Ruhsal Gelişim hepimizin zihninde farklı çağrışımlara yol açabilecek biraz belirsiz bir kavram. O yüzden öncelikle biraz “gelişim” ve sonra da ruhsal gelişim kavramlarına açıklık getirmemiz gerekiyor.
Ruhsal Gelişim Ne Demektir?
Gelişim dediğimizde bir “sistemin” zaman içerisinde belli düzeylerden geçerek büyümesini ve olgunlaşmasını kastediyoruz. Bu sistem biyolojik yani “canlı” bir sistem olabileceği gibi insanlar tarafından meydana getirilmiş herhangi bir sistem olabilir.
Gelişimin en güzel örneklerini içinde yaşadığımız doğa içerisinde görmemiz mümkündür. Örneğin bir meşe tohumunu toprağa ekersiniz. O tohumun içerisinde potansiyel halde bir meşe ağacı saklıdır. Ve sonra o tohum toprakta mayalanır, önce küçük bir filiz haline gelir, sonra bir fide olur ve sonra da büyüyerek ağaç haline gelir. İlkokuldayken hepimiz ıslak bir pamuğun içerisinde fasulye çimlendirme deneyi yapmışızdır. Orada fasulyenin nasıl çimlendiğini ve geliştiğini gözlemlemişizdir. Doğada her şey belli “aşamalar”dan geçerek olgunlaşır. Bu aşamaların herhangi birisini “atlamak” asla mümkün değildir.
İnsanın biyolojik gelişimi de benzer biçimde belli aşamalardan geçerek olgunlaşmak zorundadır. İnsan yavruları doğar doğmaz ayağa kalkmaz ve canlılar içerisinde en fazla bakıma muhtaç olanlar insan yavrularıdır. Ama insani düzeyde bilinç diğer canlılara oranla çok daha fazla gelişmiş olduğu için bizim biyolojik gelişimimizle birlikte yürüyen bir de “içsel” gelişimimiz söz konusu. Gelişen sinir sistemimize paralel olarak algılarımız, zekamız, davranışlarımız ve becerilerimiz belli aşamalardan geçerek gelişir. Bu aşamaların herhangi birisini atlamamız mümkün değildir. Biyolojik gelişim açısından bir anormallik olmadığı sürece hepimiz belli bir hızda büyür ve üç aşağı beş yukarı aynı yaşlarda aynı aşamalardan geçerek gelişiriz.
Psikoloji bilimi içerisinde insanın bilişsel gelişim aşamaları hakkında yapılmış geniş çalışmalar vardır. Bunlardan en çok bilineni Piaget’nin (Piyaje) gelişim aşamalarıdır.
Bu alanda farklı çalışmalar bulunmakla birlikte Piaget’nin çalışmaları geniş ölçüde kabul görmektedir.
Bu aşamaları sıralandıracak olursak:
(0 – 2 yaş) Duyular yolu ile dış dünyanın algılandığı, nesnelerin görünmediği zamanlarda da var olduğunun farkına varılmaya başlandığı dönemdir. Bu dönemdeki bebek, refleks halindeki hareketlerden, amacı olan hareketlere geçmeye başlar.
İşlem Öncesi Dönem (2 – 6 yaş) Dilin kullanımının ve sembollerin geliştirildiği dönemdir. Çocuklar, mantıksal olarak sadece tek yönlü olarak düşünürler. Diğer insanların bakış açılarını algılamada zayıftırlar. Kendilerini karşıdaki insanın yerine koyamazlar.
Somut İşlemler (6 – 11 yaş) Problemlere mantıklı çözümlerin getirildiği dönemdir. Çocuklar, kuralları anlayabilirler. Fakat çoğunlukla somut nesneler üzerinde düşünürler.
Soyut İşlemler (11 – 18 yaş) Karmaşık problemlere mantıklı çözümlerin getirildiği dönemdir. Daha soyut düşünme ve sosyal konularda fikirlerin geliştirildiği dönemdir.
Bu model insanın bilişsel gelişimi hakkında bize bir fikir vermektedir.
Belli aşamalardan geçerek gelişmek her türlü becerinin öğrenilmesi için de geçerlidir. Bu gece yatıp yarın iyi bir mimar, usta bir müzisyen ya da yönetici olarak uyanamazsınız. Belli bir beceriyi öğrenmek için mutlaka belli aşamalardan geçerek o işi öğrenmek zorundasınızdır. Bu aşamalardan geçerken hızlı bir biçimde ilerleyebilirsiniz ama hiçbir basamağı atlayamazsınız.
Bu gelişimin daha somut yanı. Ama biz burada ruhsal gelişim dediğimiz zaman yalnızca biyolojik, psikolojik, bilişsel ya da moral gelişim aşamalarından söz etmiyoruz. Aslında ruhsal gelişim tüm bunları içine alan bir kavram. Ama yalnızca bunlardan ibaret değil. Çünkü ruhsal gelişim çok geniş kapsamlı, bütünsel ve evrimsel bir süreç. Ve bu gelişim için tek bir yaşam yeterli değil.
Çeşitli psikolojik araştırmaların sonuçlarına göre bizler kesinlikle belli bir kimlik ve doğuştan getirdiğimiz bazı kişilik özellikleriyle birlikte doğuyoruz. Evet şu içinde yaşadığımız hayatın ve koşulların bizim kişiliğimiz üzerindeki etkisi tartışılmaz. Ama şu da bir gerçek ki hepimizin doğuştan getirdiğimiz belli bir kimliğimiz var. Ve bu kimlik sürekli aynı kalıyor. Bu yaşamda öğrendiklerimiz bu kimliğin oluşturduğu ana zemin üzerindeki bazı desenlerden ibaret yalnızca. Bu zemin yalnızca bir hayatın değil, bugüne kadar yaşanmış tüm hayatların, tüm insanlığın, tüm atalarımızın oluşturduğu bir zemin. Ve biz çok geniş kapsamlı bir evrim sürecinin çocuklarıyız. Buradaki evrim elbette kör tesadüflerin ürünü bilinçsiz bir evrim süreci değil. Bu evrim ruhsal enerjinin bilinçli etkisiyle oluşmuş bulunan çok geniş kapsamlı ve ucu bucağı olmayan bir süreç.
Hepimiz dünyaya geldiğimiz anda belli bir kimlikle ve belli bir potansiyelle doğuyoruz. Çünkü bizler ruhsal varlıklar olarak bu bedeni bir araç olarak kullanıyoruz. Kendi varlığımızı fizik dünyada bu bedenle ifade ediyoruz. Ve hayatın içerisine doğduğumuz andan itibaren ilk önceleri daha fazla çevrenin etkisi altında bazı şeyler öğreniyor ve kendi içimizdeki potansiyeli yavaş yavaş açığa çıkarmaya başlıyoruz. Kendi yeteneklerimizin farkına varıyoruz. Ama aslında yaşam içerisinde kendi içimizde var olan potansiyelin genellikle az bir kısmını kullanılır hale getiriyoruz. Zaten dünyaya doğarken yanımıza tüm yeteneklerimizi alarak doğmayız.
Şimdi kendi içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmak ve bunu kullanmak için dünyada kendimizi eğitmemiz gerekiyor. Örneğin bir sanatsal yeteneğiniz var. Ve o alanda yaratıcılık sergileyebilecek bir potansiyelle doğdunuz. Eğer bununla ilgili olarak gerekli çalışmaları yapıp kendinizi geliştirmezseniz o yetenek ifade edilmeden saklı halde kalır.
Gelişim Düzeyleri ve Hatlar
Az önce hepimizin biyolojik olarak çeşitli düzeylerden geçerek geliştiğini gördük. Buna benzer biçimde kişiliğimiz ya da iç yapımız da belli gelişim düzeylerinden geçerek olgunlaşır. Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik çağları birbirinden farklı özellikler gösterir.
Aynı biçimde belli becerileri geliştirirken de belli düzeylerden geçerek gelişiriz. Herhangi bir konuda belli bir düzeye gelmeden o düzeyi tam olarak kavrayabilmemiz mümkün değildir. 5 yaşın altındaki küçük çocuklar kendilerini karşıdaki insanın yerine koyamazlar. Eğer küçük bir çocuğa bir tarafı kırmızı bir tarafı mavi bir tabağı gösterirseniz yalnızca kendisine dönük tarafı bilebilir. Örneğin önce kırmızıyı gösterip sonra kendinize döndürürseniz size dönük tarafı sorduğunuzda mavi olduğunu söyleyecektir. Bu durum kognitif gelişimle ilgili bir durumdur. Ancak 5 yaşından sonra çocuklar başkasının perspektifinden bakmayı öğrenebilirler. Gerçi bazen 55 yaşında da başkalarının perspektifinden bakamayanlar olabiliyor…
Zeka düzeyleri ya da biyolojik gelişim düzeyleri gibi ruhsal gelişim düzeylerini de ölçmek mümkündür. Bu elbette kesin bir ölçüm olmayacaktır. Ama bunu bir insanın davranışlarına ve eylemlerine bakarak değerlendirmek mümkündür.
Bu konuya daha sonra geleceğiz. Ancak şimdi biraz da gelişim hatlarından söz edelim. Benliğimizin farklı yönlerini hatlar, çizgiler ya da farklı zekalar olarak adlandırabiliriz. Örneğin matematiksel ve analitik zeka, sanatsal zeka, sosyal zeka, kinestetik zeka (bedensel yetenekler), ruhsal zeka gibi. Bunların her biri bizim varlığımızın farklı bir yönünü oluşturur. Ve elbette her hatta aynı düzeyde olmamız mümkün değildir.
Örneğin şöyle bir insanı ele alalım, müziğe çok yetenekli ve bu yönünü geliştirerek yüksek düzeye gelmiş bir kişi sosyal zeka bakımından pek parlak durumda olmayabilir. Ya da matematik alanında olağanüstü bir kıvraklık gösteren bir kişi spora çok yeteneksiz olabilir. Örneğin müziğe yetenekli bazı kişiler dans konusunda büyük bir yeteneksizlik sergileyebilmektedirler. İşte bu yüzden bir insanı yalnızca tek bir yönüyle değerlendirerek onun gelişim düzeyi hakkında hüküm vermek çok yanlış olur. Örneğin hepimiz genel olarak sanatçılara hayranlık duyarız. Herhangi bir sanat dalında ustalaşmış ve yüksek beceri gösteren insanlar büyük hayranlık toplar. Ama onların özel yaşamlarına baktığımızda pek çok bakımdan oldukça başarısız durumda olduklarını görebiliriz. Böyle bir açıdan değerlendirdiğimizde hepimizin iyi ya da yetersiz olduğumuz konular vardır. Önemli olan bunların farkında olabilmek ve eksik yönlerimizi tamamlamak için gayret sarf edebilmektir.
Ruhsal Gelişim Deyince Ne Anlıyoruz?
Ruhsal bakımdan gelişmiş olmak ya da ruhsal gelişim deyince ne anlıyoruz? Bu aslında oldukça göreceli bir kavram ve bu konuda çok farklı tanımlamalar yapmak mümkündür. Ama çok basit bir nitelendirme yapacak olursak ruhsal bakımdan ilerlemiş insanların temel özelliğinin sevgi, merhamet ve vericilik olduğunu söyleyebiliriz.
Sevginin elbette oldukça farklı görünümleri ve ifadeleri vardır. Ama ruhsal bakımdan gelişmiş insanlarda diğer varlıklara karşı oldukça kapsamlı bir sevginin bulunduğunu ve bunun güzel bir şekilde ifade edildiğini görebiliriz.
Şimdi ruhsal gelişimin temel göstergelerini başlıklar halinde kısaca özetleyelim:
Kendi içine bakma ve tanıma çabası:
Ruhsal bakımdan gelişmiş ya da gelişme yolunda olan insanlar başkalarını yargılamaktan çok kendi içlerine bakarlar ve kendilerini tanımaya çalışırlar. Kendini tanıma meselesi dünyanın her yanındaki manevi gelişim ekollerinde ele alınan bir konudur. Örneğin bizim topraklarımızda gelişen sufi ekollerinin hemen hepsinde kendi “nefs”ini tanımaya ve kontrol etmeye yönelik pek çok uygulamalar mevcuttur. Kendi içine bakma ya da kendini tanıma ruhsal gelişim bakımından çok önemli ve hayati bir konudur. Tabii bunun içerisinde “gölge” yanlarımızı kabul etmek ve onlarla bütünleşerek onları dönüştürmek çok önemlidir. Bu konuya birazdan tekrar döneceğiz
Kendini geliştirme ve değişim için çaba harcama:
Ruhsal bakımdan gelişmiş ve olgun insanlar kendini her konuda geliştirmek ve sürekli değişim için çaba harcarlar. Çünkü bir insanın başkalarına bir şeyler verebilmesi ancak kendisini geliştirerek mümkündür. Ve elbette zamanın gereklerine uygun şekilde değişim çok önemli bir husustur. Değişim ancak esneklikle mümkün olabilen bir süreçtir. Ve zihinsel açıklık ve esneklik insanın değişimi bakımından çok hayatidir. Ruhsal bakımdan gelişmiş insanların zihinsel yapıları oldukça esnektir ve yeniliklere açıktır.
Sevgi, şefkat ve koruyuculuk:
Ruhsal bakımdan gelişmiş varlıkların en karakteristik özelliği sevgi enerjisini güçlü bir biçimde yansıtabilmeleridir. Ruhsal bakımdan gelişmiş varlıkların sevgi enerjisine karşı dirençleri çok azdır. Ve bu sonsuz enerjiyi kendi bünyelerinden kolayca geçirip yansıtabilirler. Sevgi enerjisini iyi bir biçimde yansıtabilen insanların yanına gittiğinizde kendinizi iyi hissedersiniz. Ve elbette sevginin davranışsal olarak gözüken yanı şefkat ve koruyuculuktur. Ruhsal olgunluk düzeyi arttıkça sevginin daha kapsamlı ve karşılıksız hale geldiğini görürüz.
Sorumluluk Duygusu:
Ruhsal bakımdan olgunlaşmış varlıklar kendilerini çevrelerine ve insanlığa karşı sorumlu hissederler. “Her koyun kendi bacağından asılır” prensibiyle değil “Herkes bütüne karşı sorumludur” prensibiyle hareket ederek sorumluluğu kendi vicdanlarından alırlar.
Karşılıksız hizmet:
Ruhsal olarak olgunlaşmış varlıklar gerçekten doğal bir şekilde çevrelerindeki insanlara karşılıksız hizmet sunma eğilimindedirler. Aslında karşılıksız vermek bizim kendi doğamızın normal bir yansımasıdır. Çünkü sonsuz enerji kaynağı olan ruh varlığının bütün işi vermektir. Ve bizler ruhsal varlıklar olarak burada beden içerisinde yaşarken aslında maddeyi geliştiriyoruz. Makul ölçüde karşılıksız hizmet ruhsal gelişim açısından oldukça önemlidir.
İnsanları anlama çabası içinde olma:
Ruhsal bakımdan gelişmiş varlıklar anlaşılmayı beklemekten çok karşılarındaki insanları anlamaya çalışırlar. Bu anlayış merhamet duygusunu da beraberinde getirir. Tabii bir insanın karşısındaki insanı anlayabilmesi öncelikle kendi içinde olup bitenleri anlamasıyla başlar. Çünkü karşımızdaki insanı anlayabilmek için kendimizi onun yerine koymamız gerekir. Ama biz kendimizi karşımızdaki insanın yerine ancak kendi kapasitemiz oranında koyabiliriz. Ve elbette biz belli bir düzeydeyken daha üst bir düzeydeki insanı anlayabilmemiz mümkün değildir.
İçsel dünya üzerinde hakimiyet kurma:
Ruhsal gelişim yolunda ilerlemiş insanlar kendi iç dünyaları üzerinde oldukça güçlü bir kontrole sahiptirler. Duygularını ve zihinlerini eğitmek ve zihinlerindeki düşünceleri pozitife yönlendirme yönünde çaba harcarlar. Zihni eğitmek ve duygulara hakim olmak oldukça uzun vadeli çabalarla elde edilebilen şeylerdir. Bunun için sürekli kendini gözlemlemek ve kendi üzerinde bilinçli bir biçimde çalışmak gerekir. Zihnimiz sürekli olarak farklı etkenler tarafından bombardıman altındadır. Ayrıca bilinçaltında bulunan çeşitli yükler de bazen zihnimize hakim olmamızı zorlaştırır. Bu yüklerin temizlenmesi ve dönüştürülmesi ruhsal gelişim yolundaki önemli hedeflerden bir tanesidir. Kendimizi belli bir yönde ilerletebilmemiz için içsel dünyamız üzerinde hakimiyet kazanmamız gerekir. Eğer sürekli olarak duygular ve düşünceler tarafından oradan oraya çekiştiriliyorsak bu durumda her şey otomatik bir biçimde gerçekleşiyor demektir. Ve özellikle negatif duygular bizim üzerimizde kısıtlayıcı bir durum meydana getirirler.
Yaratıcılık:
Ruhsal bakımdan gelişmiş insanların ortak özellikleri içerisinde en önemlilerinden bir tanesi yaratıcılıktır. Yaratıcılık varlığımızın en önemli yeteneklerinden bir tanesidir. Yaratıcılık yalnızca sanat ya da herhangi bir alanda bir şeyler üretmek anlamına gelmez. Yaşamın her alanında yaratıcılığa ihtiyacımız vardır. Ruhsal bakımdan olgun insanlar yaşam alanları içerisinde sürekli bir yaratıcılık durumu sergilerler. Yaratıcı insanlar oldukça esnek bir düşünce yapısına sahiptirler ve seçenekleri daha fazladır.
İçsel bütünlük hali:
Ruhsal gelişim bakımından ilerlemiş insanlar kendi içlerinde tutarlı ve bütün bir yapı sergilerler. Kendi içimizde farklı yönlerimiz ve farklı benliklerimiz vardır. Ruhsal yolda ilerledikçe bu farklı benlikler birbirleriyle bütünleşir ve birbirleriyle uzlaşırlar.
İçsel bütünlük halini yakalamak ruhsal gelişimin en önemli göstergelerinden bir tanesidir. Bütünlük yani entegrasyon hali uzun vadeli bir süreçtir ve kendi üzerimizde kasıtlı olarak çalışmamızı gerektirir.
Tam anlamıyla bütün olmak için kendi üzerinde ciddi bir çalışma yapmak ve gerekli durumlarda yardım da almak gerekir. Çeşitli ruhsal terapi çalışmaları bu bütünlüğün sağlanması ve ilerletilmesi için oldukça yararlıdır. Kendi içimizde birbirleriyle çatışan ve birbirleriyle çelişen taraflarımız olduğu müddetçe hızlı bir biçimde ilerleyebilmemiz ve yaşantımızı verimli bir biçimde yaşayabilmemiz oldukça zordur.
Farkındalık
Buraya kadar anlattıklarımızla ruhsal gelişim kavramı hakkında genel bir fikir vermiş olduk. Ruhsal gelişim uzun vadeli ve bütünsel bir süreç. O yüzden ruhsal gelişim yolunda ilerlemek yalnızca günün belli saatlerinde yapılan belli pratiklerle değil günlük yaşamın her anında sürdürülmesi gereken çabalarla mümkündür. Eski zamanlarda insanlar ruhsal gelişim yolunda ilerlemek için manastırlara tekkelere kapanır ve yaşamlarının büyük bölümünü orada ibadete adanmış bir yaşamla geçirirlerdi. Ama bunlar yaşandı ve tamamlandı. Günümüzde artık yaşamdan kopuk bir şekilde kendi içimize kapanmak mümkün değil. Ve bu zaten verimli bir yol da değil. Çünkü tek başımıza olduğumuzda her şey kolaydır. Ama bu zamanda yapılması gereken ruhsallığın gündelik yaşam içerisinde yaşanmasıdır. Tabii ki belli zamanlarda biraz yalnız kalmak, düşünmek ve yaşamın dışına çıkarak dinlenmek yararlı olabilir. Ama yaşam içerisinde hatasıyla doğrusuyla yaşamak bizi daha fazla geliştirir. Aslında yararlanmayı bilirsek yaşam içerisinde ne kadar çok hata yaparsak o kadar çok şey öğreniriz. Bu, elbette bile bile kendimizi hatanın içerisine sokmak demek değildir. Ama gerçekten deneyimden korkmayan, hatadan korkmayan ama hatalarından ders almayı bilen insanlar daha hızlı bir gelişim kaydederler.
Kendi varlığımızı daha üst bir düzeye çıkarabilmek için kendi içimize bakmalı ve orada gerekli düzenlemeleri yapmamız gerekir. Bu da ancak “farkındalık” kazanmakla olabilecek bir şeydir. Bizler gündelik yaşam içerisinde kendi içimizde ve kendi bedenimizde olup bitenlerin çoğunu fark etmeyiz. Bu aslında doğal bir süreçtir çünkü belli bir anda ancak belli sayıda uyaranın farkında olabiliriz. Bir insanın belli bir anda farkında olabileceği şeylerin sayısı en fazla 9’dur. Uyaranlar bu sayının üzerine çıktığı andan itibaren bunların bir kısmını algılayamayız. İşte bu yüzden kendi içimize ait bir farkındalık kazanmak için dikkatimizi yönetmeyi öğrenmemiz gerekir. Eğer dikkatimizi yönetmeyi başarırsak o zaman istediğimiz şeyin farkında olabiliriz. Şimdi dilerseniz bununla ilgili basit bir uygulama yapalım.
Şimdi dik oturun ve gözleriniz açık vaziyette etrafınızda gördüklerinize dikkatle bakın. Hiçbir şeyi atlamadan karşınızda gördüğünüz cisimleri inceleyin ve onları görün…
Bunu yaparken şu an etrafınızdaki bazı seslerin farkında olmadığınızı fark edebilirsiniz. Şimdi etraftaki sesleri dinleyin... Ve şimdi sol ayağınızın yere basan tabanını hissedin…Ve ben söyleyinceye kadar ayağınızın farkında olmadığınızı fark etmiş olabilirsiniz… Şimdi içinizdeki çeşitli duygu halleri üzerine odaklanın. Bunu yaparken dilerseniz gözlerinizi kapatabilirsiniz… Ve şimdi gözleriniz kapalı vaziyette içinizde olup bitenleri izleyin… Zihninizden birbiri ardına geçen düşünceleri, içinizdeki duyguları ve her şeyi yalnızca olduğu gibi kabul edin ve sadece izleyin. Sadece onların farkında olmanın tadını çıkartın…
Zihniniz biraz sakinleştikçe zihninizdeki düşüncelerin nasıl ortaya çıkmaya başladığını gözlemleyebilirsiniz. Sanki denizin derinliklerinden yavaş yavaş yüzeye çıkan hava kabarcıkları gibi… Dipten yavaş yavaş çıkan ve yüzeye yaklaştıkça daha fazla görünür hale gelen hava kabarcıkları gibi… Bu belki zihninizdeki bir resim, belki bazı sözcükler ve belki de bazı hisler olabilir… Ve yavaş yavaş bu düşüncelerin içerisinde oyalanmaya devam ederken belki de zihninizde olup bitenlere bu şekilde tanıklık etmenin sizin için ilginç bir deneyim olabileceğini fark edebilirsiniz… Şimdi bir süre zihninizde olanları izleyin. Ve zaman zaman zihninizdeki düşünceleri açıkça izleyebildiğinizi bazen de onların içerisinde kaybolduğunuzu fark edebilirsiniz… Ve şimdi dikkatinizi nefesinize yönlendirin… Nefes alırken vücudunuzda oluşan hareketi izleyin… Ve derin bir nefes alarak şimdi yavaşça gözlerinizi açın…
Evet bu kısa deneyim size farkındalık ve dikkat hakkında küçük bir fikir verebilir. Gündelik yaşam içerisinde dikkatimiz otomatik bir biçimde sürekli farklı şeyler arasında gezinir. Ve genellikle kendi içimizde olup bitenlerin farkında olmayız. Elbette her şeyin farkında olmamız ve yaşamın her anında her şeyi bilinçli olarak kontrol etmemiz gerekmez. Bu zaten mümkün değildir. Çünkü bizim yaşantımızın çok büyük bir bölümü zaten bilinçaltının kontrolü altında sürüp gider. Ve bu, bizim işimizi kolaylaştıran bir şeydir aslında. Çünkü günlük yaşam içerisinde birçok eylemimizi yapmak için düşünmemiz ya da farkında olmamız gerekmez. Örneğin sabah kalkıp gündelik işlerinizi yaparken bunlar hakkında düşünmenize gerek yoktur. Ama bu noktada örneğin bu gündelik işleri yaparken bir taraftan içinizde ne gibi bir duygu halinin hakim olduğuna dikkat edebilirsiniz. Çünkü fazlaca alışkanlık kazandığımız ve otomatik olarak yaptığımız işleri yaparken zihnimiz farklı şeyler üzerinde düşünmeye devam eder. Örneğin bir taraftan kahvaltınızı hazırlarken diğer taraftan zihninizde biriyle kavga ediyor olabilirsiniz. İşte bu, farkında olunması gereken bir durumdur. Çünkü bu otomatik duygu ve düşünceler sizin büyük miktarda enerji kaybetmenize yol açabilir.
Peki o zaman kendimizin farkında olurken dikkatimizi özellikle nelere yönelteceğiz?
Ruhsal gelişim yolunda ilerlerken farkındalığı temel olarak iki yönlü olarak düşünebiliriz: Birincisi, içimizde düzeltilmesi gereken uyumsuzlukların ve gelişime engel olan unsurların tespit edilmesi.
İkincisi de içimizdeki olumlu kaynakların ve yeteneklerin tespit edilmesi ve bunları daha fazla geliştirmek için eyleme geçmektir.
Şimdi bu konuyu açarak genişletelim.
İlk olarak kendi içimizde düzeltilmesi gereken uyumsuzlukların ve gelişime engel olan unsurların farkındalığı üzerinde duralım. Kendi içimize bakarken ve orada neler olup bittiğinin farkında olmaya çalışırken ilk öğrenmemiz gereken şey dikkatimizi “nelere” odaklayacağımızı bilmektir. Çünkü kendi içimize baktığımızda her şey bizim için çok tanıdıktır. Ve bundan dolayı ilk bakışta düzeltilmesi gereken pek bir şey yok gibi gelir. Ayrıca bilinçaltı düzeyde bizi etkileyen ve tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz pek çok şey de orada durmaktadır. Bu karmaşa içerisinde eğer “nelere” “nasıl” dikkat edeceğimizi bilmezsek bu konuda hiçbir şey yapamayız. Bu, aynen araba kullanmayı öğrenmek gibi bir şeydir. Hiç araba görmemiş birini arabanın başına oturtursanız orada ne yapması gerektiğini bilmesi mümkün değildir. Böyle bir insan için vites kolu bir sopa, direksiyon bir tekerlek, göstergeler anlaşılmaz saatler, pedallar ise ne olduğu belli olmayan bir şeylerdir. Hele gelişmiş bir arabaysa oradaki çeşitli düğmeler yalnızca süs olarak algılanabilir. Ama kişi bu konuda biraz aşinalık kazanırsa ve oradaki aletlerin ne işe yaradığını öğrenirse o zaman yavaş yavaş dikkatini nereye odaklayacağını bilebilir ve böylece arabayı kullanabilir.
Bu yüzden kendimiz hakkında farkındalığımızı artırmaya çalışırken ilk yapmamız gereken şey nereye ya da nelere bakmamız, hangi düğmelere basmamız gerektiğini öğrenmektir. Ruhsal gelişim ve olgunlaşma yolunda ilerlerken nelere dikkat etmemiz gerektiğini söyleyen eski - yeni pek çok gelenekler ve sistemler mevcuttur. Günümüzde eski geleneklerin modernize edilmesi ve yeni psikolojik çalışmalarla harmanlanması sonucunda elde edilmiş çok kapsamlı ruhsal gelişim sistemleri mevcuttur. Bu sistemler bizlere kendi iç dünyamız hakkında kapsamlı haritalar sunarlar. Ve bu haritalarla ruhsal gelişim yolunda yönümüzü bulabilmemiz kolaylaşır. Elbette herkesin kendi ihtiyaçlarına uygun biçimde bu yollardan birisini seçmesi mümkündür.
Günümüzdeki kendini tanıma yolları arasında özellikle 4. Yol olarak bilinen ve büyük usta Gurdjieff tarafından çeşitli yolların sentezlenmesiyle oluşturulmuş sistem oldukça etkili yöntemleri içermektedir. Bizler de dernek olarak Gurdjieff’in çalışmalarından yararlandık. Ve bu sistemle ilgili konuları konferanslarımızda zaman zaman ele aldık.
Gurdjieff’in oluşturduğu sistem içerisinde en temel ve önemli araçlarından bir tanesi “kendini gözleme” ve “kendini hatırlama”dır. Kendi içimizde neler olup bittiğini öğrenmek ve iç dünyamızda, zihin dünyamızda bazı değişiklikler yapmak istiyorsak, öncelikle kendi içimizde neler olup bittiğini gözlemlememiz gerekir. Bu gözlemler sonucunda kendimiz hakkında ve kendi içimizde neler olup bittiği hakkında birtakım veriler birikmeye başlar. Ve işte ancak bundan sonra kendi içimizdeki uyumsuzlukları ve gelişimimize engel olan unsurları tespit etmeye başlayabiliriz.
Peki kendi içimizdeki uyumsuzlukları ve gelişimimize engel olan unsurları tespit ederken dikkatimizi nelere yönlendireceğiz. Bunları tam ve detaylı olarak ele almak bu yazının hacmini aşar. Ama yine de genel bir fikir vermesi bakımından birkaç başlığa değinelim:
Olumsuz Duygular
Ruhsal gelişim yolunda ilerlerken kendi içimizde dikkatimizi yönlendirmemiz gereken en önemli unsurlardan bir tanesi duygularımızdır. Sürekli olarak devam eden düşünce hayatımıza eşlik eden en önemli içsel unsur duygularımızdır. Duygular yaşamımızın ve eylemlerimizin ana enerji kaynağıdır. Eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız ve duygularınız eylemlerinizle paralel gitmiyorsa o zaman herhangi bir şey için motive olmanız söz konusu değildir.
Duygularımız yalnızca iki yönlü olarak çalışır. Yani kendinizi ya iyi ya da kötü hissedersiniz. Bunun ortası pek yoktur. Yani ya negatif ya da pozitif. Gündelik yaşam içerisinde genellikle duygularımızla özdeşleşmiş bir durumda yaşarız. Yani tüm iç halimiz, hatta tüm düşüncelerimiz duygularımızın rengiyle boyanmış durumdadır. Ve istisnasız olarak her düşünce yani zihnimizdeki her imge, her sözcük, her ses bir duyguyla bağlantılıdır. Bilinç alanınızda deneyimlediğiniz yani duyularınızla algıladığınız ya da zihninizde oluşturduğunuz her şey içinizde belli bir duygu meydana getirir. Ve her şey hoşlanma ya da hoşlanmama, sevme ya da nefret etme, sevinç ya da üzüntü, cesaret ya da korku arasında gidip gelir.
İçimizde hissettiğimiz duygular herhangi bir alandaki performansımızın iyi ya da kötü olmasını belirler.
Duygularımızın çoğu yani belli şeylerle karşılaştığımızda hissettiğimiz belli duygular küçük yaşlarda öğrenilmiştir. Ve hepsi de otomatik olarak çalışır. Eğer duygularımıza hakim olmak istiyorsak öncelikle onları gözlemlemeyi öğrenmemiz gerekir. Ve tabii ki onları gözlemledikten sonra negatif duygular üzerinde çalışmak gerekir. Bu elbette kısa vadeli bir süreç değildir. Çünkü duygularımız düşüncelerimize oranla çok hızlı çalışır ve onları her zaman yakalayamayız. Ama ruhsal gelişim yolunda tüm duygulardan olumlu yönde yararlanmamız mümkündür. Eğer kendi içinizde olumsuz duygulara karşı bir alarm mekanizması kurarsanız duygularınızı çok iyi birer gösterge olarak kullanabilirsiniz. Burada şu basit ilkeden hareket etmeniz yolunuzu çok kısaltabilir: İçinizde herhangi bir rahatsızlık ya da negatif duyguya yol açan her durum, üzerinde çalışmanız gereken bir durumdur. Bunu söylerken elbette sizin için gerçek tehlike içeren durumları hariç tutuyorum. Gerçek anlamda hayati bir tehlikeyle yüzyüze kaldığınız durumlar kesinlikle kendinizi kötü hissetmeniz gereken durumlardır. Bu durumda hissedeceğiniz bir korku ya da endişe çok normaldir ve son derece sağlıklıdır. Ve böyle bir tehlike durumunda hissedeceğiniz korku sizin hayatınızı kurtarabilir. Ama yaşam içerisinde hiçbir tehlike yokken hissettiğiniz korku ya da endişe duyguları kesinlikle üzerinde çalışmanız ve dönüştürmeniz gereken duygulardır. Elbette yalnızca farkında olarak duygularınızı bir anda değiştiremezsiniz. Ama değiştirmeye kalkışmadan önce duyguları fark etmeyi öğrenmeniz gerekir. Eğer duygularınızla ilgili iyi bir farkındalık durumunu yakalayabilirseniz bir süre sonra onları değiştirmenin yollarını da bulabilirsiniz. Öfke, üzüntü, kırgınlık, kin, nefret, kıskançlık, kibir, aşağılık vb. gibi negatif duygular fark edilmeli ve kendi üzerinde çalışmak isteyen kişi bunları kabullenmelidir.
Elbette bazı duyguları değiştirebilmek için bu konuda uzman birinden yardım almanız gerekebilir. Çünkü bazı olumsuz duygular bilinçdışının derinliklerinde bazı köklere sahiptir. Hatta bazı negatif duygularımız geçmiş yaşamlarımızdan bile kaynaklanabilir. Bu durumda bu tip duygu alışkanlıklarını değiştirmek için yardıma ihtiyacımız vardır.
Ama ilk başlangıçta en azından duygularla “özdeşleşmemeyi” öğrenirsek o zaman belli oranda duygularımızı kontrol altına almaya başlayabiliriz. Çünkü gündelik yaşam içerisinde her duygu haliyle özdeşleşmiş ve bir olmuş bir durumdayızdır. Pozitif duygularla özdeşleşmenin genellikle pek bir sakıncası yoktur. Ama negatif duygularla özdeşleşmek bizi önemli ölçüde kısıtlayan bir durumdur. Bu nasıl olabilir? Yani duygularla bir olmamayı nasıl başarabiliriz? Diye bir soru aklınıza gelebilir. Duygularınıza dışarıdan bakmayı becerebilirseniz eğer o zaman aslında kendi bilincinizin duygulardan ayrı olduğunu ve duyguların sizin için birer “nesne” olduğunu fark edebilirsiniz. Eğer duygularınızı hissedebiliyorsanız o zaman siz duygularınız değilsiniz demektir. Duygularınıza böyle dışarıdan bakmayı öğrendiğinizde onları durduramasanız bile en azından onlarla özdeşleşmemeyi ya da onların sizi tamamen kontrol altına almasını engelleyebilirsiniz.
Olumsuz Düşünceler
Günlük yaşam içerisinde zihnimiz aralıksız olarak bir şeyler üretir. Zihnimizde bitip tükenmeyen ve hiç durmayan bir düşünce faaliyeti vardır. Zihnimiz genellikle rastgele ve otomatik bir biçimde oradan oraya zıplayıp durur. Ve genelde zihnimizdeki düşüncelerin farkında olmayız. Ve elbette duygularımız gibi düşüncelerimiz de negatif yönlere kayabilir. Yani olumsuz ve yıkıcı imgeler zihnimize hakim olabilir.
Ruhsal gelişim yolunda ilerlemek için dikkat etmemiz en önemli şeylerden biri düşüncelerimiz ile ilgili bir farkındalık kazanmaktır. Eğer bu konuda yeterli farkındalığa ulaşır ve bazı zihinsel egzersizleri yaparsak o zaman zihnimizde gelişimimize engel olan düşünceleri kontrol altına almaya ve onları daha olumlu, daha yaratıcı ve daha verimli bir duruma doğru yönlendirmemiz mümkün olabilir.
Özdeşleşmeler
Tüm ruhsal gelişim yollarının istisnasız olarak vurguladığı en önemli konulardan biri de özdeşleşmedir. Günlük yaşam içerisinde ister istemez çeşitli rollere bürünmek ve yaşamın çeşitli gereklerine göre belli işler ya da uğraşlarla özdeşleşmek zorunda kalırız. İşte kendi içimizde farkında olmamız gereken en önemli şeylerden biri de özdeşleşmelerimizdir. Çünkü özdeşleştiğimiz şeyler bizim öz varlığımızı perdeler ve ruhsal yönde gelişimimize engel olur. Özdeşleşmelerin farkına varıp onlardan sıyrıldıkça daha fazla kendimiz olmaya ve kendi içimizdeki gerçek yetenekleri daha fazla açığa çıkarabiliriz.
Gölge
Gölge kavramı ilk kez psikiyatrinin babalarından Carl Gustav Jung tarafından ortaya atılmıştır. Jung’un bu kavramla anlatmak istediği şey aslında kendi içimizde, bilinçaltımızda var olan ancak asla kendimize konduramadığımız bazı olumsuz özelliklerdir. Gölgeyi tespit etmenin en kolay yolu en nefret ettiğiniz kişi ya da kişilik özelliklerini tespit etmektir. Kendi içinizde asla olmasını istemediğiniz ve bundan kaçınmak için büyük bir çaba harcadığınız şeyler gölgeyi oluşturur. Bu oldukça detaylı bir konu olduğu için şimdilik bu konuyla ilgili daha fazla açıklama yapmayacağım. Ama bununla ilgili olarak özellikle sizi fazlaca rahatsız eden kişi ve kişilik özelliklerini tespit edip bunun sizi neden bu kadar rahatsız ettiği konusunda düşünebilirsiniz. Bu konudaki en önemli adım içimizdeki negatifliklerin öncelikle olduğu gibi kabul edilmesidir.
İçimizde Farkında Olmadığımız Olumlu Yanlar
Buraya kadar kendi içimizde farkına varmamız gereken bazı olumsuz yanlar üzerinde durduk. Şimdi biraz da olumlu özelliklerin fark edilmesinden söz edelim.
Hepimizin içinde şu an tam olarak farkında olmadığımız ya da göremediğimiz pek çok yetenekler ve uygun bir çabayla geliştirilebilecek pek çok özellikler mevcuttur. Hiçbirimiz şu an dünya üzerindeki ilk hayatımızı yaşamıyoruz. Bundan önce yeryüzünde defalarca bedenlendik ve bu hayatlarımız içerisinde pek çok tecrübeler yaşadık. Bunları tam olarak hatırlayamasak da bütün bu tecrübelere ait izler bizim bilinç alanımızın derinliklerinde her zaman duruyor. Ayrıca hepimiz kolektif bir bilinç alanı içerisinde yaşıyoruz. Bu alan içerisinde tüm insanlığın bugüne kadar yaşamış olduğu tüm deneyimlere ait izler mevcut ve orada çok büyük bir bilgi birikimi var.
İçimizdeki yetenekler ve kaynaklarla temas kurabilmemizi engelleyen en önemli faktörlerden bir tanesi sınırlayıcı inançlarımızdır. Hepimizin bilinçaltında genellemelere dayalı pek çok sınırlayıcı inanç mevcuttur. Bu inançlar bizim yeteneklerimizin üzerinde bir perde oluşturur ve böylece kendi içimizde her zaman duran bazı kaynakların farkında olamayız.
Kaybettiğiniz bir eşyayı ararken bu eşya gözünüzün önünde olmasına ve durduğu yere defalarca bakmanıza rağmen göremediğiniz zamanlar olmuştur. Aynen buna benzer bir biçimde kendi içimizde her zaman orada durmasına rağmen göremediğimiz çeşitli yetenekler ve kaynaklar vardır. Bunları görmeye başladığımız andan itibaren bizim için var olmaya başlarlar ve ancak bundan sonra onlardan yararlanmaya başlayabiliriz.
Ruhsal gelişim yolunda ilerlerken kendi içimizdeki bazı olumsuz özelliklerle mücadele etmek kadar kendi içimizdeki olumlu niteliklerin farkına varmak da çok önemlidir. Hatta belki de olumsuz özellikleri fark etmekten daha bile önemlidir. Çünkü kendi içimizdeki pozitif yanları güçlendirdikçe negatiflikler kendiliğinden yok olup giderler. Ve aslına bakarsanız bizim içimizde kötü ya da yararsız hiçbir şey yoktur. Her şey olması gereken yerde çalıştığı sürece hepsi yararlıdır.
İşte size kendi içinizde farkına varabileceğiniz olumlu özelliklerden birkaçı:
Hepimiz eşsiziz ve her birimizden yalnızca bir tane var.
Hepimiz herhangi bir konuda çaba gösterdiğimiz sürece gelişmeye devam edebiliriz.
Hepimiz duyu organlarımız ve beynimiz çalıştığı sürece yeni şeyler öğrenmeye devam edebiliriz.
Hepimiz çok yaratıcıyız. Beynimiz gün boyu binlerce düşünce üretiyor.
Hepimiz aynı evrenin çocuklarıyız.
Hepimiz sonsuzluğun bir parçasıyız ve sonsuz bir potansiyele sahibiz.
Hepimiz içine doğduğumuz zaman diliminde bundan önceki tüm gelişmelerden yararlanabilme imkanına sahibiz.
Hepimiz kolektif bilinç alanına girme ve oradan bilgi alabilme yeteneğine sahibiz.
Hepimiz kendi içimizde olanları görebilme ve onları istediğimiz gibi değiştirme yetisine sahibiz.
Hepimiz bir iradeye ve seçme özgürlüğüne sahibiz.
Hepimiz şu anda yaratılışa katkıda bulunuyoruz.
Hepimiz sevmeyi başarabiliriz.
Güneş tüm canlılara olduğu gibi bize de hayat veriyor.
Şu anki halimiz evrenin şimdiye kadarki evriminin bir sonucu.
Hepimiz karşılıksız verme potansiyeline sahibiz.
Hepimiz zihnimizi istediğimiz doğrultuda programlayabiliriz.
Hepimiz isteyebilir ve istediğimiz şeyleri yaratabiliriz.
Hepimiz güzelliği görebilir, takdir edebilir ve güzel şeyler yaratabiliriz.
Hepimiz sonsuz bir himaye ve yardım altında yaşamımızı sürdürüyoruz.
Evet bu böyle, çünkü hepimiz birer RUH varlığıyız.
1987 yılında DEÜ Devlet Konservatuvarından mezun oldu. Ruhsal konulara olan ilgisi nedeniyle felsefi konularda araştırmalara başladı. 1990 yılında İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı ve 1993 - 2013 yılları arasında derneğin başkanlık görevini üstlendi. Ruhsallık, insan bilinci, yaratıcılık, ruhsal gelişim vb. konularda birçok kitabın editörlüğünü yaptı, makaleler yazdı, konferanslar, seminerler verdi. 2011 yılında Tülin Etyemez ile birlikte Unicorn Dönüşümsel Çalışmalar isimli bir eğitim merkezi kurdu. Halen İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda sanatçı olarak çalışmaya devam eden M. Reşat Güner, çeşitli konularda verdiği konferanslar, seminerler, eğitimler ve atölye çalışmalarının yanısıra BEN TV’de yayınlanan Bilinç Atlası programını da sürdürmektedir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder