Günlük hayatımızda yeri olan birçok eşyanın ne zaman, nasıl, kim-ler tarafından düşünülüp, üretildiğini çocukluğumdan beri merak ederim. Eskiden bu bilgilere ulaşmak daha zor ve zahmetliydi ama artık arama motorları sağ olsun çok kolay.
İnsanlığın hayatını dönüştüren “mühim” şeyler değil bahsettiğim şeyler. Kaşık gibi, diş fırçası gibi, düğme gibi, şemsiye gibi şeyler. Bu yazıda şemsiyeyi anlatayım ilginizi çekerse devam eder gideriz.
Yağmurun eksik olmadığı bir coğrafyada geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda şemsiye ile hiç yakın bir ilişki kuramadım. Yağmurda ıslanmak doğal ve olması gereken bir şey gibi gelirdi bana. Şemsiyeyi taşımak zor ve zahmetliydi. Yürürken ona, buna çarpması da ayrı bir dertti. Sonra ne oldu bilmiyorum şemsiye sever oldum. Çok param olsa her renk ve modelini alabilecek kadar seviyorum şimdi şemsiyeyi:)
İstanbul’da yaşayanlar bilir, yağmur ihtimali olduğu anda caddelerde, meydanlarda ucuz şemsiye satan sokak satıcıları türedi son yıllarda. Çok dayanmasalar da günü kurtardıkları ve ucuzlukları nedeniyle ekmek gibi satılıyorlar. Yağmurlu bir günde kalabalık bir caddedeyseniz bu şeffaf ve rengârenk şemsiye ordusunu ellerde görebiliyorsunuz yani. Aralarda başka şemsiyeler arıyor gözlerim böyle zamanlarda. “Aynılaşan” metropol insanımız şemsiyesiyle de aynı…
Gelelim tarihçesine:
Şemsiyenin dört bin yıllık bir mazisi var. İlk dönemlerinde yağmurdan değil güneşten korunmak için kullanılırmış. İlk olarak “Parasol” denmiş şemsiyeye. (Para-durdurmak, sol- güneş) Türkçeye Arapça şemsiyye (şems- güneş, şemsiye- güneşlik) sözcüğünden gelmiş. İngilizcede, Latince Umbra (gölge) kökenli sözcükten türemiş.
İlk şemsiye kullanımına birçok ilkte olduğu gibi Mezopotamya'da rastlıyoruz. M.Ö. 1200 yıllarında eski Mısır'da koruyucu bir niteliği olduğuna inanılıyor şemsiyenin. Gökyüzünün tanrının vücudundan yapılmış dünyayı koruyan bir şemsiye olduğuna inandıkları için kendi kullandıkları şemsiye de yüksek ahlaklarının bir göstergesi onlar için. Ayrıca açık tenli olmak asalet göstergesi kabul edildiğinden şemsiyenin güneşten koruması kraliyet hanedanının statüsünün göstergesi… Güneş şemsiyesi Asur krallarının da imtiyaz sembolü ve onu dışındakilerin şemsiye taşıması yasak…
Mısır'dan Roma’ya geçen şemsiye hala güneşten koruyor insanları. Roma’da şemsiye kadın aksesuarı… Erkekler hiç kullanmıyorlar. Kadınlar yağlı kâğıttan yapılan beyaz güneş şemsiyeleri kullanıyor. Bu şemsiyelerin yağmuru da geçirmediği anlaşılınca daha yaygın kullanılmaya başlanıyor. Antik tiyatrolarda oyunları izleyen kadınlar yağmurdan etkilenmezken erkekler sırılsıklam ıslanıyorlar yani Roma’da.
Eski Yunan kültüründe de yaprak ve papirüslerin kullanıldığı şemsiyeler var. Antik dönemde dünyanın hemen her yerinde şemsiyeler rütbeye göre farklılık gösterirmiş.
Şemsiyeyi yağmurdan korunmak amacıyla ilk Çinliler kullanmayı akıl ediyorlar. Kâğıttan yaptıkları şemsiyeleri reçine ile su geçirmez hale getirip kullanıyorlar.
16. yüzyıl sonlarında batı dünyası artık şemsiyeyi yaygın şekilde kullanıyor. Fas'lı gezgin ve yazar Janas Hanway (1712-1786) şemsiyenin Londra'da tanınmasına ve yaygın kullanılmasına ön ayak oluyor. İngiliz burjuvazisi şemsiyeyi "Hanway" diye adlandırıyor bu nedenle.
Kullanımı giderek artınca önceleri bir çeşit yağla kaplanarak su geçirmezliği sağlanan şemsiyelerin daha dayanıklı modelleri üretilmeye başlanıyor. Seri üretimine ise 1830 yılında Londra'da "James Smith and Sons" şirketinde başlanıyor. (Bu şirketin mağazası hala Oxford Caddesinde bildiğim kadarıyla)
O dönemdeki şemsiyelerin sapları ahşap veya balina kemiği kullanılarak yapılıyor. 1852'de Samuel Fox adlı bir üreticinin çelik tel kullanmasıyla değişik modellerin üretimine başlanabiliyor.
Ülkemizde şemsiye üretimi yok o zamanlar. Dışarıdan getiriliyor. 1882 yılında İstanbul'da yaşayan Robenson adlı bir İngiliz'in üretime başlamasıyla ilk yerli yapım şemsiyelerimize kavuşuyoruz.
Günümüzde her renk ve modelde şemsiye var ama şemsiye denince ilk akla gelen siyah renktir malumunuz. Hele erkeklerin kullandığı şemsiyeler. Bunun nedenini şöyle anlatıyor bilenler: “Avrupa'da şemsiyelerin yaygın olarak kullanılmaya başlandığı 1700’lü yıllarda yünlü kumaşlarının üstü bir çeşit yağ ile sıvanıyordu. Bu yağ kumaşa su geçirmez bir özellik kazandırıyor ve siyah bir renk veriyordu. Siyah renkli bu şemsiyeler erkekler tarafından da benimsendi ve zamanla erkeklerin vazgeçilmez aksesuarları oldu. Şemsiyeler yağmuru geçirmiyordu ama çok da dayanıklı değillerdi. Uzun zaman kullanılamıyorlardı. Zamanla daha kaliteli şemsiyeler üretildi, ancak siyah renk su geçirmezliğin bir garantisiymiş gibi algılanmaya devam edildi. Bu algı hala devam ediyor ki özellikle erkekler şemsiyede siyah rengi tercih etmeye devam ediyor.
Bugünlerde ülkemizde yağmur duasına çıkılmayan yer yok gibi. En az yağış aldığımız yıllardan birindeyiz. Yağmur olmayınca ne yapacağını şaşırıyor insanlık ve göklerden medet umuyor dualarıyla. Bu yazı ile o dualara katılalım bol, bol yağmur dileyelim hep beraber ülkemiz ve dünyamız için. Şemsiye icat edildi nasılsa ıslanma derdimiz yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder