- Ayna ayna söyle bana, kendi içimdeki karanlığı görmekten kaçtığım için sana bakmazsam “kırılır” mısın?
- Benim kırılmam veya kırılmamamdan bağımsız olarak asıl senin kıvırmana yoğunlaş.
- Ukala...
- Buyrun benim.
- Egonun insanlara özgü olduğunu sanırdım, aynalar da ego manyak olmuş bu alemde.
- Bana baktığında ego manyak birini mi görüyorsun? Ayna olduğumu hatırlatırım.
(Bu içsel diyalogu, yıllar önce kaydetmişim ve okurken çok eğlendim. Devamı, kendime doğumgünü hediyem olsun.)
İçimde ve dışımda çelişki yaşamadan verdiğim her cevap, kaynaktan geliyordur. Her kaynağın da bir öncekinden beslenen bir sonsuz kaynaklar zincirinin halkası olduğunu biliyorum. Aynalara yüz çevirmeden kendi gözlerinin içine bakarak egosunu, yolunu sorgulama cesareti olanlar, soracakları sorudan çekinmeden alacakları cevabı dinlediklerinde, içsel bir tepki hissetmiyorlarsa, aynalarına teşekkür etmeliler.
İçsel bir tepki yaşamıyorsan, kendine ve üçüncü şahıslara verdiğin cevap kaynaktan gelen su kadar saftır.
Bu cümleyi yazdıktan sonra zihin devreye girdi ve konuyu saptırmak için şu gıcık argümanı attı ortaya: Kendin birinci şahıssın, diğerleri üçüncü şahıs. Neden bu tip cümlelerde ikinci şahıs tanımı yoktur?
El cevap: Çünkü buradaki ikinci tekil şahıs gizli özne! (Oh canıma değsin, kafası karışmış bir şekilde gizli özneyi arayıp dursun zihin gıcığı… Müstehak)
Hazır zihni devre dışı bırakmışken konumuza dönelim…
Artık olaylara bakışımda, yıllar içinde öğrendiğim bu kriteri kullanıyorum. Yaptığım, söylediğim, hayatıma çektiğim gelişmelerin sonuçlarının, bende içsel bir tepki yaratıp yaratmadığına yani. Eğer içeride olanla dışarıdaki arasında bir çelişki varsa, biliyorum ki devrede olan bilinç değil zihindir ve zehrini akıtmasının yolunu kesmek ancak ve ancak çelişkiyi ortadan kaldırmakla mümkündür.
Zihin devredeyken, dışarının içimizdekinin yansıması olduğunu unutarak genelde içimizi dışarıya uydurmaya çalışırız. Çevremizdeki öfkeli insanları, ters giden ilişkileri, kısacası nerede arıza varsa neden bizi bulduğunu sorgular durur, ama gerçek cevapları bulmaya pek gönüllü olmayız. Oysa cevap dediğimiz şey, doğası gereği sorulardan kaçınmadığımız zaman ortaya çıkar. Sorular da genellikle aynalar vasıtasıyla bize yansır ve en şık cevap tokatları da aynalardan gelir bu yüzden. Bazen kendimize sormadığımız bir soruyu “aynalarımız” sorar. Ya da “aynalar”ımızda gördüklerimizi sorgulama ihtiyacı hissederiz kendi içimizde. Gölgede tuttuğumuz yanlarımız, işte tam da böyle zamanlarda ortaya saçılıverir ve bazen gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi şaşkın kalıverir karşımızda.
En iyisi, gördüğümüzü gülümseyerek kabullenmek ve ortaya çıkan sorulara cevap verme cesareti göstermektir. Kaçınılmazsa zevk alınmalı yani. Ardından da nezaket kuralları çerçevesinde, aynalarımıza teşekkür etmek gerekir. Bizi bize gösterdikleri için.
Yani uzun lafın kısası, aynaları kırmak çözüm değil, aynadaki yansımanın gözlerinin içine baktığımızda kendimizi gördüğümüzü bilerek, yüzleşme işini kıvırmadan halletmek lazım.
Yoksa maazallah evren, görmemiz gerekeni gösterme inadıyla, hayatımızı lunaparklardaki 360 derece aynalarla dolu odalara çevirir de görürüz o zaman günümüzü ve “kendimizi”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder