30 Aralık 2013 Pazartesi
İZMİRDE İLK YILBAŞI
27 Aralık 2013 Cuma
HER YIL SATIN ALDIĞIM ŞEYLER...
Geçmişe yönelik alışveriş alışkanlıklarımı analiz etmeye başlayınca ozellikle bu yıl taşınma ve dolap sistemlerimin değişmesiyle eşyalarımı gruplara ayırarak kaldırmaya başlayınca şunu gordum ki neredeyse her yıl aynı seylerden almısım bazen aynı tarz ve renklere sarmışım...
Mesela..
1-Her yıl taşlanmamış min 2 kot almışım
2-Her yıl deri mont almışım siyah-kahve...
3-Mont-ceket -kaban zaafım var bayıldıgım her montu almışım kürk bile ...(gerçek değil) İnce kalın fark etmiyor...
4-Bir insanın bu kadarda cok kısa botu olmaz sanırım..Derimod Desa maşallahım var...
5-Boğazlı kazak takıntım...İpekyol ,Park Bravo, Fabrika, Net Work 'de son yıllarda cıkan tüm şık boğazlı kazakları sanırım aldım .İzmire taşınmam sebebiyle boğazlı kazak olayına bir son veriyorum.
6-Ev kiyafeti diye bir sey var ...Bu da eşim yuzunden olustu..Evde üniforma gibi genelde aynı seyleri giyiyorsun deyince cıgırından çıktı olay...Mango , Zara , Benetton bir sürü yerden eşofmanımsı bir sürü kıyafetim var onları giyecek kadar uzun evde bile kalamıyorum artık...
7-Tarz olan tişörtler penyeler...Bana uygunsa sevmişsem dayanamam...
8-Yetmezmiş gibi bir sürü markalı çorabım var..Massimo Dutti..Nine West...Penti giymediğim bir sürü...
9-Kesinlikle şal ve atkı koleksiyonum var sonuncusunu Massimo dan aldım ama şal da gosteriyor yani napıyım...
10-Aksesuara gelince en cok kupe ve kolye bazen bileklik...Kac tane kupem oldugunu bilmiyorum kupesiz de cıkamıyorum..Tekini kaybedersem uzulurum...Falan filan...Accessorıze, So Chic favorim..Bu yıl birden 3 tane saat alınca buna da meyilim oldugunu anladım dur diyorummm
11- Renkler..Bakıyorum bir sürü haki yeşil birseyler almışım pantolon-üst ..Polo Garage vs..Bir dönem bir sürü gri hırka almışım en az 4-5 kez...Siyah pantolon-Siyah elbise-siyah tişört hepsi de aynı gibi asla bakmıyorum bile...
Artık akıllandım diyebilirim geçen hafta bu gune dek almadığım seyler aldım..
Mor desenli gömlek(Mango)
Mor ceket(Fabrika)
Gri etek Fab.
Siyah kadife ceket Fab.
Süet bot Derimod
Çeşitli küpeler İpekyol, Accessosorize,Yargıcı..
Bordo pantolon Polo Garage(kesimine bayıldım)
Şal ,bileklik (Massimo Dutti)
Kırmızı kaban İpekyol....aklıma gelenler...:)
26 Aralık 2013 Perşembe
Refaha Ulaşmak İçin 37 Sır…
Refah komik bir şeydir. Herkes bu kelimeyi bilir ama çok az insan gerçekten ne anlama geldiğini bilir. Hayatınızda onun kapısını açmanız için gerekli sırları ise daha da az sayıda insan bilir. Ama bir kez bu sırları öğrendiğinizde tamamen cesur yeni bir dünyayla karşılaşıyorsunuz.
Sağlık, mutluluk ve zenginlik bir insana komik şeyler yapıyor. Her güne neşe ve dinamik enerjiyle başlamanızı sağlıyorlar; bu sizi her gün barış ve uyuma yaklaştırıyor ve her günü macerayla yaşamanızı sağlıyor. Ben bu refah sırlarının üzerindeki örtüyü açtığım ve hayatımı gerçekten neye adayacağımı keşfettiğim için çok şanslıyım ve bunları sizinle paylaşacağım. Şimdi sorumluluğu size aktarıyorum. Şimdi sıra sizde. Size yakın birisinin bu bilgiye ihtiyacı var. Öyleyse şimdi bir sonraki macera sizin…
Yolculukta, Randy Gage Hollywood, Florida Mart, 2003
Bu refahın birinci temel sırrıdır ve çoğu insanın gözden kaçırdığı bir sırdır. Onlar refaha bir ‘bana ver’ durumu olarak yaklaşırlar ve onu çevreleyen gerçek enerjiye hiç uyumlanmazlar. Bu evrendeki her şey, bir değere karşılık bir değer değiş-tokuşu prensibine dayanır. Ama bu dengesiz bir terazidir. Verdiğiniz şey size kat be katı olarak geri döner. Genellikle on katı, bu yüzden iyilik tohumları ektiğinizde çok daha fazla iyilik size geri gelecektir. Bu bağışladığınız para, verdiğiniz sevgi ve yaptığınız iyilik için geçerlidir. Ne kadar çok denerseniz deneyin evrene tek taraflı bir şey veremezsiniz. Öyleyse dışarı çıkın ve düzenli olarak bir iyilik yapın, ihtiyacı olan birine bir tohum ekin, sizinle ilgilenen görevliye fazla iyi davranın. Çok daha fazla refah size doğru geliyor!
Bu ifade kulağa sanki saygısızca davranıyormuşum gibi geliyor, ama Aslında refah kurallarının nasıl işlediğinin çok kısa ve etkileyici bir özeti. Piyangoyu kazanarak, miras alarak veya arka bahçenizde petrol bularak zengin olmazsınız. Bütün bunlar fakir insanların başına gelebilir ve onlara geçici bir zenginlik getirebilir. Ama zenginlik kalıcı olmayacaktır, ya da siz gerçek refahı bedava elde edemezsiniz. Her zaman ödenecek bir bedel vardır, ilk sırda ele aldığımız adil bir değer alış verişi söz konusudur. Refah içinde olmak için ödediğiniz bedelin büyük bir kısmı, refahı Sorumlu bir şekilde ele alan bir insan olmaktır. Yapılan çalışmalar tekrar tekrar göstermiştir ki; piyangodan yüklü miktarlar kazanan fakir insanların çoğu, on yıl sonra parasız ve zor durumda olmaktadır. Ve biz on, yirmi veya hatta kırk milyon dolar kazanan insanlardan söz ediyoruz. Paraları oldu ama refah bilinçleri yoktu. Böylece para hiç kalmadı ve refahın diğer öğeleri hiç ortaya çıkmadı. Hiçbir şey bedava gelmez. Kasiyerin size yanlışlıkla fazladan 5 dolar vermesine izin verirseniz, evinize para ödemeden bir kablo çektirmenin yolunu bulur ya da kimse görmeden fazladan bir gazete alırsanız kesinlikle kendinize bir karma borcu yaratırsınız. Ve bu borçlar her zaman ödenir. Zengin insanlar hiç bir zaman bedava bir şey aramazlar. Her zaman her şey karşılığında bir değer vermekten mutlu olurlar.
Zengin insanların mutlaka dindar insanlar olması gerekmez ama derinde manevi insanlardır. Dogma ve doktrinlere sıkı sıkıya bağlanmanın onları gerçek doğalarından uzaklaştırdığını bilirler. Hayal etmekten hayata geçirmeye kadar bütün refah yolunda asil bir sadelik vardır. Ve gerçek refah dışsal değil içseldir.
Evet, kendisine büyük bir servet miras kalan ya da at yarışında çok kazanan ender insanları duyarsınız. Ama gerçek zenginlik size daha kasıtlı bir süreç sonucu gelir ve sizinle kalır. O sizin başınıza gelmez. Siz onu gerçekleştirirsiniz. Siz zihninizde zengin bir insan haline gelirsiniz; sonra zenginliği çeken bir insan haline gelerek fiziksel düzlemde onu gerçekleştirirsiniz.
Ya da daha spesifik olursak, söylediğiniz sözlerle oluşturursunuz. İnsanlar en olumsuz şeyleri sözlerle doğruladığında bu beni hayrete düşürür. Bugün bir arkadaşım beni, kamyonetini bir ağaca çarptığını söylemek için aradı. Bana ‘ Ne zaman işler benim için iyi gitmeye başlasa, beni geri çekecek bir şey mutlaka olur’ dedi. Tabii ki olur; bu inancı direkt olarak bilinçaltına programlıyor, bu da fiziksel alanda gerçekleşmesi için davetiye çıkarıyor. Ne çok kez iyi şeylerin olduğunu ve insanların ‘ Buna inanamıyorum!’ Ben hiç bir zaman bir şey kazanmam’ benzeri şeyler söylediğini düşünün. Ve sonrasında kötü bir şey olur. Bir tabak kırarlar, bir şey dökerler ve ‘Bunun olacağını biliyordum!’ diye ilan ederler. Tabii ki biliyorlardı. İnsanların ‘Her kış en az üç kez nezle olurum’ gibi şeyler söylediğini duyarım. Ben ‘ Ortalama senede bir kez sırtım kötü olur’ derdim. Ve tabii ki olurdu. Ben bunu tekrarlamaktan vazgeçene kadar. Dokuz yıldan fazla zamandır olmuyor. Bazı insanlar kendilerinden alçaltıcı ifadelerle bahsetmenin ortama uymak için kibar ya da iyi bir yol olduğunu düşünür. ‘Her zaman bir gün geç kalıyorum ve bir dolarım eksik geliyor’ gibi ifadeler sizi fakir insanlara sevdirecektir. Ama aynı zamanda zenginliği de itecek ve kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüşecektir. Öyleyse eğer refahınızı söylediğiniz sözlerle belirleyecekseniz, neden aşağıdaki gibi olumlu ifadeleri tekrarlayıp onaylamayalım. “Bir mıknatıs gibi parayı çekerim!”
Eğer birini kucaklarsanız, bu sizin bundan sonra yapabileceğiniz kucaklaşmaların sayısını azaltır mı? Tabii ki hayır. Aslında, eğer kucaklaşan bir insan olarak biliniyorsanız, kendinize daha fazlasını çekmeniz olasıdır. Gerçek refahı oluşturan sağlık, sevgi, mutluluk ve para sonsuzdur ve kendi yayılımını yaratır. Fazla sevgi verdikçe daha fazlasını kendinize çekersiniz. Çok sağlık kendi üstüne inşa eder ve daha fazlasının oluşmasına yardım eder. Mutluluk da aynı şekilde işler. Evrene karşılıksız veremeyeceğiniz için; sirkule ettiğiniz para kendi Enerjisini yaratır ve bu da suya düşen damlacığın yarattığı genişleyen halka etkisi gibi bolluk etkisi yaratır ve her zaman size geri dönecek yolu bulur. Bu sonsuz devam eden, kendini kopyalayan bir döngüdür.
Doğa boşluk etkisinden nefret eder ve her zaman onu iyiyle doldurur. Evren başka bir şeyi sıkıca kavrayan elinize bir şey koyamaz. Olumlu bir şeyi çekmenin en iyi yolu olumsuz bir şeyi bırakmak ve iyi için bir boşluk oluşturmaktır. Eğer yeni elbiseler istiyorsanız önce gardırobunuzu temizlemek ve bazı eski elbiseleri evsizlerin sığınma yurduna bağışlamak en iyisidir. Eğer ruh eşinizi arıyorsanız, öncelikle içinde bulunduğunuz ve size herhangi bir şekilde kötü etki eden ilişkinizi bırakmanız gerekir. Hayatınızda aradığınız tüm refahı kendinize çekemiyorsanız, kendinize bırakmanız gereken neye tutunduğunuzu sorun.
Orta ve alt tabaka arasında zengin insanların paraya ne kadar Sabitlendiği hakkında çok konuşma geçer. Çoğu zenginlerin sadece parayı Düşündüklerine inanır. Başka hiç bir şey gerçekten bu kadar uzak olamaz. Gerçekte fakir insanlar para hakkında zenginlerden çok daha fazla düşünür. Bu psikologların ‘projekte etme’ dedikleri şeydir. İnsanların kendi korkularını, önyargılarını ve güdülerini başkalarına yönelttikleri, yansıttıkları anlamına gelir. Doğaları gereği, fakir insanlar her zaman parayı düşünürler. Ben Parasız olduğum zamanı hatırlıyorum; bu düşünebildiğim tek şeydi. Telefon çalsa, arayanın acaba bir fatura alacaklısı mı olduğunu düşünürdüm. Bir yere arabayla gittiğimde, arabamın bozulup benim de onu tamir ettirmeye paramın yetmemesinden endişe ederdim. Güzel arabalı ve elbiseli insanları görür ve onları kıskanırdım. Sahip oldukları şeyleri hak etmek için ne yaptıklarını merak ederdim. Her zaman faturalar üzerinde hileler yapıyor, ödeme ayarlamaları yapıyor ve bir sonraki seferi nasıl ödeyeceğimi düşünüyordum. Paraya sabitlenmiştim, çünkü başıma gelen her kötü şey, yeterli paraya sahip olmamaktan kaynaklanıyor gibi görünüyordu. Şimdi param var, onu nadiren düşünüyorum. Para hayatı çoğaltan ve deneyimlerinizi büyüten yağlayıcı maddelerden birisi. Bir kez ‘parayı yolunuzdan çektiğinizde’ faydalarını endişe olmadan deneyimlemenize izin verir.
Başkaları ve kendim için dua ettiğimde, belirli şeyleri istemek yerine, her zaman en yüksek hayrı isterim. Eğer belli bir şeyi arıyorsanız, onu ya da ‘daha iyi bir şeyi’ istemek daha iyi olacaktır. Çocukken karidesi sevdiğimi sanırdım. Büyüyünce karidesten hoşlandığımı ama asıl sevdiğim şeyin kokteyl sosu olduğunu anladım. Çoğu zaman geçmiş olayların, duygusal yükün ya da diğer şeylerin görüşümüzü bulutlandırmasına izin veririz. Bir şeyi istediğimizi düşünüyoruz ama genellikle gerçekten istediğimiz şey başka bir şey. Bu iyi ya da kötü olabilir. Hayatımın ilk 30 yılında, bir milyoner olmak istediğimi sandım. Gerçekte asıl istediğim şey bir kurban olmak ve etrafımdakilerin sempatisini kazanmaktı. Yalnızca gerçekten istediğim şey kurban olmaktan milyoner olmaya dönüştüğü zaman, isteğim gerçekleşti.
Eğer bir aptal ve onun parası kısa sürede birbirinden ayrılıyorsa ( ve öyledir) , bu akıllı bir adam ya da kadının kısa sürede kendi refahını kendine çekeceğini gösterir. Ve öyle olur. Eğer büyük zenginlik istiyorsanız önce yaygın olmayan bilgeliği arayın.
Sağlıksız, mutsuz veya fakir olduğumuzda, bu yolumuzdan saptığımız ve gerçek doğamızla bağlantımızı kopardığımız içindir. Sizin doğal durumunuz sağlıktır. Yalnızca eşzamanlılık dışına Çıktığınızda hastalık vücudunuza girer. Bu dünyaya mutlu bir kişi olarak geldiniz. Mutsuzluk sizin o kararı vermenizi gerektiren bilinçli bir seçimdir. Mutsuzluk doğal değildir ve sağlıklı değildir. Benzer biçimde zengin olmak için doğdunuz. Var olmak için çırpınmak Asil değildir, doğal değildir ve gerekli değildir. Hayatınızı evrensel refah yasalarıyla yaşarsanız, zenginlik size yağmurun çiçekleri suladığı gibi doğalca gelir.
Evren bütün ihtiyaçlarınızı temin etmiştir. Refah etrafınızdaki eterlerdedir. Emir bekleyen bir asker gibi, refah çağırılmak için nöbet bekler. İnsanların refahı eterlerden alıp fiziksel düzlemde hayata geçirmek için kullandığı vasıtalar FİKİRLERDİR.
Bir kez gerçekten yapmak için yaratıldığınız işi yapmaya başladığınızda evren sizi iyiyle ödüllendirecektir. Evrensel yasa istisnasız böyle çalışır. Görevinizi yaptığınızda, ona tutku, gayret ve adama ile girişirsiniz. Ve böyle bir zihinsel durumla geldiğinizden, olağanüstü seviyede performans gösterirsiniz ve tüm olağanüstü sonuçları kendinize çekersiniz. Tüm insanlar bilinçaltında kendi ‘cihad’ larını arıyorlar. Olduklarından daha büyük bir neden, hareket ya da vizyon. Görevinizi yaparken insanlar bu gücü hisseder ve bir parçası olmak isterler. Sizinle refahını paylaşan güçlü insanları kendinize çekersiniz.
Bu belirli bir temeli almamış kişilerin anlamakta ve özellikle İnanmakta zorlandığı şeylerden biridir. Ama en yüksek seviyede, evrendeki her şeyin özü enerji titreşimleri olarak ele alınabilir. Ve enerji titreşimleri tabii ki diğer enerji titreşimlerinin farkında olabilir veya onlara cevap verebilir. Öyleyse, evet, aynı bir park yeri bulabildiğiniz, asansörün gelmesini sağlayabildiğiniz, boş bir otel odası bulabildiğiniz gibi gerçekten refahı kendinize çekebilirsiniz. Teşvik edici bir hayaliniz ve bu hayale güçlü bir inancınız olduğunda, kendinize partnerler çeker, kaynak yaratır, pazar oluşturur ve vizyonunuza tam bir tepkiler zinciri yaratırsınız.
Bu çok tahmin edilebilir bir şeydir ama belirli bir temeli almamış Kişiler için hayret vericidir. Bu sene yıllık maaşınızın ne olacağını görmek için, hayatınızda size en yakın beş insanı ele alın; geçen yılki yıllık gelirlerini toplayın ve beşe bölün. Ve bu sadece para için geçerli değildir! Bu belli refah yasaları dahilinde bu şekilde işlemektedir ve tüm Alanlarda geçerlidir. Size en yakın insanların ilişkilerine, sağlık ve mutluluklarına bakın ve sizin tam ortada olduğunuzu göreceksiniz.
Fikirlerin, insanların refahı eterlerden alıp fiziksel dünyada gerçekleştirerek dönüştürmesini sağlayan kanallar olduğunu biliyoruz. Ama aynı zamanda bu, inanç olmadan da gerçekleşmez. Onu görünür kılmak için iyinizi görmeli, iyinizi aramalı ve iyinize inanmalısınız. Daha az yeteneği olan ama daha güçlü inanca sahip kişiler, yeteneği olan ama inancı az olan kişilerden daha çoğunu daha çabuk elde ederler.
Refah içindeyseniz, siz: sağlıklı, mutlu, zenginsiniz. Üç maddeden ikisinin olması fena olmaz. Ama aynı zamanda bu refah değildir. Gerçek refah her üçünü de kapsar. Bazı zengin insanlar hastadır, mutsuz ve yalnızdır. Onlar refah içinde değildir. Aynı şekilde, eğer siz sağlıklı, ruhsal temeli olan biri iseniz ve harika bir evliliğiniz varsa ama her ay kredi kartı faturalarınızı ödemekte zorlanıyorsanız tabii ki siz de refah içinde değilsiniz. Refah hepsini kuşatır.
Refahın bulunması ve ulaşılması zor olması gerektiğinden değil. Ama Sadece doğru yoldakilere ve refaha denk bir insan haline gelenlere gelir. Çoğu insan için sürecin büyük kısmı, karakterlerini şekillendirmek ve bilgeliklerini geliştirmek için gerekli zorlukları deneyimlemektir. Kendinizin ve başkalarının hatalarından bilgelik kazanırsınız. Başkalarının hatalarından öğrendiğiniz oranda sizin yapmanız gereken hatalar azalır. Ama hepimizin öğrenmesi gereken dersler vardır. Refah-bilincine sahip insanlar bunu anlar ve zorlukları, ihtiyaç duydukları insan haline dönüşebilmeleri için çıkmaları gereken merdiven basamakları olarak kucaklarlar.
Ruhsal beslenmenizin kaynağına neşeyle, sevgiyle ve minnetle bağışlayabilirsiniz. Ya da, gönülsüz olarak doktorda, mahkeme salonunda sizden alınmasını sağlayabilirsiniz. Ama evren her zaman bağışını alır, tıpkı dalgaların yükselip alçaldığı gibi.
Küçük oynamak size ya da evrene hizmet etmez. Tevazu bir erdemdir ama yanlış alçakgönüllülük ya da en yüksek hayrınızdan geri durmak anti-refahtır. Çalıştırılmayan kaslarda atrofi (Atrofi: Kullanılmayan kaslarda hücre dejenerasyonuna bağlı olarak doku azalması ya da organ kaybına kadar gidebilen kas erimesi hastalığı. ‘çalıştırılmayan kasta atrofi olur’ bir deyim olarak kullanılıyor. ) olur ve hayaller, vizyonlar ve tutkular da aynısını yapar. Eğer gerçekleşmesini istiyorsanız, geleceğiniz hakkındaki vizyonunuz Cesur, yürekli ve yaratıcı olmalıdır. Büyük bir hayalin size uygulayacağı mecbur bırakan itici güce ihtiyacınız var. Öyle kuvvetli olmalı ki sabahleyin yorganı fırlatıp güne beklentiyle koşmalısınız.
Gerçekten refah içindeki insanları belirlemek kolaydır. Sabahları yataklarını düzeltirler, çalışma masaları temizdir ve kiraladıkları arabayı bile yıkarlar. Bunları yapmak zorunda oldukları için yapmazlar, refah içindeki bir ortama sahip olmak amacıyla, istedikleri için yaparlar. Biletçiye, garsona ve kasiyere bir devlet başkanına gösterecekleri nezaketle yaklaşırlar. Kendi vücutlarına saygı duyar ve ona bakarlar.
Refah öncelikle zihinde gerçekleştirilir. Kazayla bazı rasgele Lütuflarla karşılaşabilirsin ama gerçek ve bağımsız refah öncelikle onu zihinde görselleştirmenin sonucu gelir. Hayal panoma uğruna çabaladığım şeyleri yapıştırmamdan itibaren hepsini gerçekleştirmem iki yılımı aldı. Samimi olarak inanıyorum ki bunu yapmasaydım aynı sonuçları almam en az 10 yılımı alırdı. Onaylamalar, hedef kartları ve görselleştirmenizi kolaylaştıran ve güçlendiren diğer araçların da sonucu aynıdır. Aslında arzu ettiğiniz hedefle bilinçaltınızı programlıyorsunuz. Ve bilinçaltınızda bir şey bir kez programlandı mı, olmak zorundadır.
Çoğunluk refahın özel fırsatlar, rasgele tesadüfler veya şanslı olaylar sonucu geldiğini düşünür. Bu doğrudur, ama sadece bu fırsatları sizin yarattığınız anlamında doğrudur. Eğitim ve yetenekler bile sizin bilinciniz ve inançlarınız kadar önemli değildir. Çünkü sizin eğitiminizi ve yeteneklerinizi yürüten bilinciniz ve inançlarınızdır.
Spor arabalar, evler ve para refahı oluşturmaz. Onlar refahın semptomlarıdır. Gerçek refah bunları elde eden kişinin zihinsel durumudur. Benzer şekilde, paranın, malların ve diğer şeylerin yokluğu da yoksulluk değildir. Bunların yokluğu yoksulluk durumunun koşuludur. Yoksulluğun kendisi de basitçe bir zihin-durumudur.
Bu ya duyacağınız en korkunç şey ya da öğreneceğiniz en özgürleştirici anlayış biçimi. Son sözünüz bu olsun ve bolluk için doğru yoldasınız demektir. İki insan aynı olaya hiç bir zaman aynı şekilde bakamaz. Birisi bir tehdit görebilirken, diğeri bir fırsat görür. Size bir iş fırsatına katılma şansının önerildiğini düşünelim. Buna bir dizi farklı şekilde yaklaşabilirsiniz. Yalnızca zengin olma fikriyle büyülendiğiniz için, hiç araştırma yapmadan, körü körüne atlayabilirsiniz. Kötü bir duruma düşüp çok para kaybedebilirsiniz. Ya da, ikinci senaryo, alacağınız herhangi bir miktar için şimdiden çok geç olduğunu fark edebilirsiniz. Kıdemli kişilerin tüm kıymetli payları aldığını fark edebilirsiniz ve muhtemelen öneri gerçek olmak için fazla iyidir. Böylece IBM‘i hisse başına 10 dolara satın alma şansını başkasına bırakırsınız. Size bir durum önerildiğinde başka bir senaryo da gerçekleşebilir; Kendinize güveniniz vardır, öneriyi ayrıntılı incelersiniz ve sağlıklı Bir karar verirsiniz. Buna nasıl tepki vereceğiniz neredeyse tamamen sizin zihinsel durumunuz tarafından belirlenir. Hayattan ne bekliyorsunuz. Refahınızı hayata geçirmek için kullanabileceğiniz tüm araçlar arasında zihniniz en güçlü olanıdır.
Aslında, bencillik sizin manevi ayrıcalığınızdır. Çoğu insan size ahlaki zorunluluğunuzun, çoğunluğun çıkarını bir Kişinin çıkarının önünde tutmak olduğunu söyleyecektir. Kendinizi ‘daha büyük bir hayır’ için kurban etmelisiniz. Bu düşünce sizin özgüveniniz, refahınız ve hayatınız için zararlıdır. Tanıdığınız ya da tanımadığınız başkalarının hatırına kendi mutluluğunuzu feda etmek, size ve başkalarına, kendi ilgi ve özeniniz için bile küçük ve değersiz olduğunuzu kanıtlar. Bu aslında insancıl değildir ve sizi zihinsel olarak hasta eder. Kendi kurtuluşunuz ve mutluluğu kovalamanız değer sisteminizin temelini oluşturmalı. Hayatınızı kendi değerlerinizle, kendi standartlarınız yönünde ve kendi zevkiniz için oluşturmak. Bundan azı size zararlıdır. Ve bireye zararlı olan herhangi bir şey aslında bütün olarak topluma da zararlıdır.
Refah içindeki insanlar eşyaları adil bir değer karşılığında satın Almak için hiç bir zaman endişelenmezler. Bir tasarruf önerildiğinde reddetmezler ama satın alma kararlarını dayandırdıkları asıl temel bu değildir. Pazarlık etme taktikleri, kupon arama veya bir avantaj yakalama üzerinde yersiz çaba harcamak yerine, zamanlarını daha fazla değer yaratmaya harcamayı tercih ederler ki bu da daha çok bereketi çeker.
İnsanlar yoksul kesimlerin varoş ya da gettolar olduğunu ve orada Refahın olmadığını düşünür, ama durum böyle değildir. Refah eterlerdedir, bizi her yerde sarmalar, eksikliğin bariz göründüğü yerlerde bile. Orada Refah olmadığından değil, insan onu hayata geçirmediğindendir. İlkel insanlar güneşin her gece dünyayı terk ettiğini, bırakıp gittiğini düşünürlerdi. Aslında dünya güneşe sırtını dönmektedir. Refah için de aynı şekilde olur. O bizi hiç bir zaman terk etmez. Ama bazen biz yönümüzü çevirir, ona sırtımızı döneriz.
Evrendeki her şeyi eşit ve zıt bir kuvvet dengeler. Erkek ve dişi, yin ve yang, pozitif ve negatif. Tüm adil muameleler kazan-kazan prensibine ya da başka şekilde söylersek, değerlerin adil değiş-tokuşuna dayanır. Şimdi burada eklemeliyim ki negatif terimini örneği netleştirmek amacıyla kullanıyorum. Gerçekte, bu dünyayı yaratan gücün pozitif ve iyi olduğuna inanıyorum. Negatif ya da kötü olarak etiketleyebileceğimiz şeyler kötü bir Tanrı ya da evrenden değil bizim o iyiye kendi tepkilerimizden kaynaklanırlar. Süpermarket yolunda tekeriniz patlarsa, muhtemelen bunun kötü olduğunu düşünürsünüz. Ama (kızını üniversiteye göndermeye çalışan )tekerlek dükkânının sahibi bunu iyi olarak görebilir. Dişlerimin eğriliğini negatif olarak düşünmeyi seçebilirdim. Ama diş tellerimi yapan dişçinin bakış açısı farklı olabilir. Kış kötü ve yaz iyi değildir. Ve ilkbaharın kötü sonbaharın iyi olması gerekmez. Sadece oldukları gibidirler. Ve biz herhangi bir şeyin bize bir anlam ifade etmesi için zıtlıklara ihtiyaç duyarız. Öyleyse buradaki nokta neyin iyi ya da kötü olduğuna dair felsefe üretmemek ya da etiketlerle kendimize taraf seçmemektir. Önemli olan hiç bir şeyin bedava olmadığını, her şeyin adil bir değer alış-verişiyle geldiğini anlamanızdır. Her şeyin.
Parasız insanların genellikle parayı çevreleyen bir negatif enerjileri Ve anlam yüklemeleri vardır. Para gerektiren şeyleri nasıl yapamadıkları konusunda takıntılı olurlar. Zengin insanların parayla çok pozitif bir işbirliği vardır. Onu, onlara getirdiği özgürlük, zevk ve keyif anlamında ele alırlar. Parayla olumlu bir işbirliği onu size çekerken, olumsuz bir işbirliği yapmak onu sizden uzaklaştırır.
Ve sadece bitirmeniz yetmez, doğru yapmış olmanız ve yapabileceğinizin En iyisini ortaya koymuş olmanız gerekir. Refah dolu bir hayat, her biri sizi büyüten, yeteneklerinizi geliştiren, bilincinizi genişleten görevler dizisidir. Bilinciniz büyüdükçe, sizin yaptığınız etki de büyür. Böylece onları karşılama yeteneğiniz arttıkça sorumluluklarınız artar. Daha büyük bir çemberi etkilemeye başlarsınız ve bu da daha büyük refahı size doğru çeker.
Maalesef, yığınların büyük kısmı sessiz bir çaresizlik olan yaşamlarını zorla sürdüren hasta, yoksul ve mutsuz insanlar. Her günü, kendilerine söylenen ve yapmaları beklenen şeyleri yaparak zor ve tatsız geçirirler. Nasıl düşüneceklerini bilmezler. NE düşünecekleri kendilerine o kadar uzun süredir söylenmiştir ki artık NASIL düşüneceklerini bilmiyorlardır. Eğer başarmak istiyorsanız aykırı, karşı çıkan, kendi kafasının dikine giden biri olmaya ihtiyacınız var. Ama bunu yapmak için, eleştirel düşünmeye yatkın olmanız gerekir. Bu bir sürünün yapabileceği bir şey değildi. Çoğu insanın o çaresiz yaşamları yaşamasının sebebi fark etmeye yetersiz olmalarıydı. Bill Gates’in trilyoner olmasının nedeni başkalarının fark edemediklerini fark etmesidir. Okuduğunuz ve duyduğunuz şeyleri sorgulayın. Sürünün neden öyle düşündüğünü analiz edin. Ve farklı düşünün.
Siz büyüdükçe, bilinciniz gelişir. Bilinciniz geliştikçe, kendinize daha çok refah ve bereket çekersiniz. Burada kısa yollar yoktur. Güvenilen ve büyük refahla kutsanan bir insan olmak için gerekli kişisel gelişimi yapmaya istekli olmalısınız.
‘Dua ederken, bir yandan da harekete geç.’ denir. Evren ışığı size sağlar ama hala elektrik düğmesine basmak zorundasınız. Refahı planlamak iyidir, ama hala sadece planlamadır. Bir kez olumlamalarınız planlandığında, hareket planınızı oluşturun.
Bu, refahın boşluk prensibinin bir koludur. Başkaları hakkında dedikodu yaptığınızda onların sıkıntılarını izlemekten zevk alan birisi haline gelirsiniz ve bunun için bir karma borcuna girersiniz. Bu aynı zamanda halkın eğlencesi için insanların cehaletini sömüren televizyon realite şovlarını izlediğiniz zaman da geçerlidir.
Refaha en büyük engellerden biri intikam, dargınlık ve incinmeye tutunan insanlardan gelir. Refah bunları taşıyan bir kalpte var olamaz. Bu duygulara tutunmak sadece onları taşıyan insanı üzer ve refahı ayrı bir yerde tutar. Hayatınızda size kötülük yapan herkesi bağışlamalısınız. Ve özellikle birini daha bağışlamalısınız. Kendinizi. Kendinizi bağışlayamazsanız, bolluğu kabul edemezsiniz.
Yaşamda tesadüfler yoktur ve bu refahla ilgili kitap serisini bulmanız da bir rastlantı değildir. Siz vizyonu olan bir insansınız ve bu kadar ileri gidemezdiniz. Kendinizi refah yasalarının nasıl işlediği konusunda eğittiniz. İnsanı mecbur eden bir hayali olan birinin aslında evreni isteğine yönelttiğini biliyorsunuz. Bolluk içindeki refahı hayata geçirmek, onu yöneten sırları öğrenmekten geçer. Sizin henüz yapmış olduğunuz şey. Peşinden gidin!
Gelen Aramalar: karşıdaki kişinin yalan söylediğini nasıl anlariz Tags: hollywood florida, manset, refah, zenginCategory: Geliştiren Yazılar, Kişisel Gelişim, Para Sanatı23 Aralık 2013 Pazartesi
Bayramoğlu Döner Efsanesi
O kadar deger vermişken o kadar ozlerken hayal kırıklıgına ugradım açıkçası...
Geçen hafta İzmirden 4 gunlugune İstanbula gittim.Eski alışkanlıgım.. 11 yıl yaşadım İstanbulda ...
Alışkın oldugum yerlerden biriydi burası ilk açıldıgı gunden beri...
Sitelerine link olarak koydukları sosyal medya yazısının (aşagıdaki yazı) bana ait oldugunu söyledim.Aylardır bu yazım yayınlanıyor..tıklanıyor...
Sonucta ne begenirsiniz saka gibi hesapta 12 tl indirim yaptılar yazıma verdikleri değer olarak...Çok sinir olduk...Bir sey bekledigim yok nezaketen bir tatlı ikram et mesela...Bu kadar da misafirperverler !!!
Üstelik hiç eski havası yok ayakta kaldık ,oturdugumuz masa temizlenmemişti, lavaslar soguktu , soganı bile biz soyledik te zorla gelebildi...Ette bile yağ oranı artmış...Üstelik ugultudan ne yedigimizi anlamadık...
Ne oldum dememeli...Keyif alınabilecek bir yerden cıkmış...
Dedim ya bitti benim için ..Kesfedilecek başka yerlere yönelecegim duydugum pek cok nam salmış dönerciye mesela...
....................................................................
Eski yazım...Eski dusuncelerim.....
Hamileyken bile aşermedim , hatta hiç bir yemek için bu kadar istek duymadım ...Sanırım bundan sonra hiç bir yerde döner yiyemem.Bursalı İskender bile yanında sönük kaldı...Özgür geçen yıl ilk kez götürdüğünde rahatça oturacak bir yer bulabiliyorduk anca şu an günün herhangi bir saatinde bile boş yer neredeyse imkansız...Dünkü sırada Acarkentten falan baya insan vardı.Böyle güzel döner ve taşfırın incecik lavaş görmedim.Kavacıkta açılan birsürü steak house tarzı yer bom boşken burası hep dolu.İstanbulda yaşayanların kesinlikle kaçırmaması gereken bir yer. Diğer şehirlerden bile sırf burası için gelenler var.Ben de İzmirdeyken özlerim kesin ne yaparım bilmiyorum...
21 Aralık 2013 Cumartesi
İstanbuldaki karı İzmirdeki gunesten izleyebilmek
19 Aralık 2013 Perşembe
Mustafa Ceceli'nin Sevgilim adlı şarkısı
18 Aralık 2013 Çarşamba
Çalışma, Sonra Ezberle Olur mu Hiç?
İlkokuldan itibaren ödev ve sınavlarla tanışıyoruz. Sayısı katlanarak artan derslerle baş etmek çok da kolay değil. Formüller, paragraflar, kompozisyonlar, kurallar… Konuları ezberlemeyip sevmeyi mi denesek?
Sabahın erken saatleri. O kadar ki bazı sokak lambaları henüz sönmemiş. Vapur ilk seferini henüz yapmış. Ayazdan ellerimiz buz kesilmiş vaziyette. İşe yetişme telaşındaki çalışanlara eşlik eden birileri daha var. Gözlerinden uyku akıyor hepsinin. Parmak kadar boylarıyla koskoca sırt çantalarını taşıyan öğrencilerden söz ediyoruz. Resim çizerek, fasulye sayarak başlayan eğitim hayatları kim bilir ne zorluklarla sürüp gidecek. Kütük kalınlığındaki kitaplar, sözlükler, hesap makineleri, haritalar, t cetvelleri… Daha neler neler. Niyetimiz kimsenin gözünü korkutmak değil. Ama öğrencilik hayatımızın büyük bölümünü işgal ediyor. Hatta tam “Okul bitti hayata atılacağım inşallah.” derken başka duvarlar dikiliyor önümüze. KPSS, ÜDS, ALES, TUS, PMYO Sınavı… liste uzayıp gidiyor. Öğrencilik dönemi, hayatımızın ilk on beş yılıyla sınırlı kalmıyor haliyle. Bir de ikinci üniversite idealleri olanlarımız var ki dostlar başına. Yaşları kaç olursa olsun okullu olma heyecanını taşırlar onlar. Çocukluk hayalini gerçekleştirmek isteyip amfilere geri dönerler. Bizim de dâhil olduğumuz öğrenci zümresinin problemlerinden biri de ders çalışmak. Erkin Koray’ın “Biri biterken öteki de başlar vermesin Allah.” dediği vaziyetteyiz. Kara tahtayla tanışalı seneler geçse de birçoğumuzun sınavlarla arası hâlâ açık olduğundan bu haberimizde ders çalışma disiplinini tartışmayı yerinde bulduk.
Öğrenciliğin olmazsa olmaz kurallarından biri de adıyla mülhem öğrenme eylemini gerçekleştirmek. Ancak “Bunun metotları nedir?” diye sorsanız hepimizin cevapları farklı olur. Kimimiz dinleyerek akılda tutarız, kimimiz yazarak. Bununla birlikte hepimizin bildiği metotlar da yok değil. Örneğin ‘Fıstıkçı Şahap’ en akılda kalanlardan. Neredeyse müfredata girecek hale gelen bu isim, ne tarihî bir şahsiyet ne de yazar. Zat-ı muhterem, sert ünsüzleri akılda tutmak için uydurulmuş bir isim hatırlayacağınız üzere. Ancak eğitim hayatımız boyunca ezberlememiz gereken formül: “Kuralların tamamını akılda tutmak mümkün değil.” Bu sebeple çalışmayı hayatımızın bir parçası haline getirmemiz gerekiyor belki de. Rehberlik Uzmanı ve Psikolojik Danışman Yasin Çakır da bu konuda bizimle hemfikir. Bilgiyi sevmek öğrenciliğin olmazsa olmazı. Her birimizin öğrenme biçimi birbirinden oldukça farklı. Bu sebeple başarıya ulaşmanın “Kesin başarının kuralları”, “Etkili ders çalışmanın on şartı” gibi standart bir kestirme yol yok. Dolayısıyla bir sınava hazırlanırken bütün sene kitap açmadıysak imtihan günü yaklaşınca hızlandırılmış programlar, etütler ve kodlamaların pek faydası olmuyor. Çakır, “Hayal kırıklığı yaşamamak için ne yapmalıyız?” sorumuza cevaben bireysel farklılıkların önemine işaret ediyor: “Öğrencinin öğrenme ile ilgili bir problemi olup olmadığına bakılmalı her şeyden önce. Yani dikkat eksikliği, özel öğrenme güçlüğü, algı problemi gibi sorunlar tespit edilmeli.”
Okulla tanışan minik, saatlerini masa başında geçirmeye başladı bile. Azimli olduğunu düşünebilirsiniz ancak sebep tam olarak bu değil. Öğrencimiz güzelce ödevlerini yapıyor. Bazen iki bazen üç saatini alan ev ödevlerini bitirdiğinde resim çizmeye mecali kalmıyor çoğunlukla. Çakır, böyle bir tablonun yaşanmaması için öğrencilere ödev verirken, yaş ve eğitim dönemine dikkat edilmesini öneriyor. Ve miniklere çok yüklenmeyi doğru bulmuyor. Zira yoğun bir program ve ödev bir araya geldiğinde çocuk oyun saatinden tasarruf etmek zorunda bırakılıyor. Bunun yerine ilkokulda çalışma sürelerini kısa tutmakta fayda var. Ya da aralar vererek ders çalışmalarını sağlamak da mümkün. Aksi takdirde daha işin başından onları yıldırabiliriz. Nitekim biz de henüz ilkokul çağında bu bıkkınlıkların yaşandığına şahit olmuşuzdur. Çocukların ödevlere boğulmasının sakıncalarından bir diğeri kitap okuma alışkanlığıyla ilgili. Çünkü çocukların dünyasına kitaplar bu dönemde giriyor. Ödevlere boğulan öğrenci, kitap okumaya fırsat bulamayabiliyor.
Ortaokul ve lise dönemi ise, talebeyle rehberlik ve psikolojik danışmanlık iletişiminin daha yoğun olması gereken bir dönem. Başımızda kavak yelleri esse de hayata atılma fikri ergenlik döneminde oluşuyor.
Üniversite hayalleri, meslek tercihi derken kendimizi farklı bir yoğunluğun içinde buluyoruz. Yasin Çakır bu dönemin üzerinde özellikle duruyor. Hayatımızın dönüm noktalarından biri olarak tanımlayabileceğimiz ortaöğretimle ilgili şunları öneriyor: “Ortaokul ve lise döneminde öğrenci ile birlikte yapılan görüşmeler sonucunda süreler belirlenmeli. Öğrencinin eğilimleri ve başarı düzeyi de tespit edildikten sonra öğrenmek kolaylaşacaktır. Tekrar etmek de oldukça önemli. Her bilgiyi tekrar etmek olası değil fakat en azından ana konuların yinelenmesi gerekiyor. Ayrıca uygun etkinliklerle (etüt, arkadaşlı çalışma teknikleri, vb.) ders çalışma zevkli hale getirilebilir.” Üniversiteye giriş sınavlarında ise okul eğitimi dershanelerin programlarıyla tekrarlanmış oluyor. Sınav sistemindeki değişikliklerle baş etmek günden güne zorlaştığından dershane burada deyim yerindeyse can simidi. Aksi takdirde, “Acaba bu konular sınava dâhil mi?” ya da “Edebiyatın tamamını nasıl kavrayacağım?” gibi sorular silsilesiyle baş etmek zorundayız.
Birkaç senemiz üniversiteli olmak uğruna gelip geçti. Bu arada ne okuyabildiysek, ne öğrenebildiysek hanemize yazıldı diyelim. Ancak eğer ‘ezberle-geç’ tekniğini kullandıysak bugün daha zor günler bizi bekliyor olabilir. Çünkü artık bilgiyi sevmemek neredeyse kaçınılmaz. Bilgi için ter dökmenin vakti geldi zira. Bir proje ya da ödev için günleri kütüphanede geçirmek gerekiyor. Ezberlemek yerine laboratuvarda gözle tetkik etmek devreye giriyor. Hal böyle olunca üniversite sürecinde, okuma-öğrenmenin okula değil hayata yatırım olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Zaten üniversitenin meslek edinmek için okunduğu yıllar epey geride kaldı. Çoğumuz okuduğumuz bölümle ilgili bir meslek icra edemiyoruz maalesef. Öyleyse hedeflerimizi daha geniş tutmak mesele. Örneğin, ‘İletişim Hukukuna Giriş’ dersini geçmeyi hedeflemek yerine öğrenmeyi hedeflemek, dersi işe yarar hale getirebilir. Bu yöntem, bilgiyi sevmemizi de kolaylaştıracak bir yol.
Üniversitede “Ben ne yapmak istiyorum?” sorusuna cevap aramamızı tavsiye eden Çakır, kararsız olanlarımızı batmaya mahkûm bir gemiye benzetiyor. Çünkü ilkokul sırasından amfiye ulaşmış durumdayız. Çakır’a göre kendi hedeflerini belirleyen kişi, bunun yanında iç disiplinini de başarılı bir şekilde oluşturuyor. Küçük yaştan itibaren sorumluluk alan öğrencilerse daha başarılı oluyor. Bunun için miniklere “Şimdi okullu olduk.” dedikleri günden itibaren inanmak, ebeveynin öncelikli vazifesi. Zira ilk tökezlediğinde onu başarısızlıkla itham etmek, ruh dünyasında kapanması güç yaralar açabiliyor. Bu noktada Rehberlik Uzmanı ve Psikolojik Danışman Yasin Çakır, çocuğundan sürekli ders çalışmasını bekleyen ebeveynleri uyarıyor: “Çocuk doğuştan itibaren eylemlerini sizden öğreniyor. Bir rol model olarak siz okumazken ondan okumasını ve ders çalışmasını beklemeniz yanlış. Çocuğunuza başarılı olduğunu hissettirdiğinizde, onu sürekli ‘Ders çalış’ diye uyarmak zorunda kalmazsınız. Yeter ki onu özgüven sahibi olarak yetiştirmeyi başarabilelim.”
İlkokul, ortaöğretim, üniversite… Belki doyamayıp yüksek lisans ve doktora da yaptık. Öğrencilik bitti derken, bu kez de iyi bir işe girebilmek için çeşitli sınavlara katılıp kazanmaya çalışıyoruz. Zaten sınavın amacı da içimizdeki o az sayıdaki başarılı insanı tespit etmek (!) değil mi? Her şey bir tarafa başarılı olsak da olamasak da bu aşamaya gelinceye kadar okuma sevgisini edinmişsek hayatta kaybetmiş sayılmıyoruz.
Ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili şikayetlerinden biri de ders çalışmayı sevmemeleri. Yazar-Rehberlik Uzmanı ve Psikolojik Danışman Kadir Akel, Hazreti Mevlana’nın “Beyne giden yol kalpten geçer.” sözüne binaen ailelere şunları öneriyor:
Çocuğunuzun istediği saatte istediği şekilde ders çalışmasına izin verin.
Ders çalışmak için sessiz bir ortama gerek yok.
Çocuk öğrenmeye uygun zamanı kendisi belirleyebilir.
“Dik otur-konuşma” uyarılarını unutun. Çocuğunuz konuşarak da öğrenebilir.
Önceliklerini belirlemede ona yol göstermekle yetinin, fazla müdahaleci olmayın.
Kaynak: Zaman / Süheyla Sancar
16 Aralık 2013 Pazartesi
BRC IOP yi ( Global gıda standartı) A NOTU İLE ALMAK
En başından beri inandım BRC yi alacagımıza üstelik A sınıfıyla...
Ustelik bu belgeyi ilk alışım danışman da olmadan...2-Mumkunse Turkçesini bulun veya Teknik birine çevirtin3-Bu standartı tamamen bir soru listesi gibi dusunun hatta bunu iç tetkikler de de soru listesi olarak kullanabilirsiniz.4-Step by step her asamayı irdeleyerek uygulamaya calışın ancak ayrıntlarda bogulmayın pratik dusunmeye calışın.5-Standartı bir el kitabına çevirin6-İstenen bolumlerde prosedur&talimat hazırlayaın7-Hepsi bitince herhangi bir yerden 1 gunluk on denetim alın buna göre eksiklerinizi tamamlayın.8-Sistemi her birime yayın ki kimse Fransız kalmasın heryerde hissedilsin...9-1, 0 dan iyidir ..Bir uygulamayı genele yaymak cok zorsa mutlaka baslayın...Hiç olmayın...10-Nobody is perfect ...Asla tamamen mukemmel olmadan gireceksiniz denetime ama herseyin en iyisini yaptıysanız şansınız yuksek...Geriye denetimde hırsınızı, inatçılığınızı ve çalışkanlıgınızı göstermek kalıyor..Tabi ince düşünülmüş hediyeleri, guzel yemekleri unutmayın :)
13 Aralık 2013 Cuma
Üye sayısı az Sayfa Okunma Sayısı çok
11 Aralık 2013 Çarşamba
Mayıs '' Değişim Zamanı''
Mesela işimi aşırı derecede seviyorum şirketi, insanları...çok da başarılıyım işime hakimim ...diğer yandan 8.30-9.30 ve cumartesi calışmak zorunluluğu beni cok bunaltıyor...
Çok bunaldıgımda yoruldugumda kafamı dağıtmam lazım ...
Şöyle olmasını cok isterdim...
1.Kızımın okula gidiş-geliş saatlerini takip edebilmek..Mesela 8.10 da servise bindirip işe gitmek ve 17.30 da servis gelişine yetişebilmek..Benim için süper mutluluk...Eve kadın bile tutmazdım o zaman...
2.Cumartesi calışmamak...(Ne aileme ne kendime zaman ayırabiliyorum cumartesi çok yoruluyorum kendime gelmem aksamı buluyor hiç dinlenemiyorum)
3.Arada bir işten 15 de cıkmak boylelikle mesela guzellik merkezine spa ya , alışverişe falan gitmek...
4.Arada bir de sabah kahvaltı yapıp cıkabilmek...
Kuantum yapıyorum...Kuantum , nlp, secret, evrendeki enerjiler nerdeyseniz bulun beni.....
10 Aralık 2013 Salı
2.Çocuk Olmalı mı?
Yıllarca cevre baskısına kulak tıkadım.1 tane yeter dedim .
Ne var ki yıllar once hep sunu söylemiştim: İlk çocuk 30 da 2. si 40 da...Aralarında 10 yaş olsun derdim hep...40 da çocuk için yaşın 39 olması lazım ve şimdi 39 a gelince bir donum noktasına geldim işte...
Olmalı mı -olmamalı mı?
Hiç 2. cocuk olmalı mı diye Google'a danısacagım aklıma gelmezdi..Teknoloji bu noktaya geldi demek ki....
Kararsızlıgım hat safhada 9 yaşındaki prensesimin yanında tam bu kadar rahata alışmışken bilemiyorum artık...!!!
8 Aralık 2013 Pazar
Çocukları Bilgisayardan Kurtaracak Mekânlar
1) MESİRE ALANLARI
Çocuğunuzla birlikte bahar ve yaz aylarında İstanbul’un güzel mesire alanlarını keşfedebilirsiniz. Çocuğunuzun, burada çiçeklerle, doğa ile ve toprakla buluşması ona eşsiz bir deneyim sunacaktır. Akciğerleri oksijenle dolarken ağaçlara ve bitkilere karşı olan ilgisi artacaktır.
Nerelerde Var?
Ormanlar: Adalar / Belgrat Ormanları / Şamlar Ormanı
Gezi Parkları: Ada Park / Florya Parkı / Gülhane Parkı / Maçka Parkı /Selamiçeşme Özgürlük Parkı / Ulus Parkı / Yıldız Parkı
Korular: Emirgan / Fethipaşa / Hidiv Kasrı / Küçük Çamlıca / Mihrabad
2) SAHİLLER ve PLAJLAR
Çocuğunuzla birlikte denizin dinlendirici etkisini hissetmek, dalga seslerini işitmek, yosun kokusunu içinize çekmek, bazen balıkları görmek, suyun derinliğini seyrederken ruhumuzun derinliklerine de inmek için İstanbul’un birçok köşesinde bulunan sahil ve plajları ziyaret edebilirsiniz.
Nerelerde Var?
Plajlar: Adalar / Beykoz (Küçüksu) / Caddebostan / Celaliye / Çiroz / Fenerbahçe / Florya / Kilyos Güneş / Menekşe / Silivri / Şile
Sahiller: Adalar / Bakırköy / Beykoz / Bostancı / Büyükçekmece / Florya / Kadıköy / Küçükçekmece / Maltepe / Sarıyer / Üsküdar / Zeytinburnu
3) ULAŞIM ARAÇLARI
Çocuklar için ulaşım araçları büyük bir gözlem ve keyif kaynağıdır. İstanbul gibi her türlü ulaşım aracının bulunduğu bir şehirde bu ulaşım araçları ile küçük seyahatler yapmak çocuğunuzun dünyasını oldukça zenginleştirecektir.
Nerelerde Var?
Deniz Araçları: Deniz Taksi / Feribot / Kayık / Tekne / Vapur
Metro: Havalimanı-Esenler / Taksim-Levent
Nostaljik Tramvay: İstiklal Caddesi-Taksim / Kadıköy-Moda
Teleferik: Eyüp-Piyer Loti / Maçka-Taşkışla
Tramvay: Bağcılar-Zeytinburnu / Edirnekapı-Sultançiftliği / Zeytinburnu-Kabataş
Tren: Sirkeci-Halkalı / Haydarpaşa-Gebze
Tünel: Karaköy-İstiklal Caddesi / Taksim-Kabataş
4) HAYVANAT BAHÇELERİ
Hayvanlar çocukların en yakın arkadaşlarından biridir. Müsait olduğunuz zamanlarda onunla birlikte İstanbul’daki at çiftliklerini, hayvanat bahçelerini ve akvaryumları gezebilirsiniz.
Nerelerde Var?
Akvaryumlar: İstanbul Akvaryum / Turkuazoo
At Çiftlikleri: İstanbul’un birçok yerinde binicilik kulübü ve at çiftliği olarak bulunuyor.
Hayvanat Bahçeleri: Çatalca Antikköy / Darıca Faruk Yalçın /Polenezköy Country Club / Şile
Yunus Gösteri Merkezleri: Aqua Dolphin / Dolphinarium
5) MÜZELER
Müzeler çocuklarımızla birlikte gidebileceğimiz güzle yerlerden sadece bir tanesi. İstanbul’da çocukların ilgisini çekecek o kadar çok müze var ki… Çocuklar bu müzelerle birlikte yepyeni dünyalara yelken açmış olacaklar.
Nerelerde Var?
Deniz ve Su Ürünleri Müzesi / Denizcilik Müzesi / Harbiye Müzesi / Havacılık Müzesi
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi /İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çocuk Müzesi
İstanbul Balmumu Heykel Müzesi / İstanbul Demiryolu Müzesi / İstanbul Nişantaşı Bilim Müzesi
Kristal İstanbul / Magic Ice Buz Müzesi / Miniatürk / Oyuncak Müzesi / Panorama 1453
Rahmi Koç Müzesi / Resim ve Heykelcilik Müzesi / Sabri Artam Otomobil Müzesi
Türk İslam Eserleri Müzesi / Uçurtma Müzesi
6) BİTKİ BAHÇELERİ
Çocuklarınızı farklı bitkilerle ve onların yaşamları ile tanıştırmak isterseniz ziyaret edeceğiniz yerlerin başında bitki bahçeleri geliyor. Buradaki bitkilere dokunmak, onların kokusunu içinize çekmek ve adlarını çocuklarınıza öğretmek onlar için eşsiz bir deneyim olacaktır.
Nerelerde Var?
Bahçeköy Atatürk Arboretumu / Baltalimanı Japon Bahçesi / Göztepe Gül Bahçesi
İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi / Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi
Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi / Zeytinburnu Türk Bahçesi
7) TARİHİ MEKÂNLAR
Çocuklarınızla birlikte İstanbul’da tarihe doğru bir yolculuk yapabilirsiniz. Her bir mekan onun ufkunu genişletecek ve ihtişamlı binalar ve eserler karşısında hayranlığını gizleyemeyecektir.
Nerelerde Var?
Dolmabahçe Sarayı / Galata Kulesi / Hidiv Kasrı / Kapalı Çarşı / Kız Kulesi / Rumeli Hisarı /
Yere Batan Sarnıcı / Topkapı Sarayı / Piyer Loti / Yuşa Tepesi
8) DİĞER MEKÂNLAR
Yukarıda belirttiğimiz herhangi bir kategoriye alamadığımız ancak çocuğunuzla birlikte gitmenizde fayda gördüğümüz diğer yerler ise şöyle:
Başakşehir Sular Vadisi / Eyüp Oyuncakçıları / İstanbul Sapphire Teras Manzarası
Sancaktepe Masal Kahramanları Parkı / Topkapı Trafik Parkı / Torium Snowpark Kapalı Kar Parkı
Listemizde yüzün üzerinde mekân var. Her hafta çocuğunuzla bir yeri gezseniz listemizi yaklaşık 2 yılda tamamlamış olursunuz. Her ay bir tane mekânı ziyaret etseniz bu da yaklaşık 8 yıla denk gelir. Kısacası İstanbul, çocuğunuzun büyüme dönemine kadar, onunla birlikte keşfedecek güzellikleri içinde barındırıyor.
Şimdiden keyifli keşifler…
Gelen Aramalar: kisisel gelisim kaybedileni geri alam,hafızayı geliştirme yolları,kişisel gelişim beden dilli,kişisel gelişim için yazılar,kişisel gelisim hikayelerii,kişisel gelişim e book Tags: Ada Park, Adalar, bağcılar, Bakırköy, Belgrat Ormanları, Beykoz, Beykoz (Küçüksu), Bostancı, Büyükçekmece, Caddebostan, Celaliye, Çiroz, deniz taksi, denizcilik müzesi, Emirgan, esenler, eyüp, Fenerbahçe, feribot, Fethipaşa, Florya, Florya Parkı, gebze, Gülhane Parkı, havalimanı, haydarpaşa, hayvanat bahçesi, Hidiv Kasrı, İstanbul, istiklal caddesi, Kadıköy, kayık, Kilyos Güneş, Küçük Çamlıca, Küçükçekmece, levent, Maçka Parkı, Maltepe, manset, mekan, Menekşe, metro, Mihrabad, moda, müze, piyer loti, Şamlar Ormanı, Sarıyer, Selamiçeşme Özgürlük Parkı, Şile, Silivri, Taksim, tarihi mekan, taşkışla, tavsiye mekan, tavsiye mekanlar, tekne, Ulus Parkı, üsküdar, vapur, Yıldız Parkı, ZeytinburnuCategory: Çocuk Psikolojisi, PsikolojiKaynak: Pedegoji Derneği / http://pedagojidernegi.com
6 Aralık 2013 Cuma
Hayata gülümsemek
5 Aralık 2013 Perşembe
Plaza KATI
Taşevden sonra akıllı ev şimdi de Plaza katı...
Plazaya nasıl mı geldik?
Yogun araştırmalarım sonucu sanırım İzmirdeki satılık tüm işyeri-dukkan vs 8 ay takip ettim...
Şehir içi bir yer almaya cok odaklanmıstım ki ya eczaneye kiraya vermeyi hedefledim ya da kafeye...
Kafeyi kendim acacaksam ozellikle de franchise alacaksam cok guzel bu bizim icin bir şık ama vakti gelmedi ancak kafe kiracısı pek cazip gelmedi...falan filan....
--------------------------------------------------------------
Biz de boyle oluyor işte belli bir doygunluga ulasınca da pat diye karar veriyoruz alıyoruz.
Geçen pazartesi Martı plazadaki arkadasımı ziyarete gittik.Oradaki satılık yerlere baktık analiz ettik getirisi ne olur vs...
Oradan cıkıp ertesi gun Ankara asfaltında yeni yapılan Gumus Plazaya gittik ve cok ıcımıze sindi bir kere cok daha buyuk metrekareleri ,alt yapısı iyi, ferahlık ve hic dekorasyon yapmadan direk işyeri olarak kullanılabilir.
Cumartesi aldık daha dogrusu kapora verdik bu hafta kısmetse tapu işlemi...
Yeni bir sayfa..Hayırlısı olsun....Allah iyi kiracılar bol kazanc versin insallah...
3 Aralık 2013 Salı
SINIRLARI ZORLAMAK
30 Kasım 2013 Cumartesi
29 Kasım 2013 Cuma
27 Kasım 2013 Çarşamba
25 Kasım 2013 Pazartesi
23 Kasım 2013 Cumartesi
22 Kasım 2013 Cuma
20 Kasım 2013 Çarşamba
18 Kasım 2013 Pazartesi
Hangi Göz Rengi Nazar Eder?
Günümüzde kendisine nazar değdiğine inanlar mavi boncuk ve nazara etkili çeşitli bitkileri yanında taşıyor, evinde kullanıyor. Pek çok insan taşıdığı mavi boncuk sayesinde rahatlar ve kötü gözlerden korunduğuna inanır.
Peki, insanı oldukça rahatsız eden nazar değmesi ya da göze gelme gibi bir kavram gerçekten var mı? Reem Nöroloji Merkezi kurucusu Dr. Mehmet Yavuz’a nazar kavramının insan üzerindeki etkilerini sorduk…
Hayranlık ve aşırı beğenme esnasında biraz da kıskançlığın etkisi ile gözlerden yayılan ışınların meydana getirdiği ve genelde bakılan nesnelerin bozulması, kırılması ya da eğer insansa sağlının bozulması şeklinde tezahür eden olaylar, halk arasında nazarla açıklanmaktadır. Nazar etkisinin ve gözden yayılan ışınların doz ve oranının insanların kızgın, sinirli, heyecanlı ve kıskançlık anlarında daha da arttığı ve tahrip gücünün yükseldiğini tahmin etmekteyiz. Bu güç, renkli gözlü insanlarda diğer göz renklerine sahip insanlara nazaran daha artmakta ve tehlikeli olmaktadır.
Biyoenerji ile çeşitli hastalıkların tedavi edildiğini ya da edilmeye çalışıldığını hepimiz bilmekteyiz. Biyoenerji gerçeğini artık yavaş yavaş modern tıp da kabul etmeye başlamıştır. Şurası bir gerçek ki vücuttan henüz ne olduğunu anlayamadığımız bir enerji yayılmaktadır. O halde neden gözden de, elektromanyetik, ultraviyole, kızılötesi ya da morötesi gibi ışınlar yayılmasın. Bu olgudan hareketle bugün nazarı reddeden bilim adamlarının daha ihtiyatlı ve toleranslı davranmaları gerektiği inancındayım
Bazı insanların çok beğendikleri insanlara veya eşyalara bakışlarıyla ve sözleriyle zarar verdikleri tarih boyunca görülmüş bir gerçektir. Siz de kendi hayatınızda, aniden bardağınızın kırıldığına, vazonuzun veya aynanızın çatladığına, yeni aldığınız ve üzerine titrediğiniz bir eşyanın birden bozulduğuna şahit olmuşsunuzdur. Kendinizi çok sıhhatli ve zinde hissettiğiniz bir anınızda birdenbire halsizleşip, sebepsiz bir yere hastalandığınız olmuştur.
Tüm bu olayların sebebini tıbbi olarak açıklayamadığımız nazar etkisinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Nazardan korunmak için kullanılan mavi boncuk gibi şeylerin de paratoner vazifesi yaparak, gözlerden yayılan zarar verici ışınları emerek zarar vermelerini önlediklerini düşünmekteyiz.
Her şeye rağmen modern tıp ve bilim adamları nazarı kabul etmekten henüz uzaktır. Ama bildiğimiz bir şey var ki; Taoizm’e sırtını dayamış Geleneksel Çin Tıbbı Teorisi vücutta içerisinde Chi denen hayatî gücün dolaştığı, her biri belli iç organlara tekabül eden enerji etik kanalların varlığı fikrinden hareketle son derecede karmaşık ve kendi içerisinde tutarlı bir “tıp metodolojisi ve epistemolojisi” kurmuştur ve buna dayanarak uygulanan akupunktur ve benzeri tedavilerin belli durumlarda işe yaradığı Batıda da kabul görmeye başlamıştır.
Gelen Aramalar: uzaylıların gözrengi Tags: Biyoenerji, manset, Modern tıpta nazar, nazar, nazar değmesi, nazar eden göz rengiCategory: İlginç Bilgi / Başarı, İnteraktif17 Kasım 2013 Pazar
14 Kasım 2013 Perşembe
12 Kasım 2013 Salı
11 Kasım 2013 Pazartesi
8 Kasım 2013 Cuma
Çocuklar Çizgi Filmi Ne Zaman İzlemeli?
Anneler işlerini yaparken çocuklarına çizgi film seyrettirmesinler. Kontrolsüz çizgi film seyretmek, çocukların beyin gelişimlerini ve davranışlarını geri dönülmez şekilde olumsuz etkiliyor. çocuk ve televizyon ilişkisi uzmanlarca tartılışılırken, bilinmesi gereken en önemli şey, çizgi filmlerin çocuğu oyalamak amacı ile seyredilmemesi. Uzmanların görüşü, çocuğun televizyon ile mümkün olduğunca geç tanışmalarından yana.
Her yaş grubu çocuğun çizgi filmlerden aldığı mesajlar farklılıklar gösteriyor. 2,5 yaş izlediğini taklit eder, 3-6 yaş izlediğini sorgular, bu yüzden her yaş grubu çocuk farklı çizgi filmler izlemelidir. 2,5 yaş grubu için kavramlar, renkler, hayvanlar ile ilgili eğitici çizgi filmler tercih edilmeli, 3-6 yaş grubu erkek çocuklar için güç, kuvvet, şiddet, kavga öğeleri olmayan filmler seçilirken, kızlar için, dış görünüme aşırı özen gösteren, özendirici unsurları olmayan çizgi filmler seçilmelidir. çizgi film izleme süresi yaşa göre de değişmelidir. 1 yaşından önce kesinlikle çizgi film izlenmemesini söyleyen uzmanlar, 3 yaşından sonra kontrollü olarak günde 1 saati geçmeden seyretmek gerektiğini, 4-6 yaş arasında 1,5 – 2 saat seyredilmesi gerektiğini söylüyor.
Davranış bozuklukları ve odaklanma sorunları yaşanıyor çizgi film izleyen çocuk pasif şekildedir ve beyni tek bir noktaya odaklanmıştır. Bu da, çocukların öğrenim sürelerini geçiktirir ve gelişim aksamalarına neden olur. 3 yaşındaki çocukların beyin gelişimi tam olmadığı için, bizim akıcı şekilde gördüğümüz görüntüleri onlar kare kare görebilirler. Bu yüzden uzun süre çizgi film seyreden çocuğun beyni hızlı düşünmeye ve hızlı hareket etmeye programlanır. Hızlı düşünen çocuklarda dikkatlerini toplayamaz, böylece analiz yeteneği oluşmaz ve öğrenme güçlüğü başlar. Uzmanlar çok hareketli ve hiperaktivite oluşan çocuklarda bu öğenin çok etkili olduğu görüşünde birleşiyorlar. Muhakeme yeteneği, küçük yaşlardaki çocuklarda gelişmediğinden, küçük yaşdaki çocuklar izlediklerinin hangisinin doğru ya da yanlış olduğunu ayırt edemeyecek ve şiddete yöneleceklerdir.
Çizgi film izlemeden önce çocuk ile bir anlaşmaya varılmalı. “bu program bitince TV kapanacak” denmelidir.
Kurallara uyduğunda ödüllendirilmeli.
Çocuk çizgi film izlerken, mümkünse yanında oturulmalı ve sonradan karakterler hakkında çocukla konuşulmalı.
Kesinlikle, büyükler için olan programlar izletilmemeli. Evlilik programları, reklamlar, diziler çocukların yanında seyredilmemeli.
Televizyon ve çizgi film seyretmek yerine, kitap okuma alışkanlığı kazandırılmalı. çocuğun yaşına uygun hikayeler okunmalı.
Resim yapma, boyama kitaplarını boyama gibi aktiviteler yapmalı, anne-çocuk ilişkisine dayalı oyunlar oynanmalı.
Dil gelişimini destekleyici oyunlara yer verilmeli.
Önemli bir nokta…
Normalde gözlerimiz 1 saniyede 24 kare görmektedir. Eğer 1 saniyede 25 kare geçirtilirse, en son 25. kareyi göremeyiz ama bilinçaltımız bu 25. kareyi fark eder. Yani, bilinçli olarak fark edemediğimiz bir mesajı bilinçaltımız algılar ve bundan etkilenir. Bu nedenle yeni nesli etkilemek amacıyla bu tekniği kötüye kullanmaya çalışanlara karşı dikkatli olmalıyız. Bu yüzden satın alınan CD ve çizgi filmleri ağır çekimde önceden izlemeli ve “25. kare” olasılığına karşı tedbirli olmalıyız.
Tags: çizgi film, çocuk, çocuk psikolojisi, manset, televizyon, TV, yaşCategory: Çocuk Psikolojisi, Psikoloji7 Kasım 2013 Perşembe
100 Bin Yıl Sonra İnsan Yüzü Nasıl Olacak?
İngiliz sanatçı Nickolay Lamm, ABD’li biliminsanı Alan Kwan’la birlikte ilginç bir çalışmaya imza attı.
Nickolay Lamm, insan yüzünün 100 bin yıl sonra nasıl olacağını tahmin etti. Lamm, bu tahminini kağıda aktardı.
Buna göre; 100 bin yıl sonraki insan yüzünde en belirgin özellik, gözlerde olacak. Gözler şimdikine oranla daha büyürken, göz kapakları da daha kalın olacak.
Böylece insanın görüş sahası da daha geniş olacak.
Nickolay Lamm’ın tahminine göre; burun daha düz, burun delikleri de daha geniş olacak.
100 bin yıl sonra insanın alnı da, daha geniş bir yapıya sahip olacak.
Gelen Aramalar: 100 bin yıl sonra insan,yüz bin yıl sonra nasıl olacağız,yüz binyıl sonra insan yüzü nasıl olacak,100 binyil sonra insan sekli nasil olacak,100 yıl sonra insanlar nasıl olacak,102 bin yıl sonra insanın şekli Tags: Alan Kwan, insan yüzünün, manset, Nickolay LammCategory: İlginç Bilgi / Başarı, İnteraktif5 Kasım 2013 Salı
2 Kasım 2013 Cumartesi
31 Ekim 2013 Perşembe
İşkolik Misiniz?
Yeni yıl için aldığınız kararlarda sınıfta kaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Aynı aldığınız diyet ve egzersiz kararları gibi…
Oysa kariyeriniz de formunu kaybediyor. Hatta ekonomik kriz ve tensikatlar yüzünden yerlerde sürünüyor. Bir spor kulübü takımdan oyuncu çıkarmayı düşündüğünde nasıl formdan düşen futbolcuları tercih ediyorsa, şirketler de öyle…
İşten çıkarmaların giderleri düşürmek için başvurulan ilk yöntemlerden biri olduğu bugünlerde işsiz kalmak istemiyorsanız, ya da zaten en son tensikatların mağdurlarından biriyseniz yeni yılda kariyerinizi forma sokmak için hedef belirlemenin zamanı geldi de geçiyor bile. İşte Career Hub adlı İK bloğunun yazarlarından Norine Dagliano’dan kariyerinizi forma sokacak bazı tavsiyeler… İşkolik olmak üzere misiniz?
Eğer kariyerinizde değişikliğe gitmek istiyorsanız hedeflediğiniz pozisyonlar ile ilgili olanları okuyun. Çünkü işverenlerin ne tür adaylar aradıkları ya da iş dünyasının değişken ve rekabetçi dünyasında ayakta kalabilmenin yollarını öğrenmenin daha etkin bir yolu olabilir mi? İstenen özellikler arasından mesleklere göre olanlar ile değiştirebilir ve kişisel olmayanların altını çizin ve zaten sahip olduklarınızı eleyerek edinmek istediklerinizi not alın.
Ya da zaten üye olduğunuz bir dernek varsa daha aktif bir katılım gösterin. Bu tür oluşumlar sektörünüzdeki diğer profesyonellerle iletişim kurmanın ve sektörde olup bitenlerden haberdar olmanın en iyi yoludur.
En çok hangi beceri ve donanımların talep edildiğini belirleyin. Edinmek istediğiniz donanım ile ilgili internet üzerinden eğitim veren kurumlara başvurabileceğiniz gibi ev ya da işinize yakın eğitim merkezlerine de göz atabilirsiniz. Eğer çalışıyorsanız öğle tatillerinde ya da mesai saatleri sonrasında eğitim veren kurumları tercih edin. Mesleki kuruluşların da uzmanlık alanınız ile ilgili çoğu zaman ücretsiz ya da ucuz eğitim ve sertifika programları verebildiğini göz ardı etmeyin.
Böylelikle sektörünüzü ya da uzmanlık alanınızı etkileyen yeni zorluklar ve gelişmeler ile ilgili gündemi takip etmiş olursunuz. Bir yandan konu ile ilgili en iyi ve güncel bilgiyi edinirken diğer yandan meslektaşlarınız ile tartışacak yeni başlıklar bulmuş olursunuz.
Bu gibi ortamlarda eski tanıdıklarınızla kopan iletişiminizi yenileyebilir ya da ‘network’ünüzü genişletecek yeni kontaklarla tanışabilirsiniz. Yeni beceriler öğrenebilirsiniz. Her şey bir yana, kendinizi rutin ofis ortamından çıkmış ve bambaşka bir ortamda bulursunuz. Sadece bu bile taze bir enerji hissederek heveslenmenizi sağlayacak, sonrasında kariyeriniz için yapmak istedikleriniz konusunda sizi motive edecektir.
Aslında siz ya da bir iş arkadaşınız diğerlerinin daha başarılı olması için bildiklerini ve deneyimlerini paylaşmaya hevesli profesyoneller olabilirsiniz. Çevrenize bakın ve şirketiniz ya da çevrenizdeki fikir önderlerini belirleyin. Size akıl hocalığı yapıp yapamayacaklarını sorun. Eğer bir akıl hocasına ihtiyaç duymuyorsanız, ihtiyaç duyan birini bulun. Çünkü bildiklerinizi sınamanın, becerilerinizi pekiştirmenin daha az deneyimli birine akıl hocalığı yapmaktan daha etkin bir yolu yoktur.
Bu özgeçmişinizi güncellemekten ve güncel tutmaktan geçiyor. Bir başarı defteri tutun ve ne zaman işte bir problem çözseniz, bir iş sürecini iyileştirseniz, inisiyatif alsanız, proje yönetseniz, geliri artırsanız, ya da yöneticilerinizden resmi ya da gayri resmi bir aferin alsanız bunu bir kenara not edin. Meslektaş ya da müşterilerinizden kendilerine yardım etiğiniz için aldığınız e-posta mesajlarını silmeyin, hatta çıktısını alarak sertifika ve teşekkür belgelerinizi tuttuğunuz “şeref dosyasına” ekleyin. Bu size ne kadar değer verildiğinizi hatırlatacağı gibi özgeçmişinizi güncel tutmanıza da yarayacak.
Bunu yaparken de 7/24 e-posta ya da sesli mesajlarınıza ulaşabileceğiniz bir yerden ziyade kendinizi dinleyebileceğiniz ve enerjinize odaklanabileceğiniz bir yeri tercih edin. Çünkü dinlenmek ve istirahat etmek performansınızı her zaman en üst seviyede tutmanın ve işinize ya da şirketinize ne olursa olsun kariyeriniz boyunca iş gücünüzde güvenli bir yer temin etmenizi sağlar…
Tags: iş adamı, iş dünyası, işkolik, kariyer, kariyer yapmak, manset, online iş, testlerCategory: İş Dünyası, İş Hayatı SorunlarKaynak: caferuj
29 Ekim 2013 Salı
26 Ekim 2013 Cumartesi
25 Ekim 2013 Cuma
24 Ekim 2013 Perşembe
21 Ekim 2013 Pazartesi
Başarı Video: Beynin Haritası
Beynin çalışma şeklini anlamaya nasıl başlayabiliriz? Bir şehri anlamak için yaptığımız gibi: bir harita çıkararak. Allan Jones bu görsel açıdan enfes konuşmasında takımının, beynin en ufak bölgelerinde etkin hale gelen genlerin haritalamasını nasıl yaptığını ve tüm bunların nasıl bir araya geldiğini gösteriyor.
Tags: Başarı Video, beyin, beyin haritası, manset, ted, ted video, youtubeCategory: Başarı Video, İnteraktif19 Ekim 2013 Cumartesi
17 Ekim 2013 Perşembe
15 Ekim 2013 Salı
13 Ekim 2013 Pazar
12 Ekim 2013 Cumartesi
10 Ekim 2013 Perşembe
8 Ekim 2013 Salı
6 Ekim 2013 Pazar
4 Ekim 2013 Cuma
2013 SBS Soru ve Cevapları – Tıkla İndir
Sınava giren 1 milyon 127 bin 211 öğrenciye 100 soru için 120 dakika süre tanındı. 2 bin 284 engelli öğrencinin de katıldığı sınavda, bu öğrencilere engel durumlarına göre ek süre verildi.
Sınav esnasında kopya çektiği salon görevlilerince tespit edilen öğrencilerin sınavları iptal edilecek. Ayrıca sınavdan sonra cevap kağıtlarının değerlendirmesi yapılırken aynı salonda sınava giren ve aynı tür soru kitapçığını kullanan öğrenciler arasında ikili/toplu kopya taraması yapılacak. Tarama sonucunda kopya tespit edilen öğrencilerin ilgili testleri iptal edilecek.
Öğrenciler ve veliler, saat 13.00'ten itibaren okullardan sınav kitapçıklarını alabilecek, ayrıca “www.meb.gov.tr” adresinden de sorularla cevap anahtarına ulaşılabilecek.
Yerleştirme sonuçları 12 Temmuz’da ilan edilecek.
Öğrencilere sınav sonuç belgesi posta yoluyla gönderilmeyecek. Sonuçlar, “http://www.meb.gov.tr” ile “http://oges.meb.gov.tr” adreslerinde yayımlanacak.
Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı’na (PYBS) başvuran ilköğretim 8. sınıf öğrencileri ayrı bir sınava girmeyecek. Bu öğrencilerin PYBS sonuçları, SBS’ye göre hesaplanacak.
Gelen Aramalar: 2013 sbs cevapları indir,2013 sbs soruları ve cevapları indir,posta sbs soru ve cevapları,sbs 2013 soru ve cevapları indir,sbs soru Tags: 2013 SBS, 2013 SBS Soru ve Cevapları, manset, SBS Soru ve Cevapları, seviye belirleme 2013Category: Başarı Haber, İnteraktif2 Ekim 2013 Çarşamba
Ezberleme: Öğrenmede Geçici Çözüm
Ezberleme; aynı şeylerin sürekli tekrarlanmasıyla bilgi edinmeye çalışmaktır. Fakat tekrar etme azaldıkça elde ettiğimiz bilgide unutulacaktır. Bu yüzden ezberleme hakkında” nankör bir uğraş” tanımı da yapabiliriz. Çünkü ezberlediğimiz şeyleri kısa bir zaman dilimi sonrasında unutacağız.
Ezberleme işini daha çok öğrenciler yaparlar. Ezberlemek zorunda olduğunu düşünen öğrenci ise anlama işini tamamen aradan çıkarmış demektir. Bir tarih dersinde öğrenci birçok şeyi unutmamak için ezber yapmayı tercih eder. Fakat farkında değildir ki bu taktiği uygulayarak daha çabuk unutacağının. Eğer ki ezber yapma yerine olayları kronolojik sıraya göre çalışsa ve kendini biraz o olaylara dahil etmeye çalışsa aslında çalıştıklarının ezber yaptığından daha çok aklında kalıcı olduğunun farkına varacaktır. Aslında ezber yapmaya, bilgileri hafızaya yüklemekte diyebiliriz. Hafızaya yüklemek, unutmadan hafızada tutmak ve sınavda hafızadakileri sırasıyla kağıda dökmek uzun bir ezberleme süreci gerektirir. Bu da bizim için emek ve zaman israfından başka birşey değildir. Ayrıca ezber yaptığımızda bunların sınav esnasında içeriklerinin birbirine karışma ihtimalini de yok sayamayız.
Sınav esnasında bildiklerimizi karıştırmamak için önceden çalıştığımız konuları anlamış olmamız gerekir. Fakat ezber yaparken kişi anlama işini tamamen aradan çıkarmıştır. Bu yüzden ezberlediklerini karıştırma yüzdesi çok fazladır. Zamanımızda ise birçok öğrencinin problemi sınavda bütün bildiklerini karıştırmalarıdır. Etrafımızdaki birçok öğrenciden duyarız ”bütün bildiklerimi heyecandan unuttum ” diye fakat öğrenciler farkında değildir ki ezberledikleri için bilgilerinin birbirine karıştığının. Niye karıştırdıklarını herhangi bir sebebe bağlamak için de heyecandan olduğunu düşünürler.
Ezber kişilerin sorgulama özelliğini de kısıtlar. Ezber yapan kişi ezberlediği şeyleri sorgulamadan kabul eder. Dolayısıyla insanlar nelerin doğru nelerin yanlış olduğunun farkına varamazlar. Bu da insanların nerede ne yapacaklarını kestirememelerine yol açmaktadır. Ezber yapan kişiler yorum yapma yeteneklerini kaybederler. Bu da olaylar karşısında insanların yorum yapma gereği duymamalarına yol açar.
Ezber yapmanın göründüğü üzere bir çok zararı vardır. Fakat ezber yapmak veya yapmamak bizim elimizde olan bir şeydir. İnsanların birçoğu ezberi faydalı birşey olarak gördükleri için ezber yapma yoluna gitmektedirler. Ancak anlayarak öğrenmeyi deneseler daha faydalı olduğunu göreceklerdir.
Tags: Ezberleme, manset, öğrenme, SınavCategory: Okulda Başarı, RehberlikYazar: Betül Şahin
1 Ekim 2013 Salı
2012-2013-Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yıl Sonu Çalışma Raporu
Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yıl Sonu Çalışma Raporu en son ne zaman gönderilecek?
Okul rehberlik servislerince her yıl sonunda “Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yıl Sonu Çalışma Raporu” hazırlanmaktadır. Bu raporla ilgili PDR yönetmeliğinin 47 inci maddesi “j” fıkrasında okul müdürlerinin görevleri kapsamında “j) Rehberlik ve psikolojik danışma servisince hazırlanan program ile yürütme plânının birer örneğini ders yılının başladığı ilk ay içerisinde, yıl sonu çalışma raporunun bir örneğini ise ders yılının tamamlandığı ay içerisinde bağlı bulunduğu rehberlik ve araştırma merkezine gönderir.” Bu maddeden de anlaşıldığı kadarıyla 2012-2013 PDR yıl sonu raporu haziran ayı nonuna kadar hazırlanıp RAM’a gönderilmiş olması gerekmektedir.
Okullarda rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri kapsamında yürütülen çalışmalarla ilgili sonuçların alınabilmesi ve bilgisayar ortamında değerlendirilebilmesi amacıyla Yıl Sonu Çalışma Raporu hazırlanmaktadır. Hazırlanan bu raporlar ilde/bölgede ve bakanlıkta istatistiksel olarak veri kaynağı oluşturmaktadır.
2012-2013 Öğretim Yılı Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yıl Sonu Çalışma Raporu Boş Taslağı
Gelen Aramalar: 2012-2013 rehberlik hizmetleri yil sonu çalişma raporu,rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri yıl sonu çalışma raporu örneği,1 sınıf rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri yıl sonu çalışma raporu,2012-2013 rehberlik yıl sonu faaliyet raporu,rehberlik yıl sonu raporu Tags: Okul rehberlik servisi, PDR, PDR yönetmeliği, rapor, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yıl Sonu Çalışma RaporuCategory: Form ve Anketler, Rehberlik28 Eylül 2013 Cumartesi
Beyni Genç ve Zinde Tutmanın Yolları
Terleyin: Egzersiz, verimli çalışmak için bol oksijene ihtiyaç duyan beyin hücrelerinin gıdası gibidir. Böylece beynin öğrenme ve hatırlama becerisi güçlenir.
Balık yiyin: Yüksek Omega-3 içeren sardalya ve ton gibi yağlı balıkları tüketmek zekayı attırır.
Konsantrasyon ve okuma yeteneğini geliştirir. B vitamini ve protein açısından zengin besinler de seratonin içerdiği için beyindeki iletişim hızlanır.
Lavanta koklayın: Lavanta kokusu işe konsantrasyonu artırır. Özellikle öğle aralarında, çalışmaya başlamadan önce lavanta koklayın.
Mola verin: Uzun ve aralıksız çalışma saatleri ters etki yaparak beynin verimini düşürür. Araştırmalar her 40 dakikalık çalışmadan sonra 20 dakikalık ara vermenin, sonraki 40 dakikaya hazırlanmak için gerekli olduğunu savunuyor.
İyi bir uyku çekin: Gece 7-8 saatlik uyku beyin performansını en üste taşır. Ayrıca gün ortasında 30 dakikalık bir kestirme beynin şarj olmasını sağlar.
Sakız çiğneyin: Sakız çiğneme beyne giden kanı yüzde 20 artırıyor. Böylece hafızayı kuvvetlendirip, stresi azaltıyor.
Su için: Yüzde 80’i su içeren beynimiz su içmediğimizde küçülüyor. Bu sebepten her gün 1.5- 2 litre arasında su içmek gerekiyor.
Kırmızıya bakmayın: Kırmızı görmek özellikle sınavda başarıyı düşürüyor ve öğrencide motivasyon düşüklüğü yaratıyor.
Seks yapın: Orgazmla sonuçlanan bir seks veya hamilelik süreci, kadınların beyinlerindeki prolaktin hormonunun ve beyin hücrelerinin artmasını sağlıyor.
Sıcak çikolata için: Yatmadan önce içilecek bir bardak sıcak çikolata zekayı artırıyor. Kakao özellikle yaşlıların zihnini açıyor.
Rahatlayın: Rahat bir yere oturup gözlerinizi kapayın ve ayaklarınızdan boynunuza kadar tek tek kaslarınızın gevşediğini hissedin. Gerginliği atmak, sınavdaki başarınızı yükseltecektir.
Yetenek geliştirin: 6 yaş grubu üzerinde yapılan araştırmalara göre müzik ve resim gibi konularda eğitim gören çocukların IQ’ları daha yüksek oluyor.
Sınırlı teknoloji: SMS ve e-mail’i fazla kullanmak ve çok televizyon seyretmek zeka seviyesini düşürüyor.
Beyin jimnastiği yapın: Akıl oyunları oynayarak, bulmaca ve zeka testleri çözerek beyninizi zinde tutabilirsiniz.
Alkol almayın: Alkol beyin hücrelerini öldürerek, öğrenme ve hafıza bölgesine zarar verir.
Gelen Aramalar: genç beyin gidası,hafızayı zihni ve beyni kuvvetlendiren ayetler,murat dinçer çekin Tags: alkol, beyin, hafıza, manset, uykuCategory: Hafıza / Beyin, Kişisel Gelişim27 Eylül 2013 Cuma
Twitter bir baş belası mı?
Bu açıklamanın ardından AKP’li Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, Twitter’ı bıraktığını duyurdu. Gökçek, takipçi sayısı 500 bine ulaştığı zaman Twitter’ı bırakmayı kendisine bir hedef olarak çok önceden koyduğunu söylüyor, fakat bu kararın zamanlaması hakkında muhalif çevreler farklı düşünüyor.
Protestocuların birbirleriyle iletişime geçmesinde ve gösterilerin düzenlenmesinde Twitter’ın rolü olduğu kesin. Ama Twitter ya da Facebook gibi sosyal medya platformları bir baş belası mı, değil mi? Erdoğan’ın bu çıkışını Ankara merkezli gazeteci ve sosyal medya şirketi yöneticisi Emrah Güler’le tartıştık.
Başbakan Erdoğan’ın protestolar karşısında verdiği ilk tepkilerden birinde sosyal medyayı suçlaması sizi şaşırttı mı?
“İnternetin yasaklanması hiç yabancı olduğumuz bir konu değil. “
Emrah Güler
Tavır olarak şaşırtıcı değil. Son bir-iki yıldır Başbakan Erdoğan’ın kendi görüşünden farklı olanları en iyi ihtimalle dinlemediğini, en kötü ihtimalle de kızgın bir baba edasıyla ötekileştirdiğini gözlemliyoruz.
Bugüne kadar kendisine karşı düzenlenen bu en büyük ayaklanmada birini suçlamasını normal buluyorum; bu suçlamanın Twitter’ı hedeflemesi de normal. Belirli bir kitleye ulaşmasını ya da ulaşmamasını istediği bilgi akışı son günlerde tamamen kendi kontrolünden çıkmış durumda.
Burada ilginç olan durum, Başbakan Erdoğan’ın Arap Baharı yaşanırıken -örneğin Mısır’daki ayaklanmalar sırasında- kendi Twitter hesabından sosyal medya ile başlayan ve şekillenen Arap devrimini övmüş olması. Cumhurbaşkanı Gül’ün de benzer bir twitter mesajı var. ”Kapalı rejimlerde yeni iletişim biçimlerini dikkate almamız gerektiğini” överek söyleyerek açıklamaları var…
Başbakan Erdoğan Twitter hakkında ”Yalanın daniskası burada.” diyor. Gezi Parkı’nda başlayıp ülke geneline yayılan protesto eylemleri esnasında Twitter’da gerçekten aslı olmayan çok sayıda iddia, yalan haber dolaştı. Polisin öldürdüğü iddia edilen insanların sahte fotoğrafları yayıldı, ya da direnişi canlı tutmak için ”protestolar 48 saat sürerse hükümet istifa etmek zorunda kalacak” yalanı dolaştı. Hatta Twitter yalanları diye bir site Türkiye’de dolaşıma sokulan bu kışkırtıcı mesajları bir arada topluyor. Sosyal medyanın provokatif bir yönü yok mu?
Fakat bence ilginç olan şu: Son iki gündeki olayları bir kaynama noktası olarak düşünürsek, bundan önce bir-iki yıldır bir kaynama sürecinin içindeydik ve bu dönemde sosyal medyada insanlar ideolojik olarak birbirlerine saldırıyor, hatta nefret suçu kapsamına girebilecek söylemlere giriyorlardı.
Oysa çok şaşırtıcı şekilde son birkaç günlük süreçte, prokakasyon minimumdaydı ve Erdoğan muhalifleri bilgi çöplüğüne karşı önlemler almaya büyük özen gösterdi. Birkaç saat içinde yanlış bilgileri toparlayıcı web siteleri ortaya çıktı.
Cumartesi akşamına kadar devam eden bilgi karmaşası, Twitter kullanıcılarının ortak çalışmasıyla bir süzgeçten geçirildi. Bence etkileyici olan, bütün bu süreçte Erdoğan karşıtı sosyal medya kullanıcılarının sürekli birbirlerine ”şiddet kullanmayın, belirli bir ideolojiyi ya da bir partiyi savunmayın, protestolardan sonra çevreyi temizleyin” türü mesajlar atması.
Ayrıca, Başbakan Erdoğan’ın Twitter’a baş belası demesine rağmen, Twitter’da uzunca bir süre boyunca mesaj trafiğinde ağırlığını koyan taraf bizzat Başbakan’ın destekçileriydi; Twitter’da ”trending topic” olmaya onlar da gayret gösteriyor ve başarılı da oluyorlardı.
Türkiye’de sosyal medyanın, internetin çok rahat bir şekilde yasaklanması hiç yabancı olduğumuz bir konu değil. YouTube’a iki hafta boyunca erişim yasaklandı. Hükümet bazı blog’lara kızdığı için bütün blog’ları yasakladı. Çeşitli web siteleri birkaç gün içinde çıkan kararlarla yasaklanıyor. Ve Twitter’ı, Facebook’u yasaklamaları da çok uzak bir ihtimal değil.
Fakat şöyle bir durum var bu sefer. İnsanlar şunu görmeye başladı; ki bence hükümet de bunu görüyor. İnternet denen şeyi kapıdan kovarlarsa bacadan giriyor, bacadan kovarlarsa pencereden giriyor. Protestolar sırasında da internete erişimi engellemeye çalıştılar ama göstericiler wi-fi şifrelerini paylaşarak, şu ya da bu programı indirebilirsiniz diye birbirini bilgilendirerek karşı önlemler aldı. Bu önemli bir nokta.
İkincisi, sosyal medya son üç yılda Türkiye’de ekonominin çok önemli bir parçası haline dönüştü. Banka gibi büyük kurumlardan tutun lokantalara, otellere, sivil toplum örgütlerine ve yerel yönetimlere değin artık herkes sosyal medyayı hem kendi iletişim stratejileri için, hem de türlü operasyonları için etkin bir şekilde kullanıyor.
Büyük para kaynakları ciddi şekilde sosyal medyanın ekmeğini yiyor. Bu ekonomik faktör, Facebook’un ya da Twitter’ın yasaklanmasının o kadar kolay olmayacağının bir göstergesi bence.
Tags: Başbakan Erdoğan, facebook, Gezi Parkı, Gezi Parkı eylemleri, manset, protesto, SOSYAL MEDYA, TwitterCategory: Başarı Haber, Psikoloji, Psikoloji YazılarıKaynak: BBC Türkçe
25 Eylül 2013 Çarşamba
10-16 Haziran Haftası Burç Yorumları..
10-16 HAZİRAN HAFTASI..
Haftaya sürtüşme zıtlık ve çekişme enerjileriyle giriyoruz.Mantığımız ve duygularımız arasında dengeyi bulma konusunda zorlanabiliriz.Yeni seçim ve kararlarımızı dikkatlice gözden geçirip hafta ortasından sonraki günlerde aktifleştirebiliriz.Fiziksel görünümde değişim,estetik,dekorasyon konularında değişimler için Cuma ve sonrası günleri değerlendirelim.Özel ilişkilerde şüphe güvensizlik enerjisi ani bitiş kopma ve stres yaratabilir DİKKAT ! Ön planda olma fikirlerimizi çok hevesli ortaya koyma arzumuz yüksek,karşıt ve zıt fikirlerle tartışma güç çekişmeleri rekabet yaratabilir,yanlış anlama anlaşılma ve yanılmalara da açığız..Genel olarak özel ve sosyal ilişkilerimizde iletişimimizde sert rüzgarların eseceği bir hafta.Empati,hoşgörü,anlayış enerjilerini ön plana çıkarmamız gereken bir süreçteyiz..
‘’Savaşım aslında kendimle bakmayın kavga ettiğime herkesle,gözyaşlarıma da izin vereceğim içimdeki alevi serinleterek söndüreceğim temizleyeceğim tüm benlerimi,sonra yeniden doğacayım temiz ve aydınlanmış olarak’’
Haftanın Burçlara Göre Değerlendirmesi..
KOÇ ; Koçlar haftaya aile ve iş konularında değişim enerjisiyle giriş yapıyorlar.Hafta ortasına kadar gergin ve stresli hissedebilirler,porton ve yönetici kişilerle çekişme zıtlaşma,aile bireyleriyle de gerginlik yaşayabilirler.Duygusal çıkışlara açık olacakları birkaç gün önemli karar ve girişimlerini gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum.Ev taşınma değişim alım satım konularını Cuma ve sonrası günler de değerlendirebilirler.Çarşamba-Cuma öğle saatlerine kadar aşk ve ilişkiler de şanslılar yeni bir aşka yelken açabilir,yada var olan ilişkilerini güçlendirebilirler.Sosyal organizasyonlar da yer alabilir ayrıca sahne becerilerini geliştirebilirler,sportif aktiviteler ve hobilerini geliştirebilirler.Yakın yerlere seyahatler ve yakın çevre ilişkileri hafta genelinde ön planda olacak.Hafta sonu gündelik işler öne çıkıyor,çalışma koşullarıyla ilgili yeni düzenlemeler yapabilirler..
BOĞA ; Boğalar haftaya yakın çevre ilişkileri seyahatler ve iletişim enerjisiyle giriyorlar.Hafta ortasına kadar yakın sosyal ve özel ilişkilerinde iletişimde sorun ve problemler yaşayabilirler.Parasal maddi konular alacak ve ödemeler hafta geneli gündemlerinde olacak.Çarşamba-Cuma ev yer değişikliği yaşayabilirler.Hafta sonu aşk ve ilişkileri gündemlerinde, sosyal organizasyonlarda yer alabilir hobilerini geliştirebilirler..
İKİZLER ; İkizler haftaya maddi konularla giriş yapıyorlar alacak verecek ve ödemeler konusunda bir takım sıkıntı gerginlik ve stres yaşayabilirler.Hafta geneli kendilerini ifade ve ön plana çıkarma arzuları yüksek olacak,hafta ortasına kadar sözlere dikkat.Çarşamba-Cuma yakın çevre ilişkileri seyahatler ve iletişim konuları hareket kazanacak.Hafta sonu ev yer değişim taşınma alım satım aile konuları ön plana çıkıyor..
YENGEÇ ; Yengeçler haftaya iletişimde hızlı giriyorlar.Özel ve sosyal ilişkilere dikkat,duygusal hassas ve gergin hissedebilirler,duygusal çıkışlara açıklar.Çarşamba-Cuma maddi konular alacak verecek ödemeler ön planda olacak.Hafta sonu yakın çevre ilişkileri,yakın yerlere seyahatler gündemlerinde olacak.Hafta geneli geçmiş sorun ve problemleriyle yüzleşebilir,geçmiş işi bitmemiş ilişkilerde gündemlerinde olabilir..
ASLAN ; Aslanlar haftaya gergin ve stresli girebilirler,geçmiş meseleler ilişkiler ön plana çıkabilir,sözlere ve sağlığa dikkat.Çarşamba-Cuma kendilerini daha dinamik hissedebilirler,fikirlerini ön plana çıkarabilir dikkat çekebilirler.Hafta sonu maddi konular alacak verecek ödemeler ön planlarında olcak gelir giderleriyle ilgili yeni düzenlemeler yapabilirler..
BAŞAK ; Başaklar hafta başı sosyal alanda hizmet edebilir,gurup çalışmalarıyla ön plana çıkabilirler.Arkadaşlarla iletişime dikkat,fikirlerde zıtlık enerjisi çekişme sürtüşme yaratabilir.uzak ve deniz seyahatleri de gündemlerinde.Çarşamba-Cuma içe çekilmek olanı biteni değerlendirmek için yalnız kalmak isteyebilirler,sağlığa da dikkat.Hafta sonu geleceğe yönelik plan ve projelerini yeniden gözden geçirebilir yeni düzenlemeler yapabilirler.Hafta geneli iş ve kariyer konularında yenilik ve değişimler söz konusu..
TERAZİ ; Teraziler haftaya iş ve kariyer konularıyla giriş yapıyorlar.Hafta başı iletişimde sert enerjiler aktif olacak patron ve iş hayatlarındaki yöneticilerle restleşme ve gerginlikler yaşayabilirler,sözlere dikkat.Çarşamba-Cuma grup çalışmalarında yer alabilir,sosyal organizasyonlara katılabilirler,uzak seyahatlerde yapabilirler.Hafta sonu,enerjileri biraz düşebilir,içe çekilmek yalnız kalmak isteyebilirler,sağlığa dikkat.Hafta geneli sosyal ilişkiler eğitim yayıncılık konuları gündemlerinde olacak..
AKREP ; Akrepler haftaya sosyal alandaki iletişimde hızlı giriyorlar,yetme yetişme konusunda sıkıntı yaşayabilirler,hafta başı enerjiler sert olacağından özel ve sosyal ilişkilerde iletişimde sözlere dikkat.Çarşamba-Cuma iş ve kariyer konuları gündemlerinde ekstra yeni işler ve kazançlar geliştirebilirler.Hafta sonu gurup çalışmalarına katılabilir yeni kişiler tanıyabilir,sosyal alanlarını genişletebilirler..
YAY ; Yaylar haftaya başkalarından beklentiler konularında giriş yapabilirler,enerjiler sert olacağından maddi kazançlar ve beklentiler konularında stres ve zorluk yaşayabilirler.Çarşamba-Cuma sosyal alanlarında hareketlilik başlıyor,eğitim yayıncılık ve seyahatler konuları ön plana çıkıyor.Hafta geneli aşk ilişkiler ve ortaklaşa girişecekleri işler konuları gündemlerinde olacak.Hafta sonu iş ve kariyer konularında yeni plan ve projeler geliştirebilir yeni düzenlemeler yapabilirler.Yaylar özel ve sosyal ilişkilerinde hafta geneli sözlere dikkat,yanlış anlama anlaşılma ve yanılma riskleri yüksek..
OĞLAK ; Oğlaklar haftaya özel ve ortaklaşa yapacakları işler konularındaki iletişimle giriyorlar,bir çok oğlak özel ilişkilerinde kopma bitiş yaşayabilirler aşırı şüphe ve güvensizlik duyguları ön planda olacak.Çarşamba-Cuma başkalarıyla birlikte yapacakları işler yada başkalarından maddi beklentileri elde edecekleri kazanımlar ön planda olacak.Hafta sonu sosyal alanları hareket kazanıyor,seyatler,eğitim yayıncılık tanıtım konuları gündemlerinde olacak.Hafta geneli çalışma koşulları iş hayatlarında değişim iş arkadaşlarıyla iletişimleri gündemlerinde..
KOVA ; Kovalar haftaya günlük çalışma koşulları halletmeleri üstesinden gelmeleri konularla giriş yapıyorlar,çarşambaya kadar iş arkadaşları ve patronlarıyla iletişime dikkat,sürtüşme çekişme zıtlık enerjileri agresyon yaratabilir.Çarşamba-Cuma aşk ilişkiler ve ortaklaşa yapacakları işler ön plana çıkıyor.Hafta sonu alacak verecek ödeme ve başkalarından alacakları ön planlarında olacak.Hafta geneli aşk ilişkiler hobiler tanıtım sahne becerileri tanıtım konuları gündemlerinde..
BALIK ; Balıklar haftaya aşk ilişkiler sahne becerileri,tanıtım,sportif faaliyetler,hobiler konularıyla giriş yapıyorlar.Çarşamba –Cuma iş koşulları ve halletmeleri üstesinden gelmeleri konular ön planlarında olacak.Hafta sonu aşk evlilik ortaklaşa girişecekleri işler ve bu konularla ilgili projeler ve düzenlemeler gündemlerinde.Hafta geneli aile iş kariyer konularında değişim ve gelişmeler ön planlarında olacak..
Sağlıklı-keyifli haftalar..
23 Eylül 2013 Pazartesi
Kontrolden Çıkan Sosyal Psikoloji Deneyleri
Bilimde insanlarla deney yapmanın çeşitli riskleri olduğu için deney hayvanları bir alternatiftir, ancak söz konusu olan sosyal psikoloji deneyleri ise konu direk olarak insan olduğu için deney hayvanı kullanma şansı bulunmuyor. Hayvanlar konuşamadığı için ise beyne ya da psikolojiye ait pek çok konuyu araştırmak için insanların birebir kullanılması bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor.
Günümüzde sosyal psikoloji deneyleri katılımcılara zarar vermemek, bir zarar verilse dahi bunu telafi etmek üzerine kurgulansa da geçmişte bu etik kuralların bulunduğunu ya da bulunsa bile bilim insanlarının bu kurallara uymak konusunda çok da hevesli olduklarını söyleyemiyoruz. Ayrıca bazı etkenlerin insanda ne çeşit bir tepki yaratacağını ancak yine deneylerle gözlemlemek mümkün.
Tarihte yoldan çıkarak amaçlanandan farklı bir noktaya sapan, iyi niyetli başlasa da kötü sonuçlar doğuran, katılımcılarına acılar ya da kalıcı ruhsal bozukluklar yaşatan psikoloji ya da sosyal psikoloji deneylerinin ardında kabaca üç nedenin yattığını söyleyebiliriz:
1. Bilim insanının deneyi tasarlarken olabilecekleri ön görememesi, (“Kaş yaparken göz çıkarmak…”)
2. Bilim insanının etik kurallarını, insan ya da hayvan haklarını önemsememesi (“Zafer yolunda her şey mübahtır”)
3. Bilim insanının tezini kanıtlayabilmek için aşırı hırslı davranması ve deneyin başarısızlığının birinci dereceden etkileyeceği kişiler arasında kendisinin bulunmaması. (“El elin eşeğini türkü yakarak ararmış”)
Bu yazımızda katılımcılarına zarar veren ya da tahminlerin çok ötesinde sonuçlar verdiği için yarıda kesilen deneylerden bahsedeceğiz.
Wendell Johnson (F.W. Kent Fotoğraf Kolleksiyonu, Iowa Üniversitesi Kütüphanesi)
Iowa Üniversitesi’nden, kendisi de kekemelikten mustarip olan [1] Wendell Johnson tarafından tasarlanan ve 1939 yılında 5 ila 15 yaş arasındaki 22 yetiştirme yurdu öğrencisiyle gerçekleştirilen deney, deneklerde kalıcı hasar yaratma konusunda akla gelen ilk örneklerden biridir [2].
10'u kekeleyen, 22 öksüz ve yetim çocuğun kontrol ve deney grupları olarak iki gruba bölündüğü çalışmada her iki gruba da diksiyon dersleri verilmiştir. Bir gruba doğru telaffuzlarında pozitif geri besleme verilirken, diğer gruba yaptıkları telaffuz hatalarında dayak atma ve kekeme olduğunun yüzüne vurulması gibi uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Bu 6 aylık çalışmanın sonuçları ortaya korkunç bir manzara çıkarmıştır: Negatif geri besleme alan gruptaki çocuklardan sadece kekeme olanlar değil, normal olanlar dahi hayatları boyunca konuşma güçlüğü çekmişlerdir.
Sonuçları halen Iowa Üniversitesi kütüphanesinde bulunan araştırma, tarihin tozlu sayfalarına gömülü idi. Ancak 2001 yılında California eyaletinde yayınlanan San Jose Mercury News konu hakkında bir makale kaleme aldı. Bu makaleyi ihbar kabul eden savcıların devreye girmesiye deney ulusal bir skandala dönüştü. Haberlerden sonra Iowa Üniversitesi özür diledi, ancak 2005 yılında Iowa yüksek mahkemesi davayı görüştü ve 2007 yılında kalıcı hasara uğramış 6 denek, toplamda 925.000 ABD doları tazminata hak kazandı.
Dava böyle sonuçlanmış, Wendell Johnson ve Iowa Üniversitesi suçlu bulunmuş olsa da bazı meslektaşları Wendell Johnson’ı savunuyorlar. Aslında Johnson saygın bir bilim adamı. Adı böyle bir deneyle tarihe kötü geçmiş olsa da konuşma bozuklukları ve kekemelik tedavisindeki başarılı çalışmaları sebebiyle hala iyi bir şekilde anılıyor. Üniversite’nin savunma zemini ise daha farklı: İnsan kullanılarak yürütülecek deneylerle ilgili Nuremberg Kanunları 1948 yılında yayınlandığından, 1939 yılındaki bu deney o günün kurallarına uygun görünüyor [3].
1963 yılında Yale Üniversitesi’nde Profesör Stanley Milgram tarafından tasarlanan deney insanların belli bir rol altında anonimleşerek kendi kimliklerinden sıyrılacağını ortaya koymayı amaçlıyordu. Denekler gazete ilanları ve posta yoluyla bulundular ve 20 ila 50 yaşlar arasında toplumun her kesiminden erkekler seçildiler [4].
İşbirlikçi “öğrenci”.
Katılımcılara grubun “öğretici” ve “öğrenci” olarak iki gruba bölündüğü bilgisi verildi. Oysa öğrenci tekti ve tüm katılımcılar öğretici olarak görev yapacaktı; tabi ki deneklerin bundan haberleri yoktu. Zira öğrenci bir işbirlikçi idi, ve iyi rol yapabilen bir muhasebeciydi. Denekler, rastgele verilen kağıtlardan “öğretmen” yazanın şans eseri kendilerine geldiğine inandırıldıktan sonra “öğretmen” ve “öğrenci” birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deney gözlemcisi -yine işbirlikçi-, gri bir laboratuvar önlüğü giyen, sert ve hissiz bir biyoloji öğretmeni rolünde idi.
Deney başlamadan önce “öğretmen”e 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak “öğrenci”ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. Öğretmene daha sonra öğrenciye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu. Cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu – aslında elektrik verildikçe çığlık atılan, önceden kaydedilmiş bir kaset aracılığıyla öyle olduğu sanısı veriliyordu-. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra işbirlikçi, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Deneyin sürümlerinden biri, işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi ek bir özellik taşıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette bulunmamaya başlıyordu.
Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ettiler. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başladı, ama bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam etti.
Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine sırasıyla aşağıdaki sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
1. Lütfen devam edin.
2. Deney için devam etmeniz gerekiyor.
3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek “zorundasınız”.
Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda uyguladıktan sonra durduruluyordu.
Sizce deneklerden ne kadarı 450 volta kadar çıkmış ve öğrenciyi öldürmeyi, öldürmese bile onu çok büyük acılara maruz bırakmayı göze almıştır? %5? %10? Hatta yarısı?
Milgram, deneyini gerçekleştirmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yapmış ve katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünmüştü. Psikiyatristler ise sadece onbinde 12’sinin (%0,12) 450 volta kadar çıkabileceğini düşünmüşlerdi [5]. Oysa sonuçlar dehşet vericiydi: Bu ilk deneyde 40 denekten 26’sı, yani %65'i deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu -her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da- uygulamışlardı. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi, ancak bir çoğu bunu yapmamıştı. Hatta katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmemişti.
Milgram Deneyi’yle benzer özellikler taşıyan bu deney, California, Palo Alto’da bulunan Cubberley Lisesi’nde, tarih dersi kapsamında gerçekleştirilmiştir. “Nazi Almanyası” konusu kapsamında gerçekleştirilen uygulamanın amacı demokratik toplumların dahi faşizme meyilli olduklarını anlatmayı amaçlamış, ve aslında deneyin sahibi, tarih öğretmeni Ron Jones bir bakıma bunu kanıtlamıştır da.
Jones ilk gün bir kaç basit kural getirmiştir: Ders zili çalmasıyla birlikte öğrenciler 30 saniyede yerlerini alacak, söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacak, söz alırsa söyleyecekleri üç beş kelimeyi geçmeyecek ve her cümlelerinin sonunu “Bay Jones” diye bitireceklerdir.
İkinci gün Jones mevcut sınıfın özel olduğunu belirtmiş, diğerlerinden ayırmış ve disiplinin sağlanmasından sorumlu kılmıştır. Onlara “Üçüncü Dalga” adını veren Jones, bir okyanusun en güçlü dalgasının üçüncü dalga olduğu gibi sahte bir efsane uydurarak ismi anlamlandırmıştır. Bu gruba Nazi selamını öğreten Jones, bu grup öğrencilerinin sadece sınıfta değil, dışarıda dahi birbirlerini bu şekilde selamlamalarını emretmiştir. Öğrenciler bu kurala istisnasız uymuşlardır.
Tarih öğretmeni Jones’un talimatıyla üçüncü günden itibaren “Üçüncü Dalga” üyeleri birbirlerini nazi selamı ile selamlamaya başlamışlardır.
Üçüncü gün Jones deneyin kapsamını büyüterek okula yaymıştır. Gün başında 30 öğrencilik sınıf, 13 katılımcıyla beraber 43'e yükselmiştir. Öğrencilerin hepsi derslerine hevesle sarılmaya başlamış, katılımlarında artış olmuştur. Ron Jones’un konuyla ilgili kendisinin kaleme almış olduğu makalede belirttiğine göre, kimi öğrenciler “İlk defa adam akıllı bir şeyler öğrendiklerini” beyan etmişler ve hatta “Bay Jones, niçin diğer konuları da bize böyle öğretmiyorsunuz?” şeklinde sitem etmişlerdir [6].
Kendilerine bir üye kartı düzenleyen öğrenciler, bir de logo tasarlayarak kurumsallaşmışlardır ve grup üyesi olmayan öğrencileri sınıfa sokmamışlardır. Yeni üye bulma koşul ve kurallarının da belirlendiği üçüncü günün sonunda toplam katılımcı sayısı 200'ü bulmuştur. Gün içerisinde bazı grup üyeleri diğer grup üyelerini kurallara uymadıkları gerekçesiyle jurnallemeye başlamışlardır.
Dördüncü gün Jones, öğrencilerin projeye haddinden fazla dahil olduklarını, disiplin kurallarına görülmemiş bir liyakatle bağlandıklarını farkedince, olayların kontrolden çıkacağını sezerek deneyi durdurmuştur ancak bunu yaparken, bu hareketin ulusal bir hareket olduğunu, ertesi gün, yani cuma günü başbakanlıktan bir açıklama yapılacağını belirterek yapmıştır. Ertesi gün vaat ettiği gibi sınıfa bir televizyon getiren Jones, bir kaç dakika karıncalı ekran izlettikten sonra gerçeği açıklamış, bunun Nazi Rejimi dersi kapsamında faşizmi anlatmak için yaptığını belirtmiş, hemen ardından bir Nazi belgeseli izleterek amacını doğrulamıştır.
Çocukların olayı velilerine söylemesinden sonra gerçekleşenler ilginçtir: Bir haham (konu Nazi Almanyası olduğunda yahudi olan ABD vatandaşları daha hassastırlar) velilerin kaygılarını iletmek için Jones’u aramışlardır. Jones amacını anlattıktan sonra haham velilerin kaygılarını giderme sözü vermiş hatta deneyin bir parçası olmuştur [6].
En nihayetinde deney sonlanmış ve deneyin okul yönetimince duyulmasından sonra Jones çalıştığı okuldan kovulmuştur ama kovulma gerekçesinin bu deney olduğu resmi olarak belirtilmemiştir [7].
Ron Jones’un Üçüncü Dalga deneyi, 2008 yılında Alman yapımı “Die Welle” adlı filmde işlenerek beyaz perdeye aktarılmıştır.
Zimbardo deneyi, beyaz perdeye de farklı şekillerde yansımış olan bir deneyi konu alır. 1971 yılında Stanford Üniversitesi ve ABD Deniz Kuvvetleri ile ortaklaşa gerçekleştirilen bu deneyi kabaca özetlersek, hiçbir psikolojik sorunu bulunmayan sıradan insanların bir deney için hapishane ortamına sokulmaları ve gardiyan ve mahkum olarak ikiye bölünmeleri sonrasında neler olduğunu incelemiştir. Asıl amaç kişilerin sosyal rollerine nasıl ve ne kadar kolay uyum sağladıklarını gözlemleyebilmektir ancak çok başka sonuçlar doğurmuştur.
2001 yılı Alman yapımı “Das Experiment” filmi Stanford Hapishane Deneyi’nde yaşananları konu almaktaydı. Ancak yukarıdaki fotoğraflar gerçek deneyden… (12)Stanford Üniversitesi’ne ait bir binanın altında kurulan hapishane benzeri odalarda gerçekleştirilen deneyde, mahkûmlar daha ilk günden edilgen, gardiyanlar ise daha ilk günden agresif olmak üzere, rollerine çok çabuk bir şekilde uyum sağlamışlardır. İkinci günden itibaren deney öngörülenden daha fazla duygusal şiddet barındırmaya başlamış ve iki hafta olarak planlanan deney 6. gününde mecburen sona erdirilmiştir.
Zimbardo deneyi öngörülen sınırların dışına çıkıp deneklerine tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma gelmiştir. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında zorunlu olarak deneyden ayrılmışlardır. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekten yargılanmıştır.
Konuyla ilgili müdahalede bulunulmamasından dolayı eleştirilen Philip Zimbardo, bir gözlemci bulunması halinde deneyin gerçek sonuçlar vermeyeceğini düşünüldüğünden gözlemci bulundurulmadığını ve müdahalede bulunulmadığını belirtmiştir [8].
Tarihte bir vaka daha var ki, yukarıda saydığımız deneylerden bir çok yönüyle ayrılmaktadır, fakat yine de bir bilim insanının hatasının ya da hırsının hastayı ya da deneği nerelere sürükleyebileceğini göstermesi açısından manidardır. Ayrıca söz konusu deney, on iki yıl kadar uzun sürmüş, psikoloji sınırlarını aşmış ve çeşitli ameliyatları ve hormon tedavilerini de içermiştir.
“Bir süre için gerçekten de şirin, küçük bir kız çocuğu gibi davranan Brenda (David) ve ikiz kardeşi Brian Reimer için her şey sütlimanken zamanla durum değişmiştir.” [9]22 Ağustos 1965 yılında Kanada’da ikiz kardeşi Brian Reimer ile birlikte Dünya’ya gelen David Reimer adındaki erkek çocuk, 8 aylıkken ailesi tarafından sünnet ettirilmek istenmiş, sünnet sırasında kazara penisi yanmış ve hasar görmüştür. Profesyonel destek almak isteyen aile Baltimore’daki John Hopkins Hastanesi’ne, televizyondaki bir programda cinsiyet konuları tartışılırken tanıdıkları ve gayet de bilgili gördükleri Psikolog John Money’e başvurmuşlardır. Psikolog John Money durumu dinledikten ve inceledikten sonra aileyi bebeğin cinsiyetini değiştirmek üzere yönlendirmiş ve bu seçeneğin kesinlikle daha iyi olacağını söylemiştir. Ancak John Money, cinsiyetin doğuştan gelmediği ve öğrenilmiş olduğuna yönelik bir teorinin taraftarı olduğunu ve bir ikiz kardeşi de bulunduğu için aynı zamanda kontrollü deney olanağı sağlayacak olan David Reimer’ı bu teoriyi ispatlamak adına denek olarak kullanmak istediğini itiraf etmemiştir.David’in testisleri 22 aylıkken orşidektomi operasyonuyla alınmıştır ancak henüz yapay bir vajina tesis edilmemiştir. Ona yeni bir isim verilmiştir: Brenda. Vakaya epey vakit ayıran Money, sosyal öğrenme yoluyla cinsiyetin sağlıklı bir şekilde değiştirilebilmesini garanti altına almak için enteresan uygulamalarda da bulunmuştur. Çocuklukta gerçekleşen seks provalarının cinsiyetin edinilmesinde önemli rolü olduğunu düşünen Money, kardeşleri cinsiyetlerine göre çeşitli cinsel pozisyonlara sokmuş, hatta bir kısmını fotoğraflamıştır. Bir başka uygulamada da ikisini de soyarak birbirlerinin cinsel organ farklılıklarını incelemelerini istemiştir[10].
Bir süre için gerçekten de şirin, küçük bir kız çocuğu gibi davranan Brenda (David) ve kardeşi için durum sütlimanken zamanla durum değişmiştir. Göğüslerinin gelişmesi için verilen östrojen işe yaramamış, kendisine bir kız çocuğuymuş gibi davranılmasına rağmen Brenda kendisini bir kız çocuğu gibi hissetmemiştir. 22 aylıkken gerçekleşen operasyondan ergenlik çağına kadar karın bölgesinde tesis edilmiş bir delik aracılığıyla idrarını yapan Brenda, tekrar Baltimore’a götürülürse intihar edeceğini beyan edince ona yapay bir vajina tesis edilmesini isteyen Dr. Money ile ilişkiler kesilmiştir. 13 yaşında iken, endokrinoloğu (salgı sistemi/hormonal sistem uzmanı) ve psikiyatristinin tavsiyesiyle birlikte, aile Brenda’ya gerçekleri açıklamıştır. Brenda, tekrar David adını almış, bir süre sonra da ameliyatla süreç tersine çevrilmiştir. Ayrıca 1990 yılında Jane Fontain ile evlenmiş, onun üç çocuğuna babalık yapmıştır.
David intihar etmeden önce evliydi ve eşinin üç çocuğuna babalık yapıyordu.Maalesef Reimer kardeşler için hayat mutlu bitmemiştir.
Money’nin terapi uygulamalarından kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmiyor ancak şizofreni hastası olan Brian, 2002'de aşırı dozda şizofreni ilacı alımı sebebiyle hayatını kaybetmiştir [11]. Ağabeyinin acısını yaşayan David, 2 Mayıs 2004'te bir de karısı Jane’in kendisinden boşanmak istediğini öğrenmiştir. 5 Mayıs 2004'te henüz 38 yaşındayken kendi kafasına kurşun sıkmak suretiyle intihar etmiştir [10],[11].
Brian’ın sahip olduğu şizofreninin ve David’in intiharının sebebinin kesin olarak Money’nin uygulamaları olduğu iddia edilemez. Her şeyden önce David, sünnet uygulaması sırasında cinsel organını kaybettiği için daha sekiz aylıkken ruh sağlığı açısından olası bir olumsuz geleceğe aday olmuştur. Ancak burada doktorun hastasını taraftarı olduğu bir teori uğruna denek olarak kullanması, David Reimer’ı yazımızın konusu haline getirmiştir.
Kaynaklar:
[1] Gretchen Reynolds, The Stuttering Doctor’s ‘Monster Study’ http://www.nytimes.com/2003/03/16/magazine/the-stuttering-doctor-s-monster-study.html
[2]* 10 Psychological Experiments That Went Horribly Wrong, http://brainz.org/10-psychological-experiments-went-horribly-wrong/
[3] Robert Goldfarb, ETICS, The Case Study from Fluency, http://www.nicholasjohnson.org/wjohnson/hsr/njhsr512.pdf
[4] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/Milgram_experiment
[5] Thomas Blass, Obedience to Authority. (Taylor & Francis, 2000)
[6] Ron Jones’un kendi kaleminden “The Third Wave”, http://libcom.org/history/the-third-wave-1967-account-ron-jones
[7] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/The_Third_Wave
[8] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/Stanford_prison_experiment
[9] Resim kaynağı: http://unknownmisandry.blogspot.fr/2012/07/gender-is-hoax.html
[10] Wikipedia, ilgili makale. http://en.wikipedia.org/wiki/David_Reimer
[11] BBC yapımı olan ve David Reimer’ın hayatını konu alan bir belgesel bulunmaktadır: http://documentarystorm.com/dr-money-and-the-boy-with-no-penis/
[12] Resim kaynağı: http://www.manoneileen.com/2011/04/18/dyk-14-abu-ghraib-stanford-prison-experiment/
* Tüm başlıklar için bu kaynağa başvurulmuştur.
Tags: David Reimer Vakası, manset, sosyal psikoloji, sosyal psikoloji deneyleri, Üçüncü Dalga, Zimbardo Hapishane DeneyiCategory: PremiumKaynak: Tevfik Uyar (acikbilim)