsam ‘farkında’ olup kendime, ya da içimdeki diğer ‘ben’e müdahale edebilirim. Ama yapamıyorum, içimdeki o sevgisizlik tohumunu silip atamıyorum.
Kendi zorluklarıma ve başarısızlıklarıma katlanmam oldukça zor, ama daha zoru aynı şeyleri çocuklarımın da yaşayacağını bilmek olurdu. Birgun kızım kardeşi ile bir problem yaşıyordu. Görüntü çok tanıdık geldi. Sanki bu sahneyi daha önce görmüştüm. Daha önce baş rol oyuncusu ben idim. Bu sefer ise minik kızım, meleğim gitmiş yerine benim kızgın halimi andıran başka bir melek gelmişti. Bir anda gözümün önünden bir sahne geçti. Anne olmuştu meleğim, yatağinda, gizlice, sezsizce, pişmanlik içinde kendi haline ağlıyordu. Sanki yıkanıp, temizlenmek istercesine. Biranda panik oldum. Gözümün önünden DNA’lar geçiyordu. Acaba karakteristik bazı özelliklerimiz DNA’larımızdan mı geçiyor ve uygun bir ortam bulduğunda kendiliğinden ortaya mı çıkıyordu? Ya da kızıma iyi anne olmak isterken bazı yönlerimle kötü bir örnek mi oluşturuyordum. Soruların cevabı ne olursa olsun problemin çözümü tek idi. ‘KENDİMİ DEĞİŞTİRMEK’. içimdeki sevgisizlikleri yok edip, yerini sevgi ile doldurmam gerekiyordu. Üstelik sorumluluğum artmıştı. Artık sadece kendim icin değil çocuklarım için, torunlarım için, gelecek nesillerim için, belki de gelecek karmalarım için değismem gerektiğine inanıiyordum. Çok uğraştım ama tek başına olmuyordu. Ve yine bir gece boğgazımda kocaman bir yumru, göz yaşlarım sel olmuş akarken, Yaradan’dan bütün kalbimle diledim, ‘DEĞİŞMEYİ’ ve ‘YARDIMINI’ diledim. Sadece bu konuda değil, korkularımdan, sevgisizliklerimden, kızgınlıklarımdan ve diğer bütün negatif halimden arınmak için yardım diledim. 2 gün sonra komşum bir NLP eitiminden bahsetti. Bunun ne olduğunu bile tam olarak bilmiyordum. Ama NLP eğitmeni 20 yıldır tanıdığım bir arkadaşıim çıktı. Ve işlerimin çok yoğun olduğu bir dönemde neden orada olduğumu tam bilmeden kendimi eğitimde buldum. 1 ay sonra, yine yıllardır tanıdığım Reiki ile uğrastığını bildiğim ama birkere bile kendisine ne olduğunu sormadığım arkadaşım, Reiki ile tanışmama vesile oldu.
10 yıl önce çocuklarım doğduğunda onları birer pırlanta gibi çok iyi işlemek ve ışıltılarının dünyayı sarması için iyi bir anne olmayı dilemiştim. Şimdi bunu yapabilmek icin kendi pürüzlü yanlarımı çok iyi işleyip, parlatır ve ışıldamaya başlarsam onların kendi yollarini aydınlatıp, gidecekleri istikameti bulmalarına yardımcı olacağımı biliyorum. Eğer bunu başarabilirsem işte o zaman ‘İYİ ANNE’ ya da ‘İYİ İNSAN’ kavramı tam olarak anlam kazanacak.
Bunun için gerçekten uğraşıyorum. Aldığım eğitimlerin ve Reiki’nin cok faydası oldu. Farkındalıklarımı artırmak için çok değişik yollar deniyorum. Başarı oranım arttı ama hala sık sık tökezleyip düşüyorum. Her tarafım yara bere içinde. Gerekçe merkezim eskisi kadar çalışmıyor ama benden de vazgeçmiş değil. Egom beni okadar seviyor ki beni bırakmak için pek gönüllü değil. Beynim ise 2 eski dosta, bunca yıl bana arkadaşlık ettikleri için teşekkür edip, kibarca kapının yolunu gösterebilmek için çareler arıyor.
Geçenlerde ‘KÖTÜ ANNE’ çukuru beni yine içine çekti. Eşim ile beraber işten eve geç gittiğimiz günlerden birinde, doğal olarak çocukları bir parça görüp, sohbet etmek istedik. Ve onların odalarına gitmesi 21:30 ‘u buldu. Ama yataklarına yattıklarında saat 22:00 idi. Oğlum da kızım da birçok ıvır zıvır şeyle uğraşıp sanki 1 dakika daha geç yatsalar büyük ödülü alacaklarmış gibi ellerinden gelen her şeyi yaptşlar. Yattıktan sonra babalarıi kitap okudu, ben de kısa bir süre sıra ile yanlarında yattım. Kızım yorgunluktan bayılmış halde hemen uyudu. Geç gelip onlarin normalden geç yatmalarına vesile olduğumuz için hissettiğimiz mutsuzluğa inat, oğlum tuvalet bahanesi ile sürekli yataktan kalkıyordu. İşin kötüsü tuvaleti olmadığı için tuvalete gidiş gelişi rutin yapılan bir törene benziyordu. Bu rutin törenlerin sayısı artınca gitgide gerilmeye başladım. Uyardım, ama birkere uykusu kaçmıştı oğlumun. Saat 23:00’ü geçmişti.
Artık uyumuş olmalıydı. Oğlumun yorganını sıkıştırmak için eğilmiştim ki bir baktım yatakta bir kıpırtı oldu ve 2 parlak göz bana bakıp ayaklandı. Tuvalete giderken sanki sohbetin ortasında imiş gibi bir ses tonu ile konuşmaya başlayınca, sanki beynim uyuştu. Sabrım taştı ve ‘kötü anne ‘ yine ortaya çıktı. Sesim yine bir yabancıya aitmiş gibi geldi bana ve bir daha yataktan kalkmayıp, hemen uykuya dalması için gereksizce sert bir ses tonu ile onu uyardiı, oğlum yatağına giderken üzgün ve kırgın duruyordu. Yüzüme hiç bakmadı. Yatağına yattı ve arkasını döndü. Bu da benim için oldukça sert bir tavır idi. Çok nadir bana kırılırdı. Geç başlamış olan ama keyifli bir akşamı gereksiz sertliğimle berbat etmiştim. Onunla konuşabilirdim, daha sabırlı ve anlayışlı olabilirdim, kendi küçüklüğümü hatırlamaya çalışabilirdim ve saymaya gerek olmayan yapmadığım diğer bütün davranışları yapıp çözüm yolu arayabilirdim, Ama ben yapmadım. Kolay çözümü seçtim. Ses tonumda ve yuz hatlarımda bir ayarlama yapmak kolayıma mı gitmişti? Dürüstçe cevap verirsem “Hayır”. Bilerek kolay yolu seçmemiştim. O an birsey düşünmemiştim. Olayı bilinçli yaşamamıstım. Olayı sadece yaşamıştım. Farkında olmadan. kendime dışarıdan bakmadan, 10’a kadar saymadan, bilinçsiz davranmıştım. Sevgisiz davranmıştım. Kendimi kötü hissetmeye başladım. Kocaman çukur beni içine çekiyordu yine. Bu çukura düşmekten kurtulabilmek için gerekçe merkezim çalışmaya başladı. Oğlumun yanına tekrar yatıp ona sarıldım ve özür diledim ve hareketimin gerekçelerini saymaya başladım. Ama kulaklarıma inanamadim. Bu sefer gereksiz ve geçersiz bahanelerin arkasına sığınmıyordum. Oğluma durumumu bütün açıklığı ile anlatıyor ve ondan yardım istiyordum.
“Canım” dedim ona.
“Canım. Özür dilerim. Seni kırmak istemedim. Sana kızmak istemedim. Ama çok geç oldu ve sen yarın okula gideceksin. Seni erken uyutmaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Bildiğim bütün yolları denedim ama olmadı. Çaresiz kalınca bocalıyorum, geriliyorum ve sesim bir anda yükseliyor. Sen baba olsan ne yapardın? Ben gecenin 11’inde hala uyumamış olsam ve uyumamak için dirensem ne yapardın. Sen de patlamaz mıydın?” diye sordum.
Oğlum adildir. Haklı olduğumu düşündüğünde üzülme annecim der ve boynuma sarılırdı. Ama bu sefer sarılmadı. Sözleri yüzüme tokat gibi çarptı. Yüzüme bakmadan boğuk bir ses tonu ile “Hayır, patlamazdım.” dedi. Ve devam etti. "Ben sakince çocuğumun yatmasını söylerdim, geç uyursa okulda uyuyacağını hatırlatırdım.”
Ben istediğim sonuca ulaşmak için hemen bilmiş bilmiş ilave ettim, “Pekiyi, ya bunları soylemene rağmen uyumamaya devam ederse, ne yaparsın?”
Cevap hic de beklediğim gibi değildi, benim o an düşünemeyeceğim kadar üst seviyeden geldi. “Bir daha söylerdim, bir daha söylerdim, bir daha söylerdim. Ama hiç kızmazdım. Hiç uyumazsan da sen artık büyüdün o zaman okulda uyur ve uyarı alabilirsin, uyarıyorum bu senin sorumluluğun. derdim. “
Artık savunulacak bir tarafım kalmamıştı. Olayı kendimi bile şaşırtacak bir şekilde ortaya koydum. “Canım yavrum, keşke senin dediğin gibi yapabilsem. Çok isterim. Ama çabuk geriliyorum, gerilince sakinleşemiyorum, bir anda beynim uyuşuyor, sonra da sanki ben ben olmuyorum oğlum. Keşke gerildiğimde bana beni hatırlatacak birşey olsa da hiç değişmesem hiç sertleşmesem.” dedim.
Ve aklıma bir fikir geldi. “Ben gerilmeye başladığımda bana beni hatırlatabilir misin? Belki bir şifremiz olur ve sen yada kardeşin onu söylediğinde bu dünyaya gelebilmek için beni anne olarak seçtiğiniz için, sizin gibi tatlı evlatlarım olduğu için Allah’a şükretmem gerektiğini hatırlatır” dedim. Minik dudaklar kulağıma eğildi birşeyler söyledi. Anlamadım. Tekrarlamasını söylediğimde sanki bunu çok düşünmüş ve cevabı çoktandır biliyormuş gibi kendinden emin bir şekilde tekrarladı “NAMASTE”.
Oğlum bana içimdeki sevgiyi hatırlamamın anahtarını verdi. Bu anahtarla unuttuğum an sevgimi içimde bulup SELAMladim. Iste o zaman anladim, belki de bildiğim bir şeyi tam idrak ettim. Hiç kimse başkasının pürüzlerini yontup işlemekten sorumlu değil. Herkes birbirine vesile oluyor ve ancak kendi kendinin pürüzlerini düzeltebiliyor. Ben çocuklarıma ne kadar vesile olurum bilemiyorum ama, onlar bana çok iyi ustalık yapıyorlar. Onlar sayesinde her geçen gün içime daha çok bakıp, içimi daha çok temizlemeye çalışıyorum. İç ışığımı arttırabilirsem belki çocuklarımın yolunu aydınlatıp kendi yollarını bulmalarına daha çok yardımcı olurum. Ama biliyorum ki yollarını ben göstermiyeceğim, kendileri bulacaklar .
O günden sonra birkaç defa oğlum ve kızımın kulağıma ‘NAMASTE’ diye fısıldaması gerekti ve Allah’a şükürler olsun, işe yaradı, kuvvetli egom nedeni ile yaramadığı anlar da oldu. Ama oğlum sayesinde yolumun sonunda bir ışık olduğuna inancım arttı, umutsuzluğumdan sıyrıldım. Bir vesile ile yazdıklarımı okuyanların da inançları kuvvetlenir umudu ile yaşadıklarımı kendimce sizinle paylaşmak istedim. Yaradan’dan kendi özündeki sevgiyi arayan herkesin idrakinin artmasını, azminin azalmamasını, cesaretinin kırılmamasını diliyorum.
NAMASTE,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder