30 Kasım 2014 Pazar

İhvân-ı Sâfa Risaleleri: İslamiyet’in Kayıp Felsefe ve Bilimler Ansiklopedisi

Günümüzden bin yıl önce gizemli bir grup tarafından yazılmış bilgi dolu bir ansiklopedi. İçerdiği bilgilerden o kadar korkulmuş ki yakılıp yokedilmeye çalışılmış. Peki nedir bu kayıp kitabın önemi ve özelliği?

Rasail-i Ikhwan/ İkhvanus Safa ya da İkhvan al Safa Risaleleri gibi isimleri bulunan ve günümüzde İhvan-i Safa Risaleleri olarak bilinen eser, adını kendisini yazıp okutan ve düzenli bir şekilde çoğaltıp dağıtan bir kardeşlik topluluğundan almaktadır. Bazı kaynaklar bu yazmaların 961-986 yılları arasında, dönemin bilginleri tarafından hazırlandığını iddia etse de aslında bu risaleler gizemli bir kardeşlik örgütü diyebileceğimiz bir felsefe cemiyeti tarafından hazırlanmıştır.

Kimdir bu gizli kardeşler topluluğu?  

İhvân-ı Safâ, İslâm dünyasında onuncu yüzyılda ortaya çıkmış; dinî, ahlâkî, felsefî, siyasî hedefleri olan ve bu hedeflerini gerçekleştirebilmek için de kardeşlik, dostluk, yardımlaşma ve dayanışmayı ilke edinen bir grubun adıdır. Bu grup yanlış bilgiler ve batıl düşüncelerle kirletilmiş olan dini, felsefe aracılığıyla temizlemeyi de düstur edinmiştir.  Bu amacı gerçekleştirebilmek için de İhvan (yani Kardeşler), geniş tabanlı bir kültürel altyapı oluşturmak ve bu altyapıya dayanan bir bakış açısı geliştirmek için çalışmışlardır. Ayrıca grup herhangi bir mezhep tutkusundan uzak kalarak, doğru olduğunu düşündükleri her türlü düşünceyi, kaynağı ne olursa olsun alıp yararlanmayı ilke edinmiştir.


Adeta gizemli bir felsefe derneği şeklinde faaliyetlerini sürdüren topluluğun merkezi Basra’ydı. Topluluğa ise ancak şahsi tanıdıklar ve güvene dayalı temaslar aracılığıyla girilebiliyordu. Risalelerde topluluk üyelerinin isimlerinin zikredilmiyor, çalışmaların gizliliğine önem veriliyor ve toplantıların yapıldığı evlere üyeleri dışında kimse kabul edilmiyordu. Topluluk, Abbasi Devleti’nin son dönemlerine doğru oluşan gerilimli ve karışık ortamda felsefi ve ilmi çalışmalar yapmayı; dini ahlaki gayretlerle birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışmayı öne çıkarmayı; İslam toplumunu fikri bakımdan yeniden yapılandırmayı hedefleyen bir felsefe cemiyetiydi. 

İhvan-ı Safa’nın tarihteki en büyük önemi, faaliyetleri yazıya dökülen ilk gizli düşünce topluluğu olmasında yatar. Bu cemiyet doktrinlerini İhvan-ı Safa Risaleleri adlı ansiklopedik eserlerinde özetlemiştir. Ayrıca Risaleler içinde bir bölümde cemiyeti oluşturanların nitelikleri açık bir şekilde belirtilmektedir: erdemli, dost, nasihat eden, tefekkür ehli, kalp gözüyle bakan, aklın nuruyla gören, nefsini gaflet ve cehalet uykusundan uyandıran, ilimlerin güzellikleriyle mutlu ve huzurlu yaşayan, melekût alemine yükselmeye muvaffak olan, nefislerini arındırmış, ebedi nimetlere hak kazanmış insanların meclisi. Risalelerin, dinden kozmolojiye, psikolojiden metafiziğe, astronomiden matematiğe kadar ansiklopedik bir içerik ortaya koyduğu düşünülürse; bu eserin konusunda uzman kişiler tarafından yazıldığı ortaya çıkar.  Bununla birlikte risaleler o dönemde var olan bilgilerin bir sentezini yaparak, din ile felsefeyi uzlaştırma çabası içerisinde olmuştur.

Peki neler içeriyordu bu Risaleler ve neden yakılması emredilmişti? 

Risaleler’de dini motifler ve İslam filozoflarının, özellikle de Farabi’nin görüşlerinin ağırlıklı olarak yer aldığı görülmektedir. Bu dönemde zirvede olan İslam ilimlerinin bir özeti içerikte sunulur. Yazıldığı yüzyıldaki hayatın her alanını yansıtan Risaleler; yüzyılın İslam aklı, Antik yunan felsefesi, Hint hikmeti, Fars ve Arap edebiyatının ve diğer din ve kültürleri farkında olarak hepsini bir potada harmanlamıştır.  Uzlaştırıcı bir içeriğe sahip olan Risaleler; matematikte Pisagor, mantıkta Aristo, metafizikte Eflatun, ahlakta Sokrat, din felsefesinde Farabi’ye bağlı kalmıştır. Risalelerde özellikle Pisagorculuk ve Yeni Platonculuğun etkisi bariz bir şekilde dikkati çekmektedir.

Yazıya geçirilmiş ilk İslam felsefe ansiklopedisi niteliğindeki bu yapıtta, Pisagorun eserin en önemli özelliği ise, gayet açık seçik yazılması ve anlaşılması halk tarafından zor olabilecek düşünceleri bile, etkili şekilde basitleştirerek vermesindedir. Nitekim o güne kadar yalnız yüksek tabakanın malı olan Aristo felsefesi, İhvân-ı Safâ aracılığıyla halk tabakalarının felsefesi haline dönüşmüştür.

İhvan-ı Safa için bilgi saflaşmaydı; ilme uygun olarak yaşamak da saf olarak yaşamaktı. Yine İhvan’a göre teorik ve pratik bütün ilimlerin başlıca iki amacı vardır: Bunlardan ilki beden sağlığını gerçekleştirmek ve insanın bedenen sağlıklı yaşamasını sağlamak, ikincisiyse ruh sağlığını gerçekleştirmek ve ruhun ölümden sonraki hayatta da mutluluğunu temin etmektir. Bundan dolayıdır ki, İhvan’a göre bütün zahirî bilimler beden sağlığını, batınî bilimler ise ruh sağlığını gerçekleştirmeye çalışır.  İhvan bu anlayışı doğrultusunda, görünen ve görünmeyen (zâhir ve bâtın) diye ikiye ayırdığı bu alemde, önce görüneni tanımaya çalışır. Dolayısıyla, insanın kendini bilmesi, Risaleler’de metafizik bilginin ve Tanrıyı bilmenin ön şartı olarak görülür.

Arapça dilinde yazılmış ve 52 parçadan oluşan Risaleler fizik, matematik, botanik (bitki), doğa, coğrafya, müzik, mantık, astroloji, sayısal ve felsefi-metafizik bilimleri içermekteydi. Eserde 14 risale matematik, mantık ve yüksek eğitim sorunlarını; 17 risale psikoloji dahil doğa ve felsefeyi, 11 risale de ilahiyat, tasavvuf, mistik ve astroloji ve sihri kapsıyordu. Risalelerde, üç dinin bütün tecrübesi iç içedir, üstelik Zerdüşt düşüncesi ile Hinduizm’den de katkılar vardır. Risalelerin içeriğinin de günümüz lise ve yüksek eğitim programına benzer bir yapıda olduğu gözlenmektedir.

X. yüzyılın akli ve fikri hayatının resmini önümüze koyan risaleler, felsefenin tüm alt disiplinlerini bir kitapta toplayan ilk eserdir. Risaleler bu açıdan toplumu ilmi ve felsefi yönden eğitme amacıyla yapılmış radikal bir girişimin ilk yazılı eseri olma özelliğini taşımaktadır.

Risalelerin ilk yakılışı ne zamandır?

Bağdat Halifesi Müstencid, MS 1150 yılında bu eserin özel ve genel kütüphanelerdeki tüm kopyalarının toplatılıp yakılması emrini verir. (Aynı Halife İbn-i Sina’nın eserlerinin de yakılmasını emretmiştir.)  Buna rağmen eser birçok ülkeye yayılmış, tercüme edilmiş ve yok olmamıştır. Eser, İslam Dünyası’nın hemen her bölgesine ulaşmıştır.

Mezopotamya’da elden ele yayılan bu eser birkaç alim sayesinde Endülüs’e de ulaşır. Araştırmacılara göre daha önceleri astronomi ve matematiğe önem veren Endülüslüler risalelerden sonra felsefeye daha çok önem vermeye başlamışlardır. Ayrıca eserin zamanının ve gelecek kuşakların Sufileri ve düşünürleri üzerinde de etkisi büyük olmuştur Eser, Gazali’den (1058-1111) Ibn Arabi’ye (1165-1240), Ibni Sina’dan ve Molla Sadra’ya (1571-1640) kadar döneminin ve sonrasının pek çok alimi tarafından okunmuştur. Risaleler İbni Arabi’nin tasavvuf felsefesine renk katmış ve onu etkilemiştir.  Bu noktada bu eşsiz eser ortaya koyduğu fikirleri dolayısıyla İslâm’da tasavvufun gelişmesini de etkilemiştir.

Kaynaklar:

Sayıların Gizemi ve Tasavvufun Dinamikleri-İhvan-ı Safa Modeli (Kitap); Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya

Dünyanın İlk Ansiklopedik Yapıtı(Makale); Dr. İsmail Kaygusuz

Işık Doğudan gelir(Kitap); Cemil Meriç

İhvan-ı Safa’nın X. Yüzyıl İslam Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyinde Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi(Akademik Makale); Enver Uysal

İhvan-ı Safa Düşüncesinde Temel Tasavvufi Kavramlar ve Düşünceler; Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya


Yazarımızın biyografisi yakında güncellenecektir...


kaynak

Devamını Oku »

28 Kasım 2014 Cuma

Ay Çocuk (İkinci Kitap - Bölüm 5)

Evrenin ulu mimarı.

Kitabın kapağını kapatıp dua etmeye başladı,

‘ Bu kitap gölgeler ülkesine yerleşmiştir.

Seçilenden başkası içini göremez.

Eğer hava nefes ise, ateş tutkudur.

Kötülükler onu engellemesin, bu benim dileğim.

Eğer dünya hayatsa, su duygulardır.

Bu kitap sihirli güçlerle doludur.

Tanrı onu korusun, kötülüklerden sakınsın,

Ve bu sayede güç ve büyü kuvvetlensin.

Akıllı olmayan hiç kimse sayfaları göremesin,

Ve içindeki bilgi yüzyıllarca süregelsin.

Bu kitap benimdir, hiçbir korku içermez.

İçindeki bilgiler, kan, gözyaşı ve terle elde edilmiştir.

Büyü benim tutkum, ruhum benim rehberim.

Tanrıça bu kitabı kutsal ışıkla kutsadı.

Sadece onun çocukları onu doğru okuyabilir.

Sadece onlar gerçeği görebilir.

Bu benim dileğim, dileğimin olmasını sağla.

Amen.’

Gölgeler kitabı, onun kutsal kitabıydı. Tamamen ondan bir şeydi tıpkı yarattığı deste gibi. En sevdiği çiçeklerin kurutulmuş halleri, çizdiği resimler ve ona önemli görünen bilgileri yazdığı bir defter. Bir envanter. Kitaba yeni bir yazı eklediği her sefer yaptığı gibi beyaz bir mum ve tütsü yaktı. Karga’ nın sözlerini hatırladı, ‘ Atalarımızın Mavi Kitabı’ nda kayıtlı olduğu üzere, gerçek büyü, istek yoluyla zihin durumlarının değiştirilmesi sanatı ve bilimidir. Büyü, hayali gerçeğe dönüştürme sanatıdır.’

Bileğindeki siyah küçük kesenin içinden çıkardığı mantara baktı. Burnuna yaklaştırarak kokladı ve yuttu. Karga; sıklıkla, mantarların büyümek için sadece en büyülü toprağı seçtiklerini söylerdi.

Eli tekrar siyah keseye uzandı ve içinden bir önceki gece Cenobia’ nın ona verdiği baykuş tüyünü çıkarıp okşadı. Günlerden pazardı, kilisedeki ayine gitmek üzere evden çıktı.

********

Giriş ilahisi sırasında içeri giren Cenobia ile göz göze geldiler. Cenobia parlayan gözlerle ona doğru yürüdü ve hemen arka sırasındaki boş yere oturdu.

Peder Cristiano sunağı öptüğünde Morgana, arkasında oturan Tanrı çocuğun nefesini ensesinde hissetti.

Peder haç işareti yaparak, ‘ Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına.’ dedi.

Cemaatten, ‘ Amen.’ diye tek sesli bir koroyu andıran cevap yükseldiğinde Morgana’ nın kafası hala arkasında oturan ve verdiği her nefesle birlikte iç gıdıklayan bir duyguyla ürpermesine sebep olan Cenobia’ daydı.

Peder Cristiano, ‘ Mesih İsa’ nın lütfu, Tanrı’ nın sevgisi ve birlik sağlayan Kutsal Ruh’ un kudreti daima sizinle beraber olsun.’ diye seslendi.

Sürü; ‘ Ve sizin ruhunuzla.’ diye cevap verdi.

Peder, kalabalığa gülümseyerek, ‘ Tanrı sizinle olsun.’ dedi.

Kalabalık yine, ‘ Ve sizin ruhunuzla.’ diye cevap verdi.

‘ Tanrı ve efendimiz Mesih İsa sizlere barış ve kurtuluş bağışlasın.’

Morgana buz gibi gözlerle, sorgusuz sualsiz her şeyi olduğu gibi kabul gören insanlara baktı. Şu veba denen illet tüm dünyayı dolaşarak hepsini silip süpürse dünya büyük bir yükten kurtulurdu.

Kilisede toplanan kalabalık, kuru gürültüden başka bir şey değildi. Korkaktılar, korkaklığı içinde sinsi ve tehlikeliydiler. Küçücük bir provakasyonla kalplerindeki şeytani korku devreye giriyor ve yönlendirilmeye tümüyle açık hale geliyorlardı. Zamanında İsa‘ yı çarmıha germekten çekinmeyenler, yine onlar gibi oyuna gelenlerdi.Bu zorba kalabalık hakkındaki düşüncelerini ve hislerini günah olarak adlandırmıyordu.

Morgana, fikirsiz ve her yöne çekilebilen bu cahil maşalarla aynı havayı solumaya bile karşıydı ama ne çare.. Eğer kasabada huzur içinde yaşamayı amaçlıyorsa pazar günleri kiliseye gitmek boynunun borcuydu. Ayak tabanlarından yukarı doğru bedenini yalayarak yükselen öfke dalgası boğazına bir yumruk gibi oturdu.

Peder Cristiano, müminleri tövbe etmeye davet etti, ‘ Kurtuluşumuzun gizemini kutlamadan önce günahkar olduğumuzu hatırlayalım ve pişmanlık duyarak Tanrı’ dan af dileyelim.’

‘ Ah sevgili peder, insanın asıl kurtuluşunun dini yasaklara ve yaptırımlara aldırmadan kendi özgür düşüncesini rahatlıkla ifade edebilmek olduğunu gerçekten bilmiyor olabilir misin? Ben bir günahkar olduğuma inanmıyorum. Batıl inançlar karşısında sessiz kalmak, onları kabullenmiş görünmek kalbimi sızlatıyor, midemin kasılmasına neden oluyor. Sevgili peder Cristiano, eğer ben bir din adamı olsaydım beni dinlemeye gelen kalabalığa asıl bunlardan söz ederdim.’ diye düşündü.

‘ Her şeye kadir Tanrı’ ya ve size kardeşlerim, düşüncelerim ve sözlerimle, eylemlerim ve ihmallerimle çok günah işlediğimi itiraf ediyorum.’ diyen, pedere dikildi gözleri. Söylediklerinde samimi görünüyordu, belli ki sözlerine kendi de inanmıştı ama iç rahatlatmak yerine korku yayıyordu. Morgana, kalbinde bir yerlerde bir bilginin gerçek mi yoksa yalan mı olduğuna dair hassas bir radara sahip olduğuna inanırdı.

‘ Gerçekten günah işledim.’ dedi peder, ‘ Bu nedenle bakire Meryem Ana’ ya,’

Morgana, mihrabın bir metre üzerindeki altın varaklı vitray üzerine işlenmiş Meryem Ana çalışmasına baktığında Tanrıça’ nın zorla devrilerek yıkılmış kalıntıları arasından, bakire Meryem görüntüsüyle vücut buluşuna şükran duydu. O, oradaydı. Hala var ve hep var olacaktı.

‘ Meleklere, bütün Azizlere ve size, kardeşlerim, yalvarıyorum, benim için Tanrı’ mıza dua ediniz.’

Daha fazla katlanamayacaktı. Ona göre bu adamın yaptığı dilencilikten başka bir şey değildi. Sadaka dilenir gibi dua dilenmek, görevi Tanrı adına insanları aydınlatmak olan birine yakışmıyordu. Karga ona her zaman, bir büyücünün sorumlu olması gereken tek şeyin kendi vicdanı olduğunu söylerdi.

Yavaşça oturduğu yerden kalktı ve Cenobia ile göz göze gelmekten kaçınarak kiliseden çıktı.

*******

Zoi en önden fırlamıştı dışarı. Kedi Mia’ yı kucaklayıp, iri taşların üzerine basarak nehrin karşısına geçti. Az ilerideki tepenin üzerinde, dev bir maymunu andıran koca kayanın yanından çağıldayarak akan kaynak suyu, ormanın içinden geçen nehirle birleşiyordu. Kaya, nehirden on metre kadar yüksekte bir yere tünemişti.Bu uzun zamandır aklını çelen bir düşünceydi. Koca kayanın üzerinde, bir gün batımı seyretmekti niyeti. Karga tüyüyle tutturduğu saçlarını açtı ve elleriyle havalandırdı. Saçını tekrar toplayıp kıvırarak, yaptığı topuzun tepesinden tüyü geçirdi. Güneş, şifalı ellerini son ana kadar ondan çekmemeye karar vermişti sanki. Elinin tersiyle ensesinde toplanan ter damlalarını sildi. Önde Zoi, yanı başında kedi, sağlam adımlarla tepeye doğru kıvrılarak çıkan patika yolu tırmanmaya başladılar. Yaklaştıkça daha dikkatle baktı. Şekli bir tuhaftı. Elini çenesine dayayarak çömelmiş büyük bir maymunu andırıyordu. 

Tepeye vardıklarında, kayaya doğru usulca yaklaştı ve yumuşak bir dokunuşla maymun görünümündeki taşın başını sevdi.

Kaya hiç ses etmedi.

Yerleşiverdi üzerine sanki kayar gibi.... Kaya bir şey demedi.

Gün batımıydı. Gökyüzü pembeye boyanmıştı. Ortalıkta yolunu şaşırmış bir kara kanatlı bataklık kırlangıcının dışında kimsecikler yoktu. Kuş, ‘ Kik, kik,’ diye öttü, bir süre cevap bekledikten sonra bu kez, ‘ Kit, kik.’ diye seslendi.

Morgana, gözlerini kapayıp, sırtını dikleştirdi ve derin bir nefes alarak bekledi.

Güneş onun tüm hücrelerine dokunsun istedi.

Kor ateşle arınmaktı dileği.

Arkasındaki çalılıklardan gelen yabancı sesle kulakları dikilen Zoi hırladı. Kedi Mia, sırtını kamburlaştırarak tısladı. Sakince nefesini bırakıp arkasını döndüğünde sık çalıların arasından çıkan Cenobia ve Chica’ yı gördü.

Cenobia’ nın yüzü geniş bir gülümsemeyle aydınlandı. Morgana onun çekici ağzının içinde sıralanan porselen beyazlığındaki güzel dişlerin büyüsüne kapılırken; Cenobia, ‘ Şansa bak Chica! Onu gökte ararken yerde bulduk!’ dedi.

Zoi kuyruk sallayarak Chica’ nın yanına gitti. Chica, dört ayak üstünde dimdik ve ciddi bir ifadeyle, çevresinde heyecanla kuyruk sallayarak dönen Zoi’ yi seyretti. Ara sıra sallanan , yukarı doğru tatlı bir daire biçiminde kıvrılmış kuyruğu, oyun oynamaya başlayıp başlamama konusunda kararsız olduğunu belli ediyordu. Derken kararını vererek patilerini çıtır çıtır yere vurdu. Ani bir hareketle poposunu havada bırakarak ön bacaklarıyla yere eğildi. Zoi, bir an durdu.. ve sonra aniden hareketlenerek deliler gibi koşmaya başladı. Chica havlayarak onun peşi sıra gitti. İki köpek daireler çizerek koşma oyununa koyulduğunda, kedi Mia, yavaşça Morgana’ nın kucağından atlayarak kayanın tepesinden yere indi. Ava çıkmaya karar vermişti. Çalıların arasında nabzı heyecanla çarpan hızlı bir şey olduğundan emindi çünkü burnunun iki yanındaki tüyler onu gıdıklayacak kadar hızlı titreşiyordu. Pusuya yatan bir yılan kadar sessiz adımlarla çalılara yöneldi.

Gri saçlarını bir karga tüyü yardımıyla topuz yapmıştı. Rastgele tutturulmuş tüy, gün batımının altında kadının saçlarının arasından seçiliyordu.

Üzerinde kocaman cepli, turkuaz renginde askılı bir elbise vardı. Omuzlarına renkli şalını atmıştı. Cenobia onun yumuşak tenin kokusunu tadabilmek için havayı kokladı.

Yaseminlerden yayılan esans ortalığı sarmıştı.

Morgana, ‘ Neden içini çektin?’ diye sordu.

‘ İç çekmedim. Havayı kokladım.‘

Adamın sesindeki alaycı ton Morgana’ nın hoşuna gitti. Yükses sesle güldü.

‘ Ne diye güldün şimdi?’ diyen Cenobia, onun ne kadar güzel kahkaha attığını düşünmeden edemedi.

Kayanın kafasındaydı Morgana’ nın avuç içleri.. Sıcacıktı maymunun tepesi..

Günün son ışıkları çekilirken, güneş ufukta kalmak için direniyor gibiydi. Turuncu, kırmızı, sarı, pembe... tam o an hepsi gökyüzündeydi.

Morgana, camdan birer gri bilyeyi andıran parlak gözlerle ona baktığında, Cenobia kadının  onun içini görmek için yanıp tutuştuğunu hissetti. 

‘ Bu büyüleyici....’

Cenobia kadının çekimine biraz daha kapıldı, ‘ Ne o büyüleyici olan?’

Morgana, ciddi bir ifadeyle, ‘ Gün batımı.’ dedi. Dönüp ufukta yok olan güneşe bakarak manzarayı adeta içti, ‘ Buraya gün batımını izlemeye geldim.’

‘ Ah,’ dedi Cenobia, ‘ Sizi misafir etmekten keyif duyarım.’

Morgana, eşi görülmedik derecede kendinden emin tavırlara sahip tuhaf adamı süzdü. Cenobia eğilerek reverans yaptı, ‘ Senora şu an benim arazimin sınırları içindesiniz. Üzerinde oturduğunuz kaya ise evimin çatısı.’

Morgana neredeyse bir göz kırpımlık süre içinde kayanın üzerinden sıçrayarak yere atladı. Maymun kayanın ön yüzü, aşağıda boylu boyunca akan nehirle birleşen çağlayanı ve orman yolunun kendi arazisine doğru giden geniş bir bölümünü görüyordu. Hatta dikkatli baktığında, buradan evini bile seçebilirdi. Kayanın arkasındaki geniş toprak açıklığın bitiminde, bodur çalılar ve ormanın devamı vardı.

Cenobia ona doğru yürürken Morgana’ nın yüreği ışığa çekilen bir pervanenin kanat çırpışlarıyla eş zamanlı atıyordu. Ne yapacağını bilemeyerek kafasındaki tüye uzanıp saçlarını çözdü. Gri dalgalar omuzlarına doğru serbest kaldığında tüyü Cenobia’ ya doğru uzatıp, ‘ Bu senin.’ dedi.

Cenobia tüyü almak için avucuna dokunduğunda, kadının elinin içinden onun parmak uçlarına doğru akan yoğun bir ısı hissetti. İnsanların ne işitmek istediğini gayet iyi bilen biriydi. Her ne kadar bunu büyücülüğe bağlasa da bu onun çoğu insandan zeki olmasından kaynaklanıyordu, nihai büyü de buydu zaten.

Tüyü aldı ve Morgana’ ya elini uzattı, ‘ Size evimi gezdirmeyi çok isterim.’

Göz bebeklerinden sakin bir gücün parıltısı yayılıyordu.

Nazikçe Morgana’ yı kayanın arkasına doğru çekti. Taşın ardında geniş bir oyuk vardı. Eğilerek içeri girdiklerinde Morgana gözlerine inanamadı. Harika bir evdi burası. Kimsenin bilmediği ve görmediği kurtarılmış bir bölge. Kuytu, her ihtiyaca cevap veren küçük bir mağarayı ve maymun kayanın yanından fışkırarak yeryüzüyle buluşan bir kaynak suyunu içinde barındıran harika bir arazi. Morgana, büyülenmiş gözlerle genişçe bir odayı andıran ine göz gezdirdi. İçinde mumlar, postlar, bir balta, tüfek, birkaç çeşit bıçak, biraz kitap, bir galon şarap, kurutulmuş etler ve kemiklerle dolu alçak tavanlı ve toprak döşemeli oda, kaosu düzene tercih etmesine sebep olabilecek kadar cezbediciydi.

‘ Az zamanda, çok iş.’ dedi Cenobia, ‘ Tam yirmi gün önce geldim.’

‘ Burayı yirmi günde mi bu hale dönüştürdün?’ dedi Morgana, bir an doğru ifadeyi bulamamanın verdiği sıkıntıyla kaşlarını çattı.

‘ Ben bir istisnayım senora.’

Dışarı çıktıklarında güneş batmıştı. Masmavi fonun üzerine işlenmiş ince bir gümüş tanesini andıran akşam yıldızı, ufukta bir rozet gibi ışıldıyordu. Kedi Mia, ağzındaki küçük kemirgenle birlikte çalıların arasından, toprak açıklığa doğru sıyrıldı.

Cenobia, kayanın tepesine çıkarak elini Morgana’ya uzattı. Morgana kendi kendine tırmanmayı tercih etti. Yapabiliyordu tamam, bir erkeğe ihtiyacı yoktu.

Onlar kayanın üzerinde otururken Ay yükseldi göğe.. Merakla bekliyordu sanki, ardından ne gelecek diye.

Morgana, ‘ Ne düşünüyorsun?’ diye sordu.

Cenobia, yükselen Ay‘ la aynı hizada parıldayan akşam yıldızı gibi ışıldayan gözlerle kadına baktı, ‘ Bugün kiliseden neden öyle ani bir şekilde ayrıldığını..’

Morgana, bir an konuşmaya nereden başlayacağını bilemedi, adamın kafasını kendi dünya görüşüyle bulandırmak şu an tercihleri arasında değildi. İstediği tek şey, onunla birlikte nefes alıp vermekti. Bu yüzden cevap vermedi. Buğulu gözlerle gökyüzünde yükselen aya baktı ve içinden yine teşekkür etti.. Bu gece de burada, bu gökte onun gözleriyle buluştuğu için.

‘ Ben..’ dedi, ‘ Onlara benziyor olabilirim.. ama onlardan değilim.’ Sözler ağzından döküldüğünde buna çoktan pişman olmuştu ama Cenobia başını sallayarak onayladı,

‘ Sen de bir istisnasın.’

‘ İstisnalar kaideyi bozmaz.’

‘ Bana göre tek bir istisna bile... tüm kaideleri bozar.’

Bu doğruydu. Cenobia’ nın dediği şey Morgana’ nın vücudundaki tüm hücrelerin sanki bir kaydıraktan kayıyormuş hissiyle titreşmesine neden oldu.

Bir anlık sessizlikten sonra Cenobia, ‘ Bence hepimiz biriz. Birer istisna.  Tek bir yaratıcının pek çok farklı yüzü olduğumuzdan habersiz halde uyku duvarının ötesindeki ince sınırda yol alan uyur gezerler ordusu......’ diye fısıldadı. Morgana onu dudaklarından öpmek istiyordu.

Cenobia, pederin sözünü ettiği günah denen şeylerden birinin, mor üzüm tanelerini andıran bu tatlı dudaklar olduğunu düşündüğünde, karşısındaki güzel yüzü ellerinin arasına alarak yasak meyvenin tadına bakmak istedi. Şu an, sabah yıldızının doğumuna kadar bu kadını öpme arzusuna kapılmayı bir günahkar olmaya eş tutan kilisenin yargısını bile mutlulukla kabul edebilecek haldeydi.

Morgana, arada iki karış mesafe bırakarak yanına uzandı.Ellerini ensesinde kavuşturmuştu. Cenobia şimdilik bu kadarına razıydı. Ay’ ı seyreden güzel sureti öpmemek için kendini zor tuttu. Söyleyeceği herhangi bir şeyin, boylu boyunca kayaya uzanmış, yıldızları seyreden bu kadına bahşedilen güçle kıyaslandığında bir değeri yoktu.

Yeryüzünün, gökyüzünün yaratılmış ve yaradılış döngüsü devam eden Evrenin Ulu Mimarı adına! Bu adam gerçekten büyülüydü.. Etrafından yayılan ışık maviydi.. Mavi renk ruh demekti.

Tanrı çocuk Dionysos, az sonra ine girip, kurutulmuş et, ekmek ve şarap getirdi.

Morgana, Cenobia’ nın uzattığı şarabı aldı ve onun kadehine dokundurdu. Bir yudum aldıktan sonra yavaşça yutkundu. Alt dudağını ıslatmış olan şarabı hafifçe yalayarak gülümsedi.

Günaha davet. Bu kadın sakin bir kedi gibiydi, onu öpmek fikri Cenobia’ yı delirtebilirdi. Gri olmasına rağmen birer lal taşı gibi parlıyordu gözleri.

Ay ışının altında öylesine porselen bir bebek gibi görünüyordu ki, Cenobia’ nın onun birkaç gün önce bir adamı büyü gücüyle taşa dönüşümünü sağlayan, bir de üstüne temiz bir dirsek ve sağlam bir tekmeyle arazisinden postalayan kadınla aynı kişi olup olmadığına dair şüpheye düşmesi an meselesiydi.

Bu onun küçük sırrıydı. Morgana bundan söz etmediği sürece açığa vurmayacaktı bu sırrı.

Cenobia’ nın ışık kalkanının tonları sarıya dönüştüğünde Morgana onun bir şeyler düşünüyor olduğunu anladı. Kalkandaki derin mavi huzmeli rengin üzerine baskın bir parlak sarı çökmüştü. Parlak bir sarının, parlak düşüncelere işaret ediyor oluşunun verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldı..

Cenobia, onun cadı avı ve kiliseye karşı çıkanların yakılması hakkında ne düşündüğünü merak etti. Bunu sorduğunda, Morgana, ‘ Bu büyük bir vicdansızlık.’ dedi, ‘ Ayrıca doğadan ne kadar çok korktuklarının en sağlam kanıtı.’

‘ Neden böyle düşünüyorsun?’

‘ Çünkü şifalı bitkilerle mucizeler yaratan kadınları bile yakıyorlar.’

‘ Bunun sebebini biliyor musun?’

‘ Tanrıça’ nın nefesinden beslenen bir dünya anlayışından, yargılayıcı Tanrı dünyasına doğru dönüşüyoruz da ondan.’

‘ Bu kötü bir şey mi sence?’

Morgana gülerek, ‘ Çok fazla soru soruyorsun.’ dedi.

Cenobia, boşalan kadehlere birer kadeh şarap daha koydu. ‘ Her ne kadar üzerimize serilmiş bir karanlık gibi görünüyor olsa da, bana göre gelişiyoruz.’

Morgana, adamın parlak sarı ışığının, duru beyaz bir renge dönüşmesini hayranlıkla seyretti. Bu denge demekti, son derece sağlıklı bir renkti. Adam haklıydı. Bardağa dolu tarafından bakıyordu. Cenobia doğru söylüyordu. ‘ Gerçek denge her zaman tezatların varlığıyla sağlanır,’ diyen Karga’ nın sözlerini hatırladı, ‘ Çoğu kişinin sandığı gibi birleşmeleriyle değil.’

Chica ile Zoi koşturarak yanlarına geldiler. Yorulmuş oldukları her hallerinden belli olan iki köpek kuyruk sallayarak kayanın yanında ağır ağır turladılar. Kedi Mia, mutlu mutlu yalanmakla meşguldü. Mideye indirdiği kemirgenden geriye yalnızca kürkü kalmıştı.

Morgana,  Chica’ nın kalın tüylerle kaplı ensesini okşayarak sordu, ‘Chica ile Zoi nasıl oldu da kavgaya girişti?’

‘ Kasabaya indiğim ilk geceydi. Buraya arazimi satmak için gelmiştim. Arsaya ertesi sabah çıkmaya karar verip gece kalacak bir yer bulma umuduyla meyhane demeye bin şahit isteyen barakaya girdim. İçeride parayla köpek dövüşü yapılıyordu. Senin Zoi, zavallı siyah bir köpeği haşat edip yendi. Kulağıma çalındığına göre son sekiz haftanın galibiymiş.’

Morgana inanmaz gözlerle az önceki koşturmanın verdiği mayhoşlukla yere serilip uyuklamaya başlayan Zoi’ ye baktı.

‘ Her şey çok ani gelişti. Chica’ yı gören sarhoşlardan biri, Zoi’ yi kışkırtmasaydı birbirlerine girmeyeceklerdi. Sanırım bu Zoi’ nin senden önceki sahibiydi.’

Morgana, ‘ Pislik herif.’ diye lanet okudu. Kendini dünyanın hakimi görerek ondan farklı olan diğer canlıları böyle insanlık dışı eğlencelerde kullananlara karşı dinmez bir öfke taşıyordu.

‘ Senin Zoi, cennemden çıkmış kara bir zebani gibi gözü dönmüş halde Chica’ nın üzerine atlayınca engel olamadım. Tekrar bahis dönmeye başladığında, kalabalığın gürültüsü benim kavgayı engelleme çabamı yuttu.

‘ Zoi, çenesi çok güçlü bir köpek olabilir ama Chica, rakibinin açık noktasını bulacak kadar zeki biridir.’

‘ Sonra ne oldu?’

‘ Tahminim doğru çıktı. Yere fırlayan bir kese para Zoi’ nin bir anlığına dikkatinin dağılıp çenesinin gevşemesine neden oldu. Chica can acısıyla arka arkaya kuvvetli vuruşlarla dişlerini geçirip onun ayağını kırdı ve galip oldu. Zoi’ nin sahibi, köpeğini orada bırakıp tüydü. Chica’ da büyük bir hasar olmadığına kanaat getirdikten sonra, paraları da toplayarak oradan uzaklaştım.

Giderken, sonradan adının Gregorio olduğunu öğrendiğim uyanığın bana seslendiğini duydum.’

Gregorio ismini söylemesiyle Morgana pür dikkat kesildi, ‘ Chica’ yı kendisine satıp satmayacağımı sordu. Muhtemelen dövüşlerde kullanıp para vurmak için.’

‘ Sezgilerimde asla yanılmam,’ dedi Morgana, ‘ Keşke onu daha fazla korkutsaymışım.’

‘ Yüce Tanrım!’ diye düşündü Cenobia, ‘ Daha ne kadar korkutabilirdin ki?’ ; bunun yerine, ‘ Gregorio’ yu tanıyor musun?’ diye sordu.

‘ Yan komşum. Tahammül edilmez arkadaşı Leopoldo ile benim yan arazimdeki evde oturuyor. Zoi’ yi bana onlar getirdi. Köpeğin dişi olduğunu anlayınca onu beslemeye değer bulmayacak kadar kaba biri. Cesur ama ne yazık ki bağnaz bir aptal.’

Morgana ayağa kalktı ve eğilerek kayayı okşadı. ‘ Artık gitmeliyim. ’ 

‘ Galonun dibini görmeyecek miyiz?’

Morgana tatlı akşam esintisini andıran bir kahkaha attığında, Cenobia onun güzel kahkahasını her an duymayı arzuladı. 

 Morgana, ayaklanması için Zoi’ ye ince bir ıslık çaldı.

Cenobia, ‘ Seni eve bırakabilirim.’

‘ Kendim gidebilirim.’

Cenobia eğilerek selam verdi, ‘ Ne zaman isterseniz Dionysos’ un şarabından içip, yeni yaratıcı fikirler, ani gelen ilham dolu aydınlanmalar adına sohbet etmek için hizmetinizdeyim senora.’

Gözlerinin içi parlıyordu.

Morgana onun ışık kalkanına nüfus eden kırmızı rengi gördüğünde, bunun iki anlamı olduğunu düşündü. Öfke, ya da tutku. İkinci seçenek akla daha yakın olduğu için ve biraz da bastırmaya çalıştığı heyecanla baş edemeyeceğini anladığı için hareketlenme ihtiyacı hissetti.

‘ İyi geceler..’

‘ Seni bir daha ne zaman göreceğim?’

Morgana, ‘ Tekrar karşılaştığımızda.’ diyerek avucuna kondurduğu ufak buseyi Cenobia’ ya üfledi.

Adam, Zoi’ yi takip eden kedi Mia’ nın peşi sıra tepeden aşağı yürüyen kadının ardından bakarken onun doğallığına ve çekim alanına kapılmamanın imkansızlığına hayret etti. O Athena’ nın vücut bulmuş haliydi. Omuzunda bir baykuşu eksikti. Cenobia’ nın aklına tekrar onu ilk gördüğü an geldi. Tanrıça bu kadına güçlerinden vermişti. Evrenin ve yaratılan tüm evrenlerin Ulu Mimarı adına!

Cenobia, onu şimdiden özlemişti.

BÖLÜM SONU.


kaynak

Devamını Oku »

26 Kasım 2014 Çarşamba

Cem Şen ile “Cem Şen Eğitimleri” Üzerine…

Hasan "Sonsuz" Çeliktaş:
Sevgili Cem Şen, ruhsal konularla ilgilenenler seni kitaplarından, Dharma ve Klan Yayınevi için yaptığın çevirilerden ve çeşitli sohbetlerinden tanıyordu. Son birkaç senedir ise yoğun biçimde eğitimler veriyorsun. Bize bu eğitimlerden bahsedebilir misin?





Cem Şen:
Sevgili Hasan, aslında ilk olarak rahmetli İlhan Güngören’in asistanı olarak 1988 yılında yirmili yaşlarımda T’ai Chi Ch’uan eğitimi vererek başladım eğitmenlik kariyerime. Bununla birlikte bilgime ve deneyimime yeterince güvenmediğim için 2009 yılına kadar hep başlangıç seviyesinde eğitim verdim. 40 yaşımı geçtikten sonra yeterince deneyim kazandığıma inanarak ve kendi öğretmenlerimin de yüreklendirmesiyle, başlangıç aşamasından en ileri aşamaya kadar eğitim vermeye başladım. Yaklaşık 25 yıllık bir inceleme, araştırma, dünyanın önemli ustalarından öğrenme ve binlerce öğrenciye öğretme deneyiminin ardından, kadim zamanların büyük ustalarının tasarladıkları öğretilerin en özünde bulunan çalışmaları alıp, bir tür formül aracılığıyla bir araya getirerek, dini ve kültürel kısıtlamalardan bağımsız eksiksiz bir sistem çıkardım ortaya. Bu sistem kabaca şöyle özetlenebilir:
Evrende her şey bir takım kanunlar uyarınca işler: Yerçekimi, aerodinamik, termodinamik gibi... Eğer uçacaksak aerodinamik kuralına uymak zorundayız. Eğer aerodinamik kuralına uymazsak inşaa ettiğimiz araç, kanatları olsa da yere çakılmak zorunda kalır. Eğer evren ile uyumlu yaşamak ve ondan öğrenmek istersek kanunlara uymak zorundayız. Aynı kural insanın fiziksel, zihinsel ve manevi gelişimi ya da uyanışı için de geçerli. Dolayısıyla da insan için de nasıl yaşanması gerektiğinin, manevi gelişimin nasıl başarılacağının kanunları vardır.
Bu kanunlar şu ya da bu kültürün, şu ya da bu dinin malı değildir. Bunlar tıpkı yerçekimi gibi, aerodinamik gibi evrenseldir. Öğreti adını verdiğimiz şey, işte bu kanunların insan lisanına dönüştürülmesi, anlaşılması ve uygulanması anlamına gelmektedir. Her kanunun bir amacı vardır. İnsan olmanın, manevi gelişimin kanunu ise kişinin gerçek potansiyelinin farkına varması, buna ulaşması, bunu kullanması ve bu sayede bir anlamda kendinin en “mutlak” haline dönüşmesidir. İşte var olan her öğreti, idealinde bu amacı, bu özü kendinde barındıran bir tür kaptır.
Benim şimdilik, “Cem Şen Eğitimleri” ya da Eğitim Sistemi adını verdiğim bu sistem, aynı özü her tür kültürel ve dini yapıdan ayrıştırarak sunmakta, kültürden ve inançtan bağımsız olarak herkesin bu ana hedefe ulaşmasına destekte bulunma amacındadır.
Hasan "Sonsuz" Çeliktaş:
Takip ettiğim kadarıyla, sistem 5 aşamadan oluşuyor ve ilk aşama fiziksel hareketlerden oluşuyor, değil mi?
Cem Şen:
Evet. Eğitimlerimizin ilk aşamasında “Bedenin Canlandırılması” üzerinde çalışıyoruz. Beden insanın bu maddi boyuttaki fiziksel kalıbı olduğu için, ilk olarak bu kalıp üzerinde çalışmak son derece etkili oluyor. Bu aşama için yaklaşık olarak 30 senedir pratik yaptığım 40 civarında egzersiz formu içinden en etkili olduğuna inandığım “Kas ve Tendon Egzersizleri” isimli çalışmayı seçtim. Yaklaşık 2000 civarında, farklı sağlık durumlarındaki öğrenci üzerinde denedikten sonra bugün bu çalışmayı seçmekle ne kadar doğru bir şey yaptığımı görüyorum. Bu çalışmanın bazen, bir hafta sonu eğitiminde bile neredeyse mucize diyebileceğimiz sonuçlar verdiğine yüzlerce öğrencimle birlikte tanık olduk. O nedenle, tüm aşamalardaki çalışmalar gibi bu çalışmaya da çok güveniyorum.
Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:
Peki nasıl etkileri oluyor bu egzersizlerin?
Cem Şen:
Birinci aşama egzersizi olan “Kas ve Tendon Egzersizleri”, uygulaması yaklaşık 15-20 dakika süren ve 12 hareketten oluşan bir uygulama. Herkesin hem fikir olduğu bir şey de çalışmanın zevkli ve çok canlandırıcı olduğu. Çalışma gerçek anlamda etkilerini 100 günlük düzenli uygulama sonucunda gösteriyor ama dediğim gibi hafta sonu eğitiminde bile kas ağrılarının geçmesi, hareket zorluğu olan uzuvların hareket yeteneği kazanması, baş ağrılarının ortadan kalkması, sinüs sorunlarının iyileşmeye başlaması gibi ufak tefek iyileşmeleri hemen görebiliyoruz. Çalışmanın benim için en önemli özelliklerinden bir tanesi bedeni toksinden ve özellikle iltihaplardan arındırması. Bu ikisinin pek çok fiziksel ve zihinsel hastalığın nedeni olduğunu düşünürsek, çalışmanın ne kadar önemli kazanımlar sunduğunu da anlayabiliriz. Bunlara ek olarak kişinin günlük enerjisinde belirgin artış, sindirim sistemi sorunlarında iyileşme, dolaşım sistemindeki iyileşmeye bağlı olarak soğuk el ve ayakların ısınması, gözlerde iyileşme sürecinin başlaması, kas ve iskelet sistemi sorunlarında belirgin iyileşme, sinir sistemi sorunlarında ve panik atak, anksiyete, depresyon gibi psikolojik sıkıntılarda iyiye gitme eğilimi görülüyor. Yukarıda saydıklarım benim ilk elden öğrencilerimde kendi deneyimlediğim ortak bulgular. Bunlar dışında şaşırtıcı sonuçlar da elde ettiklerimiz oldu ama elimde yeterli sayıda örnek olmadığı için bu iyileşmelerin belki başka sebepleri vardır diye onları bu çalışmaya şimdilik bağlamıyorum.
Hasan "Sonsuz" Çeliktaş:
Sonrasındaki aşama nedir? Belki birçok kişi “Kas ve Tendon Egzersizleri”ni duymuş olabilir. Örneğin ben şahsen bir ilk aşamayı biliyorum ama ikinci aşama konusunda bilgim yok. Peki 1. Aşama ile 2. Aşama arasında ne fark var? Ayrıca 2. Aşama nelerden oluşuyor?
Cem Şen:
İkinci aşama iki temel amaç ve iki temel çalışma var: “Mükemmel Gevşeme” ve “Bedenin Yenilenmesi”.
Hasan "Sonsuz" Çeliktaş:
Okuyucularımız için biraz açar mısın?
Cem Şen:
Elbette Hasan. İçinde bulunduğumuz günlük gerçeklik, bilincimizin bir bölümü tarafından ve kısıtlı olarak algılanabiliyor. Bu kısıtlı algılama her ne kadar, bazı eksikliklere sahipse de günlük ve 5 duyumuzla algıladığımız hayat içinde rahat hareket etmemizi ve var olmamızı sağlıyor. Bilincimizin bu bölümü, Taocular tarafından Hun olarak adlandırılmakta, Budist edebiyatta ise Maymun Zihni olarak bilinmektedir. Maymun zihni, ruhumuzun daha büyük bölümü olan (ve eğitimlerimizin 5. Aşama’sında üzerinde çalışacağımız) Shen ya da mutlak zihnimiz (ruhumuz) gibi her şeyi bilme gücüne sahip değil. Maymun zihni, içinde bulunduğumuz gerçekliği yalnızca duyularımız, duygularımız ve düşüncelerimiz aracılığı ile bilebilir; çünkü bu zihin bedenimizle varolur ve bedenimizle yok olur. İşte ölümden ve yok olmaktan korkan zihnimiz bu zihnimizdir. Oysa hakikatte asla yok olamayız. Kendimizi her şeyden ayrı, kopuk, yapayalnız ve korku içinde hissetmemize neden olan da yine bu zihindir.
Bilincimizin bu bölümü, dışarıdan gelen uyarıcıları ya da düşüncelerimizi hatalı yorumladığında (ki hatalı yorumlamaya eğilimlidir) ortaya STRES olarak adlandırılan durum çıkar. Stres yalnızca yaşamsal enerjimizi emip, yaşamsal koşullarımızı daha da kötüye götürmekle kalmaz aynı zamanda her tür hastalığa ve zihinsel sağlığımızın bozulmasına da zemin hazırlar. STRES denetlenmediği sürece, sağlığın düzelmesi, yaşamsal enerjinin artması ve “mutluluk” olarak adlandırılan varoluş durumuna ulaşılması olanaksızdır. Bu sebeple eğitimlerimizin 2. Aşaması’nda ilk olarak, Hun’un denetimini ele geçirmeyi, onu yönetmeyi ve bu sayede STRES ile başa çıkmayı öğretiyoruz.
2. Aşama eğitimimizin devamında ise bu gevşeme becerisi kullanılarak, daha büyük zihnimizin ya da ruhumuzun, bedenimiz olarak adlandırılan ve bilincimizi barındıran “çerçeve” ya da “kalıp” ile birleşmesini sağlamaya çalışacağız. Bu amaçla “Beden ve Zihin Formu” olarak tanımlanan bir çalışma kullanacağız. Beden ve Zihin Formu, Çin’de bazı ilaçsız tedaviye odaklanmış olan hastanelerinde çok sayıda hasta üzerinde büyük bir başarıyla kullanılmıştır. Omurganın canlanmasını ve beyni dolduran serebrospinal sıvıların rahatça hareket etmesini sağlar. Bu sayede beynin ve sinir sisteminin canlanmasını, bedenin bebeklikteki mükemmel haline geri dönmesini sağlar.
Hasan "Sonsuz" Çeliktaş:
Ne gibi faydaları oluyor bu çalışmanın bizim üzerimizde?
Cem Şen:
Eğer 2. Aşamamızdaki bu iki çalışma düzenli uygulanabilirse; omurgadaki bozuklukların düzelmesinden bel ağrılarının geçmesine, omurgadaki bozukluklara bağlı iç organlarla ilgili sorunların iyileşmesinden kanserde iyileşme hızının artmasına, osteoporozda iyileşme, fıtık sorununun hafiflemesi ya da ortadan kalkması, baş ağrılarının iyileşmesi, kronik yorgunluğun bitmesi, depresyonun düzelmesi, kişinin kendine güveninin artması gibi etkileri görülebiliyor. Bunlarla birlikte günlük enerjide artış, iç organların toksinlerden arınması, enerji meridyenlerinin temizlenmesi ve açılması, ense, boyun, kürek kemiklerinin arası, bel, kalça, göğüs gibi kan durgunlaşması ve ona bağlı olan gerilimlerin oluştuğu bölümlerin rahatlaması ve buralardaki enerjinin harekete geçmesi, beyin yarı küreleri arasında iletişimin güçlenmesi, lenfatik sistemdeki dolaşımın rahatlaması, duyguların dengelenmesi, bağışıklık sisteminin güçlenmesi, derinin elektrik direncinin ve dış koşullara karşı dayanıklılığın artması, hormonal sistemin iyileşmesi, metabolizmanın düzenlenmesi, erkeğe özgü gücün ve kadına özgü zarafetin bir araya gelmesi ve bu sayede ruhsal gelişimin hızlanmasını da etkiler arasında sayabiliriz.
Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:
Daha ne olsun ki yok yok… Bu kadar etki gerçekten yaşanıyor mu?
Cem Şen:
Düzenli uygulama kelimesinin altını çizmek isterim bu noktada. Düzenli çalışılırsa daha fazla etkiler bile gözlemlenebilir. Elbette her zaman istisnalar olacaktır. Bu etkiler görülür demek yerine aslında en doğru olanı, uygulamayı yapan herkes “mutlaka” olumlu bir fiziksel ve zihinsel kazanım elde eder demek olacaktır.
Hasan "Sonsuz" Çeliktaş:
Senin bana öğrettiğin bir ateş çalışması vardı. Daha doğrusu bedenin içindeki ateşi uyandırmak için bir çalışma. Bu, eğitimlerinin hangi aşamasına giriyor? İlk ikide mi yoksa, sonrasında mı çalışılıyor?
Cem Şen:
3. aşama yani “Yaşamsal Enerjinin Uyandırılması”nın bir bölümü sadece. Benim sana yapmanı önerdiğim basit bir egzersizdi, eğer düzenli çalışırsan daha fazla egzersizleri de vardı o çalışmanın ki üçüncü aşamada yaşam enerjisini uyandırıyoruz çeşitli uygulamalarla.
Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Biraz açabilir misin? Nasıl uyandırılıyor yaşamsal enerji?
Cem Şen:
Yaşamsal enerjinin geliştirilmesinin ön şartı, beden içindeki ateşin canlandırılması ve ardından uyanan ateşin yardımıyla yaşamsal enerjiyi uyandırarak yukarıya doğru yükselmesinin sağlanmasıdır. Bedenin içindeki ateş Hindu öğretilerinde Agni olarak adlandırılmaktadır. Genellikle karında ve kalpte yanan ateş olarak algılanan bu enerji hem sağlığın hem de manevi gelişimin ardındaki itici güçtür. İçeride yanan ateşin canlandırılması, manevi yolculukta “Kahraman” olarak adlandırılan ve kendi gerçek doğasına, oradan da Hakikat’e doğru macera dolu bir yolculuğa çıkan sıradışı bir insanın göstergesidir. İçeride yanan ateş olmadan bu yolda olmak olanaksızdır.
Bedendeki enerjinin uyandırılması için ilk olarak ateşi besleyecek yakıtın, yani bedendeki temel enerjinin, bedenin taşıyabileceği maksimum miktara çıkarılması gerekmektedir. Bu süreç Taocu öğretide ünlü "100 Gün Çalışması" olarak bilinir. 100 günlük çalışmanın sonunda, “göklerin kapısı açılmakta”, yani artan enerji, bilincin daha büyük bir farkındalığa ulaşarak “Ben kimim?”, “Bütün bu yaratılışın anlamı nedir?” gibi temel sorulara yanıt verecek hale gelmenin ilk adımı atmaktadır. Uyanan enerji, gelişmek ve yüksek bilince dönüşmek için hazırdır.
Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:
Nefes egzersizleri çalışmanın hangi aşamasında ve nefesin önemi nedir sence? Bu konuda yazdığın bir kitap olduğu ve uzun yıllardır bu konu üzerinde çalışmalar yaptığın için özellikle merak ediyorum yanıtını.
Cem Şen:
Nefes, çağlar boyunca en ilkel ya da en gelişmiş, tüm manevi öğretilerde ve sağlık uygulamalarında kullanılmaktadır. Nefes, bu varoluş düzeyindeki en gizemli süreçlerden bir tanesidir. Beden ile zihin arasındaki bağlantıyı sağlama becerisi aracılığıyla her iki alanı da kontrol edebilme, geliştirme ve yönetme becerisine sahiptir. Bu sebeple ruhsal olsun, bedensel olsun pek çok mucizenin ardındaki güç, nefestir.
Nefesin gerçek kullanımı, çağlar boyunca her zaman büyük bir sır olarak saklanmış ve yalnızca ustadan öğrenciye aktarılmıştır. Bu gizli yöntem Hindu öğretilerinde pranayama, Taocu öğretide ise nei gong olarak adlandırılmaktadır.
Eğitimlerimde, 1. Aşamada fiziksel yapısı güçlenen, 2. aşamada STRES etkeninden arınıp, kısıtlandırıcı farkındalığının kontrolünü kazanan, 3. Aşamada ise Yaşamsal Enerjisini uyandıran öğrenci, 4. Aşama ile birlikte nefesin gizli kullanımlarını öğrenerek yaşamsal enerjiyi artırmakta ve geliştirmektedir. Bu aşamada gevşemiş ve odaklanma becerisini geliştirmiş öğrenci, keskin farkındalığını nefesi ile birleştirerek, ateşle arındırılmış ve gevşemiş bedeninde “içsel simya” dönüşümü için gerekli olan enerji tepkimesini başlatmaktadır. 4. Aşama ile birlikte, kazanılan tüm beceriler aynı anda enerjinin artırılıp geliştirilmesi için kullanılmaktadır. Bu aşamada bedende geliştirilen ateş, enerjiyi artırmakta ve bedenin ana enerji depolarını doldurmaktadır. Ana enerji depoları gerekli olan yaşamsal enerji ile dolduğunda artan enerji “bilincin” güçlenmesi için kullanılmaktadır.
Bilincin kullanıma hazır hale gelmesi ise önümüzde sınırsız potansiyellerin açılması anlamına gelmektedir. Bu aşama ile birlikte öğrenci, normal beden ve zihin sınırlarının ötesinde hareket etmeye, bedenin ve zihnin uykuda olan alanlarını uyandırmaya başlamaktadır.
Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:
Bu aşamalardan geçen öğrenciler artık son aşamaya geliyorlar, yani “Kalp Yolu”na… Biraz da “Kalp Yolu”ndan bahsedebilir misin?
Cem Şen:
Bodhidharma der ki: “Zihnin kapasitesi sınırsızdır ve yarattıkları sonsuzdur. Gözlerinizle gördüğünüz görüntüler, kulaklarınızla duyduğunuz sesler, burnunuzla kokladığınız kokular, dilinizle tattığınız tatlar, her an ya da her durum tümüyle zihninizdir. Zihin, kelimelerin ulaşamadığı yerdedir.”
Zihin, tanımlanması olanaksız bir terimdir. Zihin hem her şeydir hem hiçbir şey, hem her yerdedir hem hiçbir yerde. Zihin için söylenebilecek tek şey vardır: ne odur ne bu, hem odur hem bu. Zihin için kullanılan tanımların tamamı eksik ya da hatalı olacaktır. Var olan her şey zihinden gelir ama var olan şeyler zihin değildir. Zihin ne vardır ne yoktur; hem vardır hem yoktur. Zihni kavramanın aracı gelişmiş bir bilinç ve farkındalıktır. Bu tür bir farkındalık, irfana ulaşmak için kullanılan öğretilerde "kıvılcım" ya da "nur" olarak adlandırılan özümüzdeki çekirdek ya da tohumdur. Bu kıvılcımın farkındalığı, Budizm'de "aydınlanma", Sufizm'de "Vahdet", Taoizm'de "ölümsüzlük" gibi isimlerle bilinen insan bilincinin ulaşacağı son aşamayı tanımlar.
Bu aşama aynı zamanda "Yolsuz Yol", "Öğretisiz Öğreti" ya da "Kâlp Yolu" olarak da bilinir. Kâlp Yolu'nun öğretisiz olmasının sebebi, öğretilerin öte kıyıya ulaştıran araç olmasıdır. Araç yalnızca öte kıyıya ulaşmak içindir. Oraya bir kez ulaşıldı mı artık araca ihtiyaç kalmaz. Bu sebeple mutlak gerçek öğretisizdir.
Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:
“Kalp Yolu”na katılan öğrenci nelerle karşılaşıyor? Nasıl bir dönüşüm geçiriyorlar.
Cem Şen:
Her şeyden önce, öğrencinin ilk yaşadığı zorluklar var. Bunları sıralarsak: kendine yalan söylemeyi bırakmak, varsayımları terk etmek, gerçeği gerçekte olduğu haliyle görmeye çalışmak, geçiciliği kabul etmek ve herhangi bir şeyin bağımsız değil, pek çok koşulun bir araya gelmesine bağlı olduğunu anlamak ve bu sayede kontrol yanılgısından kurtulmak.
Tahmin edeceğin gibi bunlar çok kolay işler değil Hasan. Öğrencinin ilk etapta korkusunu fark etmesi ve yavaş yavaş cesaret kazanmasını gerektiriyor. Cesaret kazandıkça, farkındalığı arttıkça yepyeni bir dünyanın kapıları aralanıyor. Bu kapıların ardında tanımadığımız gerçek bir dünya var. Bu dünya bizim gerçek yuvamız. O dünya başka bir yer ya da başka bir zaman değil. O dünya aynı zamanda burada ve bu anda; hem şimdi hem sonsuz. O dünyaya ulaşmak için önce gerçekte olduğumuz kişi olmalı ve paradoksal bir şekilde bu dünyaya ulaşarak gerçekte olduğumuz kişiye dönüşmeliyiz. Yani o dünyaya ulaşmak için gerçek kişiliğime ulaşmalıyım ama gerçek kişiliğime ulaşmak için de o dünyaya ulaşmalıyım. İşte tam bu noktada bu yeni gerçekliğin en önemli önkoşulu karşımıza çıkıyor: Yeni lisan. Hakikati kavramak için bir lisan öğrenmemiz gerekiyor. Bu lisan iki şeyden oluşuyor: Paradoks ve misaller.
Bu lisanı öğrendikten sonra artık olduğumuz kişi olmak ve gerçek yuvamıza ulaşmak mümkün oluyor. Bu yuvaya ulaştıran karanlık yolu yürümek bir anlamda yalnızca kalbimizin ve zihnimizin gerçek ışığı ile mümkün olabiliyor.
Bu aşama ile birlikte eğitimlerimizde artık öğrenci öğretmen, öğretmen ise öğrenci olmaktadır.
Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:
Çok teşekkür ederim Cem, verdiğin bu bilgiler için. Son olarak eğitimlere katılmak isteyenler nasıl bir yol izleyebilirler.
Cem Şen:
Ben de teşekkür ederim nezaket gösterip bana bu soruları sorduğun için. Web sitemin adresi www.cemsen.com.tr.
(İlk Yayın: Pozitif)
kaynak
Devamını Oku »

24 Kasım 2014 Pazartesi

İnsan Deneyiminin 4 tipi

Geçenlerde bir seminer veriyorum. Keyifli, neşeli bir grup. Konu da ilgi çekici: Yaşamda özellikle de iş yaşamında sık sık karşılaştığımız zor iletişim durumlarını, anlaşmazlıkları, yüzleştirici konuşmaları, bir tarafın, çoğunlukla da her iki tarafın da suçlu, öfkeli, ve küskün olarak ayrıldığı çatışmaları nasıl birer öğrenme ve yakınlaşma deneyimine dönüştürebileceği üzerine konuşuyoruz.

İlgi çekici, neredeyse keyifli bir konu. Ama bu hafta sonu eğitim daha da keyifli kılan bir öğe daha var. İsmine "Ahmet" diyelim (gerçek isim değildir), bir katılımcı, esprileri ile sınıfı kırıp geçiriyor. Hiç beklenmedik anlarda yaptığı zekice ve kıvrak esprilere benim de kasıklarıma ağrı girene kadar gülmekten başka seçeneğim yok.

Ancak gün ilerliyor, başta aldığı olumlu tepkiyle Ahmet'in esprilerinin ve yaptığı şamatanın da dozu artmaya başlıyor. Tamam komik de, ilerleyemez hale geldik. Başlarda eğlenen katılımcılar da bütün sınıfın kontrolünü yaptığı şamata ile ele alan Ahmet'ten artık rahatsız olmaya başladılar. Hatta söz alıp deneyimlerini paylaşan bir iki kişinin anlattıklarına karşı yaptığı, aslında iyi niyetli espriler tepki bile doğurdu. Bir şeyler yapmam lazım.

"Biliyor musunuz" diyorum, "insan deneyimlerini Anthony Robbins 4 sınıfa ayırır". Sınıf ve Ahmet ilgiyle bana bakıyorlar, çoğu öğrenmek, Ahmet ise bir espri fırsatı yakalamak için. "Birinci tip deneyimler iyi hissettirir sizi. Ayrıca sizin için iyidir de. Başkaları için de iyidir, ve sonuçta daha iyiye hizmet eder. Örneğin gidip bir masaj yaptırdınız. İyi hissedersiniz, değil mi? Sağlığınız için iyi olduğu gibi, gevşeyen stres ve geriliminiz çevrenizde de olumlu etki yapar. Sonuçta daha verimli ve olumlu ilişkiler kurabilirsiniz."

"İkinci tip deneyim size iyi hisler yaşatmaz. Ama hem sizin için hem de başkaları için iyi olabilir, ve daha iyiye hizmet edebilir. Hasta olduğunuzda iğne olmak gibi, bir proje için uykusuz kalmak gibi..."

"Üçüncü tip deneyim, size iyi hissettirse de ne sizin için iyidir, ne diğerleri için. Böylece daha iyiye de hizmet etmemiş olur. Uyuşturucu kullanan kişi bundan zevk alabilir, ama sonuçları ortadadır. Okulu kıran öğrenci, sonuçta kendisi ve çevresi için olumsuz sonuçlar yaratabilir."

"Dördüncü tip deneyim ise ne iyi hissettirir, ne sizin için iyidir, ne de başkası için. Sonuçta da hiç bir iyiye hizmet etmez. Kavga etmek, şiddete başvurmak gibi."

Bu noktada Ahmet'e döndüm, bu yapacağım şeyin ikinci tip bir deneyim olduğunu düşünerek. "Ahmet" dedim, "hepimizi çok güldüren espriler yapıyorsun. Ancak son saatlerde eğitim amaçlarımıza ilerleyemediğimi düşünüyorum". Ahmet, ilginin bu şekilde üstüne çevrilmesinden rahatsız oldu, kaykıldığı sandalyesinde dik oturuyor şimdi. "Sence davranışın, kaçıncı tip deneyim yaratıyor?"

Ahmet daha ben anlatırken üçüncü tip deneyim sınıfına sokmuş olduğu için davranışını, şimdi kıvrak zekasını bunu savuşturmak için kullanmaya hazır: "Esprilerimin ve neşemin bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyordum" diyor, özürden çok iğneleme içeren bir ses tonu ile. Ama amacım bu değildi.

"Esprilerin ve neşen bu sınıf için bir değer. Uzun zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Ancak senden ufak bir ricam olacak. Eğitimin kalan iki gününde, bu yeteneğinle nasıl birinci tip bir deneyim yaratabileceğine bakabilir misin?"

Eğitimi tamamladıktan sonra notlarımı toparlarken Ahmet'in benimle konuşmak için beklediğini görüyorum: "Dost" diyor, "teşekkür ederim, iki şey için: Bir, beni yargılamadığın ve davranışımı değiştirmem için direkt bir şekilde uyarmadığın için. İkincisi de bu model için. İki gündür aklımın içinde bütün yaşamıma ve yaptıklarıma bu gözlükle bakıyorum. O kadar basit ki aslında her şey!"

Bir yanıt veremeden katılımcılardan biri Ahmet'i yakalıyor. Teşekkür alma sırası Ahmet'te. Diğer katılımcı, başta ne kadar rahatsız olduğunu, ama daha sonraki günlerde Ahmet'in değişen tavrı ile nasıl neşeli ve keyifli bir öğrenme deneyimi olduğundan bahsediyor bu hafta sonunun...

Ben mi? Ben notlarımı toparlıyorum...


Yazarımızın biyografisi yakında güncellenecektir...


kaynak

Devamını Oku »

22 Kasım 2014 Cumartesi

Ruhsal Gelişim ve İçsel Farkındalık

Ruhsal Gelişim hepimizin zihninde farklı çağrışımlara yol açabilecek biraz belirsiz bir kavram. O yüzden öncelikle biraz “gelişim” ve sonra da ruhsal gelişim kavramlarına açıklık getirmemiz gerekiyor.

Ruhsal Gelişim Ne Demektir?


Gelişim dediğimizde bir “sistemin” zaman içerisinde belli düzeylerden geçerek büyümesini ve olgunlaşmasını kastediyoruz. Bu sistem biyolojik yani “canlı” bir sistem olabileceği gibi insanlar tarafından meydana getirilmiş herhangi bir sistem olabilir.


Gelişimin en güzel örneklerini içinde yaşadığımız doğa içerisinde görmemiz mümkündür. Örneğin bir meşe tohumunu toprağa ekersiniz. O tohumun içerisinde potansiyel halde bir meşe ağacı saklıdır. Ve sonra o tohum toprakta mayalanır, önce küçük bir filiz haline gelir, sonra bir fide olur ve sonra da büyüyerek ağaç haline gelir. İlkokuldayken hepimiz ıslak bir pamuğun içerisinde fasulye çimlendirme deneyi yapmışızdır. Orada fasulyenin nasıl çimlendiğini ve geliştiğini gözlemlemişizdir. Doğada her şey belli “aşamalar”dan geçerek olgunlaşır. Bu aşamaların herhangi birisini “atlamak” asla mümkün değildir.


İnsanın biyolojik gelişimi de benzer biçimde belli aşamalardan geçerek olgunlaşmak zorundadır. İnsan yavruları doğar doğmaz ayağa kalkmaz ve canlılar içerisinde en fazla bakıma muhtaç olanlar insan yavrularıdır. Ama insani düzeyde bilinç diğer canlılara oranla çok daha fazla gelişmiş olduğu için bizim biyolojik gelişimimizle birlikte yürüyen bir de “içsel” gelişimimiz söz konusu. Gelişen sinir sistemimize paralel olarak algılarımız, zekamız, davranışlarımız ve becerilerimiz belli aşamalardan geçerek gelişir. Bu aşamaların herhangi birisini atlamamız mümkün değildir. Biyolojik gelişim açısından bir anormallik olmadığı sürece hepimiz belli bir hızda büyür ve üç aşağı beş yukarı aynı yaşlarda aynı aşamalardan geçerek gelişiriz.


Psikoloji bilimi içerisinde insanın bilişsel gelişim aşamaları hakkında yapılmış geniş çalışmalar vardır. Bunlardan en çok bilineni Piaget’nin (Piyaje) gelişim aşamalarıdır.


Bu alanda farklı çalışmalar bulunmakla birlikte Piaget’nin çalışmaları geniş ölçüde kabul görmektedir.


Bu aşamaları sıralandıracak olursak:


(0 – 2 yaş) Duyular yolu ile dış dünyanın algılandığı, nesnelerin görünmediği zamanlarda da var olduğunun farkına varılmaya başlandığı dönemdir. Bu dönemdeki bebek, refleks halindeki hareketlerden, amacı olan hareketlere geçmeye başlar.


İşlem Öncesi Dönem (2 – 6 yaş) Dilin kullanımının ve sembollerin geliştirildiği dönemdir. Çocuklar, mantıksal olarak sadece tek yönlü olarak düşünürler. Diğer insanların bakış açılarını algılamada zayıftırlar. Kendilerini karşıdaki insanın yerine koyamazlar.


Somut İşlemler (6 – 11 yaş) Problemlere mantıklı çözümlerin getirildiği dönemdir. Çocuklar, kuralları anlayabilirler. Fakat çoğunlukla somut nesneler üzerinde düşünürler.


Soyut İşlemler (11 – 18 yaş) Karmaşık problemlere mantıklı çözümlerin getirildiği dönemdir. Daha soyut düşünme ve sosyal konularda fikirlerin geliştirildiği dönemdir.


Bu model insanın bilişsel gelişimi hakkında bize bir fikir vermektedir.


Belli aşamalardan geçerek gelişmek her türlü becerinin öğrenilmesi için de geçerlidir. Bu gece yatıp yarın iyi bir mimar, usta bir müzisyen ya da yönetici olarak uyanamazsınız. Belli bir beceriyi öğrenmek için mutlaka belli aşamalardan geçerek o işi öğrenmek zorundasınızdır. Bu aşamalardan geçerken hızlı bir biçimde ilerleyebilirsiniz ama hiçbir basamağı atlayamazsınız.


Bu gelişimin daha somut yanı. Ama biz burada ruhsal gelişim dediğimiz zaman yalnızca biyolojik, psikolojik, bilişsel ya da moral gelişim aşamalarından söz etmiyoruz. Aslında ruhsal gelişim tüm bunları içine alan bir kavram. Ama yalnızca bunlardan ibaret değil. Çünkü ruhsal gelişim çok geniş kapsamlı, bütünsel ve evrimsel bir süreç. Ve bu gelişim için tek bir yaşam yeterli değil.


Çeşitli psikolojik araştırmaların sonuçlarına göre bizler kesinlikle belli bir kimlik ve doğuştan getirdiğimiz bazı kişilik özellikleriyle birlikte doğuyoruz. Evet şu içinde yaşadığımız hayatın ve koşulların bizim kişiliğimiz üzerindeki etkisi tartışılmaz. Ama şu da bir gerçek ki hepimizin doğuştan getirdiğimiz belli bir kimliğimiz var. Ve bu kimlik sürekli aynı kalıyor. Bu yaşamda öğrendiklerimiz bu kimliğin oluşturduğu ana zemin üzerindeki bazı desenlerden ibaret yalnızca. Bu zemin yalnızca bir hayatın değil, bugüne kadar yaşanmış tüm hayatların, tüm insanlığın, tüm atalarımızın oluşturduğu bir zemin. Ve biz çok geniş kapsamlı bir evrim sürecinin çocuklarıyız. Buradaki evrim elbette kör tesadüflerin ürünü bilinçsiz bir evrim süreci değil. Bu evrim ruhsal enerjinin bilinçli etkisiyle oluşmuş bulunan çok geniş kapsamlı ve ucu bucağı olmayan bir süreç.


Hepimiz dünyaya geldiğimiz anda belli bir kimlikle ve belli bir potansiyelle doğuyoruz. Çünkü bizler ruhsal varlıklar olarak bu bedeni bir araç olarak kullanıyoruz. Kendi varlığımızı fizik dünyada bu bedenle ifade ediyoruz. Ve hayatın içerisine doğduğumuz andan itibaren ilk önceleri daha fazla çevrenin etkisi altında bazı şeyler öğreniyor ve kendi içimizdeki potansiyeli yavaş yavaş açığa çıkarmaya başlıyoruz. Kendi yeteneklerimizin farkına varıyoruz. Ama aslında yaşam içerisinde kendi içimizde var olan potansiyelin genellikle az bir kısmını kullanılır hale getiriyoruz. Zaten dünyaya doğarken yanımıza tüm yeteneklerimizi alarak doğmayız.


Şimdi kendi içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmak ve bunu kullanmak için dünyada kendimizi eğitmemiz gerekiyor. Örneğin bir sanatsal yeteneğiniz var. Ve o alanda yaratıcılık sergileyebilecek bir potansiyelle doğdunuz. Eğer bununla ilgili olarak gerekli çalışmaları yapıp kendinizi geliştirmezseniz o yetenek ifade edilmeden saklı halde kalır.


Gelişim Düzeyleri ve Hatlar


Az önce hepimizin biyolojik olarak çeşitli düzeylerden geçerek geliştiğini gördük. Buna benzer biçimde kişiliğimiz ya da iç yapımız da belli gelişim düzeylerinden geçerek olgunlaşır. Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik çağları birbirinden farklı özellikler gösterir.


Aynı biçimde belli becerileri geliştirirken de  belli düzeylerden geçerek gelişiriz. Herhangi bir konuda belli bir düzeye gelmeden o düzeyi tam olarak kavrayabilmemiz mümkün değildir. 5 yaşın altındaki küçük çocuklar kendilerini karşıdaki insanın yerine koyamazlar. Eğer küçük bir çocuğa bir tarafı kırmızı bir tarafı mavi bir tabağı gösterirseniz yalnızca kendisine dönük tarafı bilebilir. Örneğin önce kırmızıyı gösterip sonra kendinize döndürürseniz size dönük tarafı sorduğunuzda mavi olduğunu söyleyecektir. Bu durum kognitif gelişimle ilgili bir durumdur. Ancak 5 yaşından sonra çocuklar başkasının perspektifinden bakmayı öğrenebilirler. Gerçi bazen 55 yaşında da başkalarının perspektifinden bakamayanlar olabiliyor…


Zeka düzeyleri ya da biyolojik gelişim düzeyleri gibi ruhsal gelişim düzeylerini de ölçmek mümkündür. Bu elbette kesin bir ölçüm olmayacaktır. Ama bunu bir insanın davranışlarına ve eylemlerine bakarak değerlendirmek mümkündür.


Bu konuya daha sonra geleceğiz. Ancak şimdi biraz da gelişim hatlarından söz edelim. Benliğimizin farklı yönlerini hatlar, çizgiler ya da farklı zekalar olarak adlandırabiliriz. Örneğin matematiksel ve analitik zeka, sanatsal zeka, sosyal zeka, kinestetik zeka (bedensel yetenekler), ruhsal zeka gibi. Bunların her biri bizim varlığımızın farklı bir yönünü oluşturur. Ve elbette her hatta aynı düzeyde olmamız mümkün değildir.


Örneğin şöyle bir insanı ele alalım, müziğe çok yetenekli ve bu yönünü geliştirerek yüksek düzeye gelmiş bir kişi sosyal zeka bakımından pek parlak durumda olmayabilir. Ya da matematik alanında olağanüstü bir kıvraklık gösteren bir kişi spora çok yeteneksiz olabilir. Örneğin müziğe yetenekli bazı kişiler dans konusunda büyük bir yeteneksizlik sergileyebilmektedirler. İşte bu yüzden bir insanı yalnızca tek bir yönüyle değerlendirerek onun gelişim düzeyi hakkında hüküm vermek çok yanlış olur. Örneğin hepimiz genel olarak sanatçılara hayranlık duyarız. Herhangi bir sanat dalında ustalaşmış ve yüksek beceri gösteren insanlar büyük hayranlık toplar. Ama onların özel yaşamlarına baktığımızda pek çok bakımdan oldukça başarısız durumda olduklarını görebiliriz. Böyle bir açıdan değerlendirdiğimizde hepimizin iyi ya da yetersiz olduğumuz konular vardır. Önemli olan bunların farkında olabilmek ve eksik yönlerimizi tamamlamak için gayret sarf edebilmektir.


Ruhsal Gelişim Deyince Ne Anlıyoruz?


Ruhsal bakımdan gelişmiş olmak ya da ruhsal gelişim deyince ne anlıyoruz? Bu aslında oldukça göreceli bir kavram ve bu konuda çok farklı tanımlamalar yapmak mümkündür. Ama çok basit bir nitelendirme yapacak olursak ruhsal bakımdan ilerlemiş insanların temel özelliğinin sevgi, merhamet ve vericilik olduğunu söyleyebiliriz.


Sevginin elbette oldukça farklı görünümleri ve ifadeleri vardır. Ama ruhsal bakımdan gelişmiş insanlarda diğer varlıklara karşı oldukça kapsamlı bir sevginin bulunduğunu ve bunun güzel bir şekilde ifade edildiğini görebiliriz.


Şimdi ruhsal gelişimin temel göstergelerini başlıklar halinde kısaca özetleyelim:


Kendi içine bakma ve tanıma çabası:


Ruhsal bakımdan gelişmiş ya da gelişme yolunda olan insanlar başkalarını yargılamaktan çok kendi içlerine bakarlar ve kendilerini tanımaya çalışırlar. Kendini tanıma meselesi dünyanın her yanındaki manevi gelişim ekollerinde ele alınan bir konudur. Örneğin bizim topraklarımızda gelişen sufi ekollerinin hemen hepsinde kendi “nefs”ini tanımaya ve kontrol etmeye yönelik pek çok uygulamalar mevcuttur. Kendi içine bakma ya da kendini tanıma ruhsal gelişim bakımından çok önemli ve hayati bir konudur. Tabii bunun içerisinde “gölge” yanlarımızı kabul etmek ve onlarla bütünleşerek onları dönüştürmek çok önemlidir. Bu konuya birazdan tekrar döneceğiz


Kendini geliştirme ve değişim için çaba harcama:


Ruhsal bakımdan gelişmiş ve olgun insanlar kendini her konuda geliştirmek ve sürekli değişim için çaba harcarlar. Çünkü bir insanın başkalarına bir şeyler verebilmesi ancak kendisini geliştirerek mümkündür. Ve elbette zamanın gereklerine uygun şekilde değişim çok önemli bir husustur. Değişim ancak esneklikle mümkün olabilen bir süreçtir. Ve zihinsel açıklık ve esneklik insanın değişimi bakımından çok hayatidir. Ruhsal bakımdan gelişmiş insanların zihinsel yapıları oldukça esnektir ve yeniliklere açıktır.


Sevgi, şefkat ve koruyuculuk:


Ruhsal bakımdan gelişmiş varlıkların en karakteristik özelliği sevgi enerjisini güçlü bir biçimde yansıtabilmeleridir. Ruhsal bakımdan gelişmiş varlıkların sevgi enerjisine karşı dirençleri çok azdır. Ve bu sonsuz enerjiyi kendi bünyelerinden kolayca geçirip yansıtabilirler. Sevgi enerjisini iyi bir biçimde yansıtabilen insanların yanına gittiğinizde kendinizi iyi hissedersiniz. Ve elbette sevginin davranışsal olarak gözüken yanı şefkat ve koruyuculuktur. Ruhsal olgunluk düzeyi arttıkça sevginin daha kapsamlı ve karşılıksız hale geldiğini görürüz.


Sorumluluk Duygusu:


Ruhsal bakımdan olgunlaşmış varlıklar kendilerini çevrelerine ve insanlığa karşı sorumlu hissederler. “Her koyun kendi bacağından asılır” prensibiyle değil “Herkes bütüne karşı sorumludur” prensibiyle hareket ederek sorumluluğu kendi vicdanlarından alırlar.


Karşılıksız hizmet:


Ruhsal olarak olgunlaşmış varlıklar gerçekten doğal bir şekilde çevrelerindeki insanlara karşılıksız hizmet sunma eğilimindedirler. Aslında karşılıksız vermek bizim kendi doğamızın normal bir yansımasıdır. Çünkü sonsuz enerji kaynağı olan ruh varlığının bütün işi vermektir. Ve bizler ruhsal varlıklar olarak burada beden içerisinde yaşarken aslında maddeyi geliştiriyoruz. Makul ölçüde karşılıksız hizmet ruhsal gelişim açısından oldukça önemlidir.


İnsanları anlama çabası içinde olma:


Ruhsal bakımdan gelişmiş varlıklar anlaşılmayı beklemekten çok karşılarındaki insanları anlamaya çalışırlar. Bu anlayış merhamet duygusunu da beraberinde getirir. Tabii bir insanın karşısındaki insanı anlayabilmesi öncelikle kendi içinde olup bitenleri anlamasıyla başlar. Çünkü karşımızdaki insanı anlayabilmek için kendimizi onun yerine koymamız gerekir. Ama biz kendimizi karşımızdaki insanın yerine ancak kendi kapasitemiz oranında koyabiliriz. Ve elbette biz belli bir düzeydeyken daha üst bir düzeydeki insanı anlayabilmemiz mümkün değildir.


İçsel dünya üzerinde hakimiyet kurma:


Ruhsal gelişim yolunda ilerlemiş insanlar kendi iç dünyaları üzerinde oldukça güçlü bir kontrole sahiptirler. Duygularını ve zihinlerini eğitmek ve zihinlerindeki düşünceleri pozitife yönlendirme yönünde çaba harcarlar. Zihni eğitmek ve duygulara hakim olmak oldukça uzun vadeli çabalarla elde edilebilen şeylerdir. Bunun için sürekli kendini gözlemlemek ve kendi üzerinde bilinçli bir biçimde çalışmak gerekir. Zihnimiz sürekli olarak farklı etkenler tarafından bombardıman altındadır. Ayrıca bilinçaltında bulunan çeşitli yükler de bazen zihnimize hakim olmamızı zorlaştırır. Bu yüklerin temizlenmesi ve dönüştürülmesi ruhsal gelişim yolundaki önemli hedeflerden bir tanesidir. Kendimizi belli bir yönde ilerletebilmemiz için içsel dünyamız üzerinde hakimiyet kazanmamız gerekir. Eğer sürekli olarak duygular ve düşünceler tarafından oradan oraya çekiştiriliyorsak bu durumda her şey otomatik bir biçimde gerçekleşiyor demektir. Ve özellikle negatif duygular bizim üzerimizde kısıtlayıcı bir durum meydana getirirler.


Yaratıcılık:


Ruhsal bakımdan gelişmiş insanların ortak özellikleri içerisinde en önemlilerinden bir tanesi yaratıcılıktır. Yaratıcılık varlığımızın en önemli yeteneklerinden bir tanesidir. Yaratıcılık yalnızca sanat ya da herhangi bir alanda bir şeyler üretmek anlamına gelmez. Yaşamın her alanında yaratıcılığa ihtiyacımız vardır. Ruhsal bakımdan olgun insanlar yaşam alanları içerisinde sürekli bir yaratıcılık durumu sergilerler. Yaratıcı insanlar oldukça esnek bir düşünce yapısına sahiptirler ve seçenekleri daha fazladır.


İçsel bütünlük hali:


Ruhsal gelişim bakımından ilerlemiş insanlar kendi içlerinde tutarlı ve bütün bir yapı sergilerler. Kendi içimizde farklı yönlerimiz ve farklı benliklerimiz vardır. Ruhsal yolda ilerledikçe bu farklı benlikler birbirleriyle bütünleşir ve birbirleriyle uzlaşırlar.


İçsel bütünlük halini yakalamak ruhsal gelişimin en önemli göstergelerinden bir tanesidir. Bütünlük yani entegrasyon hali uzun vadeli bir süreçtir ve kendi üzerimizde kasıtlı olarak çalışmamızı gerektirir.


Tam anlamıyla bütün olmak için kendi üzerinde ciddi bir çalışma yapmak ve gerekli durumlarda yardım da almak gerekir. Çeşitli ruhsal terapi çalışmaları bu bütünlüğün sağlanması ve ilerletilmesi için oldukça yararlıdır. Kendi içimizde birbirleriyle çatışan ve birbirleriyle çelişen taraflarımız olduğu müddetçe hızlı bir biçimde ilerleyebilmemiz ve yaşantımızı verimli bir biçimde yaşayabilmemiz oldukça zordur.


Farkındalık


Buraya kadar anlattıklarımızla ruhsal gelişim kavramı hakkında genel bir fikir vermiş olduk. Ruhsal gelişim uzun vadeli ve bütünsel bir süreç. O yüzden ruhsal gelişim yolunda ilerlemek yalnızca günün belli saatlerinde yapılan belli pratiklerle değil günlük yaşamın her anında sürdürülmesi gereken çabalarla mümkündür. Eski zamanlarda insanlar ruhsal gelişim yolunda ilerlemek için manastırlara tekkelere kapanır ve yaşamlarının büyük bölümünü orada ibadete adanmış bir yaşamla geçirirlerdi. Ama bunlar yaşandı ve tamamlandı. Günümüzde artık yaşamdan kopuk bir şekilde kendi içimize kapanmak mümkün değil. Ve bu zaten verimli bir yol da değil. Çünkü tek başımıza olduğumuzda her şey kolaydır. Ama bu zamanda yapılması gereken ruhsallığın gündelik yaşam içerisinde yaşanmasıdır. Tabii ki belli zamanlarda biraz yalnız kalmak, düşünmek ve yaşamın dışına çıkarak dinlenmek yararlı olabilir. Ama yaşam içerisinde hatasıyla doğrusuyla yaşamak bizi daha fazla geliştirir. Aslında yararlanmayı bilirsek yaşam içerisinde ne kadar çok hata yaparsak o kadar çok şey öğreniriz. Bu, elbette bile bile kendimizi hatanın içerisine sokmak demek değildir. Ama gerçekten deneyimden korkmayan, hatadan korkmayan ama hatalarından ders almayı bilen insanlar daha hızlı bir gelişim kaydederler.


Kendi varlığımızı daha üst bir düzeye çıkarabilmek için kendi içimize bakmalı ve orada gerekli düzenlemeleri yapmamız gerekir. Bu da ancak “farkındalık” kazanmakla olabilecek bir şeydir. Bizler gündelik yaşam içerisinde kendi içimizde ve kendi bedenimizde olup bitenlerin çoğunu fark etmeyiz. Bu aslında doğal bir süreçtir çünkü belli bir anda ancak belli sayıda uyaranın farkında olabiliriz. Bir insanın belli bir anda farkında olabileceği şeylerin sayısı en fazla 9’dur. Uyaranlar bu sayının üzerine çıktığı andan itibaren bunların bir kısmını algılayamayız. İşte bu yüzden kendi içimize ait bir farkındalık kazanmak için dikkatimizi yönetmeyi öğrenmemiz gerekir. Eğer dikkatimizi yönetmeyi başarırsak o zaman istediğimiz şeyin farkında olabiliriz. Şimdi dilerseniz bununla ilgili basit bir uygulama yapalım.


Şimdi dik oturun ve gözleriniz açık vaziyette etrafınızda gördüklerinize dikkatle bakın. Hiçbir şeyi atlamadan karşınızda gördüğünüz cisimleri inceleyin ve onları görün…


Bunu yaparken şu an etrafınızdaki bazı seslerin farkında olmadığınızı fark edebilirsiniz. Şimdi etraftaki sesleri dinleyin... Ve şimdi sol ayağınızın yere basan tabanını hissedin…Ve ben söyleyinceye kadar ayağınızın farkında olmadığınızı fark etmiş olabilirsiniz… Şimdi içinizdeki çeşitli duygu halleri üzerine odaklanın. Bunu yaparken dilerseniz gözlerinizi kapatabilirsiniz… Ve şimdi gözleriniz kapalı vaziyette içinizde olup bitenleri izleyin… Zihninizden birbiri ardına geçen düşünceleri, içinizdeki duyguları ve her şeyi yalnızca olduğu gibi kabul edin ve sadece izleyin. Sadece onların farkında olmanın tadını çıkartın…


Zihniniz biraz sakinleştikçe zihninizdeki düşüncelerin nasıl ortaya çıkmaya başladığını gözlemleyebilirsiniz. Sanki denizin derinliklerinden yavaş yavaş yüzeye çıkan hava kabarcıkları gibi… Dipten yavaş yavaş çıkan ve yüzeye yaklaştıkça daha fazla görünür hale gelen hava kabarcıkları gibi… Bu belki zihninizdeki bir resim, belki bazı sözcükler ve belki de bazı hisler olabilir… Ve yavaş yavaş bu düşüncelerin içerisinde oyalanmaya devam ederken belki de zihninizde olup bitenlere bu şekilde tanıklık etmenin sizin için ilginç bir deneyim olabileceğini fark edebilirsiniz… Şimdi bir süre zihninizde olanları izleyin. Ve zaman zaman zihninizdeki düşünceleri açıkça izleyebildiğinizi bazen de onların içerisinde kaybolduğunuzu fark edebilirsiniz… Ve şimdi dikkatinizi nefesinize yönlendirin… Nefes alırken vücudunuzda oluşan hareketi izleyin… Ve derin bir nefes alarak şimdi yavaşça gözlerinizi açın…


Evet bu kısa deneyim size farkındalık ve dikkat hakkında küçük bir fikir verebilir. Gündelik yaşam içerisinde dikkatimiz otomatik bir biçimde sürekli farklı şeyler arasında gezinir. Ve genellikle kendi içimizde olup bitenlerin farkında olmayız. Elbette her şeyin farkında olmamız ve yaşamın her anında her şeyi bilinçli olarak kontrol etmemiz gerekmez. Bu zaten mümkün değildir. Çünkü bizim yaşantımızın çok büyük bir bölümü zaten bilinçaltının kontrolü altında sürüp gider. Ve bu, bizim işimizi kolaylaştıran bir şeydir aslında. Çünkü günlük yaşam içerisinde birçok eylemimizi yapmak için düşünmemiz ya da farkında olmamız gerekmez. Örneğin sabah kalkıp gündelik işlerinizi yaparken bunlar hakkında düşünmenize gerek yoktur. Ama bu noktada örneğin bu gündelik işleri yaparken bir taraftan içinizde ne gibi bir duygu halinin hakim olduğuna dikkat edebilirsiniz. Çünkü fazlaca alışkanlık kazandığımız ve otomatik olarak yaptığımız işleri yaparken zihnimiz farklı şeyler üzerinde düşünmeye devam eder. Örneğin bir taraftan kahvaltınızı hazırlarken diğer taraftan zihninizde biriyle kavga ediyor olabilirsiniz. İşte bu, farkında olunması gereken bir durumdur. Çünkü bu otomatik duygu ve düşünceler sizin büyük miktarda enerji kaybetmenize yol açabilir.


Peki o zaman kendimizin farkında olurken dikkatimizi özellikle nelere yönelteceğiz?


Ruhsal gelişim yolunda ilerlerken farkındalığı temel olarak iki yönlü olarak düşünebiliriz: Birincisi, içimizde düzeltilmesi gereken uyumsuzlukların ve gelişime engel olan unsurların tespit edilmesi.


İkincisi de içimizdeki olumlu kaynakların ve yeteneklerin tespit edilmesi ve bunları daha fazla geliştirmek için eyleme geçmektir.


Şimdi bu konuyu açarak genişletelim.


İlk olarak kendi içimizde düzeltilmesi gereken uyumsuzlukların ve gelişime engel olan unsurların farkındalığı üzerinde duralım. Kendi içimize bakarken ve orada neler olup bittiğinin farkında olmaya çalışırken ilk öğrenmemiz gereken şey dikkatimizi “nelere” odaklayacağımızı bilmektir. Çünkü kendi içimize baktığımızda her şey bizim için çok tanıdıktır. Ve bundan dolayı ilk bakışta düzeltilmesi gereken pek bir şey yok gibi gelir. Ayrıca bilinçaltı düzeyde bizi etkileyen ve tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz pek çok şey de orada durmaktadır. Bu karmaşa içerisinde eğer “nelere” “nasıl” dikkat edeceğimizi bilmezsek bu konuda hiçbir şey yapamayız. Bu, aynen araba kullanmayı öğrenmek gibi bir şeydir. Hiç araba görmemiş birini arabanın başına oturtursanız orada ne yapması gerektiğini bilmesi mümkün değildir. Böyle bir insan için vites kolu bir sopa, direksiyon bir tekerlek, göstergeler anlaşılmaz saatler, pedallar ise ne olduğu belli olmayan bir şeylerdir. Hele gelişmiş bir arabaysa oradaki çeşitli düğmeler yalnızca süs olarak algılanabilir. Ama kişi bu konuda biraz aşinalık kazanırsa ve oradaki aletlerin ne işe yaradığını öğrenirse o zaman yavaş yavaş dikkatini nereye odaklayacağını bilebilir ve böylece arabayı kullanabilir.


Bu yüzden kendimiz hakkında farkındalığımızı artırmaya çalışırken ilk yapmamız gereken şey nereye ya da nelere bakmamız, hangi düğmelere basmamız gerektiğini öğrenmektir. Ruhsal gelişim ve olgunlaşma yolunda ilerlerken nelere dikkat etmemiz gerektiğini söyleyen eski - yeni pek çok gelenekler ve sistemler mevcuttur. Günümüzde eski geleneklerin modernize edilmesi ve yeni psikolojik çalışmalarla harmanlanması sonucunda elde edilmiş çok kapsamlı ruhsal gelişim sistemleri mevcuttur. Bu sistemler bizlere kendi iç dünyamız hakkında kapsamlı haritalar sunarlar. Ve bu haritalarla ruhsal gelişim yolunda yönümüzü bulabilmemiz kolaylaşır. Elbette herkesin kendi ihtiyaçlarına uygun biçimde bu yollardan birisini seçmesi mümkündür.


Günümüzdeki kendini tanıma yolları arasında özellikle 4. Yol olarak bilinen ve büyük usta Gurdjieff tarafından çeşitli yolların sentezlenmesiyle oluşturulmuş sistem oldukça etkili yöntemleri içermektedir. Bizler de dernek olarak Gurdjieff’in çalışmalarından yararlandık. Ve bu sistemle ilgili konuları konferanslarımızda zaman zaman ele aldık.


Gurdjieff’in oluşturduğu sistem içerisinde en temel ve önemli araçlarından bir tanesi “kendini gözleme” ve “kendini hatırlama”dır. Kendi içimizde neler olup bittiğini öğrenmek ve iç dünyamızda, zihin dünyamızda bazı değişiklikler yapmak istiyorsak, öncelikle kendi içimizde neler olup bittiğini gözlemlememiz gerekir. Bu gözlemler sonucunda kendimiz hakkında ve kendi içimizde neler olup bittiği hakkında birtakım veriler birikmeye başlar. Ve işte ancak bundan sonra kendi içimizdeki uyumsuzlukları ve gelişimimize engel olan unsurları tespit etmeye başlayabiliriz.


Peki kendi içimizdeki uyumsuzlukları ve gelişimimize engel olan unsurları tespit ederken dikkatimizi nelere yönlendireceğiz. Bunları tam ve detaylı olarak ele almak bu yazının hacmini aşar. Ama yine de genel bir fikir vermesi bakımından birkaç başlığa değinelim:


Olumsuz Duygular


Ruhsal gelişim yolunda ilerlerken kendi içimizde dikkatimizi yönlendirmemiz gereken en önemli unsurlardan bir tanesi duygularımızdır. Sürekli olarak devam eden düşünce hayatımıza eşlik eden en önemli içsel unsur duygularımızdır. Duygular yaşamımızın ve eylemlerimizin ana enerji kaynağıdır. Eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız ve duygularınız eylemlerinizle paralel gitmiyorsa o zaman herhangi bir şey için motive olmanız söz konusu değildir.


Duygularımız yalnızca iki yönlü olarak çalışır. Yani kendinizi ya iyi ya da kötü hissedersiniz. Bunun ortası pek yoktur. Yani ya negatif ya da pozitif. Gündelik yaşam içerisinde genellikle duygularımızla özdeşleşmiş bir durumda yaşarız. Yani tüm iç halimiz, hatta tüm düşüncelerimiz duygularımızın rengiyle boyanmış durumdadır. Ve istisnasız olarak her düşünce yani zihnimizdeki her imge, her sözcük, her ses bir duyguyla bağlantılıdır. Bilinç alanınızda deneyimlediğiniz yani duyularınızla algıladığınız ya da zihninizde oluşturduğunuz her şey içinizde belli bir duygu meydana getirir. Ve her şey hoşlanma ya da hoşlanmama, sevme ya da nefret etme, sevinç ya da üzüntü, cesaret ya da korku arasında gidip gelir.


İçimizde hissettiğimiz duygular herhangi bir alandaki performansımızın iyi ya da kötü olmasını belirler.


Duygularımızın çoğu yani belli şeylerle karşılaştığımızda hissettiğimiz belli duygular küçük yaşlarda öğrenilmiştir. Ve hepsi de otomatik olarak çalışır. Eğer duygularımıza hakim olmak istiyorsak öncelikle onları gözlemlemeyi öğrenmemiz gerekir. Ve tabii ki onları gözlemledikten sonra negatif duygular üzerinde çalışmak gerekir. Bu elbette kısa vadeli bir süreç değildir. Çünkü duygularımız düşüncelerimize oranla çok hızlı çalışır ve onları her zaman yakalayamayız. Ama ruhsal gelişim yolunda tüm duygulardan olumlu yönde yararlanmamız mümkündür. Eğer kendi içinizde olumsuz duygulara karşı bir alarm mekanizması kurarsanız duygularınızı çok iyi birer gösterge olarak kullanabilirsiniz. Burada şu basit ilkeden hareket etmeniz yolunuzu çok kısaltabilir: İçinizde herhangi bir rahatsızlık ya da negatif duyguya yol açan her durum, üzerinde çalışmanız gereken bir durumdur. Bunu söylerken elbette sizin için gerçek tehlike içeren durumları hariç tutuyorum. Gerçek anlamda hayati bir tehlikeyle yüzyüze kaldığınız durumlar kesinlikle kendinizi kötü hissetmeniz gereken durumlardır. Bu durumda hissedeceğiniz bir korku ya da endişe çok normaldir ve son derece sağlıklıdır. Ve böyle bir tehlike durumunda hissedeceğiniz korku sizin hayatınızı kurtarabilir. Ama yaşam içerisinde hiçbir tehlike yokken hissettiğiniz korku ya da endişe duyguları kesinlikle üzerinde çalışmanız ve dönüştürmeniz gereken duygulardır. Elbette yalnızca farkında olarak duygularınızı bir anda değiştiremezsiniz. Ama değiştirmeye kalkışmadan önce duyguları fark etmeyi öğrenmeniz gerekir. Eğer duygularınızla ilgili iyi bir farkındalık durumunu yakalayabilirseniz bir süre sonra onları değiştirmenin yollarını da bulabilirsiniz. Öfke, üzüntü, kırgınlık, kin, nefret, kıskançlık, kibir, aşağılık vb. gibi negatif duygular fark edilmeli ve kendi üzerinde çalışmak isteyen kişi bunları kabullenmelidir.


Elbette bazı duyguları değiştirebilmek için bu konuda uzman birinden yardım almanız gerekebilir. Çünkü bazı olumsuz duygular bilinçdışının derinliklerinde bazı köklere sahiptir. Hatta bazı negatif duygularımız geçmiş yaşamlarımızdan bile kaynaklanabilir. Bu durumda bu tip duygu alışkanlıklarını değiştirmek için yardıma ihtiyacımız vardır.


Ama ilk başlangıçta en azından duygularla “özdeşleşmemeyi” öğrenirsek o zaman belli oranda duygularımızı kontrol altına almaya başlayabiliriz. Çünkü gündelik yaşam içerisinde her duygu haliyle özdeşleşmiş ve bir olmuş bir durumdayızdır. Pozitif duygularla özdeşleşmenin genellikle pek bir sakıncası yoktur. Ama negatif duygularla özdeşleşmek bizi önemli ölçüde kısıtlayan bir durumdur. Bu nasıl olabilir? Yani duygularla bir olmamayı nasıl başarabiliriz? Diye bir soru aklınıza gelebilir. Duygularınıza dışarıdan bakmayı becerebilirseniz eğer o zaman aslında kendi bilincinizin duygulardan ayrı olduğunu ve duyguların sizin için birer “nesne” olduğunu fark edebilirsiniz. Eğer duygularınızı hissedebiliyorsanız o zaman siz duygularınız değilsiniz demektir. Duygularınıza böyle dışarıdan bakmayı öğrendiğinizde onları durduramasanız bile en azından onlarla özdeşleşmemeyi ya da onların sizi tamamen kontrol altına almasını engelleyebilirsiniz.


Olumsuz Düşünceler


Günlük yaşam içerisinde zihnimiz aralıksız olarak bir şeyler üretir. Zihnimizde bitip tükenmeyen ve hiç durmayan bir düşünce faaliyeti vardır. Zihnimiz genellikle rastgele ve otomatik bir biçimde oradan oraya zıplayıp durur. Ve genelde zihnimizdeki düşüncelerin farkında olmayız. Ve elbette duygularımız gibi düşüncelerimiz de negatif yönlere kayabilir. Yani olumsuz ve yıkıcı imgeler zihnimize hakim olabilir.


Ruhsal gelişim yolunda ilerlemek için dikkat etmemiz en önemli şeylerden biri düşüncelerimiz ile ilgili bir farkındalık kazanmaktır. Eğer bu konuda yeterli farkındalığa ulaşır ve bazı zihinsel egzersizleri yaparsak o zaman zihnimizde gelişimimize engel olan düşünceleri kontrol altına almaya ve onları daha olumlu, daha yaratıcı ve daha verimli bir duruma doğru yönlendirmemiz mümkün olabilir.


Özdeşleşmeler


Tüm ruhsal gelişim yollarının istisnasız olarak vurguladığı en önemli konulardan biri de özdeşleşmedir. Günlük yaşam içerisinde ister istemez çeşitli rollere bürünmek ve yaşamın çeşitli gereklerine göre belli işler ya da uğraşlarla özdeşleşmek zorunda kalırız. İşte kendi içimizde farkında olmamız gereken en önemli şeylerden biri de özdeşleşmelerimizdir. Çünkü özdeşleştiğimiz şeyler bizim öz varlığımızı perdeler ve ruhsal yönde gelişimimize engel olur. Özdeşleşmelerin farkına varıp onlardan sıyrıldıkça daha fazla kendimiz olmaya ve kendi içimizdeki gerçek yetenekleri daha fazla açığa çıkarabiliriz.


Gölge


Gölge kavramı ilk kez psikiyatrinin babalarından Carl Gustav Jung tarafından ortaya atılmıştır. Jung’un bu kavramla anlatmak istediği şey aslında kendi içimizde, bilinçaltımızda var olan ancak asla kendimize konduramadığımız bazı olumsuz özelliklerdir. Gölgeyi tespit etmenin en kolay yolu en nefret ettiğiniz kişi ya da kişilik özelliklerini tespit etmektir. Kendi içinizde asla olmasını istemediğiniz ve bundan kaçınmak için büyük bir çaba harcadığınız şeyler gölgeyi oluşturur. Bu oldukça detaylı bir konu olduğu için şimdilik bu konuyla ilgili daha fazla açıklama yapmayacağım. Ama bununla ilgili olarak özellikle sizi fazlaca rahatsız eden kişi ve kişilik özelliklerini tespit edip bunun sizi neden bu kadar rahatsız ettiği konusunda düşünebilirsiniz. Bu konudaki en önemli adım içimizdeki negatifliklerin öncelikle olduğu gibi kabul edilmesidir.


İçimizde Farkında Olmadığımız Olumlu Yanlar


Buraya kadar kendi içimizde farkına varmamız gereken bazı olumsuz yanlar üzerinde durduk. Şimdi biraz da olumlu özelliklerin fark edilmesinden söz edelim.


Hepimizin içinde şu an tam olarak farkında olmadığımız ya da göremediğimiz pek çok yetenekler ve uygun bir çabayla geliştirilebilecek pek çok özellikler mevcuttur. Hiçbirimiz şu an dünya üzerindeki ilk hayatımızı yaşamıyoruz. Bundan önce yeryüzünde defalarca bedenlendik ve bu hayatlarımız içerisinde pek çok tecrübeler yaşadık. Bunları tam olarak hatırlayamasak da bütün bu tecrübelere ait izler bizim bilinç alanımızın derinliklerinde her zaman duruyor. Ayrıca hepimiz kolektif bir bilinç alanı içerisinde yaşıyoruz. Bu alan içerisinde tüm insanlığın bugüne kadar yaşamış olduğu tüm deneyimlere ait izler mevcut ve orada çok büyük bir bilgi birikimi var.


İçimizdeki yetenekler ve kaynaklarla temas kurabilmemizi engelleyen en önemli faktörlerden bir tanesi sınırlayıcı inançlarımızdır. Hepimizin bilinçaltında genellemelere dayalı pek çok sınırlayıcı inanç mevcuttur. Bu inançlar bizim yeteneklerimizin üzerinde bir perde oluşturur ve böylece kendi içimizde her zaman duran bazı kaynakların farkında olamayız.


Kaybettiğiniz bir eşyayı ararken bu eşya gözünüzün önünde olmasına ve durduğu yere defalarca bakmanıza rağmen göremediğiniz zamanlar olmuştur. Aynen buna benzer bir biçimde kendi içimizde her zaman orada durmasına rağmen göremediğimiz çeşitli yetenekler ve kaynaklar vardır. Bunları görmeye başladığımız andan itibaren bizim için var olmaya başlarlar ve ancak bundan sonra onlardan yararlanmaya başlayabiliriz.


Ruhsal gelişim yolunda ilerlerken kendi içimizdeki bazı olumsuz özelliklerle mücadele etmek kadar kendi içimizdeki olumlu niteliklerin farkına varmak da çok önemlidir. Hatta belki de olumsuz özellikleri fark etmekten daha bile önemlidir. Çünkü kendi içimizdeki pozitif yanları güçlendirdikçe negatiflikler kendiliğinden yok olup giderler. Ve aslına bakarsanız bizim içimizde kötü ya da yararsız hiçbir şey yoktur. Her şey olması gereken yerde çalıştığı sürece hepsi yararlıdır.


İşte size kendi içinizde farkına varabileceğiniz olumlu özelliklerden birkaçı:


Hepimiz eşsiziz ve her birimizden yalnızca bir tane var.


Hepimiz herhangi bir konuda çaba gösterdiğimiz sürece gelişmeye devam edebiliriz.


Hepimiz duyu organlarımız ve beynimiz çalıştığı sürece yeni şeyler öğrenmeye devam edebiliriz.


Hepimiz çok yaratıcıyız. Beynimiz gün boyu binlerce düşünce üretiyor.


Hepimiz aynı evrenin çocuklarıyız.


Hepimiz sonsuzluğun bir parçasıyız ve sonsuz bir potansiyele sahibiz.


Hepimiz içine doğduğumuz zaman diliminde bundan önceki tüm gelişmelerden yararlanabilme imkanına sahibiz.


Hepimiz kolektif bilinç alanına girme ve oradan bilgi alabilme yeteneğine sahibiz.


Hepimiz kendi içimizde olanları görebilme ve onları istediğimiz gibi değiştirme yetisine sahibiz.


Hepimiz bir iradeye ve seçme özgürlüğüne sahibiz.


Hepimiz şu anda yaratılışa katkıda bulunuyoruz.


Hepimiz sevmeyi başarabiliriz.


Güneş tüm canlılara olduğu gibi bize de hayat veriyor.


Şu anki halimiz evrenin şimdiye kadarki evriminin bir sonucu.


Hepimiz karşılıksız verme potansiyeline sahibiz.


Hepimiz zihnimizi istediğimiz doğrultuda programlayabiliriz.


Hepimiz isteyebilir ve istediğimiz şeyleri yaratabiliriz.


Hepimiz güzelliği görebilir, takdir edebilir ve güzel şeyler yaratabiliriz.


Hepimiz sonsuz bir himaye ve yardım altında yaşamımızı sürdürüyoruz.


Evet bu böyle, çünkü hepimiz birer RUH varlığıyız.


1987 yılında DEÜ Devlet Konservatuvarından mezun oldu. Ruhsal konulara olan ilgisi nedeniyle felsefi konularda araştırmalara başladı. 1990 yılında İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı ve 1993 - 2013 yılları arasında derneğin başkanlık görevini üstlendi. Ruhsallık, insan bilinci, yaratıcılık, ruhsal gelişim vb. konularda birçok kitabın editörlüğünü yaptı, makaleler yazdı, konferanslar, seminerler verdi. 2011 yılında Tülin Etyemez ile birlikte Unicorn Dönüşümsel Çalışmalar isimli bir eğitim merkezi kurdu. Halen İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda sanatçı olarak çalışmaya devam eden M. Reşat Güner, çeşitli konularda verdiği konferanslar, seminerler, eğitimler ve atölye çalışmalarının yanısıra BEN TV’de yayınlanan Bilinç Atlası programını da sürdürmektedir


kaynak

Devamını Oku »

21 Kasım 2014 Cuma

Ruh halinizi değiştirmeniz gerekirse

Eğer ruh halinizi hızlı bir şekilde değiştirmek istiyorsanız uygulayabileceğiniz çok basit bir teknik paylaşacağım sizlerle.. 

Önce mutlaka elinizi hatta mümkünse yüzünüzü yıkayın. Su elementi hem temizlik hem akış hem de duygusal arınma sağlar. 

Sonra dilinizi ve ağzınızı gevşetin. Özellikle dilinizi çok serbest bırakın, çenenizdeki kasılmaları rahatlatın. İnsan gerildiği zaman ilk dili ve çenesi kasılır. Eğer bu bölgeyi rahatlatırsanız vücudunuz da rahatlar.

Sonra burnunuzdan derin bir nefes alın ve ağzınızdan biraz hızlı bir şekilde verin. Yani nefesi yavaş alıp biraz daha hızlıca verin. Bunu 3-4 kere tekrar edin. 

Arkasından içininizden bir kaç kere ” Herşey yolunda ve ben her açıdan destekleniyorum” olumlamasını tekrar edin.  

Sonrasında bir bardak su içmenizi öneririm. 

Özetle; Elleriniz ve yüzünü yıka, ağzını gevşet, bir kaç derin nefes al ve kısa bir olumlama yap formülü çoğu zaman ruh halinizin çok daha olumlu bir noktaya gelmesine yardım edecektir. 

İhtiyacı olanların almasını ve faydalanmasını seçiyorum. 

Sevgilerimle

Berna Özcan Demir 

Alıntıdır

Devamını Oku »

19 Kasım 2014 Çarşamba

Evlilik Üzerine...

Evlilik ilk ne zaman icat edildi bilmiyoruz. Büyük olasılıkla iyi niyetlerle çıkılmıştır yola. Mesela erkeğin parasal olarak daha güçlü olduğu zamanlarda boşanmanın kadını mağdur etmesini engellemek amaçlanmıştır belki de ilk akitte. Ancak daha sonra para aynı zamanda kadının ezilse de susmak zorunluluğu getiren tek taraflı bir güç aracına dönüşmemiş midir? Bu durum "çalışan ve para kazanarak ekonomik özgürlük ve ezici güç kadın" yaratmamış mıdır?

Belki de tek eşlilik böylece temiz ve saf enerjilerle birlikteliğin sürdürülmesi planlanmıştı ilk başta. Sonrasında eşlerden birinin, toplum önünde daha büyük güce sahip olanın bu konuyu "sana sadık olmam bile bir lütuf daha ne istiyorsun" şeklinde kullandığı ya da aldatan kadınsa erkeğin onu dımdızlak ortada bırakıp bir de çocuklarını da elinden alıp acı çektirerek bir diğerini yönetme aracına dönüşmemiş midir? Bu durum erkek egemen toplumun ilk dönemlerinde kadınlara ait olan fahişelik mesleğinde erkeklerin de etkinleşmesine, kadınların adeta erkekleşmesine yol açmamış mıdır?

Elbette başka bir sürü iyi niyetli amaçla planlanmış olsa da evlilik, zamanla beşeri tekamül yolu olan düalitenin dayatmasıyla mutlaka tam da asıl amacın zıddı bir yol ortaya çıkmamış mıdır?

Bütün bu olanlara rağmen evliliklerini sevgi ve saygıyla sürdürenler yok demiyorum. O insanların varlığı evliliği ille de kağıt üzerinde bir anlaşma halinde tutmak için gerekçe değildir. Kağıtlar ve yazılı anlaşmalar olmasa da yürekten yapılan akitler kalıcı olmuşlardır ve biz zaman alanı içinde akitlerin geçerli olmasını sağlayacak olan zaman bölgesine doğru doğru ilerliyoruz diyorum!


Uzun zamandan bu yana diğerine oranla güçlü olan tarafın daha az güçlü olan tarafı yüz üstü bırakmasını engellemek adına devam ettirilen nikah akdiyle evlilik sistemine sonsuz teşekkürler.

Ne yazık ki insan eliyle ortaya konmuş bütün sistemler gibi bu sistem de zaman içinde kendi açıklarını ortaya koymuş ve asıl amacın tam zıddı enerjilerin de sistem içinde etkili olmasını engelleyememiştir. Bütün bu güç çatşımaları bizlere bir şeyler öğretmiştir, hepsine sonsuz teşekkürler.

Güçlü olanın gücünü diğeri üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanmasını ilk başlatan insanı şimdi diğerlerinin bu tür davranışlarında görüyorum ve varlığını onurlandırıyorum. Onu hala zihnimde ve anılarımda aynen ilk günkü canlılığında ve üstüne eklenen sayısız hikayenin anıları, acı çemberleri ve duygusal kapanları ile birlikte taşıdığım için özür diliyorum. Verdiği bütün bilgilere teşekkür ediyorum, onu seviyorum.

Nikah akdi ile birlikteliği ve olası ayrılık sonrası geleceği garanti altına almaya % 100 EVET, nikah akdi ile birlikteliği ve olası ayrılık sonrası geleceği garanti altına almaya izinliyim ve BEN gönül bağlarının sürdürdüğü birlikteliklerin var OL'duğu bir dünyada yaşamayı seçiyorum 


Evlilik konusunu zorunlu hale getiren bana ve atalrımıza ait bütün deneyimleri, sabit fikirleri, inanç kalıplarını, mitsel ve arketipsel kalıntıları, gizli ve açık gündemleri, başından bu yana bütün temel ve ara programları görüyorum, varlıklarını onurlandııryorum, her birine yüreğimde ayrı ayrı birer yer veriyorum ve ölelrinde saygı ile eğiliyorum. Şimdi ve burada her birini tek tek İlahi Kaynak'tan gelen ve kalpten akan sevgi ve zihinden akan ışıkla yıkayarak yaratılmamış hale getirmeyi seçiyorum taa ki bu AN'dan başlayarak isteyen yazılı isteyen sözlü anlaşmalarla ama mutlaka kalpten geldiği için hayatlarını paylaşabilsinler.


kaynak

Devamını Oku »

17 Kasım 2014 Pazartesi

QUANTUM – TOUCH SERTİFİKALI EĞİTİM SEMİNERİ

https://www.facebook.com/evrenseldonusum


Kaynak

Devamını Oku »

15 Kasım 2014 Cumartesi

Yaratıcı Düşünceyi Neler Engelliyor?

Gerçekte bu. göründüğü kadar önemli değildir. Hakkında konuşulan sürecin bağlantılarını yapmak sadece saniyeler alır. Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde gerçekleşebilir. Tabii doğru ruh halindeyseniz ve dikkatinizi doğru birikim üzerine yoğunlaştırmışsanız… Bu sebeple keşif kabiliyeti daha çok sahip olduğunuz zamanın niteliğiyle ilgilidir. Zihninizdeki özgürlük size buluşçuluk olarak döner.

Bu, kişinin beyin fırtınası seansı için ölüm öpücüğüdür. Keşif, sıra dışı görüşleri ve belki de bazı şekillerde farklı olmayı doğurur. Farklılıklar başkaları tarafından tuhaf ve tehdit edici görülebilir. Tuhaf, aptal ve hatta sadece farklı görülme korkusu buluşçuluğu katleder.

Eğer buluşçu birşeyler yapıyorsanız; âşinâ olunanın, kendinizin ve belki de diğer insanların sınırlarının ötesine gidiyorsunuz. Bazen bu gerçekleştiğinde onların görüşleri, hareketleri ya da buluşları farklı olduğu için in¬sanlar korkarlar. Her nasılsa bir şekilde yanılmış olmayı düşünürler. Kendinizden emin olmadığınız zamanlarda farklılık size çok riskli şeymiş gibi gelebilir. Bu tehlikeye dikkat edin.

Bu çok güçlü bir baskı mekanizması olabilir. Yeni bir bağlantı kuruyorsanız onunla ilgili kalıtsal bir doğru ya da yanlış yoktur. Bu yüzden başarısızlığın sadece iki anlamı olabilir:

– İş istediğiniz ya da ümit ettiğiniz gibi gitmedi.
– Birisi sizden veya işinizden hoşlanmadı.

Kâşiflik dahilerin tekelinde bir şey değildir. Hatta buluşçu olmak için özel bir uzmanlığa ihtiyaç yok. Kâşifliğin meyveleri tamamen gündelik hayatta gösterilebilir. Yeter ki istensin!

Buluşçu olmak için yeteneğinizden şüphelendiğiniz herhangi bir zamanda her gece 5 kere kendinize şunu hatırlatın: Yazdığınız, yönettiğiniz, oynadığınız ve seyrettiğiniz; kısacası bütün duygularınızı kapsayan; zamanı ve mekanı değiştirebilen ve bittikten uzun süre sonra dahi etkisini koruyabilen tamamen yeni bir rüya meydana getiriyorsunuz. Bu sergi öylesi¬ne kolay gerçekleşir ki, birçok insan onun kaşiflik olduğunu fark etmez bile!


Kaynak

Devamını Oku »

13 Kasım 2014 Perşembe

Bir Kadın Dünyayı Değiştirebilir!

İşte Lucy’nin Hikayesi


Australopithecus Afarensis’ten Beyaz Perdeye, Bir Luc Besson Eseri


O teknolojinin anahtarı… Yıl 1974 Paleontologlar Etyopya’da kazı yapıyorlar. Birden hiç ummadıkları muhteşem bir güzellikte bir kadın onları selamlıyor. Fonda Beatles’ın “Lucy In The Sky With Diamonds” şarkısı çalıyor. Dört milyon yıl yaşındaki Lucy, geceye ve tüm insanlık evrim sürecine damgasını vuruyor. İşte gerçekle kurgunun birbirine karıştığı bir an daha başlıyor.


Lucy, 1974 yılında bir paleontolog* ekibinin Doğu Afrika’da Etyopya’nın Hadar bölgesinde bulunan yaklaşık dört milyon yıl yaşındaki 105 cm. boyundaki Australopithecus afarensis fosilidir. [1] Ekip Amerikalı ve Fransız paleontologlardan oluşur. Ne tesadüf (!) ki yıl 2014 ve Fransız Yönetmen Luc Besson, Amerikan Fransız yapımı Lucy filmini vizyona koyar. Aradan geçen 40 yıl pek birşey değiştirmemiş gibidir.


Kazı ekibinin, tüm insalık evrim sürecini değiştirecek olan bu genç (!) kadınla ilgili kutlama yemeğinde, Beatles’ın “Lucy In The Sky With Diamonds” ** parçası çalar. İşte kahramanımızın ismi de o yemekte konur. LUCY [2]


Müzik, antropoloji ve insan olmanın gizemi ile dolu bir gece... Tüm bu romantizme rağmen Lucy’nin hikayesi pek de keyifli değildir. 


Lucy, yetişkin yaşta ölmüş bir dişinin hemen hemen eksiksiz iskelet kemiklerinin fosilidir. Havayla teması aniden kesildiği için kusursuz olarak korunmuştur. Tıpkı elmasın içine saklanmış bilgiler gibi, önümüzde durmaktadır. Havayla temasının aniden kesilmesi trajik bir hikayedir. Bununla birlikte o trajedi olmasaydı, bugün ellerin beyin gelişimine etkisine ilişkin bilgimiz eksik kalacaktı. O nedenle teşekkürler Lucy...


Düşünüyorum da ben Lucy olsaydım ne hissederdim? Tüm insanlık sürecine ait bilgileri değiştirmek için ölmek kutsal bir görev olsa gerek. Peki, bu anlamda Lucy’i bu kadar önemli yapan neydi? Australopithekler ***(en mükemmel örneği Lucy’dir.), dik durmaya başlamış ve iki ayak üzerinde yürümeyi başarmışlardır. [3] Durduk yere niye göğe doğru ellerini uzatır ki insan? Lucy, Tanrı ve Musa’nın birbirine uzanan işaret parmağı gibi, göğe uzanır. Belki de parmaklarını yani ellerini fark ettiği en özel an budur. Acaba Lucy’de pek çok mit ve inanışta özel olan işaret parmağını mı uzatmıştı göğe? Lucy ile konuşmak isterdim. Elleri ile birşeyler üretebildiğinde ilk ne yapmıştı? Ya da ne yapmak istemişti? İnsan sayılmaya başlayan tür iki ayakları üzerinde duran ve ellerini kullanmaya başlayan türdür. Yani ne zaman ki dünyanın toprağından, gözyüzünün mavisine başımızı uzattık, işte o zaman insan olmaya başladık.


İnsanın ayağa kalkması aslında antropolojide tanımlandığı şekilde ön ayaklarının yani ellerinin boşa çıkmasıdır. Boşa çıkan eller, üretim ve yaratım ile evrimsel sıçramayı sağlar. Çünkü insan, artık teknoloji üretir. Bu teknolojinin ilk eserleri, görece ilkel (çanak, çömlek, balta...) olsalar da, insanlık tarihi artık ellerin ve beynin egemen olduğu bu yeni baskın türle hızla teknoloji üretir ve dünyayı değiştirecek potansiyelinin farkına varır. İnsan beyin ve elden ibaretttir. Düşündüklerimiz üretime, ürettiklerimiz düşüncelere dönüştükçe, sonsuz potansiyele açılan kapıdır. Lucy atamız olarak genlerimizde. Biz ne için göğe başımızı kaldırıyorsak Lucy de onun için ellerini göğe uzatmıştır belki...


Luc Besson, filminde değişim sürecini Lucy’nin vücuduna yerleştirilen sentetik uyuşturucunun aktive olması ile betimler ve ilk belirtisi de gözlerde ortaya çıkar. Kaleydoskop Gözlü Kızın yani Lucy’nin gözleri bir anda renkten renge biçimden biçime geçerek, kaleydoskop etkisi gösterir. Tıpkı Beatles’ın yıllar önce şarkısında söylediği gibi “Biri seni arıyor, usulca cevap veriyorsun, Kaleydoskop gözlü bir kız, Lucy gökyüzünde elmaslarla beraber…”


Gözlerin, kaleydoskop gibi ışığa baktığında sonsuz şekiller, renkler ve formlar yaratabiliyorsa, sen de bu evrim zincirinde üstlerde bir yerlerdesin. Lucy elmasların içinde bir kaleydoskopla seni, beni, hepimizi izliyor.


Luc Besson, izleyicinin her bilinç seviyesine göre anlayıp yorumlayabileceği bir eseri ortaya koyuyor. İster iyi bir aksiyon filmi gibi izleyin, isterseniz aydınlanma yolculuğunda bir rehber... 


Fiziksel evrimin ruhsal tekamül ile desteklendiği, çağımıza dair bir film, Lucy. Beynimizin % kaçını kullandığımız ya da kullanabileceğimiz konusundaki görüşler tartışmalı olsa da, kalp ile beslenen ve emri sevgiden alan tüm düşünceler dünyaya hükmedecek güçtedir ve o günler yakındır.


Lucy şimdi elmasların dünyasından bizi izliyor. Sizde hayata yeniden bakmak için elinize bir kaleydoskop alın, ne dersiniz? Belki Lucy size gülümser ?


Dipnotlar:


*Fosilleri veri olarak kullanarak dünyada yaşamın tarihini yazmak amacını taşıyan bilim dalıdır.


** Beatles - Lucy In The Sky With Diamonds: http://www.youtube.com/watch?v=rGFlkcnZRFI


*** Australopithecus (Australopitekus), yaklaşık 4 milyon yıl önceden 1 milyon yıl önceye kadar Afrika´da yaşamış insana benzer canlılara verilen türün ismi. Australopithekler bilinen en eski hominid fosilleridir.


Kaynaklar:


[1]Bilim ve Buluşlar Tarihi, Isac Asimov, İmge kitabevi, sayfa-676 


[2]İnsanlık Tarihi, Alaeddin Şenel, İmge kitabevi,sayfa-76


[3] Mary Leakey et al.: Fossil hominids from the Laetolil Beds. In: Nature, Band 262, 1976, S. 460–466

Okunma 713 defa Son Düzenlenme Perşembe, 18 Eylül 2014 20:27

Ne onunla ne de onsuz olamadığı İstanbul'da dünyaya "Merhaba!" dedi. Yoğun iş ve şehir temposundan bunaldığında sevdikleriyle suyun altına ya da doğaya çıkarak, İstanbul’da yaşamaya devam ediyor.


Deniz, sanat, internet, sosyal medya, edebiyat ve fotoğraf hayatındaki büyük eğlenceler arasında.
Antropolog olmaya karar verdiği günden beri bu yolda hızla ilerledi. Edindiği bilgileri iş dünyasında, danışmanlık yaptığı ya da çalıştığı şirketlerde hayata geçirdi. Yürüttüğü tüm projeleri insan temelinde
yükseltti.


Bunca koşturmaca sırasında yazıları çeşitli dergilerde yayımlandı. Üniversitede yıllarında üniversite
dergisinin koordinatörlüğünü ve yazarlığını yaptı. Karma fotoğraf sergilerinde fotoğrafları sergilendi. Tarih ve antropoloji üzerine araştırma gruplarında çalıştı. Yazı yazmaya, kalemi kontrol etmeyi bıraktığı gün başladı.


Yolunda ilerlerken, bilgi edinmek ve paylaşmak en büyük zevkleri arasında. Bu yüzden, bir internet
çılgını olarak iş yaşamında var olmaya devam ederken, yolun bütünündeki bilgileri de paylaşmaya
devam ediyor.


kaynak

Devamını Oku »

Etiketler

acı affetme Affetmek aile akıl Alglamada Anlatm Aramak ARINMA Aroma Astroloji Astrolojik Aynalar Bahar başkaları Bayram beden Beden dili Bedensiz BEREKET beyin Beyinde Beyni Beynin Beyniniz bilgi bilim bilimsel bilinci Bilincine bilinçaltı Bilmek birey Bitkisel bolluk BOLUK Burak cümle çekim dalga damla Davet Deerlerimizin degerli Deniz Depresyonun DERSLER Detoks Dikkat Dilek Disgrafi Disleksi düşünce Egoist egzersiz EGZERSZ ekmek eleştiri. öfke emsimizi enerji Enerjilerinin Epifiz Eruhunuzu evlilik evren fayda FAYDALANMAK FAYDALARI Felsefe fizik fiziksel Fregoli frekans garip GCJoseph Gcyle geçmiş Gelecek geliim gerçek GERDE gerilim Gidecek Gizemli gizli güven güzel harika Hasta hastalık Hastalklar Hayal Hayallerinizin hayat Hayata HAYIRLI Hikaye Hiperaktivite Hipnozu hissederim Holografik Hologram Hoşgörü hoşgörüsüzlük huzur huzurlu Illuminati ilâc ileti İletişim inanç insan insanlar Kabala Kadim kaos Karanlk kavga kelime Kelimeler Klasik korku Korkular KORUMA Korunma Kristaller kuantum Kuantum Fiziği kurallar Kyamet liste LKLERMZ madde Makbul MEKTUP Melek Merak Mevlana Mevlanann Mezar Mftolunun Moloküler mucize Mucizeleri MUTSUZ NAMASTE Nazar Nefret neşe Niyet ODAKLANMA Okuma Okyanus olacaksn olumlama olumlamas olumlu olumsuz para paralel Paranormal Patolojik Peeling Peinden pozitif POZTF Pratik PRATK PROGRAMLAMA Psikoloji psikolojik Quantum Düşünce Rahat RAHATSIZLIIMIZ refah Reformist Romantik ruh Ruhsal sağlık Sanat seniz sevgi sıkıntı sistem Sonsuz sorumsuzluk sorun sorunlar Stres Sufizm suyun şifa şükretme tabiat tedavi Tehlikeli teori Terapi tesadüf toplum Uymasn üzüntü zaman Zarar zeka zellikleri zenginlik zerine zihinsel