(The Wise'ın 5. Sayısının Editör Yazısı)
Zaman makinası icat olunup 1789’a dönsek ve yoldan geçen bir Fransız’ı durdurup “Birader, sizin bu yaptıklarınız dünyayı değiştirecek, o kadar özel zamanları yaşıyorsunuz ki” desek, adam elindeki sopayla sizi Bastille Hapishanesi’ne kadar kovalardı herhalde. Evet, o dönemde dünya tarihinin akışını değiştiren olaylar yaşanıyordu, amma velakin bu süreci yaşayan insanların da canı çıkıyordu.
İşte yine benzer bir devrim sürecine, ama bu sefer çok daha “derin”inden giriyoruz. İnsanlık tarihinin binlerce yıldır yaşadığı belki de en önemli zamanlara şahit olacağız. Sadece şahit olmak mı, bilakis süreçte aktif olarak yer alan aktörler de bizleriz bu sefer. Tarih sayfalarında hep okuduğumuz ve bizlere daha çok film senaryosu gelen dönemlerin birisinde bu sefer katılımcı olarak yer alacağız; hatta yer almaya çoktan başladık bile. Ben neyimi anlatıyorum? Aslında yıllar önce başlayan ve 2012’ye girişimizle hızlanıp 21 Aralık 2012’yle birlikte doruk noktasına ulaşacak bir akışı: insanlığın “karanlık çağlar”ıyla vedalaşma sürecini.
“Karanlık Çağlar”ımızın başlangıcı binlerce yıl öncesine dayanıyor. İnsanlığın kendinin ruhsallığını bilişinden kopuşuyla başlayan bir dönem bu. “The Wise”ın dördüncü sayısında Esra Erdoğan’ın “Rahip Bruno” yazısını okuduysanız, o dönemin bilge rahiplerinin insanlığın böyle bir sürece gireceğinden haberdar olduğunu ve ellerindeki bilgileri yeraltına indirdiklerini hatırlarsınız. İnsanlık ortak bilinci, kendisinin kim olduğunu daha derinden tanımak için karanlıkta kalan yanlarını ortaya çıkartmayı seçti ve bilinen mevcut bilgileri, daha sonradan yeniden ortaya çıkartmak üzere derinlere gömdü. Bunun görünürdeki yansıması İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması gibi can acıtıcı hadiseler olurken; aslında evrensel perspektifte insanlık kendini yeniden keşfedilmek için önce kendinin ruhsal varlığını unutmayı seçiyordu. Diyeceksiniz bunlara gerek var mıydı? Eğer yaşam adı verilen akışı sadece görünen lineer formuyla değerlendirmeyi seçiyorsanız elbette yoktur; ama onu bir oyun; deneyim süreci olarak görür de, ruhların belli durumları deneyimlemek için farkla zaman dilimlerinde bedenlenen oyuncular olduğunu biliyorsanız; o zaman sizin için yaşananlar daha anlamlı ve eğlenceli olmaya başlar.
Bizler, kim olduğumuzu anlamak için; binlerce yıldır kim olmadığımızı deneyimlediğimiz olaylar yarattık. Aslında “kim olmadığımız” da tam doğru ifade değil; çünkü onlar da bizleriz birebir. Katil, tecavüzcü, hırsız, zalim, açgözlü, öfkeli, hak yiyen… taraflarımız da bizlerin kanlı canlı parçaları, nitekim insanlık olarak bizler bu parçalarımızı da dibine kadar deneyimledik ve deneyimlemeye de devam ediyoruz. Taa ki “Tamamdır artık, bunlar da benim parçalarım; ben bu parçalarımı da kabul ediyorum ve ben artık Bütünün bir parçası olarak diğer parçalarıma zarar vermeyi değil, onlarla bütünleşerek daha farklı deneyimler yaratmayı seçiyorum” diyene kadar.
İşte insanlığın “karanlık çağlar”ıyla vedalaşmasının anlamı da, insanlık ortak bilincinin artık bu seçimi yapması demek. Binlerce yıl önce derinlere gömdüğümüz, ama yeraltında bizlerle birlikte ilerlemiş bilgilerin günyüzüne çıkması ve bizlerin yeniden kim olduğumuzu hatırlamamız demek. İçimizdeki karanlığı kucaklayıp, yaşadığımız tüm deneyimleri onurlandırıp, onları içimizdeki Öz’e döndürmek ve yaratıcı gücümüzü artık ayrıştırıcı değil; birleştirici kullanmak demek. Bu birleştirici güçle de sadece daha yaşanabilir, daha mutlu, daha huzurlu bir dünya değil; şu anda aklımızın alamayacağı kadar güzel bir gezegen yaratmak demek.
İşte bu yüzden ben artık içine girdiğimiz 2012 senesiyle birlikte hızlanan bu sürece “büyülü zamanlar” diyorum. Belki önümüzdeki günler çok da kolay geçmeyecek, hemen tüm devrim dönemlerinde olduğu üzere; ama “karanlığın” en uzun yaşanacağı gün olan 21 Aralık 2012’yle birlikte artık insanlık olarak “aydınlığı” yıldan yıla daha fazla hissetmeye başlayacağımız günlere gireceğiz. Her ne kadar kış gündönümünün etkilerini ve güneşin yüzünü bizlere daha fazla göstermesini ancak Nisan-Mayıs gibi farketsek de ve insanlığın “aydınlık” çağlarını görmek zaman alacak olsa da; buna yaşam sürelerimiz boyunca şahit olacağımıza inanıyorum. Ama elbette ki yan gelip yatmak yok hani. Herkes kendi üzerine düşeni yapacak elinden geldiğince.
The Wise da bizlerin elinden gelen faaliyetlerden birisi. Kendi deniz yıldızımızı denize fırlatmak işin özetiyle ve bizler sürekli daha başka neler yapabiliriz diye kurcalıyoruz ruhumuzun derinliklerini. İnsanlık için yapabileceğimiz her ne varsa da yapmaya hazırız. Ve eminim sizler de bu süreçte elinizden gelenin en iyisini yapmaya hazırsınız veya çoktan yapmaya başladınız bile…
O zaman hepimize şunu söylemek kalıyor: Hadi bakalım, büyülü zamanları kutlayıp, tadını çıkartalım birlikte. Eğer henüz partiye katılmadıysanız bile, ne duruyorsunuz? Bekliyoruz sizi… Hepimiz… İnsanlık ailesi olarak…
Müzik başlasın…
(The Wise'ı okumak için www.thewisemag.com adresine girebilirsiniz. Amazon Kindle'ı olan okurlarımız da www.thewisekindle.com adresinden 5. sayımıza ulaşabilirler.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder