28 Eylül 2013 Cumartesi

Beyni Genç ve Zinde Tutmanın Yolları

Terleyin: Egzersiz, verimli çalışmak için bol oksijene ihtiyaç duyan beyin hücrelerinin gıdası gibidir. Böylece beynin öğrenme ve hatırlama becerisi güçlenir.

Balık yiyin: Yüksek Omega-3 içeren sardalya ve ton gibi yağlı balıkları tüketmek zekayı attırır.

Konsantrasyon ve okuma yeteneğini geliştirir. B vitamini ve protein açısından zengin besinler de seratonin içerdiği için beyindeki iletişim hızlanır.

Lavanta koklayın: Lavanta kokusu işe konsantrasyonu artırır. Özellikle öğle aralarında, çalışmaya başlamadan önce lavanta koklayın.

Mola verin: Uzun ve aralıksız çalışma saatleri ters etki yaparak beynin verimini düşürür. Araştırmalar her 40 dakikalık çalışmadan sonra 20 dakikalık ara vermenin, sonraki 40 dakikaya hazırlanmak için gerekli olduğunu savunuyor.

İyi bir uyku çekin: Gece 7-8 saatlik uyku beyin performansını en üste taşır. Ayrıca gün ortasında 30 dakikalık bir kestirme beynin şarj olmasını sağlar.

Sakız çiğneyin: Sakız çiğneme beyne giden kanı yüzde 20 artırıyor. Böylece hafızayı kuvvetlendirip, stresi azaltıyor.

Su için: Yüzde 80’i su içeren beynimiz su içmediğimizde küçülüyor. Bu sebepten her gün 1.5- 2 litre arasında su içmek gerekiyor.

Kırmızıya bakmayın: Kırmızı görmek özellikle sınavda başarıyı düşürüyor ve öğrencide motivasyon düşüklüğü yaratıyor.

Seks yapın: Orgazmla sonuçlanan bir seks veya hamilelik süreci, kadınların beyinlerindeki prolaktin hormonunun ve beyin hücrelerinin artmasını sağlıyor.

Sıcak çikolata için: Yatmadan önce içilecek bir bardak sıcak çikolata zekayı artırıyor. Kakao özellikle yaşlıların zihnini açıyor.

Rahatlayın: Rahat bir yere oturup gözlerinizi kapayın ve ayaklarınızdan boynunuza kadar tek tek kaslarınızın gevşediğini hissedin. Gerginliği atmak, sınavdaki başarınızı yükseltecektir.

Yetenek geliştirin: 6 yaş grubu üzerinde yapılan araştırmalara göre müzik ve resim gibi konularda eğitim gören çocukların IQ’ları daha yüksek oluyor.

Sınırlı teknoloji: SMS ve e-mail’i fazla kullanmak ve çok televizyon seyretmek zeka seviyesini düşürüyor.

Beyin jimnastiği yapın: Akıl oyunları oynayarak, bulmaca ve zeka testleri çözerek beyninizi zinde tutabilirsiniz.

Alkol almayın: Alkol beyin hücrelerini öldürerek, öğrenme ve hafıza bölgesine zarar verir.

Gelen Aramalar: genç beyin gidası,hafızayı zihni ve beyni kuvvetlendiren ayetler,murat dinçer çekin Tags: alkol, beyin, hafıza, manset, uyku

Category: Hafıza / Beyin, Kişisel Gelişim


Kaynak

Devamını Oku »

27 Eylül 2013 Cuma

Twitter bir baş belası mı?

Bu açıklamanın ardından AKP’li Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, Twitter’ı bıraktığını duyurdu. Gökçek, takipçi sayısı 500 bine ulaştığı zaman Twitter’ı bırakmayı kendisine bir hedef olarak çok önceden koyduğunu söylüyor, fakat bu kararın zamanlaması hakkında muhalif çevreler farklı düşünüyor.

Protestocuların birbirleriyle iletişime geçmesinde ve gösterilerin düzenlenmesinde Twitter’ın rolü olduğu kesin. Ama Twitter ya da Facebook gibi sosyal medya platformları bir baş belası mı, değil mi? Erdoğan’ın bu çıkışını Ankara merkezli gazeteci ve sosyal medya şirketi yöneticisi Emrah Güler’le tartıştık.

Başbakan Erdoğan’ın protestolar karşısında verdiği ilk tepkilerden birinde sosyal medyayı suçlaması sizi şaşırttı mı?

“İnternetin yasaklanması hiç yabancı olduğumuz bir konu değil. “

Emrah Güler

Tavır olarak şaşırtıcı değil. Son bir-iki yıldır Başbakan Erdoğan’ın kendi görüşünden farklı olanları en iyi ihtimalle dinlemediğini, en kötü ihtimalle de kızgın bir baba edasıyla ötekileştirdiğini gözlemliyoruz.

Bugüne kadar kendisine karşı düzenlenen bu en büyük ayaklanmada birini suçlamasını normal buluyorum; bu suçlamanın Twitter’ı hedeflemesi de normal. Belirli bir kitleye ulaşmasını ya da ulaşmamasını istediği bilgi akışı son günlerde tamamen kendi kontrolünden çıkmış durumda.

Burada ilginç olan durum, Başbakan Erdoğan’ın Arap Baharı yaşanırıken -örneğin Mısır’daki ayaklanmalar sırasında- kendi Twitter hesabından sosyal medya ile başlayan ve şekillenen Arap devrimini övmüş olması. Cumhurbaşkanı Gül’ün de benzer bir twitter mesajı var. ”Kapalı rejimlerde yeni iletişim biçimlerini dikkate almamız gerektiğini” överek söyleyerek açıklamaları var…

Başbakan Erdoğan Twitter hakkında ”Yalanın daniskası burada.” diyor. Gezi Parkı’nda başlayıp ülke geneline yayılan protesto eylemleri esnasında Twitter’da gerçekten aslı olmayan çok sayıda iddia, yalan haber dolaştı. Polisin öldürdüğü iddia edilen insanların sahte fotoğrafları yayıldı, ya da direnişi canlı tutmak için ”protestolar 48 saat sürerse hükümet istifa etmek zorunda kalacak” yalanı dolaştı. Hatta Twitter yalanları diye bir site Türkiye’de dolaşıma sokulan bu kışkırtıcı mesajları bir arada topluyor. Sosyal medyanın provokatif bir yönü yok mu?

Fakat bence ilginç olan şu: Son iki gündeki olayları bir kaynama noktası olarak düşünürsek, bundan önce bir-iki yıldır bir kaynama sürecinin içindeydik ve bu dönemde sosyal medyada insanlar ideolojik olarak birbirlerine saldırıyor, hatta nefret suçu kapsamına girebilecek söylemlere giriyorlardı.

Oysa çok şaşırtıcı şekilde son birkaç günlük süreçte, prokakasyon minimumdaydı ve Erdoğan muhalifleri bilgi çöplüğüne karşı önlemler almaya büyük özen gösterdi. Birkaç saat içinde yanlış bilgileri toparlayıcı web siteleri ortaya çıktı.

Cumartesi akşamına kadar devam eden bilgi karmaşası, Twitter kullanıcılarının ortak çalışmasıyla bir süzgeçten geçirildi. Bence etkileyici olan, bütün bu süreçte Erdoğan karşıtı sosyal medya kullanıcılarının sürekli birbirlerine ”şiddet kullanmayın, belirli bir ideolojiyi ya da bir partiyi savunmayın, protestolardan sonra çevreyi temizleyin” türü mesajlar atması.

Ayrıca, Başbakan Erdoğan’ın Twitter’a baş belası demesine rağmen, Twitter’da uzunca bir süre boyunca mesaj trafiğinde ağırlığını koyan taraf bizzat Başbakan’ın destekçileriydi; Twitter’da ”trending topic” olmaya onlar da gayret gösteriyor ve başarılı da oluyorlardı.

Türkiye’de sosyal medyanın, internetin çok rahat bir şekilde yasaklanması hiç yabancı olduğumuz bir konu değil. YouTube’a iki hafta boyunca erişim yasaklandı. Hükümet bazı blog’lara kızdığı için bütün blog’ları yasakladı. Çeşitli web siteleri birkaç gün içinde çıkan kararlarla yasaklanıyor. Ve Twitter’ı, Facebook’u yasaklamaları da çok uzak bir ihtimal değil.

Fakat şöyle bir durum var bu sefer. İnsanlar şunu görmeye başladı; ki bence hükümet de bunu görüyor. İnternet denen şeyi kapıdan kovarlarsa bacadan giriyor, bacadan kovarlarsa pencereden giriyor. Protestolar sırasında da internete erişimi engellemeye çalıştılar ama göstericiler wi-fi şifrelerini paylaşarak, şu ya da bu programı indirebilirsiniz diye birbirini bilgilendirerek karşı önlemler aldı. Bu önemli bir nokta.

İkincisi, sosyal medya son üç yılda Türkiye’de ekonominin çok önemli bir parçası haline dönüştü. Banka gibi büyük kurumlardan tutun lokantalara, otellere, sivil toplum örgütlerine ve yerel yönetimlere değin artık herkes sosyal medyayı hem kendi iletişim stratejileri için, hem de türlü operasyonları için etkin bir şekilde kullanıyor.

Büyük para kaynakları ciddi şekilde sosyal medyanın ekmeğini yiyor. Bu ekonomik faktör, Facebook’un ya da Twitter’ın yasaklanmasının o kadar kolay olmayacağının bir göstergesi bence.

Kaynak: BBC Türkçe

Tags: Başbakan Erdoğan, facebook, Gezi Parkı, Gezi Parkı eylemleri, manset, protesto, SOSYAL MEDYA, Twitter

Category: Başarı Haber, Psikoloji, Psikoloji Yazıları


Kaynak

Devamını Oku »

25 Eylül 2013 Çarşamba

10-16 Haziran Haftası Burç Yorumları..

10-16 HAZİRAN HAFTASI..

Haftaya  sürtüşme zıtlık ve çekişme enerjileriyle giriyoruz.Mantığımız ve duygularımız arasında dengeyi bulma konusunda zorlanabiliriz.Yeni seçim ve kararlarımızı dikkatlice gözden geçirip hafta ortasından sonraki günlerde  aktifleştirebiliriz.Fiziksel görünümde değişim,estetik,dekorasyon konularında değişimler için Cuma ve sonrası günleri değerlendirelim.Özel ilişkilerde şüphe güvensizlik enerjisi ani bitiş kopma ve stres yaratabilir DİKKAT ! Ön planda olma fikirlerimizi çok hevesli ortaya koyma arzumuz yüksek,karşıt ve zıt fikirlerle tartışma güç çekişmeleri rekabet yaratabilir,yanlış anlama anlaşılma ve yanılmalara da açığız..Genel olarak özel ve sosyal ilişkilerimizde iletişimimizde sert rüzgarların eseceği bir hafta.Empati,hoşgörü,anlayış enerjilerini ön plana çıkarmamız gereken bir süreçteyiz..

‘’Savaşım aslında kendimle bakmayın kavga ettiğime herkesle,gözyaşlarıma da izin vereceğim içimdeki alevi serinleterek söndüreceğim temizleyeceğim tüm benlerimi,sonra yeniden doğacayım temiz ve aydınlanmış olarak’’

Haftanın Burçlara Göre Değerlendirmesi..

KOÇ ; Koçlar haftaya aile ve iş konularında değişim enerjisiyle giriş yapıyorlar.Hafta ortasına kadar gergin ve stresli hissedebilirler,porton ve yönetici kişilerle çekişme zıtlaşma,aile bireyleriyle de gerginlik yaşayabilirler.Duygusal çıkışlara açık olacakları birkaç gün önemli karar ve girişimlerini gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum.Ev taşınma değişim alım satım konularını Cuma ve sonrası günler de değerlendirebilirler.Çarşamba-Cuma öğle saatlerine kadar aşk ve ilişkiler de şanslılar yeni bir aşka yelken açabilir,yada var olan ilişkilerini güçlendirebilirler.Sosyal organizasyonlar da yer alabilir ayrıca sahne becerilerini geliştirebilirler,sportif aktiviteler ve hobilerini geliştirebilirler.Yakın yerlere seyahatler ve yakın çevre ilişkileri hafta genelinde ön planda olacak.Hafta sonu gündelik işler öne çıkıyor,çalışma koşullarıyla ilgili yeni düzenlemeler yapabilirler..

BOĞA ; Boğalar haftaya yakın çevre ilişkileri seyahatler ve iletişim enerjisiyle giriyorlar.Hafta ortasına kadar yakın sosyal ve özel ilişkilerinde iletişimde sorun ve problemler yaşayabilirler.Parasal maddi konular alacak ve ödemeler hafta geneli gündemlerinde olacak.Çarşamba-Cuma ev yer değişikliği yaşayabilirler.Hafta sonu aşk ve ilişkileri gündemlerinde, sosyal organizasyonlarda yer alabilir hobilerini geliştirebilirler..

İKİZLER ; İkizler haftaya maddi konularla giriş yapıyorlar alacak verecek ve ödemeler konusunda bir takım sıkıntı gerginlik ve stres yaşayabilirler.Hafta geneli kendilerini ifade ve ön plana çıkarma arzuları yüksek olacak,hafta ortasına kadar sözlere dikkat.Çarşamba-Cuma yakın çevre ilişkileri seyahatler ve iletişim konuları hareket kazanacak.Hafta sonu ev yer değişim taşınma alım satım aile konuları ön plana çıkıyor..

YENGEÇ ; Yengeçler haftaya iletişimde hızlı giriyorlar.Özel ve sosyal ilişkilere dikkat,duygusal hassas ve gergin hissedebilirler,duygusal çıkışlara açıklar.Çarşamba-Cuma maddi konular alacak verecek ödemeler ön planda olacak.Hafta sonu yakın çevre ilişkileri,yakın yerlere seyahatler gündemlerinde olacak.Hafta geneli geçmiş sorun ve problemleriyle yüzleşebilir,geçmiş işi bitmemiş ilişkilerde gündemlerinde olabilir..

ASLAN ; Aslanlar haftaya gergin ve stresli girebilirler,geçmiş meseleler ilişkiler ön plana çıkabilir,sözlere ve sağlığa dikkat.Çarşamba-Cuma kendilerini daha dinamik hissedebilirler,fikirlerini ön plana çıkarabilir dikkat çekebilirler.Hafta sonu maddi konular alacak verecek ödemeler ön planlarında olcak gelir giderleriyle ilgili yeni düzenlemeler yapabilirler..

BAŞAK ; Başaklar hafta başı sosyal alanda hizmet edebilir,gurup çalışmalarıyla ön plana çıkabilirler.Arkadaşlarla iletişime dikkat,fikirlerde zıtlık enerjisi çekişme sürtüşme yaratabilir.uzak ve deniz seyahatleri de gündemlerinde.Çarşamba-Cuma içe çekilmek olanı biteni değerlendirmek için yalnız kalmak isteyebilirler,sağlığa da dikkat.Hafta sonu geleceğe yönelik plan ve projelerini yeniden gözden geçirebilir yeni düzenlemeler yapabilirler.Hafta geneli iş ve kariyer konularında yenilik ve değişimler söz konusu..

TERAZİ ; Teraziler haftaya iş ve kariyer konularıyla giriş yapıyorlar.Hafta başı iletişimde sert enerjiler aktif olacak patron ve iş hayatlarındaki yöneticilerle restleşme ve gerginlikler yaşayabilirler,sözlere dikkat.Çarşamba-Cuma grup çalışmalarında yer alabilir,sosyal organizasyonlara katılabilirler,uzak seyahatlerde yapabilirler.Hafta sonu,enerjileri biraz düşebilir,içe çekilmek yalnız kalmak isteyebilirler,sağlığa dikkat.Hafta geneli sosyal ilişkiler eğitim yayıncılık konuları gündemlerinde olacak..

AKREP ; Akrepler haftaya sosyal alandaki iletişimde hızlı giriyorlar,yetme yetişme konusunda sıkıntı yaşayabilirler,hafta başı enerjiler sert olacağından özel ve sosyal ilişkilerde iletişimde sözlere dikkat.Çarşamba-Cuma iş ve kariyer konuları gündemlerinde ekstra yeni işler ve kazançlar geliştirebilirler.Hafta sonu gurup çalışmalarına katılabilir yeni kişiler tanıyabilir,sosyal alanlarını genişletebilirler..

YAY ; Yaylar haftaya başkalarından beklentiler konularında giriş yapabilirler,enerjiler sert olacağından maddi kazançlar ve beklentiler konularında stres ve zorluk yaşayabilirler.Çarşamba-Cuma sosyal alanlarında hareketlilik başlıyor,eğitim yayıncılık ve seyahatler konuları ön plana çıkıyor.Hafta geneli aşk ilişkiler ve ortaklaşa girişecekleri işler konuları gündemlerinde olacak.Hafta sonu iş ve kariyer konularında yeni plan ve projeler geliştirebilir yeni düzenlemeler yapabilirler.Yaylar özel ve sosyal ilişkilerinde hafta geneli sözlere dikkat,yanlış anlama anlaşılma ve yanılma riskleri yüksek..

OĞLAK ; Oğlaklar haftaya özel ve ortaklaşa yapacakları işler konularındaki iletişimle giriyorlar,bir çok oğlak özel ilişkilerinde kopma bitiş yaşayabilirler aşırı şüphe ve güvensizlik duyguları ön planda olacak.Çarşamba-Cuma başkalarıyla birlikte yapacakları işler yada başkalarından maddi beklentileri elde edecekleri kazanımlar ön planda olacak.Hafta sonu sosyal alanları hareket kazanıyor,seyatler,eğitim yayıncılık tanıtım konuları gündemlerinde olacak.Hafta geneli çalışma koşulları iş hayatlarında değişim iş arkadaşlarıyla iletişimleri gündemlerinde..

KOVA ; Kovalar haftaya günlük çalışma koşulları halletmeleri üstesinden gelmeleri konularla giriş yapıyorlar,çarşambaya kadar iş arkadaşları ve patronlarıyla iletişime dikkat,sürtüşme çekişme zıtlık enerjileri agresyon yaratabilir.Çarşamba-Cuma aşk ilişkiler ve ortaklaşa yapacakları işler ön plana çıkıyor.Hafta sonu alacak verecek ödeme ve başkalarından alacakları ön planlarında olacak.Hafta geneli aşk ilişkiler hobiler tanıtım sahne becerileri tanıtım konuları gündemlerinde..

BALIK ; Balıklar haftaya aşk ilişkiler sahne becerileri,tanıtım,sportif faaliyetler,hobiler konularıyla giriş yapıyorlar.Çarşamba –Cuma iş koşulları ve halletmeleri üstesinden gelmeleri konular ön planlarında olacak.Hafta sonu aşk evlilik ortaklaşa girişecekleri işler ve bu konularla ilgili projeler ve düzenlemeler gündemlerinde.Hafta geneli aile iş kariyer konularında değişim ve gelişmeler ön planlarında olacak..

Sağlıklı-keyifli haftalar..


Kaynak

Devamını Oku »

23 Eylül 2013 Pazartesi

Kontrolden Çıkan Sosyal Psikoloji Deneyleri

Bilimde insanlarla deney yapmanın çeşitli riskleri olduğu için deney hayvanları bir alternatiftir, ancak söz konusu olan sosyal psikoloji deneyleri ise konu direk olarak insan olduğu için deney hayvanı kullanma şansı bulunmuyor. Hayvanlar konuşamadığı için ise beyne ya da psikolojiye ait pek çok konuyu araştırmak için insanların birebir kullanılması bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor.

Günümüzde sosyal psikoloji deneyleri katılımcılara zarar vermemek, bir zarar verilse dahi bunu telafi etmek üzerine kurgulansa da geçmişte bu etik kuralların bulunduğunu ya da bulunsa bile bilim insanlarının bu kurallara uymak konusunda çok da hevesli olduklarını söyleyemiyoruz. Ayrıca bazı etkenlerin insanda ne çeşit bir tepki yaratacağını ancak yine deneylerle gözlemlemek mümkün.

Tarihte yoldan çıkarak amaçlanandan farklı bir noktaya sapan, iyi niyetli başlasa da kötü sonuçlar doğuran, katılımcılarına acılar ya da kalıcı ruhsal bozukluklar yaşatan psikoloji ya da sosyal psikoloji deneylerinin ardında kabaca üç nedenin yattığını söyleyebiliriz:

1. Bilim insanının deneyi tasarlarken olabilecekleri ön görememesi, (“Kaş yaparken göz çıkarmak…”)
2. Bilim insanının etik kurallarını, insan ya da hayvan haklarını önemsememesi (“Zafer yolunda her şey mübahtır”)
3. Bilim insanının tezini kanıtlayabilmek için aşırı hırslı davranması ve deneyin başarısızlığının birinci dereceden etkileyeceği kişiler arasında kendisinin bulunmaması. (“El elin eşeğini türkü yakarak ararmış”)
Bu yazımızda katılımcılarına zarar veren ya da tahminlerin çok ötesinde sonuçlar verdiği için yarıda kesilen deneylerden bahsedeceğiz.

Wendell Johnson (F.W. Kent Fotoğraf Kolleksiyonu, Iowa Üniversitesi Kütüphanesi)
Iowa Üniversitesi’nden, kendisi de kekemelikten mustarip olan [1] Wendell Johnson tarafından tasarlanan ve 1939 yılında 5 ila 15 yaş arasındaki 22 yetiştirme yurdu öğrencisiyle gerçekleştirilen deney, deneklerde kalıcı hasar yaratma konusunda akla gelen ilk örneklerden biridir [2].

10'u kekeleyen, 22 öksüz ve yetim çocuğun kontrol ve deney grupları olarak iki gruba bölündüğü çalışmada her iki gruba da diksiyon dersleri verilmiştir. Bir gruba doğru telaffuzlarında pozitif geri besleme verilirken, diğer gruba yaptıkları telaffuz hatalarında dayak atma ve kekeme olduğunun yüzüne vurulması gibi uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Bu 6 aylık çalışmanın sonuçları ortaya korkunç bir manzara çıkarmıştır: Negatif geri besleme alan gruptaki çocuklardan sadece kekeme olanlar değil, normal olanlar dahi hayatları boyunca konuşma güçlüğü çekmişlerdir.

Sonuçları halen Iowa Üniversitesi kütüphanesinde bulunan araştırma, tarihin tozlu sayfalarına gömülü idi. Ancak 2001 yılında California eyaletinde yayınlanan San Jose Mercury News konu hakkında bir makale kaleme aldı. Bu makaleyi ihbar kabul eden savcıların devreye girmesiye deney ulusal bir skandala dönüştü. Haberlerden sonra Iowa Üniversitesi özür diledi, ancak 2005 yılında Iowa yüksek mahkemesi davayı görüştü ve 2007 yılında kalıcı hasara uğramış 6 denek, toplamda 925.000 ABD doları tazminata hak kazandı.

Dava böyle sonuçlanmış, Wendell Johnson ve Iowa Üniversitesi suçlu bulunmuş olsa da bazı meslektaşları Wendell Johnson’ı savunuyorlar. Aslında Johnson saygın bir bilim adamı. Adı böyle bir deneyle tarihe kötü geçmiş olsa da konuşma bozuklukları ve kekemelik tedavisindeki başarılı çalışmaları sebebiyle hala iyi bir şekilde anılıyor. Üniversite’nin savunma zemini ise daha farklı: İnsan kullanılarak yürütülecek deneylerle ilgili Nuremberg Kanunları 1948 yılında yayınlandığından, 1939 yılındaki bu deney o günün kurallarına uygun görünüyor [3].

1963 yılında Yale Üniversitesi’nde Profesör Stanley Milgram tarafından tasarlanan deney insanların belli bir rol altında anonimleşerek kendi kimliklerinden sıyrılacağını ortaya koymayı amaçlıyordu. Denekler gazete ilanları ve posta yoluyla bulundular ve 20 ila 50 yaşlar arasında toplumun her kesiminden erkekler seçildiler [4].

İşbirlikçi “öğrenci”.

Katılımcılara grubun “öğretici” ve “öğrenci” olarak iki gruba bölündüğü bilgisi verildi. Oysa öğrenci tekti ve tüm katılımcılar öğretici olarak görev yapacaktı; tabi ki deneklerin bundan haberleri yoktu. Zira öğrenci bir işbirlikçi idi, ve iyi rol yapabilen bir muhasebeciydi. Denekler, rastgele verilen kağıtlardan “öğretmen” yazanın şans eseri kendilerine geldiğine inandırıldıktan sonra “öğretmen” ve “öğrenci” birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deney gözlemcisi -yine işbirlikçi-, gri bir laboratuvar önlüğü giyen, sert ve hissiz bir biyoloji öğretmeni rolünde idi.

Deney başlamadan önce “öğretmen”e 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak “öğrenci”ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. Öğretmene daha sonra öğrenciye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu. Cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu – aslında elektrik verildikçe çığlık atılan, önceden kaydedilmiş bir kaset aracılığıyla öyle olduğu sanısı veriliyordu-. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra işbirlikçi, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Deneyin sürümlerinden biri, işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi ek bir özellik taşıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette bulunmamaya başlıyordu.

Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ettiler. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başladı, ama bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam etti.

Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine sırasıyla aşağıdaki sözlü uyarılarda bulunuluyordu:

1. Lütfen devam edin.
2. Deney için devam etmeniz gerekiyor.
3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek “zorundasınız”.

Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda uyguladıktan sonra durduruluyordu.

Sizce deneklerden ne kadarı 450 volta kadar çıkmış ve öğrenciyi öldürmeyi, öldürmese bile onu çok büyük acılara maruz bırakmayı göze almıştır? %5? %10? Hatta yarısı?
Milgram, deneyini gerçekleştirmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yapmış ve katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünmüştü. Psikiyatristler ise sadece onbinde 12’sinin (%0,12) 450 volta kadar çıkabileceğini düşünmüşlerdi [5]. Oysa sonuçlar dehşet vericiydi: Bu ilk deneyde 40 denekten 26’sı, yani %65'i deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu -her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da- uygulamışlardı. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi, ancak bir çoğu bunu yapmamıştı. Hatta katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmemişti.

Milgram Deneyi’yle benzer özellikler taşıyan bu deney, California, Palo Alto’da bulunan Cubberley Lisesi’nde, tarih dersi kapsamında gerçekleştirilmiştir. “Nazi Almanyası” konusu kapsamında gerçekleştirilen uygulamanın amacı demokratik toplumların dahi faşizme meyilli olduklarını anlatmayı amaçlamış, ve aslında deneyin sahibi, tarih öğretmeni Ron Jones bir bakıma bunu kanıtlamıştır da.

Jones ilk gün bir kaç basit kural getirmiştir: Ders zili çalmasıyla birlikte öğrenciler 30 saniyede yerlerini alacak, söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacak, söz alırsa söyleyecekleri üç beş kelimeyi geçmeyecek ve her cümlelerinin sonunu “Bay Jones” diye bitireceklerdir.

İkinci gün Jones mevcut sınıfın özel olduğunu belirtmiş, diğerlerinden ayırmış ve disiplinin sağlanmasından sorumlu kılmıştır. Onlara “Üçüncü Dalga” adını veren Jones, bir okyanusun en güçlü dalgasının üçüncü dalga olduğu gibi sahte bir efsane uydurarak ismi anlamlandırmıştır. Bu gruba Nazi selamını öğreten Jones, bu grup öğrencilerinin sadece sınıfta değil, dışarıda dahi birbirlerini bu şekilde selamlamalarını emretmiştir. Öğrenciler bu kurala istisnasız uymuşlardır.

Tarih öğretmeni Jones’un talimatıyla üçüncü günden itibaren “Üçüncü Dalga” üyeleri birbirlerini nazi selamı ile selamlamaya başlamışlardır.

Üçüncü gün Jones deneyin kapsamını büyüterek okula yaymıştır. Gün başında 30 öğrencilik sınıf, 13 katılımcıyla beraber 43'e yükselmiştir. Öğrencilerin hepsi derslerine hevesle sarılmaya başlamış, katılımlarında artış olmuştur. Ron Jones’un konuyla ilgili kendisinin kaleme almış olduğu makalede belirttiğine göre, kimi öğrenciler “İlk defa adam akıllı bir şeyler öğrendiklerini” beyan etmişler ve hatta “Bay Jones, niçin diğer konuları da bize böyle öğretmiyorsunuz?” şeklinde sitem etmişlerdir [6].

Kendilerine bir üye kartı düzenleyen öğrenciler, bir de logo tasarlayarak kurumsallaşmışlardır ve grup üyesi olmayan öğrencileri sınıfa sokmamışlardır. Yeni üye bulma koşul ve kurallarının da belirlendiği üçüncü günün sonunda toplam katılımcı sayısı 200'ü bulmuştur. Gün içerisinde bazı grup üyeleri diğer grup üyelerini kurallara uymadıkları gerekçesiyle jurnallemeye başlamışlardır.

Dördüncü gün Jones, öğrencilerin projeye haddinden fazla dahil olduklarını, disiplin kurallarına görülmemiş bir liyakatle bağlandıklarını farkedince, olayların kontrolden çıkacağını sezerek deneyi durdurmuştur ancak bunu yaparken, bu hareketin ulusal bir hareket olduğunu, ertesi gün, yani cuma günü başbakanlıktan bir açıklama yapılacağını belirterek yapmıştır. Ertesi gün vaat ettiği gibi sınıfa bir televizyon getiren Jones, bir kaç dakika karıncalı ekran izlettikten sonra gerçeği açıklamış, bunun Nazi Rejimi dersi kapsamında faşizmi anlatmak için yaptığını belirtmiş, hemen ardından bir Nazi belgeseli izleterek amacını doğrulamıştır.

Çocukların olayı velilerine söylemesinden sonra gerçekleşenler ilginçtir: Bir haham (konu Nazi Almanyası olduğunda yahudi olan ABD vatandaşları daha hassastırlar) velilerin kaygılarını iletmek için Jones’u aramışlardır. Jones amacını anlattıktan sonra haham velilerin kaygılarını giderme sözü vermiş hatta deneyin bir parçası olmuştur [6].

En nihayetinde deney sonlanmış ve deneyin okul yönetimince duyulmasından sonra Jones çalıştığı okuldan kovulmuştur ama kovulma gerekçesinin bu deney olduğu resmi olarak belirtilmemiştir [7].

Ron Jones’un Üçüncü Dalga deneyi, 2008 yılında Alman yapımı “Die Welle” adlı filmde işlenerek beyaz perdeye aktarılmıştır.

Zimbardo deneyi, beyaz perdeye de farklı şekillerde yansımış olan bir deneyi konu alır. 1971 yılında Stanford Üniversitesi ve ABD Deniz Kuvvetleri ile ortaklaşa gerçekleştirilen bu deneyi kabaca özetlersek, hiçbir psikolojik sorunu bulunmayan sıradan insanların bir deney için hapishane ortamına sokulmaları ve gardiyan ve mahkum olarak ikiye bölünmeleri sonrasında neler olduğunu incelemiştir. Asıl amaç kişilerin sosyal rollerine nasıl ve ne kadar kolay uyum sağladıklarını gözlemleyebilmektir ancak çok başka sonuçlar doğurmuştur.

2001 yılı Alman yapımı “Das Experiment” filmi Stanford Hapishane Deneyi’nde yaşananları konu almaktaydı. Ancak yukarıdaki fotoğraflar gerçek deneyden… (12)

Stanford Üniversitesi’ne ait bir binanın altında kurulan hapishane benzeri odalarda gerçekleştirilen deneyde, mahkûmlar daha ilk günden edilgen, gardiyanlar ise daha ilk günden agresif olmak üzere, rollerine çok çabuk bir şekilde uyum sağlamışlardır. İkinci günden itibaren deney öngörülenden daha fazla duygusal şiddet barındırmaya başlamış ve iki hafta olarak planlanan deney 6. gününde mecburen sona erdirilmiştir.

Zimbardo deneyi öngörülen sınırların dışına çıkıp deneklerine tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma gelmiştir. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında zorunlu olarak deneyden ayrılmışlardır. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekten yargılanmıştır.

Konuyla ilgili müdahalede bulunulmamasından dolayı eleştirilen Philip Zimbardo, bir gözlemci bulunması halinde deneyin gerçek sonuçlar vermeyeceğini düşünüldüğünden gözlemci bulundurulmadığını ve müdahalede bulunulmadığını belirtmiştir [8].

Tarihte bir vaka daha var ki, yukarıda saydığımız deneylerden bir çok yönüyle ayrılmaktadır, fakat yine de bir bilim insanının hatasının ya da hırsının hastayı ya da deneği nerelere sürükleyebileceğini göstermesi açısından manidardır. Ayrıca söz konusu deney, on iki yıl kadar uzun sürmüş, psikoloji sınırlarını aşmış ve çeşitli ameliyatları ve hormon tedavilerini de içermiştir.

“Bir süre için gerçekten de şirin, küçük bir kız çocuğu gibi davranan Brenda (David) ve ikiz kardeşi Brian Reimer için her şey sütlimanken zamanla durum değişmiştir.” [9]

22 Ağustos 1965 yılında Kanada’da ikiz kardeşi Brian Reimer ile birlikte Dünya’ya gelen David Reimer adındaki erkek çocuk, 8 aylıkken ailesi tarafından sünnet ettirilmek istenmiş, sünnet sırasında kazara penisi yanmış ve hasar görmüştür. Profesyonel destek almak isteyen aile Baltimore’daki John Hopkins Hastanesi’ne, televizyondaki bir programda cinsiyet konuları tartışılırken tanıdıkları ve gayet de bilgili gördükleri Psikolog John Money’e başvurmuşlardır. Psikolog John Money durumu dinledikten ve inceledikten sonra aileyi bebeğin cinsiyetini değiştirmek üzere yönlendirmiş ve bu seçeneğin kesinlikle daha iyi olacağını söylemiştir. Ancak John Money, cinsiyetin doğuştan gelmediği ve öğrenilmiş olduğuna yönelik bir teorinin taraftarı olduğunu ve bir ikiz kardeşi de bulunduğu için aynı zamanda kontrollü deney olanağı sağlayacak olan David Reimer’ı bu teoriyi ispatlamak adına denek olarak kullanmak istediğini itiraf etmemiştir.

David’in testisleri 22 aylıkken orşidektomi operasyonuyla alınmıştır ancak henüz yapay bir vajina tesis edilmemiştir. Ona yeni bir isim verilmiştir: Brenda. Vakaya epey vakit ayıran Money, sosyal öğrenme yoluyla cinsiyetin sağlıklı bir şekilde değiştirilebilmesini garanti altına almak için enteresan uygulamalarda da bulunmuştur. Çocuklukta gerçekleşen seks provalarının cinsiyetin edinilmesinde önemli rolü olduğunu düşünen Money, kardeşleri cinsiyetlerine göre çeşitli cinsel pozisyonlara sokmuş, hatta bir kısmını fotoğraflamıştır. Bir başka uygulamada da ikisini de soyarak birbirlerinin cinsel organ farklılıklarını incelemelerini istemiştir[10].

Bir süre için gerçekten de şirin, küçük bir kız çocuğu gibi davranan Brenda (David) ve kardeşi için durum sütlimanken zamanla durum değişmiştir. Göğüslerinin gelişmesi için verilen östrojen işe yaramamış, kendisine bir kız çocuğuymuş gibi davranılmasına rağmen Brenda kendisini bir kız çocuğu gibi hissetmemiştir. 22 aylıkken gerçekleşen operasyondan ergenlik çağına kadar karın bölgesinde tesis edilmiş bir delik aracılığıyla idrarını yapan Brenda, tekrar Baltimore’a götürülürse intihar edeceğini beyan edince ona yapay bir vajina tesis edilmesini isteyen Dr. Money ile ilişkiler kesilmiştir. 13 yaşında iken, endokrinoloğu (salgı sistemi/hormonal sistem uzmanı) ve psikiyatristinin tavsiyesiyle birlikte, aile Brenda’ya gerçekleri açıklamıştır. Brenda, tekrar David adını almış, bir süre sonra da ameliyatla süreç tersine çevrilmiştir. Ayrıca 1990 yılında Jane Fontain ile evlenmiş, onun üç çocuğuna babalık yapmıştır.

David intihar etmeden önce evliydi ve eşinin üç çocuğuna babalık yapıyordu.

Maalesef Reimer kardeşler için hayat mutlu bitmemiştir.

Money’nin terapi uygulamalarından kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmiyor ancak şizofreni hastası olan Brian, 2002'de aşırı dozda şizofreni ilacı alımı sebebiyle hayatını kaybetmiştir [11]. Ağabeyinin acısını yaşayan David, 2 Mayıs 2004'te bir de karısı Jane’in kendisinden boşanmak istediğini öğrenmiştir. 5 Mayıs 2004'te henüz 38 yaşındayken kendi kafasına kurşun sıkmak suretiyle intihar etmiştir [10],[11].

Brian’ın sahip olduğu şizofreninin ve David’in intiharının sebebinin kesin olarak Money’nin uygulamaları olduğu iddia edilemez. Her şeyden önce David, sünnet uygulaması sırasında cinsel organını kaybettiği için daha sekiz aylıkken ruh sağlığı açısından olası bir olumsuz geleceğe aday olmuştur. Ancak burada doktorun hastasını taraftarı olduğu bir teori uğruna denek olarak kullanması, David Reimer’ı yazımızın konusu haline getirmiştir.

Kaynaklar:
[1] Gretchen Reynolds, The Stuttering Doctor’s ‘Monster Study’ http://www.nytimes.com/2003/03/16/magazine/the-stuttering-doctor-s-monster-study.html
[2]* 10 Psychological Experiments That Went Horribly Wrong, http://brainz.org/10-psychological-experiments-went-horribly-wrong/
[3] Robert Goldfarb, ETICS, The Case Study from Fluency, http://www.nicholasjohnson.org/wjohnson/hsr/njhsr512.pdf
[4] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/Milgram_experiment
[5] Thomas Blass, Obedience to Authority. (Taylor & Francis, 2000)
[6] Ron Jones’un kendi kaleminden “The Third Wave”, http://libcom.org/history/the-third-wave-1967-account-ron-jones
[7] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/The_Third_Wave
[8] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/Stanford_prison_experiment
[9] Resim kaynağı: http://unknownmisandry.blogspot.fr/2012/07/gender-is-hoax.html
[10] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/David_Reimer
[11] BBC yapımı olan ve David Reimer’ın hayatını konu alan bir belgesel bulunmaktadır: http://documentarystorm.com/dr-money-and-the-boy-with-no-penis/
[12] Resim kaynağı: http://www.manoneileen.com/2011/04/18/dyk-14-abu-ghraib-stanford-prison-experiment/

* Tüm başlıklar için bu kaynağa başvurulmuştur.

Kaynak: Tevfik Uyar (acikbilim)

Tags: David Reimer Vakası, manset, sosyal psikoloji, sosyal psikoloji deneyleri, Üçüncü Dalga, Zimbardo Hapishane Deneyi

Category: Premium


Kaynak

Devamını Oku »

21 Eylül 2013 Cumartesi

Velilere Karne Tatil Mektubu

Sayın Veli,
Çocuklarımızın onlarca sınavdan geçerek bitirdikleri bir eğitim öğretim yılının daha sonuna geldik. Hem öğrenci hem de velileri bir karne heyecanı sarmış bulunmaktadır. Bazı veliler çocuklarının karnesini beğenecek bazılarını ise mutlu etmeyecektir. Karne döneminde öğrenciler, değerlendirilecek olmanın vermiş olduğu kaygıyı yaşar. Kötü karneyle ailesinden “kötü evlat”, “beceriksiz, işe yaramaz çocuk” gibi  geribildirim alacağını düşünebilir.  Bu nedenle karne döneminde çocuğunuza  yaklaşımda  bilmeniz gereken önemli ipuçları var.





Çocuğunuzla başkalarının yanında karnesi hakkında konuşmayınız. Rahat bir değerlendirme için yeterli zamanı ayırınız. Aldığı notlardan çocuğunuzun memnun olup olmadığını, başarısını artırmak için neler yapılabileceğini çocuğunuza sorunuz.   Çocuğunuzun gelecek döneme ilişkin hedeflerini dinleyiniz olumlu bulduklarınızı destekleyiniz. Karne öğrencinin ders çalışma becerisini ölçen bir belgedir ancak kişiliğini ölçen bir belge değildir.Karne başarının tek ölçütü değildir. Her öğrencinin zihinsel yeterliliği, ilgi, yeteneği ve kişiliği farklıdır. Öğrencilerin çok farklı yeteneklere sahip olduğu göz önünde bulundurulmalıdır ve sadece ders notları değil davranış notları da değerlendirilmelidir.Çocuklarınızı ve karnesini diğer çocuk ve karnelerle kıyaslamayınız. Çocuğu yalnızca kendisi ile kıyaslayın. Başarılı olduğu işleri örnek göstererek isterse bunu da başarabileceğini söyleyerek yaklaşın. Karneler değerlendirilirken çocuğu teşvik edici ifadeler kullanılmalıdır. Örneğin “Matematiğin 3 düşmüş aferin ama ben senin daha iyisini yapacağına inanıyorum” şeklinde ifadeler kullanılabilir.Çocuğunuza sevginizi koşulsuz gösterin. Karneden dolayı söyleyeceğiniz olumsuz sözlerin, çocuğunuzun sonraki eğitim öğretim hayatını olumsuz etkileyebileceği dikkate alınmalıdır.Çocuğunuza güvenin motive edin. Kendine güvenmesi için önce sizin ona güvendiğinizi duymak hoşuna gidecektir. Ailelerin, çocuğun karnesine ilişkin kendi duygularını paylaşmasına fırsat vermelidir. Kötü olan karnesini düzeltmek konusunda ona güvendiğinizi hissettirin. Başarılı karne getiren öğrenciyi ödüllendirirken abartmayın. Çocuğun büyük hediyeler için değil, geleceği için çalışmasını sağlayın. Ayrıca hediyelerinizi okul başarısına katkı sağlayacak objelerden seçmeye özen gösterin.Tatiller dinlenmek, eğlenmek, ailece birlikte zaman geçirmek, çocuklarınızdaki gelişimleri gözlemlemek ve onlarla iletişim kurmak için ideal zamanlardır.Tatiller, aile içi ilişkilerin güçlenmesi için de çok iyi bir fırsattır. Özellikle çalışan ebeveynlerin çocuklarıyla birlikte nitelikli zaman geçirmesi her iki taraf içinde olumlu sonuçları beraberinde getirecektir.Karnesindeki zayıfları, sürekli çocuğunuza hatırlatıp, onun tatilini zehir etmemelisiniz.
Tatil döneminde çocuğunuzu “ders çalış baskısı” ile bunaltmamalısınız. Bu dönemde çocuğunuzun derslerden    kopmaması için tekrarlar ve konu pekiştirici soru çözümleri yeterli olacaktır.Çocuğunuza verdiğiniz sorumlulukları gözden geçirim. Okuldaki sorumluluklarını aksatıyorsa evdeki sorumluluklarını yerine getirmesini öğreterek işe başlayabilirsiniz.Seviyesine uygun hikâye ve romanlar okumaları teşvik edilmeli hatta ailecek okuma saatleri düzenlenmelidir.
  Rehberlik Servisi
Hazırlayan Psikolojik Danışmanlar:
Fatma HANÇER
Süheyla KOÇ
Gelen Aramalar: velilere karne mektubu,2 sınıf yaz tatili için veliye mektup,karne veliye mektup,tatilde öğrencilere mektubu,velilere tatil yazısı,yaz tatili veli mektubu Tags: karne, öğrenci, Rehberlik Servisi, Tatil Mektubu, Velilere Karne
Category: Aile Eğitimi, Rehberlik
Kaynak
Devamını Oku »

19 Eylül 2013 Perşembe

Ötekileştirme Psikolojisi Nedir?

İnsan, “toplum” adını verdiğimiz sosyal bir ortamda dünyaya gözlerini açan bir varlık. İçine doğduğu toplumsal gerçeklikler, değer yargıları, inanışlar, beğeniler, tercihler, örf ve adetler büyük ölçüde onun “kim olacağını” yani “sosyal kimliğini” belirler.
Hepimiz bir sosyal gruba ait olmaya, varlığımızı kabul ettirmeye ve ait olduğumuz toplumda kendimize bir yer edinmeye çalışırız. Hayattaki en temel varoluşsal kaygılarımızdandır ait olma ve onaylanma güdüleri. Sonuçta “ben” dediğimiz şeyin yani kimliğimizin şekillenmesi, büyük ölçüde “toplumsal aidiyet” güdümüzün tahakkümünde gerçekleşen bir dizi süreci kapsar.





Sahip olduğumuz kimlikler, basit birer etiket olmaktan çok daha fazlasıdır aslında. (doğrusu insan denilen varlıklar olarak biz, tüm kimliklerimizin/etiketlerimizin alt alta yazılıp toplanmasından da çok çok daha fazlasıyız) İnsanların, kendi sosyal rollerine ve bu rollerin sergilendiği sosyal gruplara -zamana ve ortama göre değişen- psiko-sosyal yatırımları mevcuttur. Bir bakıma, Yalom’un dediği gibi, Hayat serüvenini seyircisiz yaşamak insanoğlunun başına gelebilecek en kötü duygulardan biridir!
İnsanlar, karmaşayla başa çıkabilmek için çeşitli durumları, olayları ve insanları kategorilendirirler. Bu kategorizasyon esnasında “ben” oluşturulurken onun karşısındaki “öteki” kavramı da inşa edilir. Ait olduğumuz grupların normlarına uygun benlikler oluşturmaya çalışırken, bir yandan da, reddettiğimiz grupların itici gücüyle benlik inşaatımızın harcını kararız. Yani insanoğlu, kabul ettiklerinin yanı sıra reddettikleriyle de var olmaya çalışır.
İnsanın bir sosyal kimlik oluşturabilmesi için; sosyolojik bir kavram olan ve “din, etnitisite, dil ve kültür açısından farklı olan toplumsal kategoriler” olarak tanımlanan “öteki” denilen şeye ihtiyacı vardır aslında. Kendi içine bakan, ötekine de bakmış olur aynı zamanda; ötekine bakan kendini görmüş olur fark etmese de…
Öteki, biz olmayanın klişeleştirilmesidir ve ne yazık ki, modern zamanların algılamaları çarpıttığı zihinlerde, tehdit içeren ve önlem alınması gereken bir unsur olarak tasarlanmaya başlanmıştır. Bu tasavvurun sonucunda literatürümüze armağan edilmiş olan “ötekileştirme” kavramı ise, kendimizden farklı gördüğümüz kişileri dışlama, yabancılaştırma, düşman haline getirmeyi ifade etmektedir.
Her ne kadar düşmanca duygular/düşünceler içerse de, yaşamımızda sık sık düşmekteyiz ötekileştirme tuzağına. Ötekini niçin ötekileştiririz? Başkalarının bizim gibi davranmasını, bizim gibi düşünmesini, kısacası bize tabi olmasını istediğimizde ve bizden bağımsız, özgür ve özgün varoluşuna saygısızca davranmayı hak olarak gördüğümüzde ötekileştiririz ötekini. Oysa ötekileştirme anlamayı ve diyaloğu imkansız kılar.
Kişilerarasında olduğu kadar; farklı sosyal gruplar, toplumlar ve kültürler arasında aşılması imkansız duvarların örülmesine neden olmaktan ve düşmanlığa davetiye
çıkarmaktan başka bir işe yaramaz.
Farklı olarak algıladığımız, kendimiz gibi olmadığına hükmettiğimiz her şeyi ve herkesi acımasızca eleştirme, hor görme, hatta lanetleme hakkına hiçbirimiz sahip değiliz. Allah’ın emrine saygı ve yaratıklara merhamet, yaratılanı yaratandan ötürü hoş görmek bizim dinimizin, kültürümüzün en temel esaslarından birisi değil miydi yoksa?
Tüm münasebetlerinde akılcı ve ölçülü olmayı, düşmanlık yerine dostluk ve sevgi bağlarının kurulmasını, öfke, hiddet, intikam veya öç yerine hilmi (huy, tabiat yumuşaklığı), kötülük yerine ihsanı ön plana çıkaran bir kültürün çocukları olmamıza rağmen; hem toplum hem de birey olarak ötekileştirmenin tuzağına düşüp, empatinin cenaze namazını kılışımızın hemen akabinde ayrımcılık ve düşmanlığın fidelerini kendi ellerimizle dikmekten de çoğu zaman geri duramıyoruz ne yazık ki.
Empati sürecinde, diğerlerinin duygularını/düşüncelerini anlamaya-anlamlandırmaya çalışarak hoşgörü temelli benliksel tatlar damıtılıyorken; ötekileştirmede ise sizden olmayanı, size benzemeyeni elinizin tersiyle öyle bir itersiniz ki bu itiş gücünün yaratmış olduğu öfke ile kendi benliğinizin altını daha kalın enaniyet çizgileri ile çizmekten başka bir şey yapmamış olursunuz.
İdeolojik kamplaşmalar, terörizm, ırkçılık, aşırı milliyetçilik, fanatizm; hepsi ötekileştirme kültüründen beslenir. Basit bir psikolojik mekanizmanın, grup kimliğini bir zırh gibi kuşanıp kendisinden farklı saydıklarına nefret yağdırması şeklinde aşırılıkçı bir oluşuma dönüşmesi; paranoid bir şekilde “biz ve onlar” olarak bölünmemize, parçalanmamıza, düşmanlaşmamıza hizmet etmekten başka bir işe yaramaz. Böylelikle de ötekileştirme kültürü, zülmü haklı çıkarmanın en büyük hizmetkarlığı görevini layıkıyla yerine getirmiş olur.
Irkçılık ve düşmanlığın en büyük besin kaynağı ötekileştirmektir ve ötekileştirilenler kadar ötekileştireni de yakar kavurur aslında bu duygu. Dünya tarihinin bilinen ilk ırkçısı “şeytan”dır. Kendi yaradılışını/özünü üstün saymış ve itaat sınavını topraktan yaratılmış olanı hakir görerek kaybetmiştir.
Bu haset ve kibiri de, ruhunun isyan ateşinde yine kendi ruhunun yanıp kavrulmasına sebep olmuştur. Sözün özü, şeytan ırkçılığın piridir ve üstünlük taslamak ve ötekileştirmek denilen şey de kibirin ta kendisidir.
Ötekileştirmeye karşı olmak için de öyle çok büyük bir travmaya ya da ötekileştirilmeye maruz kalmaya gerek yok, dışlanan azınlıklardan biri olmanız da elzem değil. Vicdani ve insani bir tutum sergilemeniz yeterli. Çünkü ötekileştirme kültürü o kadar tehlikeli bir şey ki, sistem kendisi dışında var olan bütün ötekileri erittiğinde bu sefer kendi içinden başka ötekiler üretmeye başlar. Şunu da unutmayalım ki, ötekileştirilenler refleksif bir şekilde kendilerini ötekileştirenleri daha da çok ötekileştirirler ve travmaya maruz kalmış olanlar daha sonra en büyük travmaları kendileri yaratırlar.
Buna en aktüel örnek olarak, II. Dünya Savaşında Naziler’in Yahudi soykırımını ve günümüz İsrail devletinin Filistin zulmünü göstermek yanlış olmaz sanırım.
Gündelik hayatımıza baktığımızda da, ötekileştirmenin izlerini artık hemen yerde görebilmek mümkün: Acımasızca eleştirmeyi, yargılamayı, karalamayı, bizden olmayanı tehdit veya düşman saymayı ne zamandır düstur edinmiş haldeyiz. Rengine, diline, ırkına, dış görüntüsüne, siyasi görüşüne, inancına, sosyal statüsüne bakarak -hatta bakmayarak direkt önyargılarımızla etiketleyerek- insanları ayıplamak, kınamak, hor görmek ne zamandır meşru hale gelmiş durumda. Pis zenci, örümcek beyinli türbanlı, yobaz sakallı, dul kadın, cahil çarıklı köylü, dinsiz komünist, beynamaz vs… deyimleri bir yerlerden tanıdık geliyor mu sizlere? Yoksa siz de kendinizi daha üstün, benliğinizi daha iyi, varoluşunuzu daha anlamlı hissetmek için ötekileştirenlerden misiniz?
Her yerde bulunmaz. Her vicdanda durmaz. Başkasının evini taşlamadan önce, kendi kırılgan penceremizi görmeliyiz. Ötekileri eleştirilerimizle dağıtırken, kınamamızla parçalarken, küçümsememizle hırpalarken; kendi kırılgan ve incinebilir benliğimizin tuzla buz olabilirliğini hiç çıkarmamalıyız aklımızdan.
Kendimizi mükemmeliyetin sırça köşküne çekip başkalarını kesip biçme hakkına sahip değiliz. Bu şekilde inşa edilmiş, şişirilmiş sahte grandiyöz benliklere ihtiyacımız yok. Oysa ki Hz Mevlana’nın buyurduğu gibi, “birbirine yaslanarak yürüyen, çünkü birbiri olmadan aksayan düşen varlıklarız biz.” Yürüyebilmemiz, varlığımızı devam ettirebilmemiz ötekinin gövdesinden güç almamıza bağlı! Empati, sevgi ve tevazu kurtaracak benliklerimizi ve çocuklarımızın geleceğini!
PSK. ÖZLEM KANDEMİR
Tags: Empati, Gezi Parkı, Gezi Parkı protestoları, huy, Hz Mevlana, manset, mevlana, ötekileştirme, tabiat yumuşaklığı, Yalom
Category: Psikoloji, Psikoloji Yazıları
Kaynak
Devamını Oku »

18 Eylül 2013 Çarşamba

Savunma Mekanizmalarını Anlatan Örnekler

1-Bastırma
2-İnkar (Yadsıma)
3-Çarpıtma
4-Yansıtma
5-Ödünleme
6-Yüceltme
7-Yer/Yön Değiştirme
8-Karşıt tepki kurma
9-Bahane Bulma / Mantığa bürünme
10-Gerileme
11-Özdeşim Kurma
12-Düş Kurma





Çocukluğunda ebeveynleri ile olan ilişkileri hatırlamaktan acı duyan birinin ne zaman aklına ebeveynleri gelse onları düşünmemeye çalışması (Bastırma)
İnsanlara güvenmeyen birinin başkalarını güvensiz bulması (Yansıtma)
Çocuklardan pek hoşlanmayan bir öğretmenin disiplin kurulundan sorumlu olması (Yüceltme)
Bireysel olarak pek dilediğince yaşayamamış nice ebeveynin çocuklarının yaşadıklarım veya başarıları aracılığıyla kendi yaşanmamışlıklarını telafi etmeye çalışmaları (özdeşim kurma)
Bir yıldır eşinden boşanmış birinin eşi varmış gibi onun için alışveriş yapması ve evdeymiş gibi ona hediye alması (inkar/yadsıma)
Alkollü bir şekilde hız yaparak araba kullanan biri trafik kazası geçirip yürüyemez hale geldiğinde, durumun nedeni olarak trafik polisinin ve polis kontrolünün eksikliğini ileri sürer(çarpıtma)
Kız arkadaşlarından ilgi görmeyen bir gencin iyi bir dost olarak her zaman onların yardımına koşması (ödünleme)
Eşine kızan bir adamın elindeki telefonu duvara fırlatması (yer/yön değiştirme)
Bir arkadaşından hiç hoşlanmayan bireyin o arkadaşına çok iyi davranması (karşıt pekiştirme)
YGS ve LYS’de iyi çalışmayıp kötü puan alan birinin, “üniversite okusam ne olacak, onca okuyup KPSS’ye takılan insan var” diye düşünmesi (bahane bulma/mantığa bürünme)
Kendini çekingen bulan bir gencin üniversiteye başlar başlamaz bu konuda cesur davranıp daha sosyal olmaya karar vermesi ve bu yönde iyi bir yol alırken bir arkadaşının kendisine haksız sözler sarfetmesine çok kırılıp çekingen ve kimseyle ilişki kurmayan haline dönmesi (gerileme)
Birey aşık olduğu kıza ulaşamayınca onu düşlemek suretiyle günlük yaşamına daha kolay uyum sağlar (düş kurma)
Hapisteki bir kişinin her gün saatlerce dışarıdaki hayata dair düşler kurması hapishane hayatıyla baş etmesinde yararlı olur (düş kurma)
Nice fakir gencin mafya dizileri karakterleri veya dini, siyasi ve sportif yapılarla kendini özdeşleştirip yaşamlarında olmayan şeylerin acısını dindirmeye çalışması (özdeşim kurma)
Çok beğendiği kıza çıkma teklif edip reddedilen Tahsin’in: “Aslında iyi arkadaş olacağımızı düşünüyordum ama kendisini pek güzel bulmuyorum” demesi (Bahane bulma/ mantığa bürünme)
Kendisinde çok şiddetli cinsel arzular hisseden birinin aşırı derecede cinsellik karşıtı davranması (Karşıt tepki kurma)
Öğretmenine kızan bir öğrencinin teneffüste arkadaşını dövmesi (yer/yön değiştirme)
Freud’a göre saldırganlık dürtülerini cerrah yada boksör olarak doyurmaya çalışan bireyler de buna örnektir(Yüceltme) (cerrahlar insanları kesip biçtiğinden Freud bu uzmanlık alanının altında saldırganlık içgüdüsünü aradı ve bunu yapmakla çok eleştirildi)
Komşusundan hiç hoşlanmayan Adem Bey’in komşusuyla her karşılaştığında hissettiklerini zihninden uzaklaştırmaya çalışması (bastırma)
Ağır depresyon yaşayan birinin ailesinin başına gelen her türlü talihsizliğin kendisinden kaynaklandığını düşünmesi (çarpıtma)
Ayşe, teyzesinin kızı Zeynep’ten hiç hoşlanmamaktadır.Bu duygusunu kabul etmek istemediği için Zeynep’in kendisinden hoşlanmadığına inanmaktadır (yansıtma)
Kendini oldukça kısa boylu bulup bundan çok rahatsız olan bir kişinin çok çalışıp oldukça başarılı bir akademisyen olması(ödünleme)
Yıllardır alkolik olan bir kadının “kocamın alkolik olduğumu iddia etmek gibi tuhaf fikirleri vardır” demesi (çarpıtma)
Okulda müdürden azar işittikten sonra evde karısını ve çocuklarını azarlayan öğretmenin bu davranışı ( yer/yön değiştirme)
Babası doktor olmak isteyen 6 yaşındaki Can, oynadığı oyunlarda babasının stetoskopunu, bazı aletlerini ve önlüğünü giyerek doktor rolü yapmaktadır. (özdeşim kurma)
Okullarda verilen meslek konferanslarında bazı öğrencilerin, konuşmacının kişiliğinin etkisinde kalarak onun mesleğine yöneldikleri gözlenmektedir (özdeşim kurma)
Müziğe çocukluğundan beri büyük bir ilgi duyan Sezen hanım, bütün müzik merakına rağmen ne sesiyle müzik yapabileceğini ne de bir müzik aleti çalabileceğini birçok denemesinden sonra anlamıştır. Bunun üzerine Sezen hanım, bulunduğu şehirde müzik organizasyonları düzenlemek ve bir plak dükkanı açmakla müziğe yakın olmaya çalışmıştır (Ödünleme)
Çokça borcu olan Uğur Bey, eşi: ”Bugün bankadan aradılar” diye cümleye başlar başlamaz: “Lütfen bu tür şeyler hakkında konuşmayalım, hoş olmayan şeyler duymak istemiyorum” deyip, onun sözünü kesmesi (Bastırma)
Entellektüelleştirme(Düşünselleştirme): Organizma kendisinde hissettiği yoğun olumsuzluk duygusundan kurtulmak için olayı bilimsel acıklamalara dayandırması, sosyolojik boyutta değerlendirmesi.
Örn: Sevgilisi olmadığı için sevgililer günü kutlamanın yanlıs oldugunu düşünmesi
Evlenme çağıgeçtiği için arkadaşları tarafından kızkurusu olarak anılan Emel sevgililer günü için liberal ekonominin bir tuzağı olduğunu söylemekte ve bu görüşünü hararetle savunmaktadır.

Emelin kullandğı savunma mekanizması nedir?
Entellektüelleştirme
Organlaştırma; çeşitli psikolojik rahatsızlıkların vücutta zarar etmesi halidir. Aşkından verem olmak gibi Psikosemiyotik bozuklukların çoğu bu sınıfa girer. Görünürde fiziksel hiçbir sebep olmadığı halde, çözümlenemeyen bazı ruhsal sorunlar kişinin fiziksel bütünlüğünde hasarlara sebep olurlar. Hiç geçmeyen baş ağrıları,sebepsiz şişlikler,yumrular vb…
ilkel idealleştirme:
iyilikleri ve kötükleri abartmadır. açıklayacak olursak; birey çevresinden zarar görebileceği kaygısımdan dolayı çevresindeki insanların en basit davranışını bile aşırı övmesidir. tersine ufacık bir zarar karşışında da ise aşırı kötüleme
örmek; komşun sana bir tabak yaptığı pastadan getirdi, sen arık bu davranışı benim komşum ne kadar iyi diye anlata anlata bitiremezsin
dışşallaştırma
başarısızlıkları dış nedenlere bağlamadır. ama “yansıtma” dan farkı bizim bunları değiştiremeyeceğimizi düşünmedir
örnek. kader ne yazarsa o gibi
Gelen Aramalar: savunma mekanizmalarına ornek tester Tags: Bahane Bulma, Bastırma, Çarpıtma, Düş Kurma, Gerileme, İnkar, Karşıt tepki kurma, manset, Mantığa bürünme, Ödünleme, Özdeşim Kurma, Savunma Mekanizmaları, savunma mekanizması, Yadsıma, Yansıtma, Yön Değiştirme, YüceltmeCategory: Psikoloji, Psikoloji Yazıları
Kaynak
Devamını Oku »

16 Eylül 2013 Pazartesi

Uyku Evliliği Etkiliyor

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre erkekler, evliliklerinde sorun yaşamamak istiyorlarsa, eşlerinin iyi uyuyup kolay uykuya dalmalarını sağlamak zorundalar…

Pittsburgh ÜniversitesiTıp Fakültesi’nden psikiyatri profesörü Wendy Troxel’in çalışmasına göre kadınların iyi uyuyamaması, ertesi gün kocalarıyla ilişkilerinde sorun yaşamalarına neden oluyor.

Erkeklerin uyku durumu ise evliliği etkilemiyor.

Sürekli partneriyle uyuyan kadınların daha iyi bir uyku çektiği sonucuna varan Prof. Troxel, çalışmasında 30'lu yaşlardaki 35 sağlıklı çifti inceledi.

Sonuçta kadınların uykuya dalmak için uzun süre harcadığı çiftlerin ertesi gün kavga ettiği, en azından huzursuzluk yaşadığı ortaya çıktı.

Kaynak: habertürk

Tags: eşler arası güvensizlik, evlilik, manset, uyku, uykusuz

Category: Evlilik Danışmanlığı, Psikoloji


Kaynak

Devamını Oku »

14 Eylül 2013 Cumartesi

Milyoner Yapan Efsane İş Fikirleri

Kendi işini kurmak isteyenlerin önünde iki yol vardır: Ya düzeni, giderleri, riskleri ile hali hazırda var olan bir sektör dalında yeni bir şirket kurmak, ya da tamamen yeni bir fikir ile yeni riskler almak, yeni bir ürün dalı oluşturmak. Yepyeni bir arz talep dengesine sebep olmak.

Yeni fikirler bazen çevrenizdekilerin basit ihtiyaçları ile aklınıza gelebilir, bazen sadece size iyi bir fikir gibi gelmiş olabilir. Bu yol tabii ki daha risklidir çünkü daha önce aynı yolda aynı ürün ile yürüyen olmamıştır ve her şeyi başlatan kişi siz olacaksınız demektir. Eğer böyle bir fikriniz varsa ve yatırım yapmak için çok “basit” olduğunu düşünüyorsanız, ekonomi tarihi boyunca girişimcisine milyonlarca, hatta milyarlarca, dolar kazandıran şu fikirlere muhakkak bir göz atın:

Her ofisin vazgeçilmesi olan post-it’lerin sadece 1980’lerde pazarlanmaya başladığını söylesek şaşırır mısınız? Halbuki modern ofis tarihinin en başından beri var olan, çok basit bir parça gibi geliyor değil mi? Peki, size post-it fikri sayesinde birinin dolar milyoneri olduğunu söylesek? ABD’li Spencer Silver’ın 1960’lı yıllarda çok güçlü bir yapıştırıcı için yaptığı araştırmalar başarısız olunca, ortaya zayıf bir yapıştırıcı çıkmıştı. Ancak arkadaşlarının bu yeni yapıştırıcıyı kitap okurken kaldıkları sayfayı işaretleyecek minik kağıtları yapıştırmak için kullandıklarını görünce, zihninde bir ışık yandı. Sadece zayıf yapışkanlı bir not kağıdı olan post-it’ler böyle ortaya çıktı.

Frizbiyi arkadaşlarınız ile de oynayabilirsiniz, köpeğiniz ile de. Spor olarak da oynayabilirsiniz, kumsalda veya çimende vakit geçirmek için de. Fikir basit ama ince bir ergonomik çalışma isteyen bir ürün. Frizbinin mucidi Walter Frederick Morrison, ona aslında ilk başta Plüton Tabağı gibi bilimkurgusal bir isim vermişti ve frizbi ismi ile alakası bile yoktu. Üreticisi ise Wham-O isimli bir firmaydı. Ürünü pazarlaması için şirket tarafından ABD’nin doğusuna gönderilen bir çalışan olan Richard Knerr ise burada Plüton Tabağı ile ilgili ilginç bir şey öğrendi. Evet insanlar bu tip bir ürüne ilgi gösteriyordu ama ona “Frizbee” diyorlardı. Çünkü oynarken kullandıkları yuvarlak teneke kutu kapaklarının üstünde William Russell Freesbee’nin resmi vardı. Teneke kutular kek, kurabiye satışı için kullanılıyordu ve Freesbee de bu firmanın sahibiydi. Fırsatı gören Knerr 1959 yılında Freesbee adını tescil ettirdi ve ürün tüm dünyaya böyle yayıldı.

Bir girişimcinin bu vakadan alması gereken ders, yerel tüketicinin tepkisini ölçmesi ve dikkate alması gerektiği. Eğer lokaldeki tüketiciye ürününüzü kabul ettiremezseniz, asla istediğiniz gibi bir marka olamazsınız. Onların davranışlarını inceleyin ve ürününüze böyle karar verin.

Sabahları uyanmakta zorluk çeken ve alarmı sürekli ileri alan biri misiniz? Gauri Nanda da öyleydi ve buna Clocky ile çözüm buldu. Clocky hareketli bir çalar saat. İstediğiniz saatte sadece alarmı ile size uyandırmakla kalmıyor, tekerlekleri üzerinde harekete de geçiyor. Böylece onu durdurmak için yataktan kalkmak zorunda kalıyorsunuz. Uluslararası bir sorun için basit bir çözüm. Sonuç mu? 2005 yılında üretimi başlayan Clocky, bugün 45 ülkede 10 milyondan fazla satılmış durumda.

İnsanlar vücutlarında ufak bir kesik veya kanama olduğunda, yarayı pratik bir şekilde kapatıp iyileşmesini hızlandırma lüksüne 1920 yılında ulaştı. Bu tarihten önce Johnson & Johnson şirketi bez ve yapıştırıcıyı ayrı ayrı satarken, şirket çalışanı Earle Dickinson ikisini pratik bir şekilde bir araya getirmeyi akıl etti. İlhamı ise kendisini sürekli sakatlayan karısıydı. İki ürünün bir araya gelerek yeni bir ürün üretilmesi gerektiği fikrini şirketine sunan Dickinson, sadece muhteşem bir girişime ön ayak olmadı, dünyanın en büyük kişisel bakım şirketinde başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Aynı zaman da şirket içi girişimcilik için gösterilen en iyi örneklerden birisi oldu.

Islak mendillerin ortaya çıkışı, girişimciler için fikirlerini nasıl değerlendirmeleri ve ne kadar gerçekçi olmaları gerektiğinde mükemmel bir örnek. Bugün ıslak mendil denilince akla gelen ilk firma olanKleenex, bu ürünü 1924 yılında makyaj temizleyici olarak piyasaya sürmüştü. Tüm pazarlama kampanyasını da bunun üzerine kurmuştu. Ancak kısa süre sonra ürünü satın alan insanların makyaj temizlemek yerine hızlı bir şekilde kullanılıp atılacak hijyenik mendiller olarak kullandıklarını gördüler ve tüm pazarlama kampanyalarını değiştirdiler. Eğer fikriniz işe yaramıyorsa veya hedef kitleniz size benimsemiyorsa, ısrar etmeyin. Kendinizi ve fikrinizi uyarlayın.

Spanx markası henüz 41 yaşında Sara Blakley’i kendi çabaları ile dolar milyoneri olan dünyanın en genç kadını yaptı. Spanx şekillendirici bir korse. Bir gün pantolonunun altına külotlu çorabını bacaklarını keserek giyen Blakley, vücudunun daha biçimli göründüğünü fark etti ve biçimlendirici korse böyle ortaya çıktı. Fonksiyonlarına göre farklı modelleri olan Spanx korseler, kıyafetin altında vücudu şekillendiriyor ve istenildiği şekilde görünmesini sağlıyor. Böylece ortaya daha fit bir görüntü çıkıyor. Tüm kadınların tarihin başından beri istediği şeyi ancak 2012 yılında birisinin bir tesadüf sonucu fark etmesi ne kadar ilginç ve ilham verici, değil mi? Bugün tüm Hollywood fotoğraf çekimlerinde ve kırmızı halı geçişlerinde Spanxkullanıldığı dahi iddia ediliyor. Firmanın cirosu ise kısa sürede 1 Milyar Dolar’a ulaştı.

Kahvaltıların en neşeli parçalarından biri olan ve tadı kadar besleyici yapısı ile de tercih edilen mısır gevreğinin tarihi ise 1890’lara dayanıyor. Gıda üreticisi ve girşimci olan William Keith Kellogg, standart Amerikan kahvaltısına mısırı da eklemek ister. Bunun için çalışmalara başlayan Kellogg, bugün dünyanın en büyük mısır gevreği markası olan Corn Flakes’i kurdu ve kavrulmuş mısırı piyasaya sürdü. Tahıl firmalarıyla rekabete giren Kellogg, bu savaştan galip çıkmakla kalmadı, mısır gevreğini global bir kahvaltı parçası haline getirdi. Kellogg Company bugün dünyanın en büyük gıda üreticilerinden biri.

Artık Türkiye’de o kadar popular bir oyuncak değil ama bu basit plastiğin tüm dünyada 1942 yılından beri 250 milyondan fazla sattığını söylesek inanır mısınız? Dünyayı yerinden oynatacak bir işlevi yok, insanı daha zeki veya sportif de yapmıyor ama bu basit, rengarenk oyuncağa çocuklar bayılıyor. Buradan çıkarılacak ders: Fikrinizi kendi bakış açınızdan değil, hedef kitlenizin bakış açısı ile yargılayın. Size çok saçma veya harika gelen bir ürün, hedef kitleniz için tam tersi olabilir.

Bıçak olarak da kullanabileceğiniz bir çatal aklınıza gelmiş miydi? Hepimizin çatalın kenarı ile et, börek, kek vs kesip ayırmaya çalıştığımız oluyordur ama çatalın kenarının bıçak kadar keskin olabileceği fikrini hayata geçiren Mike Miller oldu. Büyük babasından 10 Bin Dolar borç aldı ve Knork adını verdiği (Knife: Bıçak – Fork: Çatal) ürünü üretip satmak üzere harekete geçti. Bu kadar düşük bir tutar ile üretime başlayan Knork, sadece 2011 yılında 2 milyon adet sattı. Ürünü görenlere ve kullananlara “inovasyon budur!” dedirtti.

Kaynak: Girişim Haber

Tags: başarılı girişimcilik örnekleri, clocky, corn flakes, earle dickinson, frizbi, gauri nanda, iş fikirleri, johnson&johnson, kellogg, kellogg company, kendi işini kurma, kleenex, knork, manset, mike miller, milyoner yapan basit girişimler, plüton tabağı, post -it, richard kneer, sara blakley, slinky, spanx, spencer silver, walter frederick morrison, william russell freesbee, yara bandı

Category: İş Dünyası, Para Sanatı


Kaynak

Devamını Oku »

13 Eylül 2013 Cuma

Meryem Uzerli Üzerinden Tükenmişlik Sendromu

Türkiye Meryem Uzerli’nin (Hürrem) yakalandığı  ’tükenmişlik sendromu ‘ konuşuluyor… Peki nedir bu tükenmişlik sendromu? Nasıl ortaya çıkar, nasıl tedavi edilir?

Muhteşem Yüzyıl dizisinin başrol oyuncusu Meryem Uzerli tükenmişlik sendromuna yakalandı. Tükenmişlik sendromunu Türkiye gündemine sokan Meryem Uzerli namı diğer Hürrem Sultan tedavi için Almanya’ya gitti. Vücutta aşırı yorgunluk hissi ve mutsuzluk gibi belirtilerle kendini gösteren tükenmişlik sendromu, kişinin iş hayatında olduğu kadar, aile ve eş ile olan ilişkilerinde de çeşitli sıkıntılar yaşamasına neden oluyor.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, tükenmişlik sendromunda en çok karşılaşılan şikayetlerin, unutkanlık, dikkat eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları, beyinde ağırlık hissi, umursamazlık, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlenme olduğunu belirtiyor.

Uzun süreli stres yaşanması,
Yoğun çalışma temposu,
Metropol şehirlerde sıkça karşılaşılan havasız, küçük ve dar ofisler,
Elektronik cihazlardan yayılan elektromanyetik dalgaları,
Cep telefonu sinyalleri, TV ve Radyo dalgaları, telsiz dalgaları, yüksek gerilim hatları, baz istasyonları gibi elektromanyetik kirlilik,
Alkol alışkanlığı, uykusuzluk, depresyon ve anksiyete sorunları,
Hastalık sebebiyle kullanılan bazı ilaçlar,(kanser, epilepsi ve depresyon ilaçları gibi)
Vitamin eksikliği, (B12 folik asit, demir eksikliği ve troid hormonlarının yetersizliği)
beyin yorgunluğuna ve durgunluğuna neden olabilir.

Günümüzde cep telefonları, e-postalar, internetteki sayısız sosyal mecra, trafik gürültüsü, iş yoğunluğu, kalabalık şehir hayatı derken, beyin yorgunluğu pek çok kişi için, şiddeti giderek artan bir problem haline geldi. Peki bu durumdan uzaklaşmak için ne yapmak gerekiyor. Dr. Mehmet Yavuz açıklıyor…

Kişi kronik stres oluşturan durumlardan uzaklaştırılmalıdır.
Sağlıksız çalışma ortamlarından uzak durulmalıdır. Çalışanların fiziksel sağlığı kadar
ruh sağlıkları da düşünülmelidir.
Havasız mekanlarda insanların çalıştırılmasına engel olunmalıdır.
Günlük düzenli spor aktiviteleri yapılmalıdır. İş aktiveleri arasında ya da sonrasına
herhangi bir müzik aleti ile uğraşmak beyini dinlendirir.
Yoğun iş aktiviteleri arasında tatil ve dinlenmeye zaman ayrılmalıdır.
Sınavlara hazırlanan öğrenciler ise düzenli aralar vermeli ve aralarda spor, müzik gibi
aktiviteler yapmalıdırlar.

Dr. Mehmet Yavuz, “Beyin elektrosu (EEG), beyin yorgunluğu vakalarında mutlaka uygulanması gereken bir tetkiktir. Sağlıklı beyinde gördüğümüz alfa ve beta dalgalarının istatistiksel verileri çok önemli bilgiler verir. Beyin yorgunluğunda beta dalgalarında yoğunlaşma izleriz. Buna mukabil alfa dalgaları ne kadar yoğunsa o kadar sağlıklı bir tablo ile karşı karşıyayız demektir” dedi.

Genelde her iki hemisfer’deki beyin dalgalarının istatistikî verilerinin aynı sonuçları gösterdiğini belirten Yavuz, “Sonuçlarda farklıklar gözlemleniyorsa dikkate alınmalıdır. Çünkü beyinin her iki hemisferi arasında görülen bu farklılıklar ilerde gelişecek olan Alzheimer hastalığının habercisi olabilir. Potansiyel bir Alzheimer hastasını önceden keşfetmek, tedavide hiç kuşkusuz çok önemli yararlar sağlar” diye konuştu.

Gelen Aramalar: meryem uzerli tükenmişlik sendromu,meryem uzerli tükenmişlik,meryem uzerli sendromu,meryem uzerli sendrom,tükenmişlik sendromu,meryrm uzerli tukenmislik sendromu Tags: aktivite, anksiyete, Burnout, manset, Meryem Uzerli, Muhteşem Yüzyıl, stres, Tükenmişlik Sendromu

Category: Psikoloji, Ruh Sağlığı


Kaynak

Devamını Oku »

11 Eylül 2013 Çarşamba

En kolay anlaşılır 10 savunma mekanizması…

İd, ego, supergo… yani diğer bir deyişle alt benlik, benlik, üst benlik. Bu terlik tam benlik! Tabii id biraz primatvari, süperego da henüz ulaşılamamış bir mertebede seyredince insanın bütün derdi yüzeydeki ego ilen oluyor şu hayatta. Aman egoya bi halel gelmesin diye ne edeceğini şaşırıyor adına insan denen bu kurum. O halde ben derim ki, buyrun egoyu stresten ve anksiyeteden korumak adına yapılan şu defansif atakların bir kısmını bir inceleyelim, psikoloji 101 dersinde bile gördüğümüz, en kolay anlaşılır, en yaygın 10 savunma mekanizmasını bi maddeleyelim.

En ilkel savunma mekanizmalarımızdan biri olan yadsıma, kabul etmesi çok zor bir gerçeği yok saymak, olmamış farz etmek manasına gelir. Temelleri çocukluğa dayanan bu mekanizma, genel itibariyle hafif dozda hepimizin ara sıra yaptığı bir şey olmakla birlikte, aslen hayli patalojik bir olaydır ve sıklıkla akıl hastalarında görülür. Örneklemek gerekirse, mesela diyelim ki, ciddi bir hastalığınız var, bunu kabul etmeyip, “yoo yoo ben kesinlikle hasta değilim, iyiyim ben iyiyim, basit bi bahar nezlesi, üzerinize afiyet” tavrı, bir nevi yadsımadır.

Şimdi bakın bu enteresan bir şey. İnandığınız ya da hissettiğiniz şey sizi korkuttuğu, bünyede hafif bir anksiyete yarattığı için, tersine karşı ekstem bir tutum sergilemek olarak özetleyebiliriz. Yani “seni seviyorum – senden nefret ediyorum – yok yok seviyorum – nefret ediyorum iğrençsin” olayı. Küçük çocukların hoşlandıkları kızın saçını çekmesi gibi bir yerde.

İstenmeyen, hoşa gitmeyen bir durum mu var? Hemen gelişiminin daha önceki bir safhasına gerileyip, kendini durumdan sıyırıyorsun. Bunu çocuklarda, bir şeylere kızınca altına kaçırma olarak görmek mümkün. Büyüklerde ise sinirlenince tüm nezaketli tutumu bir yana atıp, ilkel bir mağara adamına dönüşmek, kafa göz girmek, küsmek, irrasyonel tepkiler vermek olarak şeettirebiliriz.

Çok basitçe ifade edersek kötü şeyleri unutma felsefesi efenim bu. Misal bendenizin bir anısını aktarayım hemen size. Şimdi ben bir gün çocuğum, anneannemle babaannem bana iki bebek almışlar. Laylayloyloy diye koşturarak apartmana giriyorum. Sonra asansöre binmek niyetiyle asansör kapısını açıyorum ve gümmm! Asansör benim binmem niyetinde değilmiş belli ki, zira kendisi katta değil. Şimdi bakın olay buraya kadar çok net, çıktıktan sonrasını da hatırlıyorum ama gelin görün ki o boşlukta, çıkarılmayı beklerken ne yaşadım hiç bir fikrim yok. Canavarlar mı saldırdı ne oldu, korktum mu, üşüdüm mü, ağladım mı, bugün bile bilmem. Unutmuşum. Anlatabiliyor muyum?

Düşünselleştirme yani diğer adıyla intelekçualizeyşın, belli bir düşünsel birikim gerektirir tabii. Bu mekanizmamızda zor durum karşısında, hemen böyle bir ukalalık, bir böyle bilimsel açıklamalar, bir derinleşme baş gösterir. Esasında tabii olay yine o zor durumun getirdiği duygusal yükle boğuşmaktır. Mesela, yakını ölmüş birinin kendini cenaze işlerine adaması gibi, ciddi bir hastalığı olan birinin olayı tıbbi terimlerle anlatmaya çalışması gibi, babasıyla sorun yaşayan birinin bunu freudyen şekillerde betimlemesi gibi…

Bildiğiniz Ctrl-Z işte, undo yani. Birine bir şeyi yeterince vermediğinizi ya da o kişiye kötü davrandığınızı düşünüyorsanız, bunu geri alma çabamıza verilen addır bu. Çok hayatın içinden bir örnekle, sevdiklerine yeterince vakit ayıramayan birinin, onları hediyeye boğması gibi. Hıhı evet, “seni en iyi okullarda okuttuk, ne istediysen aldık” olayı yani. Bu mekanizmanın bir tezahürü de bir insana hakaret ettikten sonra onu abartılı iltifatlara boğmaktır mesela.

Zayıf bulduğumuz noktalarımızı başka şekillerde kapamaya çalışma felsefesi. Napolyon’un olayı: “Boyum kısa olabilir, ben de her yeri fethederim o zaman!” Yani diğer bir deyişle, “kıroyum ammaaaaa para bende!” Ya da kendini aptal bulan insanların, fiziksel güzelliğe düşkünleşmesi mesela. Belki de şu “güzel kızlar akıllı olmaz” salaklığının da temeli buralarda bir yerlerde yatıyor olabilir mi acaba diye düşündüm bir an ben. Belki de böyle bir kısır döngü yaratılıyor, kızlara güzel dendikçe, onlar da “ama ama… güzelsem, akıllı olamam o zaman” diye düşünüp, iyice güzelleşmeye adıyorlar kendini ve bu böyle gidip duruyor sonsuza dek. Olamaz mı?

Sıradaki parçamız: Gerçek sebep yerine mantıklı bir sebep bularak gerçeklerden kaçmak. Yani nedir? Bir klasik geliyor sevgili seyirciler: “Elektrikler kesikti, çalışamadım örtmenim!” Bunu beğenmezseniz, yine çok sevilen “Hoca bana taktı yaa, yine zayıf vermiş!” mantığını da önerebiliriz size. Yani nedir, kendin bir şeyi yapmıyorsun ama bunun sebebini kendinde arıyacağına, başka başka bahaneler buluyosun. Cık cık cık!

Ahan da bu bildiğiniz, “ya sen de sinirini benden çıkarıyosun amaaaa!” durumu. Patrona kızıp karısıyla kavga eden adam, arkadaşına kızıp duvarı yumruklayan genç, annesine kızıp kediye tekme atan çocuk… Bunların hepsi yer değiştirmece yapmaktadır efenim. Yani neymiş? Bir takım dürtüleri o kadar tehditkar olmayan bir başka şeye taşımak. Yemiyo tabi patrona kafa tutmak her zaman, di mi?

Kendinde hatalı ya da nahoş bulduğun bir takım özellikleri başkasına atfetme diyelim buna kısaca. Buradaki klasik örneğimiz homofobidir efenim. Hani derler ya, en büyük eşcinseller homofobikler arasından çıkar diye, ahan da işte bu yansıtma mekanizmasıdır bunun temeli. Yani bazı insanlar, karılarını, bacılarını kıskanırlar, adamlar size kötü gözle bakarlar diye mütemadiyen bir paranoya içinde yaşarlar ya, işte o. Ülkemizde hayli yaygın bu savunma mekanizmasını, insanın fikri neyse zikri de odur olarak özetlemek de mümkün bence.

Sonuç olarak, tabii ki lazım arada biraz defans ama fazlası da hiç olmaması kadar yıkıcı etkilere sebep olabiliyor. O yüzden azı karar çoğu zarar diyelim ve bu yazıyı da burada bitirelim.

Kaynak: Karga mecmua, mayıs ’09.

Gelen Aramalar: psikoloji savunma mekanizmaları patronu kızıyor adam karısına Tags: anksiyete, Bastırma, Düşünselleştirme, Ego, Gerileme, İd, Karşıt tepki kurma, manset, Mantığa büründürme, Ödünleme, savunma mekanizması, supergo, Yadsıma, Yansıtma, Yapma Bozma, Yer değiştirme

Category: Psikoloji, Psikoloji Yazıları


Kaynak

Devamını Oku »

9 Eylül 2013 Pazartesi

Yeni Hastalığımız: Mükemmeliyetçilik

Bir bu eksikti! Panikatak, depresyon türlüsünden fobilerimiz derken bir mükemmeliyetçilik noksandı, çok şükür o da oldu…

Evinizde, ilişkilerinizde, iş yerinizde, okulda en iyi olmaya çalışırken ne kadar yıprandığımızın farkında mısınız? Modern dünyada hayat bir yarış, başarı her alanda yegane hedefken, stres,depresyon ve anksiyete yaşayan insanların sayısı giderek artıyor. Hal böyle olunca rahatsızlık sayımız da gün geçtikçe fazlalaşıyor. Şimdilerde ise, ‘mükemmeliyetçilik’ gündemde…

Uzman psikolog Pelin Atasoy’a göre bu, çağımızın rahatsızlığı ve giderek daha çok insan, ‘mükemmeliyetçilik’ten muzdarip olacak.

Mükemmeliyetçiliğe hastalık dedemiz tam olarak doğru olmaz. Mükemmeliyetçilik bir kişilik özelliği olarak tanımlanabilir. Kişinin hayatını oldukça zorlaştıran, törpülenmesi gereken bir özellik. Mükemmeliyetçilik belki de her zaman vardı, ancak adı konmamıştı. Bir süredir var olan ekonomik ve sosyal ortamın bireye yüklediği beklentilerle, kişinin var olmasının/kabul görmesinin dış etkenlere daha da çok bağlanmasıyla mükemmeliyetçiliğin tetiklendiğini ve artış gösterdiğini düşünüyorum.

Kendimin, mükemmeliyetçi özellikler taşıdığını ve bu durumun hayatımı çok zorlaştırdığını fark ettiğimde, bu konu üzerinde okumaya ve araştırmaya başladım.

Mükemmeliyeti insan, kendinin ve/veya çevresindekilerin en ufak bir hatasını bile kabul edemeyen, kendini ya da etrafındakileri sürekli olarak eleştiren, kendi doğrularına göre düzeltmeye çalışan , ulaşılması neredeyse imkansız, gerçek dışı hedefler koyan ve doğal olarak bu hedeflere ulaşamadığında da hayal kırıklığı ve öfke yaşayan, süreçten keyif almaktan uzak, sonu odaklı, sürekli olarak beğenilmeme ve sevilmeme kaygısı yaşayan biridir. Tatminkar ilişkiler yaşaması ve işler yapması oldukça zordur. Kendini ve başkalarını acımasızca eleştirir ve mutsuzluk üretir. Mükemmeliyetçi kişi kendi sırtını sıvazlamadığı, kendini ödüllendirmediği için sürekli olarak dışarıdan onaylanma ve olumlu geri bildirim bekler. Alamadığı zamanlarda da yaşadığı hayal kırıklığı yıkıcı olabilir.

Mükemmeliyetçi kişilerin hayatında çok fazla ‘meli’, ‘malı’ vardır. “Kocam eve asla geç gelmemeli”,”Ben hep eğlenceli biri olmalıyım”, “Arkadaşlarım bana böyle davranmamalı”… gibi takıntılı davranışlar gösterebilir. Sürekli organize etme, planlama, derleme, toplama gibi. Sürekli olarak her şeyi kontrolü altında tutmaya çalışır.

Ben dayattığını düşünüyorum. Bizler sosyal varlıklarız. Toplum içinde yaşıyoruz ve toplumun bizlere getirdiği şeylerden etkileniyoruz tabiî ki. Bunun aksi iddia edilemez. Ben gittikçe dışa odaklı yaşamaya başladığımıza inanıyorum. İç dünyamızdan çok dış dünya önem kazanıyor. Performansa dayalı hayatlar yaşanıyor. Başarılı olmak (tanımı herkese göre değişse de), par kazanmak, kişisel tatmin ve mutluluktan bir adım önde gidiyor sanki.

Kabul görmek ve değerli hissetmek için maddi göstergelere daha çok ihtiyaç duymaya başladı insanlar. Estetik ameliyatlarla daha da genç ve güzel/yakışıklı görünmek, iddialı arabalar ve gösterişli kıyafetlerle önemsenme ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Hep daha iyisi var, daha üst modeli, daha güzeli/yakışıklısı, daha pahalısı, dahası var yani. Ama içe baktığımızda büyük bir boşluk görüyoruz, öyle bir duygusal boşluk ki, ‘daha’larla bile dolmuyor, dolması da mümkün değil. tüm bunlar da kişileri tatminsizliğe ve mutsuzluğa doğru götürüyor kanımca.

Mükemmeliyetçilikle baş etmek oldukça zordur. Çünkü öncelikle mükemmel olmadığımızı kabul etmek gerekir; bu da, ciddi bir farkındalık, cesaret ve iç görü geliştirmeyi gerektirir. Mükemmeliyetçilikle tek başımız mücadele etmek çok hırpalayıcı olabilir. Bu nedenle ben kendinde bu özellikleri gören ve tek başına bu konuyu halletmekte zorlanan kişilere psikolojik destek almalarını öneririm. Bunun yanı sıra mükemmeliyetçi kişiler öncelikli olarak, “ya hep ya hiç” şeklindeki düşünce tarzlarının farkına varmalıdır. Alışkın oldukları olumsuz eleştirel düşüncelerinin yerine daha mantıklı düşünceler koymayı denebilirler. Kendilerine, hata yapmaya hakları olduğunu ve hata yapmadan büyümenin ve gelişmenin mümkün olmayacağını hatırlatabilirler. Kişi yaptıkları için değil, kendi olduğu için değerli ve önemli olduğunu kendi kendine hatırlatmaya çalışmalıdır.

Kesinlikle var. zaten yapılan araştırmalar, mükemmeliyetçilikle anksiyete, depresyon ve obsesif-kompulsif bozukluk arasında yüksek korelasyon olduğunu göstermektedir. Mükemmeliyetçi bireyler, en ufak hatanın bile katastrofobik sonuçlar doğurabileceğine inanır ve bundan dolayı aşırı derecede endişe ve kaygı üretirler.

Yukarıdaki sistemin bize dayatması sorusunda da belirttiğim sebeplerden dolayı bu sorunun artacağına inanıyorum.

Mükemmeliyetçi olup olmadığınızı nasıl anlarsınız
• Sürekli olarak denetleme ve onay alma
• Tekrarlama ve düzeltme
• Aşırı planlama, düzenleme ve sıralama
• Karar vermede güçlük çekme
• Erteleme
• Kaçınma
• Başkalarını değiştirmeye çalışma

• Mükemmel olmanın yarar ve zararlarını ayrı ayrı sıralayın: ödediğiniz bedellerin çok daha fazla olduğunu görebilirsiniz
• Ya hep ya hiç şeklinde eleştirel düşünce tarzının farkına varın: kendiniz ya da bir başkası tarafından mükemmel olmayan şeyler yapıldığında, yapılanların iyi olan yanlarını bulmaya çalışın
• Yapabilecekleriniz konusunda gerçekçi olun: gerçekçi hedefler koydukça, mükemmel olmayan sonuçları, korktuğunuz ya da kaygılandığınız olumsuz sonlara varmadığını yavaş yavaş fark edeceksiniz
• Eleştiri karşısında ve kendiniz hakkında daha nesnel olmaya çalışın: eğer biri sizi yaptığınız bir hatadan dolayı eleştirirse, hatanızı anlamaya çalışın ve hata yapma hakkınız olduğunu hatırlayın. Hatasız öğrenme ve gelişmenin de mümkün olmayacağını unutmayın.

Kaynak: Elele, Haziran 2010

Tags: depresyon, fobi, manset, Mükemmeliyetçilik, Panikatak, Pelin Atasoy, psikiyatri, psikoloji, Ruh Sağlığı, Uzman Psikolog

Category: Psikoloji, Ruh Sağlığı


Kaynak

Devamını Oku »

6 Eylül 2013 Cuma

Kuantum Düşünce Çalışmaları


Kuantum düşünce çalışmaları birçok teknikten oluşur. Bunlar kişinin negatif bilinçaltı çözülümünü sağlamak amaçlı bilinçaltı ve enerji çalışmalarıdır.
I. Dörtlü Koordinasyon Çalışması  Sürüngen Beyin Çalışması: Temel negatif çekirdek inançlar, çocuklukta oluşturduğumuz negatif stratejiler bulunup, kırılır ve yeni komutlarla yerine kişiyi destekleyici pozitif komutlar verilir.İlkel Beyin (amigdala) Çalışması:  Temel negatif duygular bulunup yeni karar ve komutlarla pozitife çevrilir.Neocortex Çalışması: Bu bölüm beynimizin ön bölümünde bulunur ve hedeflerimiz için doğru ve gerekli adımları atması komutu verilir. Buradaki engeller bulunur.Bilinçaltı Çalışması: Bilinçaltımızın kendisini düzenlenmesi için çalışılır.Bastırdığımız, unuttuğumuz travma ve olayları ortaya çıkarıp duygusal olarak özgürleşmemizi sağlar.Geçmiş ya da paralel yaşamlardaki ya da atalarımızdan getirdiğimiz negatif etkilerden, o hayatların bu hayatımıza etki eden olumsuz enerjilerinden özgürleşmek için müthiş bir çalışmadır.Geçmişte bir yolculuğa çıkılıp bastırılan duygular, geçmişte alınan ama hayatımızı sabote eden kararlar ve inançlar, sıkışıp kalmış duygular açığa çıkartılır, geçmişin yüklerinden özgürleşilir.Aile içindeki rol karışıklıkları giderilir, atalardan gelen yükler, ifade edilemeyen duygu ve düşünceler, yükler bırakılır. Çok kuvvetli bir enerji çalışmasıdır. VI. Eril ve Dişil Enerji Dengelemesi Her insanın içinde bulunan eril ve dişi enerji dengelenir. Kişinin dişiliğini ya da erilliğini kabul etmesi, dengelemesi ve ifade etmesi sağlanır. #Bu çalışmalar hiçbir şekilde tedavi etmek ya da teşhis ve tanı koymak için kullanılamaz.

Kaynak

Devamını Oku »

4 Eylül 2013 Çarşamba

Aile Dizimi Nedir?

Aile dizimi kuantum düşünce çalışmalarında kullanılan etkili bir tekniktir. Çalışma bir enerji ve grup çalışmasıdır ve etkileri ruhsal boyutta görülür. Hepimiz hayatımızda sıkıntılar, kilitlenmeler, tıkanıklıklar… yaşıyoruz. Bunlar hem bizim farkında olmadığımız inanç kalıplarımızdan hem de aile atalarımızdan (anne ve baba tarafları) bize aktarılan inançlardan, enerjilerden, korkulardan, rol karışıklıklarından, ifade yetersizliklerinden,  ya da ailedeki bir birey ile özdeşleşmemizden kaynaklanmaktadır.





Hem anne tarafından hem de baba tarafından ve onların atalarından çeşitli duygu ve enerji aktarımları aynı genler gibi bize miras kalmakta ve bizim hayatımızı da etkilemektedir. Aile dizimi ile tüm bu olumsuz etkilerden özgürleşmek mümkündür.Hayatınızda hep aynı kalıplar, olaylar tekrar ediyorsaHep de “……. Benim başıma gelir” diyorsanızMaddi sıkıntı yaşıyorsanızKalıtımsal bir hastalığınız varsaİlişkilerinizde hep aynı sorunları yaşıyorsanızAilenizde kürtaj, düşükler ya da erken ölümler varsaAdınız bir aile büyüğünüzün adıyla aynıysaAile büyükleri göçler, savaşlar, kayıplar, dışlanmışlıklar yaşamışsa; aile dizimi bu konularda enerji açılımı sağlar.Atalarımız ve ailemiz bugünkü hayatımızın şekillenmesinde büyük rol oynar. Genetik olarak sadece hastalıkları değil, hastalıkların esas nedeni olan inançları ve negatif duygu enerjileri de bize miras kalır. Hayatımıza çektiğimiz hastalıklarda, mutsuzluklarda, başarısızlıklarda, parasızlıklarda… bu kayıtlarımızın imzası vardır ve biz onları keşfedip, fark edip değiştirmedikçe de bir kalıp olarak hayatımızda tekrar edip duracaktır. Değişim ve gelişim ise bu inançların, enerjilerin ve aktarımların açığa çıkması ve çözülmesiyle gerçekleşir. Açığa çıkmamış her duygu bize ve çözülmediği takdirde gelecek nesillerimize miras kalır. Aile dizimiyle aile köklerimize yolculuk yaparak, atalarımızdan ve aile üyelerinden üstlendiğimiz bize ait olmayan enerjileri, yükleri, rolleri, sorumlulukları onlara geri vererek özgürleşmemiz sağlanır. Çalışma esnasında problem konu ve kişiler için temsilciler seçilir ve kolektif bilinçaltından gelen bilgiler ve duygularla tıkanıklık yaratan sorun bulunur ve çözülür.Eğer aile içinde şiddet, intihar, cinayet, düşük, ana baba rollerinde karışıklık ya da aile bireyleriyle özdeşleşme gibi bir sebeple aile sisteminde bir bozulma veya aile sıralamasında bir kopma olursa, bundan aile fertlerinin hepsi, hatta  etkisinin derinliği oranında gelecek kuşaklar da etkilenmektedir. Yapılan çalışmalarla bozulan bu enerjiler dengelenmekte ve enerjiler çözülmektedir.Aile dizimiyle enerji ve ruhsal boyutta çalışma yapılır. Geçmiş deneyimler temsilciler tarafından tekrar yaşatılarak, ortaya çıkarılır ve enerjinin, duygunun açığa çıkmasıyla enerji dengelenir. Böylece aile büyüklerinden üstlendiğimiz bize ait olmayan her türlü duygu, enerji ve inançtan özgürleşerek istediğimiz mutluluğa, sağlığa, başarıya… kavuşabiliriz. Bize ait olmayan tüm bizi engelleyici inançlardan, enerjilerden kurtulabiliriz.Aile dizimi ailemizden gelen miras enerjiler yüzünden yaşadığımız tıkanıklıklar üzerinde çok etkilidir. Bununla beraber dizim çalışmaları ilişkiler, para, sağlık ya da problem yaşanan herhangi bir konuyla veya kişiyle ilgili olarak da yapılabilir. Bu çalışmada dizimi yapılan kişi kadar çalışmaya katılanlar da şifalanır. Çekim yasasından dolayı temsil ettikleri kişi ile aralarında mutlaka ortak bir enerji ya da duygu olduğundan hem katılımcı, hem dizimi yapılan danışan hem de diğer temsil edilen kişiler üzerinde rahatlama ve şifalanma hissedilir.Tüm bunlarla beraber aile dizimi çalışması bir teşhis ve tanı ya da tedavi yerine geçmez.
Kaynak
Devamını Oku »

1 Eylül 2013 Pazar

Bütünsel PiKi (Psiko Kinesiyoloji) Nedir?

Piki çekim yasasının uygulamasıdır, ne ekersek onu biçeriz. PiKi bilinçaltımızda depolanan inançlarımızı keşfetme ve değiştirme imkanı sağlayan etkili bir sistemdir.  Doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız her an bilinçaltımızda kayıtlıdır. Burada pozitif ve negatif birçok inanç kaydımız bulunur. İrademizi sabote eden işte bu negatif bilinçaltı inançlarımızdır. Bu inançların farkına varmadan hayatımızı bu programlar, inançlar doğrultusunda yaşarız. Hayatımızda sürekli hastalıklar, mutsuzluklar, başarısızlıklar gibi durumlar tekrar eder durur ve biz onları keşfedip, fark edip değiştirmedikçe de bir kalıp olarak hayatımızda tekrar edip duracaktır.





Hayatımızda isteklerimizi, hedeflerimizi ancak bilincimiz  ve bilinçaltı inançlarımız birbiriyle örtüşüyorsa gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla PiKi’nin temel amaçlarından biri de bilinç ve bilinçaltı inançlarımızı birbirini destekler hale getirmektir.  Piki ile bu görünmez engelleri keşfedip, bizi destekleyecek şekilde, olumlu hale getirebiliriz. PiKi'nin yaklaşımı bütünseldir, yapılan çalışmalardan sonra kişinin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duygusal hayatında değişim başlar. Tüm bunlarla beraber Piki bir tedavi ya da teşhis metodu değildir.* Bilinçaltı negatif inançlarımızı keşfetmek* Hayatımızda isteklerimizi, hedeflerimizi ancak bilincimiz ve bilinçaltı inançlarımız birbiriyle örtüşüyorsa gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla PiKi’nin temel amaçlarından biri de bilinç ve bilinçaltı inançlarımızı birbirini destekler hale getirmektir. Örn; bilinçli halimizle parayı çok sevdiğimizi düşünebiliriz, ama bilinçaltımızda çok para kazanmanın zor ya da kötü olduğu gibi negatif bir inanç varsa, hayatımıza maddi bolluk çekmek imkansız olacaktır. Bu inancı değiştirdikten sonra parayı hayatımıza çekmemiz kolaylaşır. * Evrensel enerjinin sevgi, bilgelik ve iyileştirici gücünü kendimiz ve başkalarının yararına kullanmak * Ruh-Beden-Zihin dengemizi ve sağlığımızı yeniden oluşturmak * Bilinçaltımız ve yüksek benimizle iletişim kurmak * Sağ ve sol beynimizi dengelemek, böylece objektif kararlar almamızı sağlamak* Enerjimizi çoğaltıp dengelemek PiKi eğitimi temel, ileri ve master olarak üç aşamadan oluşur. İlk temel eğitimde ve bireysel danışmanlık çalışmalarında zihinsel alanlarda çalışılır. Böylece, * Bizi engelleyen negatif bilinçaltı inançlarımızı bulup bizi destekleyecek şekilde değiştirebiliriz. * Bize zarar veren alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz. * Bedenimizin hangi gıdalara ihtiyaç duyduğunu, hangi besinlerin yararlı hangilerinin zararlı olduğunu test edebiliriz. * Hangi vitaminlerin bize yararlı olabileceğini test edebiliriz. * Ağrılardan özgürleşebiliriz. * İlişkilerimizin bizi destekleyip desteklemediğini keşfedebiliriz. * İdeal kilomuzu öğrenebiliriz. * Enerjimizi dengeleyip, çoğaltabiliriz. PiKi’nin günlük kullanım egzersizleri çok kolay ve eğlencelidir. (Kızgınlık atma, topluluk önünde rahat konuşma, stresten özgürleşme, bellek geliştirme, sağ ve sol beyni dengeleme… gibi egzersizleri vardır.)Piki uygulamalarında temizlik ve uygulama arttıkça sezgilerimiz artar, algı kapılarımız açılır. Piki bir teşhis ve tedavi yöntemi değildir. İnançlar, duygular bedende kodlanmış bilgidir. Çalışmalarda bedenimizin bizzat kendisinden yararlanırız. Bedenimizin dilini öğrendiğimizde o bize iç dünyamızla ilgili, gizli kalmış inançlarımızla ilgili bilgiler verir. Evrende her şey enerjidir ve Piki de bir enerji çalışmasıdır. Kas testi adını verdiğimiz bir enerji testi sayesinde bilinçaltımızla, özümüzle ve bedenimizle iletişim kurarız. Yaşam enerjimizin kaslarımızda yarattığı direnci ölçerek negatif bilinçaltı inançlarımıza ulaşıp, onları olumluya dönüştürmenin hazzını yaşarız. Geriye bize bu inanca uygun adım atmak kalır ki, bunun adına da irade diyoruz. Çünkü değişim ve gelişim kişinin sadece kendi sorumluluğundadır.  
Kaynak
Devamını Oku »

Etiketler

acı affetme Affetmek aile akıl Alglamada Anlatm Aramak ARINMA Aroma Astroloji Astrolojik Aynalar Bahar başkaları Bayram beden Beden dili Bedensiz BEREKET beyin Beyinde Beyni Beynin Beyniniz bilgi bilim bilimsel bilinci Bilincine bilinçaltı Bilmek birey Bitkisel bolluk BOLUK Burak cümle çekim dalga damla Davet Deerlerimizin degerli Deniz Depresyonun DERSLER Detoks Dikkat Dilek Disgrafi Disleksi düşünce Egoist egzersiz EGZERSZ ekmek eleştiri. öfke emsimizi enerji Enerjilerinin Epifiz Eruhunuzu evlilik evren fayda FAYDALANMAK FAYDALARI Felsefe fizik fiziksel Fregoli frekans garip GCJoseph Gcyle geçmiş Gelecek geliim gerçek GERDE gerilim Gidecek Gizemli gizli güven güzel harika Hasta hastalık Hastalklar Hayal Hayallerinizin hayat Hayata HAYIRLI Hikaye Hiperaktivite Hipnozu hissederim Holografik Hologram Hoşgörü hoşgörüsüzlük huzur huzurlu Illuminati ilâc ileti İletişim inanç insan insanlar Kabala Kadim kaos Karanlk kavga kelime Kelimeler Klasik korku Korkular KORUMA Korunma Kristaller kuantum Kuantum Fiziği kurallar Kyamet liste LKLERMZ madde Makbul MEKTUP Melek Merak Mevlana Mevlanann Mezar Mftolunun Moloküler mucize Mucizeleri MUTSUZ NAMASTE Nazar Nefret neşe Niyet ODAKLANMA Okuma Okyanus olacaksn olumlama olumlamas olumlu olumsuz para paralel Paranormal Patolojik Peeling Peinden pozitif POZTF Pratik PRATK PROGRAMLAMA Psikoloji psikolojik Quantum Düşünce Rahat RAHATSIZLIIMIZ refah Reformist Romantik ruh Ruhsal sağlık Sanat seniz sevgi sıkıntı sistem Sonsuz sorumsuzluk sorun sorunlar Stres Sufizm suyun şifa şükretme tabiat tedavi Tehlikeli teori Terapi tesadüf toplum Uymasn üzüntü zaman Zarar zeka zellikleri zenginlik zerine zihinsel