27 Şubat 2012 Pazartesi

HİNT FELSEFESİNİN DÖRT KURALI


İlk kural :
" Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz.Hayatta tesaduf yoktur. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler yada bize bir şey öğretirler.

İkinci kural :
"Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiçbir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemesede, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.

"Üçüncü kural :
" İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

Dördüncü kural:
"Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir."

Kainatta yaratılmış her şeyi tüm kalbinle sev, Yüce Yaradanın rızası için sev...
Sonuna kadarsana bahşedilen hayatın muhteşem güzelliğinin tadını çıkar.
Hayatındaki her gün Allah'ın sana bir hediyesidir,
Kıymetini bil, Şükür et, düşün ve tefekkür et...


kaynak

Devamını Oku »

26 Şubat 2012 Pazar

BİLİÇALTININ 11 ÖZELLİĞİ!

1- Bütün anıları depolar. Hiçbir şeyi silmez. Ana rahminden ölene kadar… Geçici olan ve geçici olmayan her şeyi kaydeder. 0–7 yaş arasında kritik akıl faaliyette olmadığı için her şey doğrudan bilinçaltına kaydedilir, doğru-yanlış, güzel-çirkin, ahlaklı-ahlaksız ayrımı olmadan… Kayıt anında anlamsız olsa bile ilerleyen dönemlerde kaydedilene, yaşantılar sonucu bir anla...m yüklenir ve bu anlama göre kişinin tepki vermesi sağlanır.


2- İlişkilendirmeler, genellemeler yapar. Benzer şeyler ve düşünceler arasında bağlantılar kurar ve hemen öğrenir. Bu özellik çoğu zaman kişiyi zor durumda bırakır. Örneğin belli bir köpek yüzünden gerçekleşen korku yaşantısını bütün köpeklere genelleyerek bir fobi yaratabilir. Bir başka örnek: bahar aylarında acı bir kayıp yaşayan kişinin bilinçaltı bu acı ile baharı birbirine bağlayarak kişiye yıllarca süren bir döngüsel depresyon yaşatabilir. Çoğu zaman insanlar yıllar önce olan o olayı unutmuş olsalar bile bilinçaltı unutmaz.


3- Tüm anıları organize eder. Bunun için de zaman çizgisini kullanır. Bilinçaltı geçmiş, şimdi ve gelecek zamanı farklı yerlere kodlar. Örneğin geçmiş zaman, bazıları için arkada, bazıları içinse sağ veya sol yanda olabilir. Gelecek ise önünde uzanmış olabilir. Özellikle geçmiş ile ilgili hatıraların kodlandığı yer yaşanan birçok problemin kaynağı teşkil eder.


4- Çözümlenmemiş, olumsuz duygu yüklü anıları bastırır. Amacı kişiyi korumaktır. Yine de baskılanmış bu anılar ile ilgili semptomlar yaratmaktan da geri kalmaz. Örneğin kişinin yaşadığı taciz olayını bastırır ama kişinin kirlenmişlik hissini temizlik takıntısı ile dışa vurur. Bunu klasik bir obsesif-kompülsif durum olarak görürseniz tedavi şansınız kalmaz. Bu davranışı baskılasanız bile ya bir süre sonra yeniden ortaya çıkar ya da şekil değiştirir.


5- Bastırılmış anıları çözüm için sunar. Bir davranışın neden yapıldığını açıklamak ve “sahibini” korumak için bunu yapar. Ama sunduğu anının, o davranışla ilgili olması gerekmez. Sadece mantığınıza yatması ve o duygusal tepki için “sahibine” hak vermeniz yeterlidir.


6- Bedeni işletir. Bunun için detaylı bir planı vardır: Vücudun şimdiki halinin ve mükemmel sağlığın planına sahiptir. Bu nedenle bilinçaltının yarattığı psikosomatik rahatsızlıkları yine bilinçaltının yardımıyla gidermek mümkündür. Bazen bunu kendisi de yapar. Örneğin sınav kaygısı yüksek bir öğrencinin bilinçaltı kaygıyı yaratan sınavdan sahibini korumak için bağırsak sistemini bozabilir, o geceyi acilde baygın geçirtebilir, elleri ayakları, sanki sinir ucu iltihaplanması varmış gibi tutmaz olabilir vs. Ve sınav saati gelip geçtiğinde sahibini tekrar eski haline getirebilir. Aynı zamanda Yüksek Benliğin işleyişini kontrol eder.


7- Bedeni korur. Bedenin bütünlüğünü korur. Hücre düzeyinden sistemlere, sistemlerin uyumlu çalışmasına kadar bütün bedenin işleyişini bir an bile bırakmaksızın kontrol eder. Siz nefes almayı unutabilirsiniz ama o unutmaz.


8- Duyguların hâkimidir. Bilinçaltı tüm duygularımızın kaynağı ve yerleştiği yerdir. İnsan duygudan bir an bile çıkamaz. Bir duygu durumundan bir başkasına geçer ve bütün davranışların altında duygular vardır. Bilinçaltı olaylar ve duygular arasında bağlantılar kurar. Kurulan bu bağlantılar ve yüklenen anlamlar davranışlarımızın gerçek sebepleridir. Bir davranışı değiştirmek için ona yüklenmiş anlamı göz ardı eden yaklaşımlar, bilinçaltı karşısında yetersiz kalmaktır. Örneğin eğer sigaraya kendine güven gibi bir anlam yüklenmişse, bu anlamı yükleyebileceği yeni bir davranış seçeneği sunmazsanız sigarayı bırakmanıza izin vermez. Bulunan davranış seçeneğinin de en az sigara kadar kolay ulaşılabilir olması gerekir.


9- Son derece ahlaklıdır. Size öğretilen ve içinde yetiştirildiğiniz ahlaksal yapıya sıkı sıkıya bağlıdır. Tersi davranışlarda yaşanan suçluluk duygusu bazen bir ömür boyu sürer. Bu kez de bilinçaltı kişiyi cezalandıracak bir hastalık veya bir mahrumiyet yaratabilir.


10- Hizmet etmekten hoşlanır, gerçekleştirmek için net ifadelere ihtiyaç duyar. Bilinçaltı sahibi ne isterse sahibine onu verir. Yalnız bilinçaltı çok istediğimiz veya hiç istemediğimiz şeylere, yani iyi konsantre olduğumuz şeylere ulaşmamızı çabuklaştırır. Bundan dolayı Hipnozda kişi hep olumlu olana, istenen duruma yönlendirilir.


11- İstenene ulaşılması için kaynaklar üretir, muhafaza eder, dağıtım yapar ve “enerji” iletir. İsteme noktasında dikkatli olmak gerekir. Sürekli ölmek istediğini söyleyen biri, sonunda bilinçaltını tedavisi çok zor ya da imkânsız bir hastalık yaratmaya itebilir.


kaynak

Devamını Oku »

Mutluluk?

En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.Basit yaşayın, cömertçe sevin.Birbirinize derinden itina gösterin.. Nazik olun,HEPSİ BU! Ayrıca;Bilim adamları, mutlulukla insanin alın yazısı arasında
hiçbir ilişki olmadığını savunuyorlar. Bilim adamlarına göre mutluluk
öğrenilebilir. Bir başka deyişle mutlu olmak için lotodan çıkacak milyarlara ya
da genlere ihtiyaç yok. İsteyen herkes mutluluğu bulabilir. Dokunarak,
gevşeyerek ve hatta stres halinde mutluluğu bulmak mümkün. Alman Bunte Dergisi
nin son sayısında Alman uzman Wilhelm Schmid-Bode nin mutluluk reçetesi
açıklandı:





ÇOCUKLAR
Bütün anketlerde
aynı sonuç çıkıyor. Bir insan için en büyük mutluluk çocuğuyla birlikte olmak.
Böylelikle dünyayı çocuk gözleriyle algılamak için ikinci bir şans elde
ediyoruz. Daha mutlu, daha heyecanlı, sınırsız ve pespembe. Bol bol çocuklarla
oynayın ilgilenin.
KIRMIZI BIBER
Acı kırmızı biber, önce insanda cehennem duygusu uyandırır. Ancak hemen arkasından ödülü gelir. Biberdeki Capsacin adlı madde, damakta endorfin salgılanmasına yol açar.
Endorfin acıları dindirir ve insanı mutlu kılar. Bol acılı yiyen Asyalılar bunun için mutludur.
GÜNLÜK TUTMAK
İnsanın gerçek mutluluğu dışarıda değil, iç dünyasındadır. Günlük tutmak, insanın pusulası
olabilir. Başımızdan geçen olaylar arasında mutlu anıları özellikle vurgulayarak kağıda dökersek, bunları kalıcı kılmış oluruz.
JOGGING
Açık havada koşu yapmak ya da sıkı bir yürüyüş, mutluluk hormonu serotonin salgılanmasını
sağlıyor. Bulduğunuz her fırsatta temiz havada koşu ya da yürüyüş yapın.
MEDİTASYON
Gevşeme teknikleri insanın ruhundaki sıkıntıları atar. Gevşemiş bir insan yaşadığı anın tadını
çıkarır, çevresinde küçük mutluluklar bulabilir.
EVCİL HAYVAN
Kuş, kedi, köpek ya da balık... Ev hayvanlarıyla uğraşan insanların çok daha mutlu ve sağlıklı
yaşadığı bilimsel bir gerçek. Ev hayvanları, gün içinde nice küçük mutluluklar tattırırlar insana.EV İŞLERİ
İnanılır gibi değil ama gerçek: Erkeklerin yüzde12 si, yemek pişirip ütü yaparak, ev temizleyerek
mutlu olduğunu söylüyor. İşin çok daha iyi yanı, erkekler iş yaptığı zaman kadınlar da mutlu oluyor.GÜLMEK
Her şeyi ciddiye alanlar baştan kaybediyor. Gülmek, gülümsemek ve mizah insanı sağlıklı ve mutlu yapıyor. Bir kahkaha, bin porsiyona bedeldir sözü kesinle doğru.
ÇİKOLATA
Flört etmek gibi bir şey. Bir kalem yemek yeterli, mutluluk hormonu serotonin anında beyinde
dolaşıma çıkıyor. Çikolatanın içerdiği penilatilamin insanı bulutlara çıkarıyor.
MUZ
Kendinizi güçsüz ve sinirli mi hissediyorsunuz, hemen bir muz yiyin. Magnezyum ve kalsiyum içeren bu meyve strese karşı birebir. O da mutluluk hormonu serotonini kışkırtıyor.
DOSTLUK
Almanya da yapılan araştırmalara göre insanların yüzde 45 i kendini arkadaşıyla mutlu hissediyor. Dostluğun en önemli belirtileri, karşılıklı güven ve birbirini dinleme
yeteneği.
MOR RENK
Mor renk insanı neden mutlu yapar? Renk araştırmacıları bu soruya şu yanıtı veriyor: Kırmızı
insani aktif yapar, mavi dinlendirir. Kırmızı ve mavinin karışımı olan mor ise insan ruhunu dengeye kavuşturur.
ÇİÇEKLER
Doğaya saygı gösteren insanlar, küçük şeylerle mutlu olmayı da bilir. Araştırmalara göre
çiçek, insanın mutluluk düzeyini yüzde 100 oranında artırıyor.

kaynak
Devamını Oku »

Yaşamdan tat almak için öneriler!..

Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş. kilo. boy. Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker. Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar. el sanatları. bahçecilik. ne olursa.. Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır. İblisin adı da, alzheimer’dır. Küçük şeylerden zevk almaya bakın. Sık sık. uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin. Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi, aile, kedi, köpek, kuş, balık, yadigârlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa. Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin. Bozuksa düzeltin. Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.Çarşı pazarda gezin, komşu illerde dış ülkelerde dolaşın ama sakın suçluluk pişmanlık duygusuna yönelmeyin. Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta. Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür...

kaynak

Devamını Oku »

'Ağla açılırsın' sözünün doğruluğu bilimsel olarak da kanıtlandı.


Büyüklerimizden sıklıkla duyduğumuz 'Ağla açılırsın' sözünün doğruluğu bilimsel olarak da kanıtlandı.

ABD'de yapılan araştırmalar ağlamanın hem fiziksel hem psikolojik olarak faydalarını gösterdi. Hürriyet'in haberine göre ağlamanın 3 faydası var:

KİMYASALLAR ATILIYOR

Son yapılan araştırmalar gözyaşının vücuttaki bazı zararlı kimyasalları attığını ve fiziksel anlamda rahatlattığı iddiasını ortaya koyuyor. Vücuttaki toksik maddeleri atmanın yanı sıra ağlamanın psikolojik bir faydası da elbette var. Ağlamak duygu durumumuzu iyileştiriyor ve acı verici durumlarda rahatlama sağlıyor.

STRESİ AZALTIYOR

Stres kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, tip 2 diyabet ve obezitenin en büyük sorumlularından biri olarak gösteriliyor. Ağlamanın ise stresi azalttığı uzmanlar tarafından söyleniyor. Ağlamanın rahatlatmasının bir sebebi de yine strese neden olan kimyasalları vücuttan atması.

KİŞİLER ARASINDA DUVARLARI KALDIRIYOR

Ağlamak diğer insanlarla aramızdaki duvarları kaldırıyor. Ağlarken utanma, acı gibi duygular hissedilse dahi sonunda kişi rahatlıyor ve yanında ağladığı kişiyle arasında bir bağ oluşuyor.


kaynak

Devamını Oku »

AFFETMENİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI


Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

“Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”

Bazı öğrenciler torbalarına üçer–beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. hep yanınızda olacaklar.”

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

– “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”

– “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.”

– “Hem sıkıldık, hem yorulduk...”

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir..


kaynak

Devamını Oku »

Bitkisel psişizm

Bitkisel psişizm, psişik araştırmacılarca bitkilerdeki psişik fenomenler bütününü ifade eden bir terim olarak kullanılmaktadır. Bitkiler üzerinde çalışan parapsikologlara göre, bitkiler, çevrelerindeki insanların heyecan ve düşüncelerine duyarlıdır, onların da birtakım heyecan halleri ve bellekleri bulunmaktadır ve insanlarla iletişim kurmalarını sağlayacak birtakım güçleri vardır.

Bitkiler üzerinde parapsikolojik araştırmalar 1960’lı yıllarda başlamıştır. Bitkiler üzerinde psişik deneyler yapmış ve bu alanda en fazla katkı sağlamış isimler arasında, Backster etkisini keşfeden ve yalan makinesinin mucidi olan Cleve Backster (ABD), Uluslararası İş Makineleri Kurumu’nun araştırma kimyageri Marcel Vogel, Ambrose ve Olga Worrel sayılabilir. Rus bilim adamlarının da bitkisel psişizm alanında önemli katkıları olmuştur.

Bitkiler üzerinde çalışan Parapsikologlar bitkisel psişizmle ilgili şu sonuçlara varmışlardır:Bitkilerde kendilerine özgü bir algılama mevcuttur.İnsanların heyecan ve düşüncelerine duyarlıdırlar. Aralarında yüzlerce kilometre uzaklık da olsa sahipleriyle psişik irtibatta olabilirler.İnsanlarla iletişim kurabilir, onlara yanıt verebilirler.Çeşitli enerji yayınlarında bulunurlar. Bitkilerin çevrelerinde de Kirlian fotoğrafçılığı yöntemiyle saptanabilen, bazı vibrasyonlardan etkilenen bir enerji alanı vardır.Klasik müziğin yanı sıra dua, şefkat, ilgi, sevgi ve şifacı medyumların tesirleri bitkilerin gelişiminin hızlı ve verimli olmasını sağlar. Buna karşılık, kin, nefret, düşmanlık duygularına da duyarsız değildirler, bunları da algılarlar. Çağımızın modern müzik türleri içinde ahenksiz gürültü içerenlerinden ıstırap duyarlar.Bir tür bellekleri vardır. Elektrotlar bağlanarak yapılan deneyler göstermiştir ki, bir ev bitkisi daha önce bir yaprağını kesmiş bir kişi bulunduğu odaya girdiğinde grafiklerde korktuğunu gösteren çizgiler belirmekte, kişi odadan çıktığında, grafik çizgileri normale dönmektedir. Yani bitki kendisine önceden zarar vermiş kimseyi unutmamıştır.Bitkilerin de heyecansal bir yaşamları vardır. Çevrelerinde bulunanlardan hoşlanabilir, felaket anında “kendini kaybetme” denilebilecek hale girdiklerini gösteren grafik çizgileri çizerler.

alıntıdır..


kaynak

Devamını Oku »

25 Şubat 2012 Cumartesi

Askıda kahve!


"Bir Cafe-Bar'da, espressolarımızı içiyorduk. İçeri giren müşterilerden biri barmene, "iki kahve, biri askıda!" dedi; iki kahve parası verdi, bir kahve içip gitti. Barmen de duvar üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt astı. Biraz sonra içeri iki kişi girdi. Onlar da "Üç kahve, biri askıda" dediler; Üç kahve parası verdiler ve iki kahve içtikten sonra gittiler. Barmen "askı"ya yine bir küçük kağıt astı. Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyordu. Bir süre sonra kahveye, üstü başı biraz eski-püskü, belli ki yoksul bir kişi girdi ve Barmen'e "Askıdan bir kahve!" dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne koydu. Yoksul kişi, kahvesini içtikten sonra para ödemeden çıktı, gitti. Barmen'se, duvardaki askıya taktığı kağıtlardan birini kopardı, parçalayıp çöp kutusuna attı."

kaynak

Devamını Oku »

SEVGİ TEDAVİSİ

En sevdiğim olumlamalardan biridir..

"Varlığımın en derin merkezinde sonsuz sevgi vardır. Şimdi bu sevginin su yüzüne çıkmasına izin veriyorum. Sevgi yüreğimi, bedenimi, düşüncelerimi, zihnimi, bilincimi, tüm varlığımı doldurup benden dört bir yana yansıyor ve çoğalarak bana geri dönüyor. Ne kadar çok seversem o kadar çok seviliyorum. Sevgi deposu asla tükenmez. Sevgiyi kullanmak kendimi iyi hissetmemi sağlıyor, bu aynı zamanda benim iç dünyamın neşesinin ifadesidir de. Kendimi seviyorum; dolayısıyla bedenimle sevgiyle ilgileniyorum.

Bedenimi sevgiyle besliyor, giydiriyorum. Bedenim de bana sağlık ve enerji sağlayarak yaptıklarımın karşılığını veriyor.

Evimin çok rahat olmasını, tüm gereksinimlerime yanıt vermesini sağladım. Evimde çok mutluyum. Odaları sevgiyle doldurduğum için içeri kim girerse girsin ben dahil anında bu sevgiyi hissediyor ve onunla besleniyoruz.

Kendimi seviyorum; dolayısıyla herkese karşı sevgiyle yaklaşıyorum, sevgi dolu davranıyorum. Çünkü verdiğim tüm sevginin çoğalarak bana geri döneceğini biliyorum.

Dünyama yalnızca sevgi dolu insanları alıyorum, onların benim bir yansımam olduklarını biliyorum. Kendimi seviyorum; dolayısıyla bağışlıyorum; tüm geçmişi ve geçmişte yaşadıklarımdan kendimi arındırıyorum. Özgürüm. Kendimi seviyorum; dolayısıyla tam anlamıyla şu anda yaşıyorum, her anın tadını çıkarıyorum."

kaynak:Düşünce Gücüyle Tedavi - Louise L. Hay


kaynak

Devamını Oku »

24 Şubat 2012 Cuma

Çok Büyük Bir Korunma Duası

*Duaların enerjisine yürekten inanıyorum. Benimde okuduğum tesirini gördüğüm kıymetli duaları ara ara sizlerle paylaşmak istiyorum...
بِسْمِ اللَّهِ الَّذِى لاَ يَضُرّ ُ معَ اِسْمِهِ شَيْءٌ فِي اْلاَرْدِ وَلاَ فِي السَّمَاءِ وَ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمْ
Türkçe Okunuşu:
"Bismillâhillezî lâ yedurru mea ismihî şey'un fî-l (ea)rdi ve lâ fis-semâi ve hüves-semîul alîm."

Bu Duanın Havassı:
Enes bin Malik'e (R.A.) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) buyurdular ki:
"Her kim her sabah bu duayı okursa, kimsenin ona yolu yoktur. Yani ne zehir, ne sihir (büyü), ne de zalim bir sultan (ya da bir yönetici, patron) ona zarar veremez."
Bu da benim evden çıkarken mutlaka ama mutlaka okuduğum bir dua...
"Bismillahi tevekkeltü alallah, velâ havle velâ kuvvete illâ billah."

(Allah'ım ismiyle, Allah'a tevekkül ettim. Kuvvet ve ibadet ve taat yapmak ancak Allah'ın yardımıyladır.)

kaynak
Devamını Oku »

Zihninizin Enerjisi


“İnsanı oluşturan inançlarıdır. İnsan neye inanıyorsa odur”- The Bhagavad Gita

Zihniniz aralıksız çalışan bir jeneratör gibidir. Sürekli olarak, yaşam gücünüzü enerji demetleri halinde çevrenize aktarır duru. Yaşamınızı değiştirmek istiyorsanız, yaşam gücünüzü değiştirmeniz gerekir. Yaşam gücünü değiştirmenin yolu ise, zihninizi değiştirmenizdir.

Düşünce biçiminin değiştirilmesi, kişisel enerjinin değiştirilmesi sürecinin en hayati parçalarından birisidir. Bu işlemi yok saymak ya da “sonra yaparım” demek mümkün değildir. İnsanoğlu, en güçlü ve en etkili enerjisini inançları ve düşünceleri sayesinde üretir. Tüm duyguların kökeninde bilinç vardır. Dolayısıyla düşünce biçimini değiştirilmesi sadece enerji değişimi açısından bir gereklilik değil, aynı zamanda size güç katacak bir seçimdir. Geçmişte hedeflerinizi gerçekleştirmek için farklı yollar denemiş olabilirsiniz. Bu defa işe kaynağından başlayacağız. Kaderinizi belirleyen o güçlü enerji üreticinin -yani zihninizin- kontrolünü tamamen ele geçirme zamanı geldi.

ZİHİNSEL KARMAŞA

Birçok insan özellikle kendilerine dair düşüncelerinin ve inançlarının içine ne kadar fazla pislik, çöp biriktiğinin farkında değildir. Kimileri belli belirsiz bir huzursuzluk hissediyor, kimileri ise kronik bir şekilde kendisini suçlayıp duruyor. Bazılarımız arada bir kendine kızıyor, bazılarımız ellerinde kendilerine dair uzun suçlama listeleriyle, en ufak bir kışkırtmada kendisini sanık kürsüsüne oturtuveriyor.

Siz ne durumdasınız?

Kendinizi ne kadar sıklıkla eleştirirsiniz?

Kendi kendinize yaptığınız konuşmalara kulak kabartın ve ardından kendinize bu konuşmaların nedenini sorun. Kendinizi belki de iyi niyetle eleştiriyorsunuz ve bu yapıcı eleştirilerin, varmak istediğiniz hedefe ulaşmanızı kolaylaştıracağını düşünüyorsunuz. Örneğin; aşırı kilolarınızdan dolayı kendinizi eleştirerek zayıflama sürecini hızlandıracağınıza inanıyor olabilirsiniz. Oysa kendinizi eleştirmenizde, ulaşmak istediğiniz sonuçları değil, sizi eşit oranda eleştirecek birilerini kendinize çekmenizden öte bir işe yaramayacaktır.

Kişinin kendisini kabullenmesi, elbette her şeyi olduğu gibi kabul etmek zorunda olması anlamına gelmiyor. Kendinizi yargılamaktan vazgeçerseniz, kendinize dair değiştirmek istediğiniz şeyleri, kendinizi utandırmadan anlatabilirsiniz.

Aynı şey enerji değişimi içinde geçerlidir. Geçmişte ürettiğiniz enerjiden, kendinize çektiğiniz insanlardan dolayı, kendinizi suçlamayın. Bu tutum, daha iyi şeyler çekme niyetinizi sabote etmekten öte bir işe yaramaz. Eski alışkanlıklarınızdan ötürü kendinizi dövmeniz, bu alışkanlıkları sürdürmenize yol açar.

Kendi kendinize yaptığınız olumsuz eleştiriler, acı verici gerçeklerle yüzleşmenizi sağlamaz. İşin aslı, gerçeklere genellikle şekilde düşünerek de ulaşamazsınız. En temel gerçeğinizi, yani değerinizi, ancak korkudan ve kendinizi suçlamaktan kurtulduğunuzda anlayabilirsiniz. Yaşamınıza aşkı sokmanın, büyütmenin en iyi yolu da, değerinizi anlamanız ve benimsemenizdir.

Aşkın enerjisinin beslenip büyütüldüğü bir ortamda, kişinin kendisini eleştirmesine, suçlamasına izin verilmemelidir. Sevilmek istiyorsanız, öncelikle kendinizden nefret etmekten vazgeçmelisiniz. İster bilerek yapıyor olun, ister farkında olmadan, bu huyunuzu değiştirmelisiniz. Bu çabayı, bir öncelik ve alışkanlık haline getirmelisiniz. Unutmayın, yasa çok açıktır; enerji mutlaktır. Kendinizle farklı yollardan ilişki kurmanın yollarını öğrenmediğiniz sürece, başkalarının sizinle ilişki kurma biçiminin değişmeyeceği de kesindir.

Kendinizi algılama biçiminiz, bir enerjidir. En az yaydığınız koku kadar etkili bir enerji hem de. Ortalıkta bir çöp bidonu gibi dolaşarak, doğru insanı bulmanız ve etkilemeniz mümkün değildir. Aynı şekilde zihninizi ve kalbinizi, kendinize dair pis, kötü kokulu düşüncelerle doldurduğunuzda da, doğru insanı etkileyemez, birlikte olduğunuz insandan da güzel muamele bekleyemezsiniz. Böyle bir şey kesinlikle mümkün değildir.

ZİHİN OYUNLARI

Neler düşündüğünüzün farkına varmanızın zamanı geldi. Bir defter alınız elinize. Bu deftere kendiniz hakkında olumsuz düşünceleri saymakla yetinmeyip, neler olduklarını da not edin. Bir sonraki bölümde vereceğimiz zehirli düşünceler listesiyle karşılaştırarak, hangi ifadenin hangi alışkanlığı işaret ettiğini belirleyin.

Bu işlemi birkaç gün boyunca sürdürürseniz, aynı meselelerin sürekli karşınıza çıkıp durduğunu fark edeceksiniz. Tutumlarınızın da, bu düşünce kalıplarını yansıttığını şaşırarak fark edeceksiniz. Kendiniz hakkında ne kadar çok olumsuz düşünceniz olursa olsun, üşenmeyin, teker teker yazın. Bu bilgiler, gelecekteki değişimizin temelini oluşturacak. Hem enerjiniz, hem düşünceleriniz, hem de bu düşüncelerin yarattığı duygularınız, bu liste sayesinde değişecek. Şimdi insanların kendileri hakkında olumsuz düşüncelerin en yaygın 7 tanesini anlatacağız. Bakın bakalım, sizde kaç tanesi var?

1. Kendini Değersizleştirme

Kendi değerinizi, olayların ya da diğer insanların değerini yok saymanız, en yaygın ve en yıkıcı iki olumsuz düşünce kalıbından biridir. Örneğin; “Yeterince iyi değilim” dediğinizde, kendi değerinizi yok sayarsınız. “Kaybetmeye mahkumlar” diyerek ise, başka insanları gözünüzde değersizleştirirsiniz.

İnsanlar gün içerisinde sürekli olarak yaşadıkları deneyimleri küçümser durur. Heyecan verici bir şey yapmıyorsanız, hava iyi değilse, göreviniz çok “özel” değilse, çalıştığınız şirket size heyecan vermiyorsa, tüm deneyimlerinizi boş ve değersiz olarak niteler, angarya olarak görmeye başlarsınız. Kendinizi “özel” olarak görmezseniz, er geç kendinizi değersiz görmeye başlarsınız.

Kişinin kendisini değersizleştirmesi, mutluluk potansiyelini azaltmasını en garantili yollarından biridir. Sürekli bir huzursuzluk hissi içinde, kendinizdeki ve hayatınızdaki yanlışlardan dolayı kendinizi azarlar durursunuz. Bu tür bir enerji, sadece daha fazla sefalet yaşamanızı sağlar. Dolayısıyla tek şansınız, değerinizin farkına varmanızdır.

Gerçek ve ebedi değerinizi kabullenmenizin zamanı geldi. Siz değerlisiniz…Hiçbir eleştiri, hiçbir çaba bunu değiştiremez. Ancak kendinizi tamamen kabullenmenizin enerjisi, dış dünyanın da sizi kabullenmesini sağlayacaktır.

Aynı şekilde, yaşamınıza da değer vermeye başlamalısınız. Her gün heyecan verici insanlarla karşılaşmıyor, proaktif, zorlu işler yapmıyor olabilirsiniz. Ama yine de yaşantınıza minnetle bakabilirsiniz. Yaşadıklarınıza minnet duyabilirsiniz. Bu da, kendinizi ve yaşantınızı herhangi bir şekilde değersizleştirmeyi reddetmenizi gerektirir. Gündelik yaşantınızın, olumlu yönlerine bakmaya karar verir ve bu kararınızda azimli olursanız, arzuladığınız değerleri kendi gerçeğiniz haline getirebilirsiniz. Yaşadıklarınıza değer verdiğinizde, değerli şeyleri de kendinize çekebilirsiniz.

2. En Kötüyü Düşünmek

Bu da olumsuz düşüncelerin en yaygın iki biçiminden biridir. Zaten diğer tüm olumsuz düşünce kalıpları, bu ilk iki düşünce kalıbının türevleridir.

En kötüyü düşünenler, olası bir işin, olası bir olayın, hep olası en kötü şekilde sonuçlanacağına inanır. Bu düşünce kalıbı, “berbat bir gün olacak” gibi sıradan şeylerden, “ya bu evlilik yürümezse” gibi önemli konulara dek yayılabilir. Bu tür düşünceler, kendilerini sözel olarak gösterebileceği gibi, felaket sahnelerinin zihinde canlandırılması gibi, görsel bir şekilde de ifade edilebilir.

Bu tür kaygılar -dile getirilmese bile- yoğun bir korku enerjisi taşır ve korkunç duygusal sonuçlar doğurur. Korku titreşiminizi harekete geçirerek itici güçler oluşturur. Duygusal enerjinize korkunun hakim olması durumunda, rahatlamanız mümkün değildir. Huzur ve rahatlık olmadığı sürece de, olumlu bir çekim yaratamazsınız. Felaket senaryolarını ve bilincinizdeki bu tür kaygıları tamamen silip atın. Yapmanız gereken tek şey, kaygıların yerine güveni koymaktır.”Ya kötü olursa” yerine “ya harika olursa, ya hayallerim gerçekleşirse” cümlesini deneyin

Geleceği kontrol edemezsiniz. Hele bugünden kaygılanırsanız, yaratacağınız enerjiyle geleceği güzelleştirmeniz mümkün olmaz. Sürekli olumsuz yayınlar yaptığınız sürece, mutlu sonuçların frekansınızı yakalamasını nasıl bekleyebilirsiniz ki?

3. Telaş

Bu olumsuzluk türü, düşüncelerle de sınırlı değildir. Bir yaşam biçimine dönüşebilir. Telaşlı insanlar, her şey bitmeden rahat edemeyecekleri hissiyle, uzun uzun yapılacaklar listesi çıkarırlar. Her şeye koşturarak giderler. Ancak hep yapılacak yeni bir şey çıkar. Liste asla tamamlanmaz ve bu tutum, kalıcı bir fiziksel ve zihinsel huzursuzluk yaratır. Bu sinir bozucu enerji, diğer insanların da koşmaya başlamasını sağlar. Ama size doğru değil, ters yöne doğru.

Sizde böyle telaşlı bir insansanız, kendi kendinize neden her şeyin sizi çılgına döndürdüğünü sorun. Telaşsız bir tempo yakalamanız, hoş bir enerji yaratacaktır. Daha sakin konuşmaya, arabanızı yavaş kullanmaya, daha ağır yemek yemeye çalışın. Koşturmak yerine, yaşadığınız anın tadını çıkarın. Unutmayın ki; Evren huzurlu enerjiyi sever.

4. Karşılaştırmak, Yarıştırmak

Modern, rekabetçi dünyamızda, insanların kendilerini genellikle olumsuz anlamda karşılaştırması sık rastladığımız bir duruma haline geldi. Artık insanlar iş arkadaşlarına baktıklarında “benden daha fazla kazanıyor” diye düşünüyor. Televizyondaki insanları izlediklerinde “benden çok daha güzel” diyor. Bu “ya kazanırsın ya da kaybedersin mantığı” sürekli bir rekabet ve kalıcı bir baskı ortamının oluşmasına yol açıyor. Trafikte ilerlemek de, terfi etmek de kendinizi ölçüp biçmenizi, neleri daha iyi yapmanız gerektiğini belirlemenizi sağlayan araçlara dönüşüyor. Hal böyle olunca da, çevrenizdeki herkes potansiyel birer tehdide, nelerin eksik olduğunu -nelere sahip olamayacağınızı- belirlemenize yarayan birer ölçüte dönüşüyor.

Bu tür bir yaklaşım, yaşam sevincinizi yiyip bitirir. Kendinizi sürekli ölçtüğünüz sürece, asla rahatlayamazsınız. Başkalarından daha fazla yapma, daha fazla elde etme, daha fazla olma baskısını hissettiğiniz sürece, kendinizi koşulsuz sevmeniz pek mümkün olmayacaktır.

Her şey bir sınava dönüşürse, hayatın eğlencesi kalmaz. Her an rekabet içinde olursanız, asla mutlu olamazsınız. Kendinizi tehdit altında hissettiğinizde, kıskançlık içinde olduğunuzda da, elinizden korku dolu, sevgisiz enerji yaymaktan başka bir şey gelmez. Kıskançlık hissi, çevrenizdekilerle uyumlu bir bağlantı kurmanıza engel olur.

Gerçek mutluluk, kendinizi başkalarıyla karşılaştırmadan, olduğunuz gibi kabul etmenizle mümkündür. Evren’in arzularınızı karşılama konusunda çok daha istekli olduğunu göreceksiniz. Bitmek bilmez çabaların yerini, hedeflerinizi gerçekleştirmeniz açısından olmazsa olmaz unsurlar olan, güvenli ve huzurlu eylemler alacaktır.

5. Kurban Gibi Hissetmek

İnsanın kendisini kurban gibi hissetmesinin kökeninde, genellikle geçmişte yatan travmalar yatar. Ancak bu sarsıntı, etkisini sonraki dönemlerde de sürdürerek, kişinin herkes tarafından kullanıldığı hissine yol açar. Sonuçta hayattaki sorunlarınızdan, geçmişinizi ya da başkalarını sorumlu tutan, zamanının büyük bölümünü yakınarak geçiren, yaşadığı hayattan şikayet eden ve gelecekte de işlerin neden düzelmeyeceği konusunda, bahaneler üreten biri haline gelirsiniz.

Birçok insan kendisini kurban gibi hissetmeyi sürdürmesinin nedeni, bu yolla kendilerini “özel” biri olarak görebilmeleridir. Bu acı sayesinde sıra dışı bir insan olduklarını hisseder, başkalarının sempatisini, acıma duygularını hak ettiklerine inanırlar. Bu sayede her şey dramatikleşir ve anlam kazanır. Bu da yalnız ve anlamsız bir hayattan iyidir. Bu durum kimi insanlara, çevrelerindeki insanların suçluluk duygusunu ve sempatisini kullanma ve manipüle etme gücü bile verir.

Kurban gibi hissetme zihniyeti, kişinin gücünü tamamen tüketir. Bu zihniyetin temelinde, diğer insanların sizin yaşamınızı yönlendirmede sizden daha fazla söz sahibi olduğu varsayımı vardır. İnsanın elini kolunu bağlayan bu çıkarım, sizi daha başlamadan yenildiğinize ikna ederek pasif kalmaya zorlar. Bu da pozitif enerjinizi bloke ederek, güzel sonuçlara ulaşmanızı imkansız kılar. Hayatın kurbanı olduğunuz -ya da olmaya devam ettiğiniz- konusundaki ısrarınız, Evren’in size kendinizi kurban hissetmenizi sağlayacak yeni kanıtlar sunmasıyla sonuçlanır.

Bu yolla, kurban gibi hissetme hissi ve başkalarını suçlama eğilimi, enerji havuzunuzun tıkanıp kalmasına neden olur. Acılarınıza ağlayıp sızlar, öfkenize odaklanır ve kronik bir gücenmişlik hissiyle yaşarsınız. Bu durum enerjiniz felç eder! Yıllarca ne tür saldırılarla karşılaşmış olursanız olun, hatta saldırı tehdidi sürüyor olsa bile, saldırganlar hakkındaki bu takıntılı tutumunuz, tüm gücünüzü tüketecektir. Tekrar güçlenmelisiniz! Hayatınızdan başka insanları sorumlu tutmaktan vazgeçin. İçinizde birikmiş öfke varsa boşaltın! Kendi kendinize “neler yapabilirim?” diye sorun. Bu sorunun yanıtını verin ve yanıtınızı hayata geçirin. Enerji enerjiyi çeker ve cesaret gerekiyorsa cesareti kendinize çekersiniz. Mutluluk mutluluğu çeker… Sorumluluk alarak arzuladığınız sonuçlara ulaşabilirsiniz.

6. Ya Hep Ya Hiççiler

Bu düşünce biçimine sahip insanlar hep uçlardadır. Orta yolu bir türlü göremezler. Bu kişileri, “her zaman”, “asla”, “herkes”, “hiç kimse” gibi sözcüklerden tanıyabilirsiniz. Değersizlik duygusu içinde, telaşlı yaşarlar. Onlardan sürekli “Bu kilolardan asla kurtulamayacağım” “herkes benim aptal olduğumu düşünüyor. Kimse beni sevmeyecek” gibi sözler duyarsınız.

Ya hep ya hiç tavrının altında, korku ve kişinin kendisine karşı duyduğu öfke vardır. Bunlarda kişinin enerjisini en fazla tüketen en kötü şeylerdir! Neşeli bir yaşam sürdürmek istiyorsanız, kendinizi suçlamamalı, bundan her ne pahasına olursa olsun kaçınmalısınız. Korku ile dolu, kendinize yönelik eleştirel düşüncelere karşı tetikte olun. Her ne sebeple böyle düşünüyor olursanız olun, vazgeçin! hem de hemen! Gerçekten çekici bir frekansın kendisini asla kınamayacağını unutmayın!

Ya hep ya hiç tavrını benimsediğinizi hissettiğiniz an, -kendi kendinize düşünürken bile- bu tutumun, enerji alanınızı karartacağınızı aklınıza getirin. Bu tutum, sadece kendinizden daha da nefret etmenize yol açar ki, bu da başkalarının nefretini körüklemekten başka bir işe yaramaz. Her şeye yeterince sahipsiniz. Evren sizi olduğunuz gibi kabullenir. Sizin de aynı şeyi yapmanızın zamanı geldi.

“Her zaman” ve “asla” çok uzun zamanlardır. Olumsuz anlamda kullandığınız bu mutlak ifadeleri sözlüğünüzden çıkarın. Bolluk içerisinde yaşıyoruz: her şey mümkün, hem de her an! kendinize bu fırsatlara açın!

7. Zamanı Çarpıtmak

Bu düşünce kalıbı da telaşı andırıyor. Ancak sadece geleceği değil, geçmişi de kapsıyor. Tıpkı kurbanlar gibi, zamanı çarpıtanlar da geçmişteki deneyimleri ısıtıp ısıtıp gündeme getirirler. Ancak onlar başkalarının değil, kendilerini suçlamayı yeğlerler. Eski utançları tekrar tekrar yaşarlar, dünkü diyalogları kendi kendilerine yinelerler. Kendi kendilerine sürekli olarak “neden böyle bir şey yaptım” veya “keşke farklı konuşsaydım” deyip dururlar.

Kendinizi geçmişinizden dolayı söylenirken bulursanız, ya da bir türlü kurtulamadığınız utançlarınız varsa, kendinizi affetmenin zamanı geldi. Kendinize sevgi dolu bir mektup yazın. O koşullarda daha farklı davranamayacağınızı bildiğinizi anlatın. Kendinizi hem savcısı hem de yargıcı olarak, kendinizi ömür boyu, bile bile sefalete mahkum etmeyin. Sizin dışınızda kimse geçmişinizi bu kadar delik deşik etmiyor.

Geçmişteki seçimlerinizi yargıladığınızı hissettiğiniz an, olaya müdahale edin. Bunları bir kenara bırakarak kendinizi şu ana odaklamaya zorlayın. Geçmişteki utançlar gözünüzün önünde belirdiğinde, derin bir soluk alın. Soluğunuzu verdikçe, geçmişten ve geçmişteki o durumdan kurtulduğunuzu hissedin. Kendi kendinize “affedilmeyi hak ediyorum; kendimi affetmeyi seçiyorum” deyin. Anı tam anlamıyla yaşayabilmek için, geçmişten kurtulabilmeniz gerektiğini aklınızdan çıkarmayın.

KAYBEDEN ZİHİNDEN KURTULUN

Carol birkaç yıldır kimseyle çıkmamıştı olan bir müşterimdi. Bu yüzden mutsuzdu ve depresyona girmişti. Birçok kadın gibi, mutsuzluğunun nedeninin, yalnızlığı olduğu fikrindeydi. Hiçbir erkeği etkileyemediğine göre tam bir “kaybeden” olduğuna inanıyordu. Oysa durum tam tersiydi: Carol’ın erkekleri etkileyememesinin nedeni kaybeden olduğunu düşünmesiydi. Kişisel enerji alanı, kendisine yönelik eleştirilerle dolu olduğu için, tanıştığı erkekler de kendisine aynı şekilde davranıyordu.

Carol ile yaptığımız çalışmalarımızda, kendisi hakkında ürettiği bu olumsuz enerjiden kurtulmanın tek yolunun, geliştirdiği zehirli düşüncelere savaş açmak olduğuna karar verdik. Bunu gerçekleştirebilmek amacıyla “düşüncenin yeniden yapılandırılması” yöntemini kullandık. Bu yazılı egzersiz, düşünce kalıplarınız hakkında yazdıklarınızı kullanarak, kendinizi kötü hissetmenizi ve olumsuz enerji üretmenizi sağlayan çıkarımları değiştirme amacını taşıyor.

Sürecin ilk aşamasında, dikkatinizi duygularınıza vermeniz gerekiyor. Rahatsızlık hissi, olumsuz düşünce ve inançların varlığını gösteren “tehlike işaretleri” olarak değerlendiriliyor. Ardından yaşadığınız durumlar karşısındaki, öfke, korku, gerginlik, depresyon benzeri duygularınızı sıralamanız gerekiyor. Aşağı Carol’un günlüğünden bir örnek var:

Durum: Tek başına partiye gitmek.

Duygular: Birlikte geldiğim biri olmadığı için utandım ve depresyona girdim. Tanıştığım erkeklerle konuşurken kendimi gergin ve rahatsız hissettim.

Duyguları belirledikten sonra yapmanız gereken, bunları düşüncelerle ve o duyguların kaynağı ile eşleştirmek. Kendi kendinize neden bu şekilde hissettiğinizi sorun. Ne düşünüyorsunuz? Aradığınız yanıtı defterinize çıkardığınız listeyi inceleyerek bulabilirsiniz. Rahatsızlık verici duyguların ardındaki düşünceleri keşfettiyseniz, sıra bu düşüncelere savaş açmaya geldi.

FİKRİNİZİ DEĞİŞTİRİN

Durumları ve duyguları belirledikten sonraki aşamada, düşünce kalıplarınızı gözden geçirmelisiniz. Defterinizi iki sütuna bölün. Sol tarafa olumsuz düşüncelerinizi, kaygılarınızı, korkularınızı ve kendinize getirdiğiniz eleştirileri sıralayın. Ardından bunların dahil olduğu zehirli düşünce kalıplarını belirleyin:

1. Kendini değersizleştirmek

2. En kötüyü düşünmek

3. Telaş

4. Karşılaştırmak, yarıştırmak

5. Kurban gibi hissetmek

6. Ya hep, ya hiççilik

7. Zamanı çarpıtmak

Her bir olumsuz düşüncenin yanına denk düşen rakamı not edin. Ardından sağdaki sütunda her bir düşüncenizi farklı, daha olumlu, kendinize verdiğiniz değeri gösteren cümlelerle ifade edin. Sağ sütundaki olumlu çıkarımlar, başta size ikna edici gelmezse bile yazmaya devam edin ve bunların mümkün olduğuna inanın. Zaman içerisinde asıl gerçeği görmeye ve şu andan itibaren tek sağlıklı düşünce biçiminin, bu olduğunu anlamaya başlayacaksınız. Bu düşünceler, kişisel enerji alanınıza çekim katacak, bu da sizi mutlu kılacak ve aradığınız aşkı bulmanızı sağlayacaktır.

Aşağıda Carol’ı mutsuz eden düşüncelerin bazılarını ve Carol’ın bunların yerine koymayı seçtiği ifadeleri bulacaksınız. İncelediğinizde sizin düşünce kalıplarınızın da benzer özellikler sergilediğini görebilirsiniz. Bu örnekten hareketle kendi tablonuzu çıkarın.

Düşünceler ve Kaygılar

Ya insanlar yalnız olduğum için, bir kaybeden olduğumu düşünürse? (2. ve 7. kalıp)Herkesin bir sevgilisi olduğuna göre, sorun bende olmalı. (1. ve 6. kalıp)Ya çıkma teklif ederse? Ne diyeceğimi bilemem. (2. ve 6. kalıp)Ya çıkma teklif etmezse? Ona layık değilim. Beni çekici bulmayacak. Ben değersiz biriyim. (1. 2. 4. 6. ve 7. kalıp)

Olumlu Seçenekler

İnsanların ne düşündüğü umurumda değil. Kaybeden değilim. Olduğum gibi iyiyim. Tek ihtiyacım olan kendim. Harikayım!Ben de herkes kadar değerli ve önemliyim. Değerime inanıyorum. Rahatlayabilirim, durumun keyfini çıkarabilir ve eğlenebilirim.Sorun değil. Mükemmel olmayabilirim. Ama kendimi olduğum gibi kabul etmeliyim. Olduğumdan önemli görünmek durumunda değilim.Çıkma teklif etmemesi, çekici olmadığım, yeterince iyi olmadığım anlamına gelmez. Doğru zamanda doğru insanı bulacağım ve kendime her koşulda değer vereceğim. Değerli ve arzulanan bir insanım. Yaşamım kendi eserim.

Olumluyu Seçenler Lütfen Ayağa Kalkabilir Mi?

Yukarıdaki seçeneklerde, iki seçenek grubunun enerjisi arasındaki fark ortada… Öncelikle üsttekileri tekrar okuyun. Eminim Carol’ın yaydığı umutsuzluk ve karamsarlık enerjisini hissedeceksiniz. Ardından alttakileri tekrar okuyun. Bambaşka bir enerji ile karşılaşacaksınız.

Carol bu iki farklı seçenek grubunu ayrı ayrı okuduğunda aradaki enerji farkına inanamamıştı. Kendi kendine “ilk gruptaki gibi birisiyle birlikte olmayı kesinlikle istemem” demişti. İşte o an diğer kişi olmaya karar vermişti. Bu yazılı düşünceyi yeniden yapılandırma işlemini, ister aşk ilişkileri olsun, ister başka bir şey, karşılaştığı her türlü zorlu durum için kullandı. Tüm zehirli düşünce kalıplarını teker teker belirleyerek, kendisinden şüpheye düşmesine, depresyona girmesine neden olan düşünceleri ortaya çıkardı. Bunlardan kurtularak, yerlerine daha sağlıklı daha doyurucu tepkiler alacağı seçenekler koydu.

Carol’ın fark ettiği şeylerden biri, her şeye çok fazla anlam yüklediği idi. “Ya hep ya hiç” düşüncesine adeta bağımlı hale gelmişti. Yaşadığı en ufak deneyimi bile ya hayatını kurtaracak mucize ya da sefaletine yol açacak bir facia olarak niteliyordu. Tanıştığı her erkek kendisini cennette hissetmesini sağlıyor, ilk yanlış bakışında cehennem azabı çekiyordu. Öğrenmesi gereken şeylerden birisi de, sorunlarının kaynağını ve çözümlerini kendi dışındaki insanlarda ve koşullarda aramaktan vazgeçmekti. Sorunlarının enerjisini taşıyan da kendisiydi, çözümleri de. Mutluluğunun da, sefaletinin de kaynağı kendi aldığı kararlar ve tutumlarıydı.

Carol olumsuz frekanslar yayan tüm düşüncelerini teker teker ele aldı ve yerlerine yepyeni, iyimser düşünceler koydu. Zamanla bu düşünceler doğal tepkilerine dönüştü. Mutluluğu başkalarında değil, kendinde aradı ve buldu. Elbette bu biraz zaman aldı, ama sonuçta Carol’ın hislerinde çok büyük değişimler oldu. Kişisel enerjisi değişmeye başlamıştı. Kendisini daha rahat ve kontrollü hissediyordu. Kurban gibi hissetmekten kurtulmuştu. Çok daha mutlu bir insan halini almıştı. Bu sayede mutlu insanları ve deneyimleri de kendisine çekmeye başladı.

ENERJİNİZİ HEMEN ŞİMDİ DEĞİŞTİRİN

Kendi düşüncelerinizi yeniden yapılandırma tablonuzu oluşturun ve kendinizi rahatsız hissettiğiniz her durumda kullanın. Bu yolla, en belirgin ve zarar verici düşünce kalıplarınızın farkına varabilirsiniz. Yeni düşünce seçenekleri geliştirmeniz, kişisel enerji alanınızdaki, kendinizi değersiz hissetmenize yol açan enerjilerden kurtulmanızı kolaylaştıracaktır. Eleştirilerin yerine sevgiyi koyduğunuzda, sağlıklı, mutlu ve sevgi dolu deneyimlerin tohumlarını ekmiş olacaksınız.

Sizi güçten düşüren umutsuzluklardan kurtulmayı başardığınızda, kavuşacağınız güç ve kontrol hissi, içinizi güven ve iyimserlikle dolduracak. Ancak bunu her zaman sürdürmelisiniz. Tıpkı yaban otlarını düzenli olarak ayıklayan azimli bir bahçıvan gibi, yıkıcı düşünceleri temizlemeli, tekrar oluşumlarını engellemelisiniz. Gelecek konusunda telaşlandığınızı kendinizi değersiz görmeye başladığınızı hissettiğiniz an, bunu durdurmalısınız. Bu bir seçim değil, bir zorunluluktur! Kendinize dair yaydığınız enerjiyi kirletmekten bir an önce vazgeçmelisiniz.

Rahatsızlık verici duyguların etkisine girdiğiniz an, bunların ne olduğunu ve uyandırdığı hissi anlamaya çalışın. Ardından iki sütun tekniğini kullanarak bu duyguların ardındaki düşünceleri belirleyin. O deneyimi sizin açınızdan güçleştiren düşünceyi ortaya çıkarmaya gayret edin. Ürettiğiniz enerjiyi belirleyen şey, durumun kendisi değil, durumu algılayış biçiminizdir. Dolayısıyla durumu kontrol altına alabilirsiniz.

Olumsuz algılarınızın yerine daha destekleyici açıklamalar koyun. Söz konusu zehirli düşünceye olumlu bir alternatif getiremiyorsanız bile, en azından olumsuz düşüncelerden kurtulun. Kendi kendinize “Artık böyle düşünmek durumunda değilim” “Bu düşüncenin bana bir yararı yok. Bundan hemen şimdi kurtuluyorum” ya da “Bu olumsuz düşüncelerden kurtulduğum an, enerjimi ve geleceğimi de değiştirmiş olacağım” deyin.

İçinizdeki her şey, dışarıya görünmez enerji dalgaları olarak çıkar ve yayılır. “Kaybeden” olduğunuza inanırsanız, kaybedenlerin ilgisini çekmeniz ve aşkta gerçekten kaybettiğinizi görmeniz çok zor olmaz. En iyiyi hak ettiğinize inanırsanız, en iyiyi bulacaksınız. Şunu unutmayın: Evren sizinle aynı dili konuşur.

Herkesin herkesi acımasızca ve kolaylıkla eleştirdiği bir dünyada yaşamak yeterince güç bir iş…İnsanın kendisini eleştirmesi ve yargılaması, kendisini kötüye kullanmasından öte bir şey değildir…Kendinize kötüye kullanma enerjisi üretmekten vazgeçerek, başkalarının da sizi ileride kötüye kullanma ihtimalini engellemiş olursunuz. Çekim yasası, sizin kendinize duyduğunuz saygıyı, aynı şekilde size yansıtacaktır. Saygın bir enerji yaymak istiyorsanız, düşünceleri yeniden şekillendirme tablolarını, sadece aşk ilişkileriniz için kullanmakla yetinmemelisiniz. Kendinizi kötü hissettiğiniz an, düşüncelerinizi ve sağlıklı alternatifleri yazabilirsiniz.

Farkında olmasanız dahi, korku dolu inançlarınızın, üzerinizde büyük etkisi vardır. Sizi duygusal açıdan hapsederek enerjinizi kontrol etmeye başlarlar. Olumsuz enerji yayan düşüncelerin yerine, sizin açınızdan yararlı ve doyurucu alternatifler koyma konusunda, bilinçli ve azimli bir seçim yapmadığınız sürece, kalbinizden zehirli bir enerji yayılmaya devam edecek ve çevrenizdekilerin kalplerinden de aynı şekilde, zehirli bir enerji olarak size geri dönecektir. Gerçekten istediğiniz şey bu mu?

SEÇİM SİZİN

Enerji akışınızı anlamak ve değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi yeniden yapılandırmanız, hayati bir önem taşıyor. Yaşamınızın kalitesini belirleyen şey, inançlarınız, mutluluk ya da mutsuzluk eğiliminizdir. Yorgun bir ruh, enerjinizin çökmesine neden olur. Bu durum ise kaderinizi karartacaktır!

Hafiflemenin, enerjinizi parlatmanın ve karanlık düşüncelerden kurtulmanın zamanı geldi. Düşüncelerinizi değiştirmeniz, size Pollyannacılık gibi gelmemeli. Bu işlem kişisel enerji alanınıza güçlü ve olumlu bir akım sağlayan bir alternatördür. Kuantum fiziğine göre, gerçekliğinizi yaratan ve yaratma gücüne sahip olan şey bilincinizdir. Bu gerçekliği görmezden gelerek acı çekebilir ya da dikkate alarak Evren’in size sunduğu sihrin ve mutluluğun tadını çıkarabilirsiniz.

Seçim sizin. Olumsuz enerji frekansları yaymaya devam etmek zorunda değilsiniz. Bu akımı daha olumlu bir yaklaşıma dönüştürebilirsiniz. Karamsarlık yerine iyimserliği seçtiğiniz an, arzularınıza kavuşma yönünde kuantum sıçramalar gerçekleştirebilirsiniz.

Evrensel Çekim Yasaları

Sandra Anne Taylor


kaynak

Devamını Oku »

Rakibini geçmek istiyorsan...

Devamını Oku »

Düşünce Gücüyle Silahları Yönetecekler!

Royal Society’den yapılan açıklamada, bu araştırmalar sayesinde çok da uzak olmayan bir zamanda, insansız hareket edebilen uçak ve diğer silah sistemlerinin düşünce gücüyle yönetilebileceğine dikkati çekildi.

Bilim adamlarını, özellikle askeri teknoloji açısından bakıldığında, elde edilen sonuçların kullanımında dikkatli olunması konusunda uyaran Royal Society, hem hükümet hem uluslararası toplumun, ancak bilim adamlarının da bu araştırmaların aslında yararlı sonuçlarının zarara ve tehlikeye dönüşmemesini sağlamak durumunda olduğunu bildirdi.

Nöroloji biliminin, insanlığa büyük fayda sağlama potansiyeli olduğunu belirten, Royal Society’de konuyla ilgili çalışma grubunun başkanı Prof. Rod Flower, bu alandaki araştırmalar sayesinde tıbbın her geçen gün Parkinson, epilepsi veya bağımlılık gibi hastalıkların tedavisinde bir adım daha ileri gittiğini ifade etti.

Flower, ancak insan beyninin her geçen gün biraz daha iyi anlaşılmasının, çok sayıda riski de beraber getirdiğini söyledi.

Beyni etkileyerek felçli hastaların sadece düşünme gücüyle el veya ayak protezlerini ya da bir bilgisayarı kullanmalarının başarıldığını hatırlatan Flower, aynı tekniğin askeri operasyonlarda da kullanılabileceğini belirtti.

Kimyasal silahların insanları öldürmeye değil, beyinlerini bir süre felç etmeye programlanabileceğini kaydeden Flower, ancak bunun daha sonra yol açacağı etkilerinin bilinmediğini söyledi.

Flower, bu tarz kimyasalların kitlesel olaylarda ya da suçluların takibinde kullanılmasıyla ilgili deneyler yapıldığını bildirdi.

Bu gelişmelerin, sayısız etik tartışmayı da beraberinde getirdiğini ifade eden Flower, birçok noktada bu konu ile ilgili uluslararası hukuk kurallarının bulunmadığına dikkati çekti.

Hükümetlerin araştırmalarını şeffaf yapması gerektiğini söyleyen Flower, bilim adamlarının da her zaman, araştırmalarının insanlığın yararına olabileceği gibi zararına da kullanılabileceğinin bilincinde olması gerektiğini belirtti.

İNSAN BEYNİNİN DOĞRUDAN ASKERİ TEKNOLOJİYE BAĞLANMASI
Raporda, nörobilim sahasındaki kaydedilen hızlı gelişme sayesinde askerlerdeki yol kenarına yerleştirilmiş bombalar ve keskin nişancılar da dahil olmak üzere diğer gizli tehditleri belirleme yeteneklerinin artırılabileceğine ilişkin çalışmalara detaylı yer verildi.

Raporda yer alan çalışmalardan kuşkusuz en ilginç olanı askerlerin beyinlerinin insansız hava araçları ve diğer silah sistemleri de dahil olmak üzere doğrudan doğruya askeri teknoloji ürünlerine bağlanması hakkındaki çalışmalar oluşturdu.

Raporda, kafadan doğrudan beyne transkranial doğru akım uyarımı kullanan elektrik sinyalleri gönderilmesinin bazı işlerde performansı artırıcı etkisi olduğunu gösterdiğine ilişkin sayıları giderek artan araştırmalara değinildi.

Bilim dünyasında kısaca tDCS adıyla bilinen ve anksiyete bozukluk veya depresyon gibi çeşitli psikolojik bozuklukların tedavisinde kullanılan transkranial doğru akım uyarımı, küçük elektrodlar yardımıyla doğrudan beyne gönderilen sürekli ve düşük elektrik akımlarıyla beyindeki sinirlerin uyarılması olarak tanımlanıyor.

Konu hakkındaki New Mexico Üniversitesinden Vince Clark başkanlığında yapılan tDCS ile ilgili bir araştırmaya yer verilen raporda, tDCS’nin kullanıldığı sanal gerçeklik askeri eğitim programlarını tamamlayan Ortadoğu’da görev alacak Amerikan askerlerindeki, yol kenarına yerleştirilen bombalar ve keskin nişancılar da dahil olmak üzere gizli tehditleri belirleme yeteneklerinde belirgin artış gözlemlendiğine işaret edildi.

Guardian gazetesinin internet sitesinde konuya ilişkin açıklamalarına yer verilen Clark, başkanlığını yürüttüğü çalışmada söz konusu araştırmaya katılan askerlerin gizli hedefleri belirlemedeki hassasiyetinin diğerlerine göre iki kat arttığını belirlediklerini belirtti. Clark, bu etkinin bu kadar yüksek olmasının kendisi için şoke edici olduğunu söyledi.

Demans, psikiyatrik bozukluklar ve öğrenme güçlüklerini tedavisinde tDCS’ten faydalanılması hakkında daha geniş çaplı bir araştırmayı yöneten Clark, nörobilimin askeri sahada kullanımının kendisinde rahatsızlık yarattığını söyledi. Clark buna karşın çalışmalarını durdurması durumunda da tDCS’ten yarar görecek insanların bu imkandan mahrum kalacaklarına dikkati çekti. ”Yeryüzündeki hemen her teknolojinin askeri alanda bir uygulaması” vardır diye konuşan Clark, ne kadar rahatsız edici olursa olsun bilimadamlarının bundan kaçınmasının mümkün olmadığını ifade etti.

Raporda, tDCS sahasındaki araştırmanın henüz emekleme safhasında olmasına karşın yapılan bilimsel araştırmaların bu yöntemin dikkati ve hafızayı güçlendirdiği ve beyin görüntüleme sistemleriyle birlikte kullanılması halinde ”askeri bağlamda öğrenmeyi güçlendirmede uzun zamandır özlenen bir araç olabileceği” belirtildi.

İNSAN BEYNİ HEDEFLERİ MEVCUT SİSTEMLERDEN DAHA HIZLI ALGILIYOR
Raporda yer alan en çarpıcı araştırma ise insan beyninin, beyin-makine arayüzleri (BMA’lar) adı verilen cihazlar yardımıyla doğrudan, insansız hava araçları ve diğer silah sistemleri gibi askeri teknolojiye bağlanmasını öngören araştırma oldu.

İnsanların kontrol imleçleri ve suni uzuvlarını beyin sinyallerini kullanan BMA’la yardımıyla kullanabildiğine ilişkin bir araştırmaya yer verilen raporda bunun askeri uygulamalarının araştırılmasının önemi üzerinde duruldu.

Raporda, ”İnsan beyninin, hedefler gibi görüntüleri, bilinçli olarak algılanan nesnelerden daha hızlı işlemden geçirebiliyor olması nedeniyle sinirsel bağlantılı arayüzleri yardımıyla kullanılan silah sistemleri, hız ve hassasiyet açılarından, diğer sistem kontrol yöntemleri karşısında önemli avantajlar sağlayabilir” ifadesine yer verildi.

Raporda kısaca EEG adı verilen elektroensefelogramın da askeri sahada kullanımı olabilecek bir diğer araç olduğu belirtildi.

Başa yerleştirilen saç filesi biçimindeki elektrotlar yardımıyla beyin dalgalarını kaydetmede kullanan EEG’nin, sinirsel geri bildirim tedavisi ile birlikte kullanımının insanların beyin dalgalarını kontrol edebildiklerini ve becerilerini iyileştirebildiklerine işaret edilen raporda, bu yöntemle golf ve okçuluk sporu yapan kişilerin becerilerini artırdıklarının gözlemlendiği kaydedildi.

ABD askeri araştırma kuruluşu Darpa’nın, uydu görüntülerinde, insan bilinçli algısının gözden kaçırdığı hedef noktalarını belirlemede EEG’den yararlandığı bildirilen raporda, EEG grafiklerinin beynin bazen hedefleri fark etmiş olmasına karşın bunu bilinçli düşünceye çevirmede başarısız kaldığını gösterdiğine dikkat çekildi. Raporda, araştırmanın bir grup görüntü üzerinde daha dikkatli araştırma yapmak amacıyla EEG grafiklerinden faydalanan personelin hedef belirleme hassasiyetlerini eskisine göre 3 kat artırdıkları vurgulandı.

AA

Be the first to like this post.

kaynak

Devamını Oku »

HAYATla röportaj

Hayatla röportaj yaptığımı gördüm rüyamda.

'Benimle röportaj mı yapmak istiyorsun?' diye sordu Hayat.

'Zamanın var mı?' diye sordum.Gülümsedi.'Benim zamanım Sonsuzluk' dedi Hayat.

'Ne sorular var yüreğinde?'

'İnsanlarla ilgili en çok neye şaşıyorsun?' diye sordum.

Hayat yanıt verdi.

'Çocukluktan sıkılıp büyümek için acele ediyorlar, sonra yine çocuk olmanın özlemini duyuyorlar. Para kazanmak için sağlıklarını kaybediyorlar, sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybediyorlar. Gelecekle ilgili endişelenmekten şimdiyi unutuyorlar. Sonra da ne şimdiyi ne geleceği yaşayabiliyorlar. Deneyim iyi bir öğretmendir diyorlar ama deneyimin faturasını ödemek istemiyorlar. Hayatlarını kazanmak için eğitim alıyorlar ama yaşam ustası olmayı bilmiyorlar. Bu nedenle de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar, hiç yaşamamış gibi ölüyorlar.

'Hayat elimi tuttu. Bir süre sessiz kaldık.

Derin bir nefes aldım. Ona, insanların neleri öğrenmelerini istediğini sordum.

Hayat yanıtladı.

Hiç kimseyi seni sevmeye zorlayamayacağını, yapabileceğin tek şeyin seni sevmelerine izin vermelerini isterdim.

Affetmenin affederek öğrenilebileceğini öğrenmelerini isterdim.

Başkalarıyla kendilerini kıyaslamamayı öğrenmelerini isterdim.

İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyleri görebileceğini öğrenmelerini isterdim.

Zengin insanın en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyan insan olduğunu öğrenmelerini isterdim.

Bir sevecen yüreği derinden yaralamanın bir anda olduğunu; ama iyileştirmenin çok uzun sürdüğünü öğrenmelerini isterdim.

Seni seven insanların duygularınmı nasıl ifade edebileceklerini bilmedikleri için seni sevmediklerini sanmak yerine onların sevgisini hissetmeyi öğrenmelerini isterdim.

'Hayat derin bir nefes verdi. Hayatın nefesi kelimelere dönüştü.

'Söylediklerimi yüreğine kaydet' dedi. Söylediği cümleyi yüreğime kaydettim.

'Başkalarını affetmek yeterli değil, kendini de affetmeyi öğren'.

Yüreğim kuş gibi hafiflemişti.

'Son bir soru daha, Hayat' dedim. 'Benden ne istiyorsun?

'Bütün odayı beyaz bir ışık kapladı...

ve Hayat yanıtladı.

'Senin kendin olmanı istiyorum, yoksa başkası olurdun. Sana bugün ihtiyacım olduğunu bil, yoksa bugün benimle olmazdın. Kendi eşsizliğini ve biricikliğini bil; çünkü ben kendimi tekrar etmeyecek kadar yaratıcı ve zenginim. ve gerçekten TEK değerli olanım. Değerimi bil.'Hayat'ın içimde dışımda her yerde aktığını hissettim.

Kendimizi sevdiğimiz kadar Hayat 'ı sevebilirdik ancak.

Ne daha az ne daha fazla.


kaynak

Devamını Oku »

23 Şubat 2012 Perşembe

Ne harika bir dünya!

I see trees of green, red roses too
Yeşil ağaçları görüyorum, kızıl gülleri de

I see them bloom for me and you
Sen ve ben için açtıklarını


And I think to myself what a wonderful world.
Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.



I see skies of blue and clouds of white
Mavi gökleri görüyorum ve beyaz bulutları


The bright blessed day, the dark sacred night
Işıkla kutsanmış gün, karanlık kutsal gece


And I think to myself what a wonderful world.
Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.


The colors of the rainbow so pretty in the sky
Gökkuşağının renkleri ne güzeller gökyüzünde Are also on the faces of people going by Ve bir de geçip giden insanların yüzlerinde

I see friends shaking hands saying how do you do
Nasılsın diyerek el sıkışan dostları görüyorum

They're really saying I love you.
Gerçekten seni seviyorum diyorlar


I hear babies cry, I watch them grow
Ağlayan bebekleri duyuyorum, büyümelerini izliyorum

They'll learn much more than I'll never know
Hiç bilmeyeceğim kadar çok şey öğrenecekler


And I think to myself what a wonderful world
Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye

Yes I think to myself what a wonderful world.
Evet düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.


kaynak

Devamını Oku »

Her şey halkalar gibi birbirine bağlıdır!

Her şey halkalar gibi birbirine bağlı olduğu için, bir şey başka bir şeye yol açar.

Her türlü yargılama yanlıştır. Çünkü tüm dünya derin bir bağ, iletişim içerisindedir. Bütünü bilmeden parçayı bilemezsiniz. Şu an hem geçmişe hem de geleceğe bağ oluşturur. Tüm yargılamalar sadece bir parçayı içerdiği için yanlıştır.

"Köyün birinde yaşlı ve fakir bir adam yaşarmış. Fakat bu adamın öyle güzel beyaz bir atı varmış ki krallar bile kıskanırmış. Atı almak için muazzam fiyatlar teklif ettikleri zaman yaşlı adam şöyle demiş "Atım benim için bir dost gibidir, bir dostumu nasıl satarım? "

Çok fakir olmasına ve çok fazla para teklif edilmiş olmasına rağmen atı satmamış. Bir sabah uyandığında atını yerinde bulamamış. Tüm köy

"Bak işte gördün mü atın çalındı. Aptallık yaptın ve satmadın. Böyle değerli bir şeyi sen nasıl koruyabilirsin? Onu istediğin fiyata satabilirdin ama şimdi at gitti. Çok büyük şanssızlık." demişler.

Yaşlı adam "Çok uzağa gitmiş olamaz. At zaten sabit bir hayvan değildir. Nasıl hemen böyle yargılara varabiliyorsunuz? Bunun şanssızlık olup olmadığını nasıl bilebilirsiniz? Nasıl böyle yargılara varabilirsiniz?" demiş.

Köylüler "Bizi aptal yerine koyup felsefe yapmayı bırak. Felsefeye gerek yok. Hazineyi kaybettin. Bu bir şansızlıktır." demişler.

Yaşlı adam "Tek bildiğim atın gitmiş olduğu. Hikayenin tümünü bilmiyoruz. Kim bilebilir ki bunun şansızlık olup olmadığını, bunu neyin takip edeceğini?" demiş.

Köylüler, yaşlı adama gülerek onun delirdiğini düşünmüşler.

On beş gün sonra at, yanında bir düzine atla geri dönmüş. Bu sefer tüm köy tekrar toplanmış ve "Evet sen haklıymışsın biz yanıldık. Bu şanssızlık değil bir kutsanmışlık, bir şansmış demişler."

Yaşlı adam "Bunun şans olup olmadığını bilemeyiz. Tek söyleyebileceğimiz atın döndüğü ve yanında on iki at olduğu. Bir sayfayı okuyarak tüm kitap hakkında nasıl yorum yapabilir, yargıda bulunabiliriz?" demiş.

Bu sefer köylüler sessiz kalmayı tercih etmişler. Yaşlı adamın bir tane de genç bir oğlu varmış. Vahşi atlardan birini terbiye ederken bacağını kırmış. Köylüler yine toplanmış "Haklıymışsın, bu bir talihsizlikmiş. Tek oğlun vardı o da şimdi sakatlandı. Sana şimdi kim yardım edecek?" demişler.

Yaşlı adam "O kadar uzağa gidip yargıda bulunmayın. Bunun şansızlık olup olmadığını bilemeyiz. Bu da sadece hikayenin bir parçası. Hayat parça parça gelir Yargı ise bütünü kapsar" diye yanıt vermiş.

Birkaç hafta sonra ülke, komşu ülke ile savaşa girmiş. Köydeki tüm gençler zorla askere alınmış. Sadece sakat olan yaşlı adamın oğlu kalmış. Bunun üzerine tüm köy büyük bir üzüntü ve ağlayışa gömülmüş. Köylüler yaşlı adama "Sen haklıydın bu bir şansmış. Oğlun sakat ama seninle, bizimkiler ise gitti." demişler.

Yaşlı adam "Sizinle konuşmak imkansız. Devamlı yargılarda bulunuyorsunuz. Sadece oğullarınız zorla askere alındı. Bunun şans mı şansızlık mı olduğunu kimse bilemez. Sadece Yaradan bilir." diyerek yanıtlamış."

Yaradan bilir dediğiniz zaman bu; sadece bütün bilir manasına gelir. Hemen yargıda bulunmak, parçalar ile hemen sonuca varmaktır. Sizi aşan şeyler vardır. Fakat buna rağmen yargıda bulunursunuz. Yargılama bir engeldir. Yargılama yapmak, zamanla size yardımı olmayan bir alışkanlık halini alır.

Yaratılışta her an yeni bir durumdur. Bunun tadına varır veya kaçırırsınız. Herakles şöyle demiştir "Aynı nehirden iki kere geçemezsiniz." Her şey yeni ve özgündür fakat sizin zihniniz yaşlıdır. Eğer anı yaşarsanız tüm her şey farklı görünür. Yargılarda bulunup kendinizi bilgi hapishanesine kapatmayın. Özgür, köksüz ve evsiz kalın. Bunlar semboldür. Evsiz bir sanyasin; geçmişle bağı kalmamış, geçmişle olan köklerini koparmış manasına gelir. İçinizde köksüz ve geçmişle bağlarınızı koparmış olun.

Yaradan ile beraber yürümek istiyorsanız aralıksız bir şekilde, hareket halinde olmalı ve yolculuğa devam etmelisiniz. Bu yüzden yolculuk hiç bitmez. Bir yol biter, başkası başlar. Bir kapı kapanır diğeri açılır.

alıntıdır..


kaynak

Devamını Oku »

Hayatta strese karşı teflon ve sünger olabilmek...

Teflon Stratejisi!

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Hürriyet Pazar’daki köşesinde yeni bir kavramı gündeme getirdi: "Teflon Stratejisi."

Müftüoğlu, "Teflon stratejisi"ni, stresi iyi yönetebilme ve üzerine yapıştırmama yöntemi olarak tarif ediyor

Teflon Stratejisi hayata karşı bir bakış, bir yaklaşım tarzı.

Peki Sünger olmak ne demek?

Aslında tahmin etmek çokta zor değil süngerin özelliği içine çekmek değil mi, stresi içine çeken işte....


Kimi stresi sünger gibi emer, kimi de stres bedene ve ruha girmeden, yani stresin kimyasal banyosunu yapmadan stresi kontrol eder..

Peki teflon olmanın belirgin özellikleri var mıdır? "Teflonlar sorunu görmezden geliyor, yok sayıyor veya erteliyor. Bu da geçer, sözü sloganları gibi.

Teflonların kalplerinde kolay kolay strese bağlı sağlık sorunu, hasar olmazken.

sünger gibi herşeyi içine çekenler bi süre sonra kalp damar rahatsızlıkları, tansiyon rahatsızlıkları sorunlarıyla karşılaşıyorlarmış...

Aslında Hayatta her şeyi çokta fazla kafaya takmamak gerek.

Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra samimice bir yanıtlayalım bakalım sünger miyiz teflon mu? ):


kaynak

Devamını Oku »

Al Karısı ve Lilith

Al Karısı ve Lilith: Şeytanın Kadınları mı? 

Yaradılışın iki temel prensibinden biri olan dişil enerji formunun birincil temsilcisi kadın, tarihsel süreç içinde farklı kültür ve uygarlıklarda çeşitli roller üstlendi; farklı semboller ve adlarla anıldı. Bireysel duyuş ve düşünüş farklılıkları nedeniyle de ‘anne’, ‘dişi’ ve ‘kadın’ kavramları birbirinden ayrıymış gibi algılanarak hepsine farklı gözlerle bakıldı.

Uygarlık tarihinde farklı roller ve kimliklerle anılan kadın eril bakış açısıyla yuvayı yapan dişi kuş, hanım hanımcık olan olarak kabul gördü. Bu kabulun dışında kalan kadın kimliği ise lanetlendi ve çağlar boyunca gerek atasözleriyle gerek deyişlerle çeşitli alay ve aşağılama ifadelerine maruz kaldı. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “eksik etek” vb. dendi hakkında mesela. Ama bir de lanetlenme kısmı vardır ki kadınlar; şeytan toplantısına katılan, şeytanla işbirliği yaparak ruhunu satan, çocukları çiğ yiyen yakılması gereken bir cadı olarak görüldü farklı toplumlarda.

Çağların ataerkil kültürü içinde, ezilen, ötekileştirilen, dini ve ucuz ahlaki değerlerin kisvesi altında sömürülen ve susturulan kadın yine de mitolojinin ve edebiyatın en birincil unsurlarından biri oldu. O, bazen sonsuz sulardan çıkıp Ülgen’e yaratma emrini veren Ak Ana’dır, bazen de Adem’in kaburga kemiğinden yaratılıp yasak elmayı yemesi için Adem’i kandıran Havva, ya da tanrıça-bakire-fahişe üçlüsünü kendi içinde barındıran İnanna veya rahat ok kullanabilmek için sağ göğsünü kesen Amazon kraliçesi Penthesilea.

Gelelim Lilith’e…

Cadı, kötü, şeytani bir varlık imgesiyle karşımıza çıkan Lilith arketipi kimi zaman Lilitu bazen de Li-lu olarak anıldı. Lillith’in ilk izlerine M.Ö. 3000’de Sümer Uygarlığı’nda rastlanır. Semitik diller olan Arapça ve İbranice’de “leyl” kelimesiyle benzer bir biçimde, Lilith Sümerce’de ‘lil’ sözcüğüyle ilgilidir. Leyla adının türetildiği geceye ait olan anlamında olan ‘ley’ sözcüğü ile ‘yel’, ‘rüzgâr’ anlamındaki ‘Lil’ sözcüğünden türemiştir. Karanlığın bu dişi tanrıçasının hem Yahudi Halk Kültürü’nde hem de Sümer/Babil mitlerinde benzer özellikler gösteren bir hikayesi vardır. Lilith’e ait özellikler, Babil’in dişi şeytanı Lamatsu’da da görülür. Lilith Sümerce’den Akadca’ya Lamatsu-Lamassu adıyla da geçer.

Yahudi Folkloru’na göre Lilith, Âdem’in ilk karısıydı. Âdem ile eşit yaratılmışlardı ve cennette mutlu bir biçimde yaşıyorlardı. Ancak Âdem bu birliktelikte her konuda söz sahibi olmak istedi. Cinsel ilişki esnasında Lilith Âdem’in altında olmak istemedi ve bunu aşağılayıcı buldu. Lilith ikisinin de topraktan yaratıldığını ve eşit olmaları gerektiğini savundu. Âdem ise kendisini gökyüzüne, Lilith’i ise ürün veren bereketli topraklara yani yeryüzüne benzeterek Lilith’in ona biat etmesini istedi. Bunun üzerine isyankâr, “karanlığın kızı” Lillith, Tanrı’nın söylenmesi yasaklanmış olan adını üç kez tekrar etti ve ortadan kayboldu. Otoriteye ve ataerkilliğe karşı çıkan bu ilahi leydi, feminist kadın arketipi olarak karşımıza çıkar. Hikâye burada bitmez elbette.

Lilith ve Sonrası…

Eşini kaybeden Âdem cennette yapayalnız kalır. O kadar yalnızdır ki Tanrı’ya Lilith’i geri getirmesi için yakarır ve bunun üzerine Tanrı Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır ve Lilith’i bulması için Kızıldeniz’e ‘Senoy’, ‘Sansenoy’, ‘Semangelof’ adlarında üç melek gönderir.

Bu arada Lilith ise şeytani bir varlık olan Şamael (Lucifer) ve onun cinleriyle ilişkiye girmiş ve ondan, birçok çocuk doğurmuştur. Tanrı Lilith’in Adem’in yanına gelmemesi halinde ‘Limlim’ adı verilen çocuklarından her gün 100 tanesini öldüreceğini söyler ve çocukları öldürmeye başlar. Çocuklarının ölümünü kabullenen ancak canı çok yanan Lilith, Havva’nın yeni doğan çocuklarını öldüreceğine dair intikam yemini eder. Ancak ona gönderilen üç meleğe adanan sembolleri yanında bulunduran çocukları yemeyeceğini söyler. (Nitekim geçtiğimiz yıl bütün dünyada satış rekorları kıran ‘Asi Melekler (Angelogy-Danielle Trussardi)’ adlı romanda bahsedilen düşen melekler olarak anılan ‘Nephilim’ de Lilith’in soyundan gelir. (Nefilim-lilim))

Âdem, kaburga kemiğinden yaratılmış Havva ile mutlu mesut bir hayat sürer. Zira Havva Âdem’e biat etmeyi, onun altında kalmayı kabullenmiştir. Ancak biat eden bir varlık bilge olamaz çünkü kendini geliştiremez, başkasına bağlıdır; işte bu yüzden Lillith aslında ‘bilge kadın’ arketipinin de temsilcisidir.
Eril otoriteye boyun eğmeyen, Tanrı’yı ve Tanrı’nın adını bilen, göğe ilk yükselen dişi Lilith’tir. Havva yasak elmayı yemiş, ölümlü olmuştur ancak Lilith ölümsüzdür. Lilith ne olacağını ve ne olmayacağını bilerek Âdem’e boyun eğmemiştir.

Lillith, Sümer, Babil ve Pers mitolojilerinde de yılan, baykuş sembolleriyle anılır. Hatta Havva’yı yasak elmayı yemesi için kandıran yılanın da Lilith olduğu söylenir. Efsaneye göre ‘Şeytanın Fahişesi’ Lilith, kız çocuklarını yirmi, erkek çocuklarını sekiz gün içinde öldürür. Sümer Mitolojisi’ne göre ise Lilith, Tanrıça İnanna’nın sol elidir ve dinsel bir ritüel olan Tantra ile anılır.

Al Karısı Efsanesi

Türk Mitolojisi’nde ‘al karısı’, ‘al anası’, ‘al kızı’, ‘al basması’, ‘alacama’, ‘albastı’ olarak adlandırılan olumsuz şeytani kadın figürü ile Lilith arasında önemli benzerlikler vardır. Al karısı ya da Albastı adı verilen bu ‘femme fatale’ dişi doğum sırasında ve sonrasında anne ve çocuklar için büyük bir tehlike oluşturmaktadır efsaneye göre; tıpkı intikam yemini eden Lilith gibi. Bu şeytani figür, keçi, gelin, köpek, tilki, örümcek suretlerinde görünerek bebeği ve anneyi öldürmeye çalışır; yine tıpkı yılan ve baykuş kılığın giren Lilith gibi.

‘Al karısı’, Türk mitlerinde lohusa kadına çeşitli formlarda görünse de; genellikle çirkin, saçları dağınık, gözleri kanlı, tırnakları uzun bazen sarı, kara ve kırmızılar giyen korkunç bir varlık olarak resmedilir. Orta Asya Folkloru’nda ‘jeztırnak’ motifi ile de anılır. Jeztırnak’ın tırnaklarının uzun olmasının sebebi ise bebeklerin ve annenin ciğerini kolayca çıkarıp yiyebilmek içindir. Orta Asya Türkleri’nde lohusayı ‘Jeztırnak’ ya da ‘albastı’nın saldırısından korumak için çağırılan şaman anne bebeğin ciğeri yerine ‘albastı’ya koyun ciğeri verir. Bu yöntemle annenin ve bebeğinin ölmesini engeller.

Türk coğrafyasının farklı yerlerinde lohusa anne ve bebek tek başına bırakılmaz. Bebeğin giysileri geceleri ipe asılmaz, çünkü bebeğin giysilerini gören ‘al karısı’ o evde bebek olduğunu anlar ve Lilith gibi Havva’nın çocuklarına zarar vermeye çalışır. Bu nedenle Anadolu coğrafyasının farklı kültürlerinde bebeğin yatağına sarı ve kırmızı örtüler asılır. Yastığının altına iğne ya da makas benzeri bir metal konulur çünkü ‘al karısı’ demir ve demircilerden korkar. Bebeğe nazar boncuğu takılmasının kökeninde de ‘al karısı’ vardır; çünkü ‘al karısı’ gök boncuktan korkar. Doğum yapan annelerin de kırmızı bant ve taç takmalarının ardında yatan neden ‘al karısı’nın gelmesini engellemektir.

Ay ve Kara Ay…

Azerbaycan’ da ve Anadolu’nun bazı yerlerinde ‘albastı’nın bulunduğu düşünülen yerin etrafına bıçakla çember çizilerek onun etkisiz hale getirileceği düşünülür. Musevi folklorunda ise yeni doğan bebeğin bulunduğu evin duvarına kömürle bir çember çizilir ve Lilith dışarı yazılır. Her iki kültürde de çember ortak motif olarak karşımıza çıkar. ‘Al karısı’ da Lilith gibi cinsel gücünün farkındadır. ‘Al karısı’nın ‘Sarı Albıs’ olarak adlandırılan versiyonu cinselliğini kullanarak erkekleri kandırır. Geceleri şehvani rüyalar gördürerek güçlerinin azalmasına neden olup erkekleri avlar.

Dikkat çeken bir başka önemli nokta ise Yahudi geleneğinde erkek çocukların yedinci günde sünnet edilmesidir. Lilith intikam yemininde erkek çocukları 8. gün öldüreceğini söyler Yedinci gün yapılan sünnet merasiminin erkek çocuğu Lilith’den koruma amaçlı olabileceği varsayılır. Anadolu’nun bazı bölgelerinde devam eden bir geleneğe göre; yeni doğan kız bebeklerin 19. günde yarı kırkı çıkarılır. Bebeğin ve annesinin yıkanacağı suya altın, madeni para, nazarlık atılır. Lilith kız çocuklarını doğduktan 20 gün sonra alacaktır. Bütün bu noktalar sentezlenince farklı kültürlerin ortak sembollerinin kolektif DNA’mızla taşınarak günümüze kadar geldiğini görüyoruz.

Şeytani bir figür olarak resmedilen Lillith’in astrolojik açıdan karşılığı ise doğum haritalarımızda ‘Kara Ay’ olarak karşımıza çıkar. Astroloji’de dişil arketipi temsil eden ‘Ay’ın karşıtı ‘Kara Ay’dır.

Horoskoplarımızda Lilith ruhumuzun gizli kalan yönlerini, bastırdığımız, bilinçaltına ittiğimiz cinselliğimizi ve gizli alışkanlıklarımızı ifade eder. Luna (Ay) ile ifade edilen sembol Havva; Kara Ay ile ifade edilen anne imgesi Lilith’tir. Nart Astrolojisi’nde ise ‘Karan’ adıyla karşımıza çıkan Lilith insanlara verdiği siyah enerji ile bilinir ve ‘doğuramayan’ ‘kör’ anlamlarına gelir. Karan insanları şanla yükseltebildiği gibi trajik deneyimlere de sokabilir.

Sonuç

Aslında Lillith ve Havva, bir kadının farklı yüzleridir. Ataerkil gelenek, Lilith’i yeraltına iterken, biat eden Havva’yı yüceltmiştir. Oysa bir kadında hem Havva’dan, hem de Lillith’ten özellikler vardır. Her kadın kendine sormalı aslında: benim nerem Havva, nerem Lilith? Ruhumda hangisi baskın? Yoksa aslında ikisi birden mi?

Kaynak: www.derki.com


kaynak

Devamını Oku »

Uyarı-yorum! :)

Artık ışık saçan bir sağlık ve enerji ile doluyum...
Kalbimin her vuruşu ile içimden sevinç akıyor!
Kendimi seviyorum..! Kendimi çok seviyorum..!
BEN MUTLU BİR İNSANIM!¦

Kendimi, yaşamı, herkesi, her şeyi olduğu gibi
kabul ediyorum, içimdeki sevgiyi keşfetmek ve onu
herkese ve her şeye yansıtabilmek için
Yaradan'ım seninle bağımı koparmama izin
verme ve bana yardım et.
Verdiğin her şeye şükürler olsun.
Yaradan'ım her şey senin elinde,
huzurunda, sevginde.¦
Her şey olması gerektiği gibi.

2012 için aldığım kararlar var;
Bu iki küçük ÇAN
bunun için buradalar!
Her baktığımda kararlarımı bana hatırlatmak için...



kaynak

Devamını Oku »

Pakize Suda 'dan normal Aile yapısına özlem yazısı!

KASABA esnafından biri olmalıydı kocam.
Akşam, güneş batmadan Dükkanını kapatıp eve gelmeliydi.
Evimiz mümkünse bahçeli olmalıydı.Yaz akşamları sulayıp serin serin oturmalıydık.

Ben, orta boylu tıknazca, ev hanımı olmalıydım. Cinsiyeti önemli değil, eli ayağı düzgün iki çocuğumuz olmalıydı.Derslerine yardım etmeye yetecek eğitimim olmamalıydı.Ama ara sıra ''Dersinizi bitirdiniz mi?'' diye sormalıydım.
Daha çok üstleri başlarıyla... Yedikleri içtikleriyle... Öksürükleri, aksırıklarıyla ilgilenmeliydim. Yavaştan yavaştan çeyizlerini düzmeliydim.

Her ayın 15'i kabul günüm olmalıydı.Ellerime sağlık, kekler, poğaçalar yapmalıydım.İnce belli bardaklarda çaylar ikram etmeliydim. Sabahları hırkamı omzuma alıp komşuya kahve içmeye geçmeliydim.

Patlıcan, biber kızartmalı, reçel kaynatmalıydım.

Akşamları özene bezene sofrayı kurmalıydım. Kocam ajansı dinlerken ben lafa girmeliydim, O, ''Sus hanım bi dakka'' demeliydi. Böyle dese de beni çok sevmeliydi. O uyuklamalı, ben bulaşık yıkamalı, çocuklar ders çalışmalıydı.

Bazen akşam oturmasına komşular gelmeliydi. Öyle Haremlik selamlık gibi değil ama kadın erkek ayrı oturmalıydık. Erkekler memleketi kurtarırken biz bütün kasabayı dilimizden geçirmeliydik. Herkes birbirinin kocasına, karısına ''Falanca Bey'', ''Filanca Hanım'' diye hitap etmeliydi. Yanlışlıkla bacağımız, göğsümüz biraz açılıverse Yüzümüz kızarmalı, hemen toparlanmalıydık.Şehvetten uzak şefkate yakın bir cinsel hayatımız olmalıydı.

Gözümüzü birbirimizde açmış olmalıydık, öyle de sürüp gitmeliydi. Harama uçkur çözmemeliydik. Zaten etrafımızda evli barklı komşularımızdan başka kadın olmadığından.... Dükkanda çelimsiz çıraktan gayrı, öyle sekreter falan çalışmadığından... Ortalıkta gidilecek bar mar bulunmadığından... Mankenler bizim kasabaya uğramadığından... Ve de kocam, efendi bir adam olduğundan beni aldatamazdı.

Tamam, abarttım biraz. Belki de böyle bir aile yapısı örneği kalmamıştır artık. Ama, acaba diyorum... Buna benzer bir hayat tarzı beni daha mutlu eder miydi? Kendim de dahil uçuk kaçık insanlardan gına geldi artık. Normalliği özlüyorum. Özgürlüğün tadını çıkaralım derken suyunu çıkardık galiba. Herkes çok zeki, çok akıllı, çok bilgili, çok şu, çok bu... Ve de çok mutsuz... Depresyona giren girene.

demiş Pakize Suda...

Hiç bir zaman o adı özgürlükle karıştırılan dejenere yaşamı onaylamadım...

Sıcacık sevgi dolu bir yuva= HUZUR!= MUTLULUK!


kaynak

Devamını Oku »

22 Şubat 2012 Çarşamba

Yaban kazları “V” şeklinde uçarlar.

Yaban kazları “V” şeklinde uçarlar. Bilim adamları kazların neden bu şekilde uçtuklarını araştırmışlar, araştırma sonucunda şu verilere ulaşmışlar;1-) “V” seklinde uçulduğunda, uçan her kus kanat çırptığında, arkasındaki kuş için onu kaldıran bir hava akimi sağlıyormuş. Böylece “V” seklinde bir formasyonda uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışları sonucu ortaya çıkan hava akımını kullanarak uçuş menzillerini yüzde yetmiş oranında uzatıyorlarmış. Yani tek başına gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye katlıyorlarmış.Kıssadan Hisse: Belli bir hedefi olan ve buna ulaşmak için bir araya gelen insanlar, birbirlerinde hız ve haz alarak hedeflerine daha kolay ve çabuk erişirler.2-) Bir kaz, “V” grubundan ayrıldığı anda uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü diğer kuşların oluşturduğu hava akiminin dışında kalmış oluyor. Bunun sonucunda, genellikle gruba geri dönüyor ve yoluna grupla devam ediyor.Kıssadan Hisse: Eğer kafamız bir kaz kadar çalışıyorsa; bizimle ayni yöne gidenlerle bilgi alışverişini ve işbirliğini sürekli kılarız.3-) “V” grubunun başında giden kaz hiç bir hava akımından yararlanamıyor. Bu yüzden diğerlerine oranla daha çabuk yoruluyor. Bu durumda yorulunca en arkaya geçiyor ve bu defa hemen arkasındaki kaz lider konumuna geçiyor. Bu değişim sürekli yapılıyor; böylece her kaz grubun her noktasında yer almış ve aynı oranda yorulmuş oluyor.Kıssadan Hisse: Yaptığınız her işi, yeri ve zamanı geldiğinde başkasına bırakmak gerekiyor.4-) Uçuş hızı yavaşladığında gerideki kuşlar, daha hızlı gitmek üzere öndekileri bağırarak uyarıyorlar.Kıssadan Hisse: İlerlemek ve yol almak için bazen başkalarının uyarılarına gereksinim duyarız. Bundan alınmamalıyız; tam aksine, böyle uyarıları sevinç ve takdirle karşılamalıyız.5-) Gruptaki bir kuş hastalanırsa veya bir avcı tarafından vurulup uçamayacak duruma gelirse; düşen kusa yardim etmek üzere gruptan iki kaz ayrılıyor ve korumak üzere hasta/yaralı kazın yanına gidiyor. Tekrar uçabilene (veya eğer ölürse, ölümüne kadar) onunla beraber yaralı kuşu asla terk etmiyorlar. Daha sonra kendilerine başka bir kaz grubu buluyorlar. Hiçbir kaz grubu, kendilerine bu şekilde katılmak isteyen kazları reddetmiyorKıssadan Hisse: Adam olmak sadece insanlara özgü değil…

kaynak

Devamını Oku »

Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir aynada yansımasıdır


Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam davranışlarımızın aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli OL! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy.İnsanların sabırlı OLmasını istiyorsan, sen sabırlı OLmayı öğren.Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, herkes için her zaman geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir aynada yansımasıdır

kaynak

Devamını Oku »

İnsanları sevmenin tek yolu vardır...

Ve o da onları olduğu gibi sevmektir. Ve güzellikte buradadır: onları olduğu gibi sevdiğinde onlar değişirler. Sana göre değil; onlar kendi gerçeklerine göre değişirler. Onları sevdiğinde onlar dönüşüm yaşarlar. Değişmezler, dönüşürler. Onlar yeni olurlar, onlar varlığın yeni yüksekliklerine erişirler. Ancak bu onların varlıklarında gerçekleşir ve bu onların kendi doğasına göre olur. İnsanların doğal olmaları için yardım et, İnsanlara özgür olmaları için yardım et, İnsanlara kendileri olmaları için yardım et. Ve asla hiç kimseye güç uygulamaya, itip kakmaya ve hükmetmeye çalışma. - Bunlar egonun yöntemleridir.

-Osho-


kaynak

Devamını Oku »

Astroloji 2012 Dosyası: Gökyüzü Çıldırmış Olmalı

Güzel dilekler ve umutlarla başladı 2012. Herkesin içinde bir merak, Mayalar’ın hazırladıkları son takvimi yorumlayanların işaret ettiği kıyamet kopacak mı? İnsanlık ve Dünya’nın sonu mu geldi? Elbette hayır. Ancak zor bir yıl olacağını söylemek için, ne müneccim ne de astrolog olmak gerekir.

Yaşadıklarımıza şöyle bir bakmak yeterli:

• Dünyanın dört bir yanında geçmiş hesaplaşmalara dayanan savaş ve çatışma…

• Ölüm sınırlarında gezinen açlık

• Son altmış yılda kirletilen doğal yaşamın geri dönüşümü

• Küresel ısınmaya bağlı, çetin iklim koşullarıyla birlikte gelen kasırga, sel gibi felaketlerin artması; kaybolan canlı türleri ve yeni geliştirilen GDO’lu ve transgenetik tohumların yayılımıyla doğal besin zincirinin bozulması

• Kanser, AIDS gibi hastalıkların artması ve yeni virüs tehditleri

• Sosyal ve kültürel aşınmalar

• Tüm ekonomilerdeki çöküş tehdidi

• On bir yıllık döngülerle gerçekleşen Güneş patlamalarının bu yıl zirve yapacağı ve Dünya’nın manyetik yağmurlara maruz kalacağı

• Elektronik tüm sistemlerin sorun yaşayacağı ve belki de bu patlamaların Dünya’nın manyetik kutup değişimini hızlandıracağı…

Bu ve benzeri söylemler, yedi milyarı geçmiş dünya nüfusunun en az yarısının tüm bunlarda maddi ve manevi katkısının olması, 2012’nin getireceklerinin pek de iç açıcı olmadığının göstergesi.

Yediden yetmişe herkes sihirli değnek ve mucize peşinde. Ancak yıllar boyu birikenleri, bozulan dengeyi bir anda iyileştirecek bir formül yok. Mucizeler dışarıdan ve hep birilerinden bekleniyor. Benden başka her şey değişsin. 2012 böyle bir mucize getirebilir, değişmemekte direnen her şeye “DUR!” diyecek büyük mucizeyi, hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

2012’nin gökyüzüne baktığımızda, geri hareketindeki gezegenler, çoklu etkileşimler, iç içe geçmiş döngüler, Nisan ayıyla başlayan tutulmalar yeryüzünde büyük hareketliliklerin habercisi.

Kişisel aydınlanmalar, bilinç açılımları ve farkındalık gelişimi gibi insanın yükselmesi için gerekli donanımları da getirecek olan 2012, yaşamın her alanında yeni buluş ve keşiflere olanak verecek. Bizlere düşen, geçmişin kadim bilgisiyle yeniyi harmanlamak ve geleceğe hazırlanmak.

Gökyüzündeki iki önemli ışık, bizlere yol gösterecek. Maddeyle eşleşen Güneş ve manayla özdeşleşen Ay… Biri benim egom diğeri benim duygum, ikisinin de tezahürleri insanın özünde. Su burcu olan Yengeç’in yöneticisi Ay, duygulara, bilinçaltına ve bedenimizdeki suya da hükmeder. Yeryüzündeki suları hareketlendirebiliyorsa ki bilim bunu kabul eder, %70 su olan insan vücudunda da bir takım hareketlere neden olur.

Ay’ın evrelerine dikkat edin!

Polonya’da yapılan, çoğu doktorlardan oluşmuş bir bilimsel araştırmaya göre, Ay’ın insan hayatına etkilerini ve nedenlerini kesin olarak saptamak zor olsa da, çekim gücünün hormonları ve bağışıklık sistemini etkilediği belirlenmiş. Ay fazlarının, astım ve gut gibi hastalıkları tetikleyebileceği; trafik kazaları ve cinayetleri arttırabileceği tespit edilmiş. Araştırmacılardan Dr. Zimecki, insan vücudundaki melatonin hormonu ve steroid seviyesinin Ay’dan etkilenebileceğini belirtmiş.

Masallara konu olan vampirler, kurt adamlar dolunayla birlikte anılır. Eskiden beri çiftçiler tohumları ekmek için Yeniay dönemlerini kollarlar. Astroloji’de Yeniay, yeni projelerin doğuşu, yaratıcı girişimlerin başlangıcıyla ilişkilendirilirken, Dolunay, bir tamamlanma sürecidir. Sıvılar gibi duyguların kabardığı, sürmekte olanın kontrolüne olanak veren Dolunay günleri, yeni başlangıçlar için uygun değildir. Aynı zamanda, hormonlar, beden sıvıları ve kanla ilgili her şeye dikkat etmek gerekir. Doktor kontrollerinin, ameliyat günlerinin ve kan tahlillerinin dolunay öncesine veya sonrasına alınması gibi mümkünse bir günlük sakınma oynamaları engelleyebilir.

Gezegenlerin sudaki dansı, Ocak ayında Balık burcuna giren Venüs ile başladı. Balık burcunda yolculuğunu sürdürecek Şiron’a, Şubat’ta Balık burcuna giren Neptün eşlik ederken, Merkür ve Venüs yıl boyunca tüm su burçlarını ziyaret edecek. Mars Ağustos’ta ve Satürn Ekim’de Akrep’e girecek. Her ay, Ay’da tüm su burçlarını ziyaret ediyor. Tüm bu geçişler suya dikkat çekerken, suyla gelecek değişimi gösteriyor. Bu nedenle bir su burcu olun olmayın, 2012 sizin için su yılı olsun. Suyla ilişkinizi arttırın, olduğundan daha çok suyu hayatınıza ekleyin, daha çok su için, daha çok duş alın, onu kotlayın.

__________________

Yazar: Ümit Çilingiroğlu

http://indigodergisi.com/77/astroloji-subat-2012-1.htm


kaynak

Devamını Oku »

İlk Evren

Uzak bir geçmişte evren, temel parçacıkların hüküm sürdüğü çok yüksek sıcaklıkta bir evre yaşadı. Bu döneme dair kuramların testleri elbette ancak dolaylı olarak yapılabilir; çünkü bu testler, kökeni 15 milyar yıldan eskiye dayanan olayların günümüzdeki kalıntılarına dayanır. Uzayın eğriliği ve Evren’in gelecekteki evrimi hala belirsizdir…

Evrenin genişlemesine ve doğal olarak daha sıcak bir dönemin bir nevi fosili olarak yorumlanan izotrop kara cisime ilişkin gözlemler, maddenin değil, ışınımların hakim olduğu bir “İlk Evren” fikrine yol açtı. Böyle bir Evren’i tasvir etmek, günümüzdeki Evren’i tasvir etmekten çok daha farklıdır. Hali hazırda; galaksiler dışı cisimlerin evriminin Evren’in evrimini maskelemesinden tutun da, Evren’deki maddenin yüzde doksanından fazlası görünmez olduğu için bunların doğası hakkında hiçbir şey bilemediğimizden dolayı Evren’in ortalama yoğunluğunu belirlememizi engelleyen “gizli kütle” sorununa dek birçok güçlük günümüz evreninin anatomisini net olarak tanımlamamızı neredeyse imkansız kılarken biz tutup bir de ilk Evren hakkında içimize sinecek bir betimleme yaratmak için fazlasıyla aciz bir pozisyondayız. Nitekim galaksiler arasında basınç bulunmadığını belirten p=0 hal denklemi yerine, saf ışınımla dolu bir ortam için, basınçla yoğunluk arasında kurulacak p=dc2/3 (basınç eşittir yoğunluk çarpı ışık hızının karesi bölü 3) bağıntısını göz önüne almak gerekir.

Dolayısıyla, enerji yoğunluğunun değişiminde Evren’in R yarıçapının bir fonksiyonu olarak, madde yoğunluğu için kullanılan 1/R3 (1 bölü yarıçapın küpü) oranı değil, 1/R4 oranı geçerlidir. Ayrıca, ilk Evren’in evrimi konusunda önemli ölçüde basitleştirilen bir sonuç ortaya çıkar: Geometrisi ne olursa olsun ((küresel, yassı veya hiperbolik) Evren’in yarıçapı zamanın karekökü oranında değişir; oysa sıcaklık daima 1/R oranında değişir. Dolayısıyla, geçmişe doğru gidildikçe sıcaklık sınırsız olarak artar. Biçimlenmiş maddeyle dolu günümüz evreniyle hiçbir şekilde karşılaştırılamayan bu ilk Evren’in davranış biçimi,bu olgulardan kaynaklanır. Gerçekte, yaklaşık 3000 Kelvin’lik bir sıcaklığa ulaşıldığında atomları oluşturan elektronların ve çekirdeklerin bağı kopmaya başlar; bu sıcaklığın üstünde iyonlaşma gerçekleşir; çekirdekler ve elektronlar birbirlerinden ayrılarak, bir parçacıklar gazı (plazma) oluşturur. Oysa, tanıdığımız biçimiyle düzenlenen madde, özelliklerini atomsal yapısından alır ve sıcaklık 10.000 Kelvin’i aştığında madde yok olur. Daha yüksek sıcaklıklarda çekirdeklerin varlığı konusunda da benzer bir eşik olayı ortaya çıkar. Buna karşılık, her parçacığa özgü bir eşik sıcaklığının üstünde, ışımadan kaynaklanan çiftler halinde, belli sayıda temel parçacık oluşabilir.

İlk Evren durmaksızın değişim halinde olan bir dünyadır ve zaman içinde hızla soğuması yüzünden bileşimi sürekli değişir.

Yazar: Aycan Bolazar

www.derki.com

Be the first to like this post.

kaynak

Devamını Oku »

Kabala ve Sufizm

Amerikalı Musevî araştırmacı Thomas Block’un şok tezi: “Kabalistler 12. ve 13. yüzyılda sûfîlerin düşüncelerini aldılar ve bunları kendi mistisizmlerine yerleştirdiler. Daha sonraki asırların Musevîleriyse bunları kendi geleneksel düşünceleri olarak benimsediler.” 

Thomas Block’un Amerika ve Türkiye’de aynı anda yayımlanan kitabı beraberinde büyük tartışmaları da getirecek gibi görünüyor. “Şalom-Selam: Gizemli Bir Kardeşliğin Öyküsü” kitabının kendisi de Musevî olan yazarı Thomas Block’a göre Musevî Kabala mistisizmi Müslüman sûfîlerin öğretileri üzerine kuruldu. 10 yıl önce giriştiği araştırmanın sonunda Thomas Block karşılaştığı tarihi realiteyi kitabında şu sözlerle anlatıyor: “Ortaçağ’daki bir iki münferit etkileşiminden ziyade çok az bilinen akademik yayınlarda İslam mutasavvıflarını ve düşünürlerini inceleyip onların fikirlerini benimsemiş Musevî gizemcileri ve düşünürleri içeren tozlanmaya yüz tutmuş birçok makaleyle karşılaştım. Solmaya yüz tutmuş sayfalarda yazılı son okumaları da bitirip notlarıma baktığımda İslam’ın başlangıcından bugünkü Musevi ayinleri ve tefekkür uygulamalarına kadarki süreçte İslam tasavvufunun Musevi düşüncesi ve uygulamalarının gelişimine hiç aralıksız etki ettiğini buldum.” Block’un deyişiyle “Kabalistler 12. ve 13. yüzyılda sûfîlerin düşüncelerini aldılar ve bunları kendi mistisizmlerine yerleştirdiler. Daha sonraki asırların Musevîleriyse bunları kendi geleneksel düşünceleri olarak benimsediler”. Block’un şu satırları bir anlamda araştırmasını da özetliyor: “Kabala’nın temel nazariyatı bile İslam tasavvufunun ilk dönemlerinden ilham almıştır.” Thomas Block’u İstanbul’da yakaladık ve olay yaratacak kitabını konuştuk.

*Kitabınızın temel tezi nedir? Sizi böyle bir konuyu araştırmaya sürükleyen ne oldu?

Henüz 11 yıl öncesine kadar sûfîzm hakkında hiçbir şey bilmiyordum. O dönemde İdris Şah’ın “Sûfîler” kitabını okudum. Bu kitapta İslam tasavvufunun yanı sıra Orta Çağ’daki Musevî mistisizminden de bahsediyordu. Bir Musevî olarak bu kitap oldukça ilgimi çekti. Bu kitapta diğer alanlarla beraber Musevî ve Müslümanların mistik alanlarda da birlikte çalışmalarına örnekler veriliyordu. Neticede bu benim için inanılmaz bir şeydi zira benim bildiğim kadarıyla bu iki topluluk arasındaki ilişkiler 1300 yıldır oldukça kötü bir durum arz ediyordu. Bu konuda daha çok okumaya, daha fazla bilgi bulmaya karar verdim. Başlangıçta bu konuda bilgi toplamak oldukça zor oldu. Amerikan Kongre Kütüphanesi gibi yayınlanan bütün ciddi kitapların bulunduğu muazzam bir kaynaktaki eski çalışmaları taradım. Böylelikle Musevîlerin 1000 yıl boyunca sûfî düşünceleriyle çalışıp dinimizi ve mistik düşüncemizi yenilediklerini gördüm. Orta Doğu’da uzun zamandır yaşanan çatışmayı gördüğüm zaman bu durum bana inanılmaz çarpıcı ve önemli göründü. Böylece 10 yıl önce bu kitabı yazmaya başladım ve ancak bitirdim.

*Kişisel inancınızı öğrenebilir miyim?

Ben Musevîyim ve maneviyatçı yollara inancım oldukça güçlü. Kurumsallaşmış inançlardan pek hoşlanmıyorum ama insan kalbini öne çıkaran, mistik yolları tercih ediyorum.

*Kitabınızda Musevî sûfîlerden bahsediyorsunuz. Müslümanlarla Musevîler arasındaki bu dini ve mistik etkileşimin tarihi içerisinde size en çarpıcı gelen ne oldu?

Büyük Musevî düşünürü Abraham Meymunides’in, mükemmel bir “Musevî sûfîsi” olduğunu söyleyebilirim. Pek çok görüşünü İslam sûfîlerinden almıştı ve sinagoglarda sûfîler gibi ibadet ederdi. Üstelik Meymunides, Arap dünyasındaki en büyük Musevî’ydi. Onun gibi Musevîlerin yüzde 90’ı yüzlerce yıl Müslüman hâkimiyetinde yaşadılar. Bu coğrafyada adeta “Musevîliğin büyük müftüsü” idi. Benim tabirimle Musevî bir sûfîydi. Üstelik bu görüşlerini yazdığı mektuplarla bütün dünyaya da yaydı. Abraham kendi çağdaş Musevi geleneğini hayata geçirmek için yüzünü Sûfî modeline döndü. Onun bu durumu maalesef tarihlerde gözden kaçırılmış çok önemli bir noktadır. Bugün Ortaçağ’daki Musevî mistisizmini okuyan bir insan, kitaplarda Müslümanlardan bahseden tek kelimeye rastlamaz. Bence bu resmen bir suçtur. Çünkü durumun öyle olmadığı tarihte çok açıktır. Bir başka Kabalisti daha örnek verebilirim. 13. yy Kabalacısı Abraham Abulafia da sûfîlerden çok derin ve rafine düşünceler aldı. Bunlar Musevî mistisizminde günümüzde de geçerli olan düşüncelerdir ancak Musevîler bunları Müslümanlardan aldıklarını kabul etmez, kendilerine mal ederler. Oysa tanrı ve ibadetlere yaklaşımla ilgili bu fikirler 13. yüzyılda benimsendikleri zaman Musevîler için tamamen yeni şeylerdi. Şimdi insanlar tarihe başka gözlüklerle, günümüzün gözüyle ve politik baktıkları için bunları görmek istemiyorlar.

*Kabala o yüzyıllarda İslam’dan çok şey aldı diyorsunuz? Kabala mistisizmi daha önce var mıydı?

Kabala geleneği 12. yüzyıldan beri mevcut. İslam’dan önce Talmud geleneğinin olduğu daha önceki dönemlerde de bazı fikirler vardı ancak bunlar zamanla kaybolmuştu. Ancak 7. ve 8. yüzyıllarda da Müslüman sûfîler eski peygamberlerden, İbrani gelenekten de beslenmişlerdi. Yani karşılıklı bir etkileşim oldu. Ama Kabala asıl 12. ve 13. yüzyıllarda oluşmaya başladı.

*Mutasavvıfların fikirlerinden beslenen başka Musevî din adamlarından da bahsedebilir misiniz?

Örneğin Musevîlik mistisizminin son büyük üstadı Baal Şem Tov’un 1700’lerde Doğu Avrupa’da Hasidi ibadeti geliştirdiği sıralarda İslam bu yeni Musevi gizemci hareketin oluşumunda oldukça etkili oldu. Ama o cazibesine kapıldığı kendinden önceki asır Kabalistlerinin düşüncelerinin İslam’dan alındığını bilmiyordu. Bir diğer örnekse Sabetay Sevi… Sabetay Sevi’nin düşünceleri Avrupa’da pek çok haham üzerinde etkili oldu. Baal Shem Tov üzerinde doğrudan etkisi olan Sabetay Sevi, din değiştirmiş Sebatay Sevi’dir. Sevi, tamamen Musevi bir sûfîdir. Bir elinde Kur’an, diğerinde Tevrat olduğu ifade edilir. 12. yüzyılın tanınmış Sefarad şair ve düşünürlerinden Judah Halevi de rehberlik için yüzünü sûfîlere dönenlerden. Endülüslü Moses İbn Ezra da Arap dilinden ve İslami düşünceden etkilenenlerden.

Kaynak: www.derki.com

Be the first to like this post.

kaynak

Devamını Oku »

12 Şubat 2012 Pazar

Mutluluğa Götüren 10 Formül

1-Önce kendinize güvenin.Özgüveniniz tamsa korkularınızı daha kolay yener ve karşınıza çıkan engelleri daha çabuk aşarsınız.
2-Başkalarını eleştirmek yerine kendinize karşı dürüst olun ve kendinizdeki eksikleri tamamlayın.
3-Karşınızdakini suçlamak yerine kendi sorumluluklarınızın farkına varın.Kimsenin sorumluluğunu taşımayın,üstünüze almayın.Sorumluluklarını fark ettirin.
4-Sınırlarınızı çizin.Neleri kendi iyiliğiniz için ve başkaları adına da yapıp yapamayacağınızda kararlı olun,uygulayın ve bunda tutarlı olun.Karşınızdaki için yapacağınız şeyi kendinizden taviz vererek değil sevgiyle yapın.
5-Sizin için değerli olan,sevdiğiniz kişileri destekleyin,onurlandırın,teşekkür edin.Sevgi ve şefkatinizi gösterin.Oldukları gibi kabul edin.Kendinizi onların yerine koyun,onları anlamaya yönelin ve gerektiğinde de affedin.
6-Kendinize olan özsaygınızdan ödün vermeyin ve başkalarının da kişiliğine, yaşadığı hayata, düşünce ve duygularına saygı gösterin.
7-Ne için ve nelere göre yaşadığınızın hep farkında olun.Diğer bir deyişle özdeğerlerinizi bilin ve bu değerlerinizi baz alarak yaşayın.
8-Kendinizi ve yaşamınızı önemseyin.Kendinizi ikinci plana atmayın.Kimseye bağımlı olmayın.Kendinize yetmeyi öğrenin ve sadece kendi varoluşunuzla da mutlu olmanın keyfine varın.
9-Başkalarından beklentilerinizi en düşük seviyede tutun.Hakkınız olanı,sizin için iyi olanı istemekten de çekinmeyin ve bunu alçakgönüllülükle yapın.Karşınızdakine sevgi ve şefkatle vermeyi de bilin.
10-Sık sık geçmişi yaşayarak,düşünerek ve gelecekle ilgili büyük beklentiler yaratarak yaşadığınız an'ı kaçırmayın.An 'ın gereklerini yerine getirin ve yaşayın ki gelecek sizi ödüllendirsin.
Sevginin gücüyle yaşayın.
Esra Işık
Devamını Oku »

Öğüt Bayat Ekmek midir?

Özdemir Asaf der ki:”Öğüt zamanında taze yenmemiş bir ekmeği başkasına bayat yedirme denemesidir.” “Öğüt” şiirinde de şöyle der:
“Okulda, anladıkça başaracaksın
Yaşamda, başardıkça anlayacaksın
Gelecek mutlu-mutsuz, inanmasan da;
Gözlerin yaşardıkça anlayacaksın.”

İnsan en kolay yaşayarak öğrenir. Gençken daha çok alan, yaşlandıkça veren tarafında olduğumuz öğüt ve nasihatlerin işe yarama ihtimalleri azdır bu nedenle. Bunu çoğumuz biliriz, hissederiz ama bize göre daha deneyimsiz olduğunu düşündüğümüz birine öğüt vermeden durabilenimiz de yok denecek kadar azdır. Oysa her öğüt vereni dinlemek ve her verilen öğüdü uygulamak gerekmese de bazen bir öğüt bir şeylere ilaç olabiliyor. Yaşanmışlıklardan, deneyimlerden süzülmüş bilgiler gün gelip işimize yarayabiliyor. Birazdan vereceğim öğütlere yol yapmaya çalıştığımı fark etmişsinizdir. Aklıma geleni geldiği gibi yazdım. Bir önem sırası yapmadım. Hepsini okumasanız da bir göz atın derim. Belki biri bir gün sizin de işinize yarar kim bilir.

Ellerinize çok iyi bakın. Özellikle orta yaşınızdan sonra ellerinizi yoran ne varsa azaltın. Başparmağınıza hele gözünüz gibi bakın. O olmadan eliniz işe yaramaz hale geliyor.Ne olur kapınızın önüne terlik, ayakkabı bırakmayın. İçeride koyacak yer sıkıntınız varsa bir sepet edinin içine koyun. Koridorda gazete kâğıdı üzerine yan yana da dizmeyin yani.Ayran gönüllü de olmayın, maymun iştahlı da.Hayatta her ne yapıyor olursanız olun yanına mutlaka en az bir hobi ekleyin. Bir müzik aleti çalmak olsun, balık tutmak olsun, fotoğraf çekmek olsun, bulun bir şeyler. Makrame yapmak bile olur. Önemli olan rutininizin dışında bir şeyler yapmak.Olabildiğince ve olabildiği kadar yardım edin insanlara, hayvanlara. Karşılık beklemeden, içinizden gelerek yapın bunu. Çok bir şey yapmak şart değil. Sokağınızdaki köpeğe bir öğün yemek vermek, alışveriş yaparken kapının önünde mendil satan çocuğa bir çikolata almak bile olur.Hoşgörü lafından sıkıldınız belki ama vallahi önemli. Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına yapmayın en azından.Güneş alan bir pencere önünüz varsa birkaç çiçek koyun oraya. Neşe verir hem size hem evinize.Köşeye sıkıştığınızda çekip gitmekten korkmayın. İşiniz olur, eviniz olur, evliliğiniz olur fark etmez. Hapishaneye dönüşen ne varsa koparıp atmak için cesaret gösterin. Bir hayatınız var unutmayın.Ağlamak ruhun yıkanmasıdır. Ağlamaktan kaçınmayın.Ailenize zaman ayırın mutlaka. Çocuğunuz varsa birlikte zaman geçirmeyi her şeyden çok önemseyin. Sadece onunla olduğunuzu hissettirecek on dakika bile mucizeler yaratır. Özel günlerde büyük aile masaları kurun, kim ne seviyorsa donatın onlarla masanızı.Saçınızda beyazlar başlamışsa boya yerine kına yapın. Normal kına uzun zaman alıyor derseniz Hint kınalarını deneyin. Normal kına değilse de boyadan daha hayırlı.Birkaç sayfa bile olsa her gün kitap okuyun. Küçük de olsa bir kütüphane evinizin bir köşesinde olsun mutlaka. Şiir kitabı da olsun kütüphanenizde bir tane bile olsa. Hatta birkaç şiir ezberleyin yeri gelince okursunuz eşe dosta karizmanız cilalanır.TV kölesi olmayın diyeceğim ama yapar mısınız bilmem?Sinemaya yılda hiç değilse birkaç defa gitmeye çalışın. “Film sinemada izlenir” derler ve doğrudur hakikaten. Tiyatroya hiç gitmemiş çok insan biliyorum imkânı olduğu halde. Meşrebine uygun olmayan oyun deneyimlerinden sonra silmiş tiyatroyu hayatından bazıları da. Devlet tiyatrolarında sinemanın yarı fiyatına onlarca oyun sahneleniyor. Biri size tat verecektir mutlaka.Kötü anlatsanız bile birkaç fıkra bilin ve çekinmeden anlatın.Dostlarınız varsa şanslısınız. Sayısı çok olmasa da olur. Arkadaşlarınız biraz daha çok olabilir sayı olarak. “Diğerleri” diyebileceğimiz başka insanlar da olsun hayatınızda. Her insan, her ilişki bir şey katar size.Zamanı hiç hafife almayın. Çok hızlı geçiyor zira.Sağlık haberleri bombardımanından siz de sıkılmadınız mı? Her yazılanı, söyleneni yapacağım diye kendinizi paralamayın. Katkılı olduğu kesin olan şeylerden uzak durun. Kilonuzu makul seviyelerde tutun. En önemlisi kafanızı arada boşaltıp kendinizi şarj edin. Sahil kenarında yürümek, meditasyon yapmak, birkaç arkadaşla buluşup dertleşmek, size ne iyi gelecekse yani, yapın. Biriktirip stresinizi altından kalkamayacağınız hale getirmeyin.Kartvizitlere değil tevazuya, içtenliğe, doğallığa, samimiyete önem verin.Mutlaka yemek yapmayı öğrenin. Yağda yumurta, makarna bile olur. Bunları yapamayan çok insan evladı var biliyorum.Korkularınızla, fobilerinizle savaşın. Üzerine gidin, hafife almaya çalışın. Ben köpek korkumu küçük bir köpek yavrusunu büyüterek atlattım. Uçak korkumu da halledeceğim hayırlısıyla:))Arada kendinizle baş başa kalın. Hatta yapabiliyorsanız dışarıdan hiçbir uyarıcı olmadan sessiz bir ortamda kendinizi dinleyin sadece. Kendinizden duyacağınız ilginç şeylere de hazırlıklı olun, şaşırmayın.Yaşlı insanlara ailenizde olsun olmasın saygıda kusur etmeyin. Şanslıysanız siz de onlar gibi olacaksınız unutmayın. Yolda, izde zor durumda kaldıklarında elinizi uzatmayı ihmal etmeyin.Yedibahar diye bir baharattan haberiniz var mı? Ben yeni keşfettim. Özellikle tavuk yemeklerine kullanın. Müthiş farklılaştırıyor, lezzet veriyor.

Epey olmuş öğütlerim. Biri olsun anlamlı gelirse birinize ne mutlu bana...


kaynak

Devamını Oku »

Etiketler

acı affetme Affetmek aile akıl Alglamada Anlatm Aramak ARINMA Aroma Astroloji Astrolojik Aynalar Bahar başkaları Bayram beden Beden dili Bedensiz BEREKET beyin Beyinde Beyni Beynin Beyniniz bilgi bilim bilimsel bilinci Bilincine bilinçaltı Bilmek birey Bitkisel bolluk BOLUK Burak cümle çekim dalga damla Davet Deerlerimizin degerli Deniz Depresyonun DERSLER Detoks Dikkat Dilek Disgrafi Disleksi düşünce Egoist egzersiz EGZERSZ ekmek eleştiri. öfke emsimizi enerji Enerjilerinin Epifiz Eruhunuzu evlilik evren fayda FAYDALANMAK FAYDALARI Felsefe fizik fiziksel Fregoli frekans garip GCJoseph Gcyle geçmiş Gelecek geliim gerçek GERDE gerilim Gidecek Gizemli gizli güven güzel harika Hasta hastalık Hastalklar Hayal Hayallerinizin hayat Hayata HAYIRLI Hikaye Hiperaktivite Hipnozu hissederim Holografik Hologram Hoşgörü hoşgörüsüzlük huzur huzurlu Illuminati ilâc ileti İletişim inanç insan insanlar Kabala Kadim kaos Karanlk kavga kelime Kelimeler Klasik korku Korkular KORUMA Korunma Kristaller kuantum Kuantum Fiziği kurallar Kyamet liste LKLERMZ madde Makbul MEKTUP Melek Merak Mevlana Mevlanann Mezar Mftolunun Moloküler mucize Mucizeleri MUTSUZ NAMASTE Nazar Nefret neşe Niyet ODAKLANMA Okuma Okyanus olacaksn olumlama olumlamas olumlu olumsuz para paralel Paranormal Patolojik Peeling Peinden pozitif POZTF Pratik PRATK PROGRAMLAMA Psikoloji psikolojik Quantum Düşünce Rahat RAHATSIZLIIMIZ refah Reformist Romantik ruh Ruhsal sağlık Sanat seniz sevgi sıkıntı sistem Sonsuz sorumsuzluk sorun sorunlar Stres Sufizm suyun şifa şükretme tabiat tedavi Tehlikeli teori Terapi tesadüf toplum Uymasn üzüntü zaman Zarar zeka zellikleri zenginlik zerine zihinsel