Geçtiğimiz haftalarda, dünya basınının önde gelen yayınlarından The NY Times'da yayınlanan bir makaleyle yoga camiası yerinden hopladı; How Yoga Can Wreck Your Body? Yani, Yoga Bedeninize Nasıl Zarar Verebilir? Ya da Yoga Bedeninizi Nasıl Ziyan Eder başlıklı makale, bilim makaleleri yazan WILLIAM J. BROAD tarafından kaleme alınmış. Özetle, makalede güvenle ve dikkatle yapılsa da yoganın bir gün mutlaka bedende bir hasara yol açacağından bahsediliyor. Yogayla incinmiş, üstüste ameliyatlar geçirmiş, felç inmiş, yürüyemez olmuş bir kaç vakadan bahsediliyor. Öyle bir facia habercisi dille yazılmış ki, yıllardır yoga yapan, öğreten, yoganın faydalarını derinden yaşayan ben bile okuyunca hak veresim geldi. Yogaya ilk başladığım yıllarda henüz kendimi yukarı çekmeyi bilmeyen bedenimi zorladığım omuz duruşlarıyla yavaş yavaş incittiğim belimi, bir kaç sene önce egoyla yaptığım tek bir yoga seansının dizlerimde ortaya çıkardığı hasarı ve haftalarca geçmeyen acıları düşündüm.
Ülkemizde ve dünyada, The NY Times’ın bu makalesine karşı pek çok yazı ve video yayınlandı. Hemen hepsi, haklı karşı argümanlar savundu; egoyla ve hırsla ya da kendini bilmeksizin yapılan yoganın her "spor" gibi incitme olasılığına sahip olduğu güzel güzel anlatıldı. Hepsine katılmakla birlikte, makaleyi başka bir şekilde ele alıp, makalenin neden yazılmış ve şimdi NY Times gibi (güya) güvenilir bir medya kanalında yayınlanmış olduğunu düşündüm. Çünkü biraz araştırınca gördüm ki, bu minvaldeki makaleler ilk ve tek değil. Zaman zaman The NY Times, BBC News, Observer gibi otorite sözcüsü medyada inceden inceye anti-yoga makaleleri yayınlanıyor. Çoğu, uzman bir eğitmenle çalışmanız gerektiğini (elbette), yoganın tek başına bir egzersiz olarak işe yaramadığını (bu egzersizden ne beklediğinize bağlı) anlatırken, hemen hiç biri yoga incinmelerinin hırs ve egodan kaynaklanabileceğinden bahsetmiyor. Yoganın faydadan çok zararı varmış gibi anlatılıyor. Tenis, koşu gibi "kabul görmüş" sporlarda incinme makul görülürken, oran olarak son derece düşük kalan yoga incinmeleri hemen parmakla gösteriliyor. Yoganın spor kategorisinde değerlendirilme yanlışı bir yana, zihin-beden-ruh bütünlüğü sağlayan bir disiplin oluşunun sistem için tehlikeleri artık anlaşılmış durumda.
Ülkemizde ve hatta Avrupa'da nispeten yeni olan yoga Amerika'da uzun yıllardır uygulanıyor. New York'ta ve batı yakasında (pasifik kıyısı) neredeyse yoga yapmayan, ya da denememiş, ya da denemeyi düşünmeyen insan yok gibi... Çoğu insan hiç yapmamışsa bile yogayı bir gün deneyeceği bir şey olarak değerlendiriyor.
Bugüne kadar yoga, sistemin devamlılığı için tercih edilir bir şeydi. Sistem ne ister? Çalışasın, çok çalışasın ve bunu şikayet etmeden yapasın, izin verilen ölçülerde eğlenesin, evine dönesin, televizyon izleyesin ve sonra yine çalışasın, çalışıp kazandığını sandığın parayı yine sistem için tüketip ona geri veresin... Kapitalizmin işleyişi böyle. O en uzun tatil (!) olacak emeklilik hayalleriyle "off yine pazartesi", "heeey TGI Friday – yaşasın Cuma!" diye dönüp duran kimse kazanmıyor. Banka kredisiyle borçlanıp evini almış, çocuğunu özel okulda okutmayı başarmış olsa da kitleler, ruhunun istediğini ya da doğal olanı değil, paranın gerektirdiğini yaşıyor. Kapitalizmin her şeyi olası kıldığı yalanıyla insanlar çay kaşığıyla aldığını kepçeyle veriyor.
Kapitalizmin nasıl işlediğini Karl Marx zamanında güzel güzel anlattı. Şahsen, bu kusursuz sistemin ne olduğunu, biraz sosyoloji eğitiminden, biraz içinde yıllarca debelendiğim büyük firmalardan, biraz Baudrillard’dan ama en çok, Londra'da geçirdiğim bir kaç günde öğrendim. Görenler bilir, kapitalizmin kalesi gibi olan Londra öyle bir düzenlenmiştir ki, karşıdan karşıya geçerken ne zaman sağa ne zaman sola bakacağın bile yerlere çizilmiş oklarla belirlenmiştir. Müziğini nasıl dinleyeceğini, boş zamanlarında ne yapacağını, metrodan inerken ayağını nasıl atacağını bile söyler sistem. Metrodaki Mind the Gap (boşluğa dikkat et) uyarısı, "ben şahane bir sitem kurdum ve bu sistemdeki tek hata işte bu tren ve istasyon arasındaki 10 santimetrelik boşluktur, dikkat et, düşme," der gibidir. Akşamları pub’lar dolar taşar. Haftanın en az bir kaç günü işinden çıkıp bir pub’da iki bira yuvarlamayana, maç izlemeyene bir garip bakarlar sanki. Rahatlıkla kimyasal uyuşturucular bulunabilen kulüpler hafta sonu çılgınca dolarken, o kulübe kaçta gideceğin, içeride ne yapacağın, süper düzenli toplu taşıma sistemi ile evine ne zaman nasıl döneceğin bile bellidir. Sistem der ki: şimdi işe git, şimdi çık, pub'a git, şu kadar iç, maç izle, eve git, kapıda sıra var ama o klübe girmek için bekle, içeride dağıttığımız mutluluk haplarından al, son otobüs birazdan kalkıyor, eve git yoksa sokakta kalırsın, Pazartesi kimyasalla ya da alkolle ya da televizyonla mallaşmış zihnini oyalamak için işe git, çalış çalış, rahatlamak için tüket tüket... Bu sadece Londra'da böyle değil tabi, orada çok net bir şekilde görülebiliyor. (Sistemin emirlerini ülkemize uyarlayacak olursak, replikler pek farklılık göstermiyor, içerik aynı: Tek taş pırlantasız evlenme, işe git, Cuma olunca sevin (ama unutma, yine Pazartesi olacak), ısınmak için maaşının yarısını ver, çocuk da yap kariyer de, çocuğunu özel okulda okut (başka türlü adam olmaz), banka kredisi al ve ödemek için yıllarca çalış, televizyonun hep açık olsun, dizi izle, belli yerlerden giyin, telefonun şu marka olsun (başka türlü yüzüne bakmazlar), vs. vs...)
Bugünlere kadar yoga da bu sistemin işleyişini sağlayan şahane bir araçtı. İnsanlardaki kabullenme kapasitesini artıran, bir tiyatro sahnesi gibi belirli rollerle oynanan hayatın içinde, belirlenmiş streslerle yaşayan insanlar için sahte bir umut kapısı gibi görünüyordu. Bilgisayar başında çöken omurgaya iyi geliyor, zihinler rahatlıyordu. Böylece Pazartesi işe gitmek kolaylaşıyor, yoganın “her şey olması gerektiği gibi,” felsefesi, “ne yapalım, hayat böyle,” anlayışına dönüşüyordu. Tüketmeye alışık köle zihinler şimdi de yoga ekonomisini zengin etmeye başlamıştı; organik marketlere, yoga kıyafetleri ve ürünlerine, ünlü hocaların ders verdiği stüdyolara çılgınca paralar harcanıyordu.
Fakat... Beklenmeyen bir şey olmaya başladı.
Dediğim gibi Amerika'da yoga uygulaması, Hindistan'dakinden bile yoğun. California, 68'lerin hippi hareketinin başladığı yerdir, bilirsiniz. İster inanın ister inanmayın, şimdi de spiritüel bir hareket başlamış durumda. Yoga sadece bir egzersiz olarak anılmaktan çıktı, daha bilinçle uygulanıyor. Evet, bir sektör olarak yoga hala çok zengin ama yanı sıra başka bir şeyler oldu. Shiva Rea'nın bir röportajında şahane bir şekilde dile getirdiği gibi, nedeni ne olursa olsun yogaya başlayan ve yıllarca uygulayan insanlarda artık shakti enerjisi uyanmaya başladı.
Shakti, yani yaratıcı yaşam enerjisi uyanınca ne oluyor? Yıllarca floridle uyuşmuş pineal gland uyanmaya, insanlar sistemin işleyişini görmeye, gerçek sandıkları şeyleri sorgulamaya başlıyor. Dahası;
İnsanlar daha az hastalanıyor: Dünyanın en çok kazanan sektörü olan ilaç piyasası panikte!
Sağlıklı beslenmek önem kazanıyor: Mc Donalds zaten bitmiş, KFC mahkemelerde, Coca Cola tüketilmiyor, sigara firmaları ise zaten sadece azgelişmiş ülkelere çalışıyor!
Kilise çoktan sorgulandı, ceza sistemiyle çalışan otoriter din sözünü geçiremiyor, tanrının ceza değil ödülden bahsettiği anlaşıldı.
Sınırlar kalktı, az gelişmişinden çok gelişmişine tüm ülkelerde ortak bir bilinç gelişmeye başladı.
Yoga, sistemin artık pek işine gelmiyor, tehlike arzediyor. Dolayısıyla anti-yoga propagandaları inceden başlıyor. Bugüne kadar işleyişin devamını sağlayan yoga, önde gelen sistem sözcüsü medya tarafından halı altına süpürülüyor. Yerine koyabilecekleri yeni bir oyuncak bulana kadar bu inceliğin devam edeceğini, sonra daha büyük yasaklar, uygulamaların ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Yani batı panikte! Prozac toplumu, spiritüel bir çıkış yolu buldu, önü kesile!
Bu ince anti-yoga yaklaşımı beni sevindiriyor, demek ki doğru yoldayız. Önce kendi egomuza, sonra da büyük kapitalist egoya karşı bulduğumuz yol belli ki sağlam. Bu yol, trenle istasyon arasındaki boşluktan daha geniş ve tehlikesiz. Mind the gap ama korkmayın, düşseniz de büyük ortak bir bilinç tarafından kucaklanıyorsunuz. O zaman yola devam!
Bağlantılar:
İlgili NY Times Makalesi
Bazı anti-yoga makaleleri
Shiva Rea'nın röportajı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder