Farkındalık eylemi; bireyin kendi düşünce sistemindeki söylemlerin, kendi karar ve davranış şekillerini belirlediğinin farkına varması ve söz konusu zihinsel varsayım havuzlarının mutlak olmaktan ziyade hükmedilebilir, değiştirilebilir birer araçlar olduğunun farkına varması doğrultusunda gerçekleştirdiği zihinsel eylemler bütünüdür.
Yaşamımız boyunca milyarlarca karar vermek durumundayız. Bazı kararlar; yaşamımızı kökten değiştirecek, başarı haritamızı tekrar çizebilecek kapasitedir. Yazımızda bu tip kararları: basitçe “önemli karar süreçleri” şeklinde tabir edeceğiz.
İnsan nasıl karar verir?
İnsan beyninin, karar verme mekanizması, en ilkel yapılardan biri olan “algılanan fayda/külfet oranı” doğrultusunda çalışmaktadır. Bir diğer deyişle; “Yapacağım işin, mükafatı, yapacağım işin yükünden daha fazla ve alternatif tercihler arasında daha yüksekse onu seçerim” şeklinde bir cümleyi, beynimiz kendi adına konuşabilseydi, duyabilirdik.
Burada önemli olan nokta; ne algılanan faydanın, ne de algılanan külfetin mutlak oluşudur. Bireyden bireye farklılık gösterebileceği gibi, aynı bireyin farklı zamanlarda farklı algısal duruşlara sahip olması doğaldır. Bu farklı algıların, tümünün altında yatan temel unsur, bireyin zihin haritasında yer eden söylemlerin oluşturduğu zihinsel şablonlardır. Söz konusu şablonlar, birer lens görevi görerek, her birimizin dünyaya bakış açısını, bir diğer deyişle algısal duruşunu belirler. Bunun sonucu olarak, farklı bireyler, farklı önceliklere, farklı kararlara, farklı davranış şekillerini benimserler.
Örneğin, bir hamburger yemeğine olan arzu veya istek, farklı bireylerde farklı olacağı için, algılanan faydada farklı olacaktır. Haburger yemeğine karşı fayda algısı daha yüksek birey, fayda algısı daha az olan bireyle, aynı anda açlık hissine kapıldığında, birincisinin, bu yemeği elde etmek için 300 metre ötedeki fastfood restoranına gitme ve ilgili maddi bedeli verme külfetine katlanma olasılığı daha yüksektir.
Yukarıdaki örnekte dikkat edilmesi gereken unsur, tüm diğer algıların her iki kişi içinde sabitlenmiş olmasıdır. Örneğin; edinelecek göreceli faydanın, karşılığında verilecek parasal değerin, iki kişinin algısında aynı olduğu varsayılmıştır. Aksi bir durumda, örneğin; çok zengin, fakat hamburgere karşı fayda algısı az olan bir bireyin, çok daha düşük gelirli, fakat hamburgere karşı fayda algısı yüksek bireye kıyasla, alım yapma olsılığı daha yüksek olabilirdi, ziraa algılanan külfet değeri de bireyden bireye değişmektedir.
Bu nedenle, fayda ve algı değerlendirilirken, her birinin bireysel düzeyde arz ettiği mutlak değerden ziyade, birbirleriyle olan göreceli fark beyin tarafından ele alınır, işlenir, hesaplanır ve karar verilir. Söz konusu karar verme süreci, beyinde mili-saniye gibi çok küçük bir zaman diliminde ve irade üstünde gerçekleşmektedir.
Gerçekten karar vermek İstiyor musun?
“Karar verme arzu derecesini, belirleyen bireysel algısal duruşun ne yönde olduğunun, birey tarafından analiz edilebilir hal kazanması, karar verme sürecindeki farkındalığı sağlamaktadır.”
Önemli karar süreçlerinde bir çok bireyin yaşadığı ortak sorun, karar verememektir. Bu “karar verememenin” altında yatan nedenler, bireyin bilinçaltı dünyasındaki söylem kalıplarında gizlidir.
Örneğin; üniversite son sınıf bir öğrencinin, hangi sektörde veya hangi firmada çalışmak için, başvuru sürecine girişeceğine karar verememesi ve bundan dolayı, yaşadığı stres faktörünün her geçen gün artmasının altında, genelde kendi fayda/külfet algısında, söz konusu zorunlu kararın sonuçlarına dair soru işaretleri yattığı bilinmektedir.
Birey, karar verme aşamasında, karar ile ilgili yeterli bilgiyi toplamadığı için, beynin, olgun bir fayda/külfet oranı oluşturması pek mümkün olmadığı gibi, zihnin soru işaretlerine maruz kalması, bireye manevi sıkıntı veren, stres faktörünü ortaya çıkarmaktadır.
Eğer birey, yeterli bilgi toplamama konusunda ısrar ederse, manevi sıkıntının değeri, zaman baskısı altında artarak, bireyin zorunlu, “tam anlamıyla bilinmeyen bir karar” vermesi ile sonuçlanacaktır. Elbette bu şekilde verilen bir kararın, bireyin başarısının lehine işleyecek bir karar olduğu olasılığı daha düşük olacaktır.
Eğer, birey, karar verme sürecindeki soru işaretlerinin, altında yatan ana nedenin, yeterli derecede bilgi toplamamanın yattığının, farkındalığını elde ederse; bu farkındalık bireyin atacağı adımların yönünü değiştirmekle birlikte, bireyi yavaşlatan veya durduran verimsizliğin ve stresin de önüne geçecektir.
Bir diğer deyişle; birey, kendisinde olan problemin, karar verememek olmadığını, karar verebilmek için yeterli bilgiyi toplamaması olduğuna dair edindiği farkındalık ile, başarı yol haritasını kendi lehine çevirme şansı bulacaktır.
“Karar vermek için yeterli bilgi toplamama, bir çok bireyin, karar verememe sorununun altında yatan ana nedendir. Bilgiyi toplamama problemi ise, zihnin muhafazakar yapısının ortaya çıkardığı, gelişim veya değişimi bir risk faktörü şeklinde algılama eğilimi, ilgili değişimi ortaya çıkartacak kararı olabildiğince yok etme çabalarından sadece bir tanesidir. İradenin, bu gerçeği idrak etmesi, bir diğer deyişle kendi zihninin çalışma prensiplerine dair farkındalık edinmesi, zihnine hükmetmesini ve farkındalık eylemlerini gerçekleştirmesini sağlayarak, yaşamının önemli kararlarının en iyi tartılardan geçirerek vermesine imkan tanımaktadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder