
Çoğumuz içimizde oluşturduğumuz hapishanemizin tutsağıyız. Gardiyanı’da kendimiziz.
O BEN merkezli hapishanedeki tutsaklığımızın da farkına varamıyoruz.
Kendimizi, buranın bir saray Olduğuna inandırmaya çalışıyoruz.
İlkönce kendi farkındalığımızın
ışığını yakmak zorundayız.
Bu alışagelmiş kalıpları kırmak, kendimiz olmağa çaba
göstermekle orantılıdır.
Buna Budistler gibi içsel aydınlanmada diyebiliriz. Bu
ışık çevremizi aydınlattığı sürece, daha önce gördüklerimiz, tanıdığımızı zannetiğimiz
Her şey, daha açık, net ve derinlemesine, olumlu yada olumsuz olarak belirginleşir.
Bu bir bilinç düzeyidir. Farkındalığı akıl ve zeka birliği yaratır ve aklın zekanın
yönetiminde olduğu sürece amaca ulaşabilriz. Yaratı ve soyutlama burada başlar.
Bu farkındalık aynı zamanda evrendeki her şeyle özdeşliğimizin de bilincini duyumsatır
bize. Farkındalıktan yoksun yaşam akışı içgüdülerle sağlanır. İçgüdülerle yer, içer,çoğalır
ve yaşama körü körüne sarılırız, adeta solucan gibi. Aile yaşamında çoğu insan,
zamanın akışı içinde kendisini geliştirip yenilemediğinde, birbirini kanıksar. Bu
aynı zamanda farkındalık ışığınında sönmesi demektir. Şartlar zorluyor ise Birbirinin
farkına varmadan yada varmak istemeden evlilik şirketini yürütürler. Yıllar yılı
farkedilmeyi bekleyen insanlarda vardır. Bunu belli etmeden yaşarlar, yapıları sonucu.
Farkedilmek aynı zamanda farkedeni de farketmek demektir. Bu ise güzelliğin ve sevginin
senfonisidir. Burada algı kapıları alabildiğine açılır. İletişim, sessizliğin diliyle
kurulur. Burada zaman ve mekan aşılır. Bu hintlilerin NİRVANA, TASAVVUFTA da ikilikte
TEK’liği yaşamaktır yaşarken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder