Ana SayfaastrolojiKmistiKdosyadaKiyaşamdaKisağlıKhaberdeKiKütüphane
Havadaki duman insanı boğacak derecede yoğundu. Bir elimle, ıslak tuniğimle burnumu kapatmaya çalışıyor ama elimdeki yük nedeniyle bunda pek başarılı olamıyordum. Taşıdıklarım o kadar değerliydi ki zaten bir süre sonra burnumu kapatmaya çalışmaktan vazgeçtim ve zaten ölmek pek umrumda değildi; yeter ki kurtarmam gerekenleri kurtarabilecek kadar canım kalmış olsun. İskenderiye Kütüphanesi yanıyordu ve kütüphaneyle birlikte insanlığın hazinesi olan nice bilgi de. Yıllarca birlikte çalıştığım arkadaşlarım da ateşin içinde kalmışlardı, bana onları kurtarmam için yalvarıyorlardı; ama ateş öyle yoğundu ki onlara erişmeme imkan yoktu. Aslında o anda yapmak olduğum düşünüldüğünde, galiba hiçbirimizin canının pek de önemi yoktu. Önceden belirlenerek en önemli olarak işaretlenmiş bilgileri, kalın poşetlere sararak kütüphanenin suyla dolu gizli geçitlerine atıyordum. İlginç bir biçimde suya attığım rulolara bir şey olmuyordu. Bunda paketlemenin yapılışının iyiliğinden öte bir şeyler olmalıydı ve hatta içimde bu bilgilerin binlerce yıl ötesine ulaşacağına dair güçlü bir his belirdi. Üstatlarımız bu bilgilerin tılsımları çok güçlüdür derlerdi çalışmalarımız esnasında. Şimdi buna şahit oluyordum. Ama bir yandan da ateş her dakika artıyordu ve durup bekleyecek zamanım yoktu…
Uykumdan öksürerek kalktım. Sanki o kesif dumanın kokusu hala genzimi yakıyordu. Rüya olamayacak kadar gerçek bir sahne görmüştüm. Etrafıma baktım. Hava halen aydınlıktı. Aylardan Ekim, senelerden 2010’du. Sık sık olduğu üzere ailemin soyağacını araştırma çalışma yapıyordum. Bu çalışma esnasında “kökenini bulmak için bilinçaltının da derinliklerine de inmem gerekiyor” şeklinde bir düşünce uyanmıştı içimde ve ardından da uyuyakalmış ve aktardığım bu sahneyi izlemiştim.Aslında uzun zamandır bilinçaltı çalışmalarına ilgi duyuyordum ve uygulamaya çalışıyordum. Kendimi katman katman soyarak; geçmişin tüm izlerini şefkatle sarmalayarak geleceğimi onların yaratmasına son vermeyi amaçlıyordum. Bilinçaltıma yaklaşıyor olmak, her şeyden önce kendime çok fazlasıyla güven duymama yardımcı oluyordu ve bununla birlikte kendime dair şüphelerimin ortadan kalkmasıyla birlikte algılarımda fazlasıyla açılmaya başlamıştı. Nitekim gördüğüm sahne bilinçaltı çalışmalarımın etkisiyle tetiklenmiş olmalıydı ve benim bu konunun peşini bırakmaya hiç niyetim yoktu. Bırakmadım da…
İskenderiye Kütüphanesi’nde Bir Atlantisli
Ben İskenderiye Kütüphanesi’nde çalışmalar yapan ve bir önceki hayatında Atlantis’te yaşamış Rahip Bruno’ydum. Atlantisli olan hayatımla bağımın kopmamış olması ve o hayatımı da sanki halen yaşıyormuşçasına hatırlamam, beni kütüphanedeki diğer arkadaşlarımdan biraz daha farklılaştırıyordu; mesela hangi bilginin en önemli olduğunu herkesten daha önce kavrayabiliyordum. Ayrıca psişik yetilerim çok güçlüydü. Atlantisli hayatıma dair hatırladığım en önemli nokta, yapılan çalışmalarda elde edilen bilgilerin çoğunun insanlığın Tanrı olduğu gerçeğini içermesiydi. Biz rahiplerin temel görevi bilgileri tabletlere aktarmak ve böylece sonraki nesillere ulaşmasını sağlamaktı. Bu tabletleri yazdığımız çekiçler de çok özel ve kutsaldı. Çekiçler elimizde manyetik bir güç gibiydiler ve aslında bizleri aracı olarak kullanarak yazılması gerekenleri tabletlerde ortaya çıkartıyorlardı sanki. Nitekim bir seferinde çekici elimde tuttuğumu ve “Rahip” kelimesinin tablette ortaya çıkışını izlediğimi hatırlıyorum ve tabletlerde Mısır hiyerogliflerine benzer şekiller oluşuyordu ki Mısır yazısının Atlantis’le bağlantılı olduğunu bana hatırlatan bir deneyimdi bu.
M.Ö. 3. Yüzyılda aslen Hellen olan Ptelomy Hanedanı tarafından yaptırılan İskenderiye Kütüphanesi, muazzam enerji güçleriyle doluydu. Hatta İskenderiye’den tüm evrene enerji aktarımı vardı. Bu öylesine güçlü bir aktarımdı ki saliseler içerisinde herşey olup bitiyordu. Fakat bir yandan da kütüphane fazla koruma altındaydı ve bu bende rahatsızlık yaratıyordu ve kendi kendime ‘’çok korunan çok saklanır ve bilgi açığa çıkmaz’’ diyordum.
Büyük Yangın
Nitekim “sakınan göze çöp batar” misali, kütüphane cayır cayır yanmıştı. Bruno, elinden geleni yapmış olmasına rağmen ömrünün kalanını büyük suçluluk içinde geçirmişti. Kütüphanenin yanmasına da engel olamamıştı, arkadaşlarını da kurtaramamıştı.
Bruno’yu izlediğim bilinçaltı çalışmalarımda şu bilgiyle karşılaşmıştım: Bilge insanların yanarak ölmelerinin özel bir sebebi vardı: Yanmak, zihnimizin beden illüzyonundan kurtulması ve çok boyutlu evrenlere geçiş yapabilmeye yardımcı oluyordu. Yanarak öldüklerini gördüğüm “eski” arkadaşlarıma da vizyonlarım esnasında bunu anlatmaya ve beden formlarımızdan özgürleşmenin önemini hatırlatmaya çalıştım. Hissettiğim suçluluk duygusu beni terk etmeye başlamıştı.Aslında bu yakılmalar, tarihten de bilinebileceği üzere ortaçağda da süregelmişti. Nitekim birçok bilge kadın, bilgilerini yok etmek ve halkın cehaletini sürdürmek amacıyla güç odaklarınca yakılmışlardı. Fakat bu odaklar, kısa vadede istediklerini elde etmiş görünseler bile; aslında uzun vadeli bakıldığında en istemediklerini gerçekleştirmişlerdi. Bu bilgelerin enerjileri dönüşmüş ve ölümsüzlük kazanmışlardı. Bilgi ve enerji aktarımı çağların ötesine doğru akmaya devam edebilirdi.
Nitekim İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasında da böyle bir dönüşüm gerçekleşmişti. Evet, insanlık binlerce yıl süren bir karanlığa gömülmüştü; ama bir yandan da enerji dönüşmüştü ve insanlığı o karanlıktan bir daha geri döndürülemez şekilde çıkartacak olan da dönüşen bu enerjiydi. Bilgi, İskenderiye’nin enerjilerini kullanarak kendini aktarıyordu ve bu aktarımda da önceki hayatlarıyla bağlantılarını koparmayan Atlantisli rahiplerin önemli bir görevi de vardı. Bilgiler çözüldükçe de kütüphane kendisini kapatmıştı, bir “enerji kütüphanesi”ne dönüşmüştü; fakat evrensel plandan bakıldığında yakılma senaryosuyla biriken o enerji boyut değiştirmiş ve dünyaya yeniden döneceği zamana kadar hazır bekletilmişti. İnsanlık o dönemde karanlık çağlara girmek üzereydi ve bu çağların temelinde “İnsanlık kendini yeniden hatırlamak için önce yeniden unutmalı ve zamanı geldiğinde hatırladığında da eyleme geçip, yepyeni bir dünya yaratmalı” yatıyordu. Kütüphane artık farklı bir boyuta geçmeliydi ve yanma bu geçişi hazırlamıştı.
İskenderiye Sonrası Bruno
Bruno, kütüphanenin yakılışından sonra Roma’ya kaçmıştı, daha doğrusu kaçmasına izin verilmişti aslında. Bruno, çok iyi bir tablet okuyucusuydu ve çalışmaları çok değerliydi. İnsanlık tarihi boyunca kütüphaneleri yakanlar hep tiranlar olsa da, her tiranın arkasında onu ön plana çıkartarak kendi amaçlarını gizleyen karanlık gruplar vardı ve bu gruplar bilgiyi kendileri için elde etmeyi amaçlıyorlardı. Bir yandan kütüphanelerin yakılması için birilerini teşvik ederken, diğer yandan el altından bilgileri topluyor ve bunları kullanarak güçler elde etmeye çalışıyorlardı. Ama aslında onlar da evrensel planın parçalarıydı, gördüğüm vizyonlardan bunu anlıyordum. Her ne kadar bizler şu anda kızsak da evrensel planda yaşanması gereken bir olayı gerçekleştiren onların bu güdüleriydi; Bruno gibi bir adama değil kütüphane, rulo bile yaktıramazdı evren.
Fakat Bruno bu güçler için çalışmayı reddetmişti ve kendi isteğiyle yakılarak ölmüştü. Bu şekilde bir ölüm tercihinin bizler için anlaşılmaz geleceğini biliyorum, ama görünenin ötesindeki görünmeyenleri bilmek gerekiyor ve Bruno da kendisinin enerjisel boyutunu değiştirmek için yakılmak istedi. Nitekim doğulu üstatların da bazılarının bu yöntemi seçtiğini bazı kaynaklarda okumuştum, hatta izlediğim bir filmde de bir Çinli üstadın dünyadan ayrılmak için bu yöntemi uygulayışını görmüştüm. Kulağa inanılmaz gelecek ama bu insanlar bizler gibi değillerdi; ölümsüzlük boyutunda yaşıyorlardı ve ölümsüzlerin de enerjilerinin dönüşmesinin yolu; tıpkı İskenderiye’deki arkadaşlarıma hatırlattığım üzere; yakılmaktı.
***
Derken uyandım. Bilinçaltı çalışmalarımın etkisiyle Bruno rüyalarım çok güçlenmişti ve rüyadan öte bir filmi izler gibiydim artık. Aldığım bilginin haddi hesabı yoktu; ama bir yandan da enerji çok güçlü akıyordu. Bu nedenle de bu dünyadaki bedenim, bu enerjiyi alırken zorlanıyordu. Nitekim eklem yerlerimin ağrıdığını ve damarlarımın çekildiğini hatta nerdeyse yok olduklarını fark etmiştim. Ama bedensel sıkıntılar çok da umurumda değildi. Bruno’yu tanımak istiyordum. Internet üzerinde yaptığım araştırmalarda kendisine dair bilgilere ulaşmıştım; ama bunlar kitabi bilgilerdi. Fakat kitabi bilgiler bilinçaltı çalışmalarını etkileyebiliyorlardı ve mümkünse pek alınmamalardı. Zaten ben de üzerinde fazla durmadım, ben doğrudan kendisini; kendimi tanımak istiyordum. Ve Rahip Bruno vehçesini bilincime davet ettim…
Rahip Bruno’yla Buluşma
Hislerime olan güvenime rağmen; bir yandan korku duyduğumu da itiraf etmeliyim. Bilinçaltı çalışmalarında; özellikle de ilk başlarda bunun yaşanması gayet doğaldır. Çalışmanın akışkanlığı açısından korku duygusunun gelmesine ve sonra da aynı şekilde gitmesine izin vermek gerekir. Keza sezgilerinizle duygularınız ayırdına da varmanız gerekir; sezgiler şüphe duyulmayacak kadar durudur, ama duygular geçici olmakla birlikte karıştırıcıdır da; bu yüzden dikkatli olmak gerekir.
Bruno veçhem ile karşılaştığımda onun çok farklı güçleri olduğunu gördüm. Bilgi yüklüydü; fakat bir yandan da yaşadığı suçluluk nedeniyle enerjisinde önemli bir blokaj vardı ve bunun çözülmesi gerekiyordu. Birlikte çalışmaya başladık. Açıkçası pek de kolay olmayan bir süreçti bu. İçim çok sıkıldı ve hatta çalışmayı bırakmak bile istedim; ama içimdeki o veçheye duyduğum şefkatten bunu yapamadım. Yorulup durduğumda ise yanan arkadaşlarımın yüzlerini -çok net olmasalar da- yeniden gördüğümü hatırlıyordum. Daha da ötesi, hafifleyip benden ayrıldığını sandığım o suçluluk duygusu yeniden içime dolmuştu. Hani bunu aşmıştık, suçluluğu daha önce atmıştık diye düşünürken; bir anda anlamıştım neden tekrar bu duyguyla yüzleştiğimi. Bruno anlamıştı önceden arkadaşlarına anlatırken, ama ben suçluluk duygusunun bu hayatıma nasıl etki ettiğini görememiştim henüz. Suçluluk, hayatımın ne kadarını bloke etmişti? Belki bir kısmını, belki de tümünü; ancak miktarın bir önemi yoktu. Önemli olan suçluluk duygusunun farkında olmadan yaşamış olmamdı. Ben Bruno’ya niyetlenirken aslında önce kendime yardımcı oluyordum. Çalışmalar ilerledikçe de hem o, hem ben üzerimizdeki suçluluk yükünden hafiflemeye; hafifledikçe de enerjimizin değiştiğini gözlemeye başladık. Ben kendi hayatımda büyük değişimler gözlemliyordum, Bruno’nun ise güçlerinin arttığını görüyordum.
*****
Bruno’yla halen bilinçaltı çalışmalarımda zaman zaman buluşuyoruz. Aynı ruhun farklı veçheleri olan bizlerin de bütüne hayırlı olması için sık sık niyet ediyor ve bu bağlamda çalışıyoruz. Ben sadece Bruno ile değil farklı veçhelerimle de çalışmayı sürdürüyorum, ama en başta kendime güvenerek ve emin ellerde olduğumu bilerek yapıyorum bunu.
Sonuç mu? Yaşam yolculuğum devam ediyor… Daha da parıldıyarak…
1968 yılında doğdu. 2004 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası Ticaret Yönetimi bölümünü bitirdi. 1993’de Tasavvuf- Melamilik öğretisiyle tanışınca hayata olan bakış açısı değişerek yeni yoluna “Yaratılan olmak yerine, yaratıcı olmayı seçmek” felsefesi ile devam etmeye başladı ve daha sonrasında da Tobias’dan CEO (Cinsel Enerjiler Okulu), Semra Ayanbaşı ve Ercüment Ayanbaşı’dan Deeksha, Gülüm Omay’dan Reiki 1 ve Nilgün Sarar’dan The Reconnection- Reconnective Healing uyumlamaları aldı. Tüm bu birikimlerin sonucunda “Adesus Eye Zıt Kutup Öğretisi” adını verdiği isimlere özel Dualite kartları çalışması ortaya çıktı. Ayrıca Vegan yaşam tarzını benimsemesi ile alakalı Trendus dergisinde ve XL Fashion dergilerinde blog yazmaktadır. Uluslararası bir gıda şirketinin de gurme danışmanı ve bu kuruma ait olan bir yemek dergisinin de Genel Yayın yönetmenidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder