İd, ego, supergo… yani diğer bir deyişle alt benlik, benlik, üst benlik. Bu terlik tam benlik! Tabii id biraz primatvari, süperego da henüz ulaşılamamış bir mertebede seyredince insanın bütün derdi yüzeydeki ego ilen oluyor şu hayatta. Aman egoya bi halel gelmesin diye ne edeceğini şaşırıyor adına insan denen bu kurum. O halde ben derim ki, buyrun egoyu stresten ve anksiyeteden korumak adına yapılan şu defansif atakların bir kısmını bir inceleyelim, psikoloji 101 dersinde bile gördüğümüz, en kolay anlaşılır, en yaygın 10 savunma mekanizmasını bi maddeleyelim.
En ilkel savunma mekanizmalarımızdan biri olan yadsıma, kabul etmesi çok zor bir gerçeği yok saymak, olmamış farz etmek manasına gelir. Temelleri çocukluğa dayanan bu mekanizma, genel itibariyle hafif dozda hepimizin ara sıra yaptığı bir şey olmakla birlikte, aslen hayli patalojik bir olaydır ve sıklıkla akıl hastalarında görülür. Örneklemek gerekirse, mesela diyelim ki, ciddi bir hastalığınız var, bunu kabul etmeyip, “yoo yoo ben kesinlikle hasta değilim, iyiyim ben iyiyim, basit bi bahar nezlesi, üzerinize afiyet” tavrı, bir nevi yadsımadır.
Şimdi bakın bu enteresan bir şey. İnandığınız ya da hissettiğiniz şey sizi korkuttuğu, bünyede hafif bir anksiyete yarattığı için, tersine karşı ekstem bir tutum sergilemek olarak özetleyebiliriz. Yani “seni seviyorum – senden nefret ediyorum – yok yok seviyorum – nefret ediyorum iğrençsin” olayı. Küçük çocukların hoşlandıkları kızın saçını çekmesi gibi bir yerde.
İstenmeyen, hoşa gitmeyen bir durum mu var? Hemen gelişiminin daha önceki bir safhasına gerileyip, kendini durumdan sıyırıyorsun. Bunu çocuklarda, bir şeylere kızınca altına kaçırma olarak görmek mümkün. Büyüklerde ise sinirlenince tüm nezaketli tutumu bir yana atıp, ilkel bir mağara adamına dönüşmek, kafa göz girmek, küsmek, irrasyonel tepkiler vermek olarak şeettirebiliriz.
Çok basitçe ifade edersek kötü şeyleri unutma felsefesi efenim bu. Misal bendenizin bir anısını aktarayım hemen size. Şimdi ben bir gün çocuğum, anneannemle babaannem bana iki bebek almışlar. Laylayloyloy diye koşturarak apartmana giriyorum. Sonra asansöre binmek niyetiyle asansör kapısını açıyorum ve gümmm! Asansör benim binmem niyetinde değilmiş belli ki, zira kendisi katta değil. Şimdi bakın olay buraya kadar çok net, çıktıktan sonrasını da hatırlıyorum ama gelin görün ki o boşlukta, çıkarılmayı beklerken ne yaşadım hiç bir fikrim yok. Canavarlar mı saldırdı ne oldu, korktum mu, üşüdüm mü, ağladım mı, bugün bile bilmem. Unutmuşum. Anlatabiliyor muyum?
Düşünselleştirme yani diğer adıyla intelekçualizeyşın, belli bir düşünsel birikim gerektirir tabii. Bu mekanizmamızda zor durum karşısında, hemen böyle bir ukalalık, bir böyle bilimsel açıklamalar, bir derinleşme baş gösterir. Esasında tabii olay yine o zor durumun getirdiği duygusal yükle boğuşmaktır. Mesela, yakını ölmüş birinin kendini cenaze işlerine adaması gibi, ciddi bir hastalığı olan birinin olayı tıbbi terimlerle anlatmaya çalışması gibi, babasıyla sorun yaşayan birinin bunu freudyen şekillerde betimlemesi gibi…
Bildiğiniz Ctrl-Z işte, undo yani. Birine bir şeyi yeterince vermediğinizi ya da o kişiye kötü davrandığınızı düşünüyorsanız, bunu geri alma çabamıza verilen addır bu. Çok hayatın içinden bir örnekle, sevdiklerine yeterince vakit ayıramayan birinin, onları hediyeye boğması gibi. Hıhı evet, “seni en iyi okullarda okuttuk, ne istediysen aldık” olayı yani. Bu mekanizmanın bir tezahürü de bir insana hakaret ettikten sonra onu abartılı iltifatlara boğmaktır mesela.
Zayıf bulduğumuz noktalarımızı başka şekillerde kapamaya çalışma felsefesi. Napolyon’un olayı: “Boyum kısa olabilir, ben de her yeri fethederim o zaman!” Yani diğer bir deyişle, “kıroyum ammaaaaa para bende!” Ya da kendini aptal bulan insanların, fiziksel güzelliğe düşkünleşmesi mesela. Belki de şu “güzel kızlar akıllı olmaz” salaklığının da temeli buralarda bir yerlerde yatıyor olabilir mi acaba diye düşündüm bir an ben. Belki de böyle bir kısır döngü yaratılıyor, kızlara güzel dendikçe, onlar da “ama ama… güzelsem, akıllı olamam o zaman” diye düşünüp, iyice güzelleşmeye adıyorlar kendini ve bu böyle gidip duruyor sonsuza dek. Olamaz mı?
Sıradaki parçamız: Gerçek sebep yerine mantıklı bir sebep bularak gerçeklerden kaçmak. Yani nedir? Bir klasik geliyor sevgili seyirciler: “Elektrikler kesikti, çalışamadım örtmenim!” Bunu beğenmezseniz, yine çok sevilen “Hoca bana taktı yaa, yine zayıf vermiş!” mantığını da önerebiliriz size. Yani nedir, kendin bir şeyi yapmıyorsun ama bunun sebebini kendinde arıyacağına, başka başka bahaneler buluyosun. Cık cık cık!
Ahan da bu bildiğiniz, “ya sen de sinirini benden çıkarıyosun amaaaa!” durumu. Patrona kızıp karısıyla kavga eden adam, arkadaşına kızıp duvarı yumruklayan genç, annesine kızıp kediye tekme atan çocuk… Bunların hepsi yer değiştirmece yapmaktadır efenim. Yani neymiş? Bir takım dürtüleri o kadar tehditkar olmayan bir başka şeye taşımak. Yemiyo tabi patrona kafa tutmak her zaman, di mi?
Kendinde hatalı ya da nahoş bulduğun bir takım özellikleri başkasına atfetme diyelim buna kısaca. Buradaki klasik örneğimiz homofobidir efenim. Hani derler ya, en büyük eşcinseller homofobikler arasından çıkar diye, ahan da işte bu yansıtma mekanizmasıdır bunun temeli. Yani bazı insanlar, karılarını, bacılarını kıskanırlar, adamlar size kötü gözle bakarlar diye mütemadiyen bir paranoya içinde yaşarlar ya, işte o. Ülkemizde hayli yaygın bu savunma mekanizmasını, insanın fikri neyse zikri de odur olarak özetlemek de mümkün bence.
Sonuç olarak, tabii ki lazım arada biraz defans ama fazlası da hiç olmaması kadar yıkıcı etkilere sebep olabiliyor. O yüzden azı karar çoğu zarar diyelim ve bu yazıyı da burada bitirelim.
Gelen Aramalar: psikoloji savunma mekanizmaları patronu kızıyor adam karısına Tags: anksiyete, Bastırma, Düşünselleştirme, Ego, Gerileme, İd, Karşıt tepki kurma, manset, Mantığa büründürme, Ödünleme, savunma mekanizması, supergo, Yadsıma, Yansıtma, Yapma Bozma, Yer değiştirmeCategory: Psikoloji, Psikoloji YazılarıKaynak: Karga mecmua, mayıs ’09.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder