Onu yıllarca aradınız durdunuz… Belki O’dur diye nice O sandığınıza sarıldınız… Geceler boyu gökyüzüne bakıp “Ben burada yalnız başıma bu güzelim dolunayı izlerken, acaba benimle birlikte aynı anda oraya bakıyor mudur o” sorusunu yüreğinizde hissettiniz… Hatta kutsal mekanlara mumlar bile diktiniz… Ve günlerden bir gün onunla karşılaştınız… Belki davullar çaldığını hissetmediniz hani sanki hep olacağını düşündüğünüz şekilde, ama bir anda yanınızda beliriverdi o, hem de tam da ümidinizi kaybettiğiniz anda… Birlikte yürümeye devam ettiniz hayat yolculuğuna… Arada birbirinize bakıp gülücükler atıyor, durup durup sarılıyor ve yaşamı paylaştığınızı hissediyordunuz… Bu çok güzel bir duyguydu… Ve derken bir zaman geldi… Artık yolculuğunuzu birlikte sürdüremeyeceğinizi hissettiniz… Artık saatler vedalaşmayı gösteriyordu…
Ne Diyon Sen Be!
“Şurada hülyalı hülyalı dalmış gitmiştik be adam! Getirdin ayrılığı soktun. “Eş”ruhumuzu daha değil bulmak, kokusunu bile alamadık; sen gelmişsin ayrılık diyorsun. Yazacak başka bir şey bulamadın mı!” ya da “Adamı bulacağız diye çatladık zaten, ne ayrılığı kardeş? Hem niye ayrılmak zorunda olayım ki ben tosunumdan! Ağzından yel alsın…” ya da “Eee hani “eş”ruh diğerlerinden farklıydı, herkes gibi olmuyordu? Nasıl yani?”… Bu yazıyı yazacağımı söylediğimde aldığım tepkiler üç aşağı beş yukarı böyleydi ve bunlar çok da şaşırtıcı değildi hani. Bana da bu şekilde gelse “gel çök yanıma da anlat ayrılığı gari” demezdim herhalde. Ama bununla birlikte evrende kabullenmemiz gereken bir gerçek de vardır ki her başlangıcın bir de sonu vardır…
İyi Tamam da Şart mı?
Alkışlamak için iki elimizi birbirine vururuz, o sesin çıkması için o vuruş anındaki kavuşma ve sonrasındaki ayrılış gereklidir. Yoksa tek bir şak! sesi çıkar ve gerisi gelmez, bunun da adı alkışlamak olmaz. Yaşam da alkışlamaya benzer, sesin çıkması için buluşmalar ve ayrılışlar olur. En temelinde doğarız ve sonunda da ölürüz. Başlar ve biter, biter ve başlar… Bu durumu yaşamınızda var olan her şeye uyarlayabilirsiniz.
Konu “eş”ruh olmaya gelince, ayrılmanın anlamı illa fiziksel ayrılış da olmayabilir. Öyle bir yaşam sürersiniz ki 20 yaşında tanışırsınız 100 yaşında öldüğünüzde ayrılırsınız. Evet “ölüm bizi ayırana kadar” senaryosu da her zaman mevcuttur da bu en ideal ilişki modeli midir? Siz 20 yaşında tanıştığınız bir insanla ömrünün sonuna kadar birlikte olacaksınız da ancak o zaman enfes bir ilişkiye sahip olmanın huzuruyla bu dünyadan ayrılacaksınız diye evrensel bir kanun yoktur. Bir ilişkinin süresi o ruhların birbirlerine katabildikleri kadardır. Eğer ruhlar artık birbirlerinden alacaklarını tamamlamışlarsa ayrılık vakti gelmiş demektir.
Peki Ya Ayrılmak İstemiyorsam?
Buna kim şaşırabilir ki? Şu gezegen üzerinde kaç kişi veya toplum vedalaşabilmenin olgunluğuna sahip olmuştur ki. Evet, vedalaşabilmek olgunluğun sonucudur. Kendi başına ayakta durabilmeyi başarmış; kendini bilen, ruhsal olgunluğa ulaşmış bireyin davranışıdır. Bu kişiler varlıklarını, bir diğerinin varlığına bağlamazlar. Diğeri gidince yıkılıp yerlere yapışmazlar. Yaşam akıp gidiyordur ve bu akış içerisinde bir süre bir başka kişiyle birlikte akmış ve birbirlerine çok şeyler katmışlardır. Ama artık birbirlerine bir şeyler veremediklerini hissediyorlarsa ve birliktelik üretime değil de tüketime dönüşmüşse, zaten ayrılık vaktinin geldiği hissedilir. Bu noktada olgun ruhlar birbirlerine sarılırlar, hayatlarına kattıkları için en derin teşekkürlerini sunarlar ve varlıklarını onurlandırırlar. Elbette içte birazcık sızı olur. Sonuçta her bitiş, yeni bir başlangıç demektir ve her yeni başlangıç da bir bilinmezliktir. Bilinmezlik de ilk başlarında ürkütür insanı, yalnızlaşma hissettirir ama ardından gelecek şeyler harikadır. Yepyeni deneyimler bekliyordur kişiyi ve geçmişine sarılıp onu onurlandırdığı için de ayağına dolaşıp onun ilerlemesine engel olacak hiçbir şey kalmamıştır. Şöyle arkasına bir bakış atar, bakar ki bir zamanlar birlikte yürüdüğü insan ötelerde farklı bir yere doğru gidiyor ve gitgide ufalıyor. Bir an o da arkasına döner ve bakışları karşılaşır tekrar. Birbirlerine gülümseyerek el sallarlar ve yollarına devam ederler. Hayatın döngüsü böyle bir şeydir işte. Bu, ölüm sonucu gerçekleşen bir ayrılık bile olsa yaşanan bir süreçtir. Nitekim filmlerde izlemişsinizdir, ölen kişi dünyada kalır çünkü aslında dünyada kalan kişi bir türlü bırakamıyordur onu. Ne zaman birbirlerine sarılırlar ve dünyadaki kişi artık vedalaşmaya hazırdır, ruh o zaman öte tarafa geçer.
Ay İçimi Daralttın Be!
Nedir! Yalnız kalmaktan çok mu korkuyorsun hanımefendi? Birilerinden ayrıldığında hadi daha acıtıcı olsun terk ettiğinde, hadi dozajı daha da arttırayım o sarışın için gittiğinde ömrünün sonuna kadar bir daha kimsenin seni sevemeyeceğini mi düşünüyorsun bir yandan dışarıya “Hahayt elimi sallasam ellisi” imajı vermeye çalışırken. Öyle zannediyorsun değil mi? Biz insanlar, her ne kadar aklımız sürekli geleceğimiz, zihnimiz de geçmişimizle debelenir görünse bile aslında AN’da yaşarız. Çok mutlu olduğumuzda o AN sonsuza kadar mutlu olacağımızı düşünürüz, sevişmekten kalktığımızda dünyadaki herkesi elde edebilecekmiş gibi güven duyarız, başarı elde ettiğimizde ise sürekli başaracakmışız hissini yaşarız; diğer taraftan mutsuzsak ömrümüzün sonuna kadar mutsuz olacağımızı, başarısızlıklarımızın bizi hiç bırakmayacağını, terk edilirsek de bir daha ömür boyu sevilemeyeceğimizi zannederiz. Halbuki bunların hiçbirisi gerçek değildir. Yeni başarılar, yeni mutluluklar, yeni sevişmeler, yeni birliktelikler; bunlarla birlikte mutsuzluklar, başarısızlıklar, ayrılıklar hep yaşanacaktır. Yaşadığınız durumları ne kadar çok kabullenir ve onurlandırırsınız; yaşamınız o kadar daha az gergin, daha keyifli, daha dengeli, daha dingin ve daha açık olacaktır…
Bak Bak Bak…
“Konuşması ne kadar kolay, gel de yaşa. Onurlandırmakmış, sarılmakmış… Adamı yatakta bastım ben, ne onurlandırması...” Sen zaten bu kadar öfke doluysan ve aynı zamanda “Ben zaten sevilmem ki” düşüncesini destekleyecek kişileri çekiyorsan hayatına; zaten henüz bu yazı için hazır değilsindir ki hanımefendi. Amma velakin hani kulağının bir köşesinde kalması adına bir şeyleri paylaşmak istiyorum: Dünya üzerinde hayatımıza giren herkesin ama herkesin yaşam senaryomuzda bir önemi ve yeri vardır. Hiç kimse tesadüfen yaşamımıza girmez ki zaten bu evrende tesadüf diye bir şey de yoktur. Hatta tek gecelikten ibaret görünen ilişkilerde bile. Hal böyleyken öfkemiz geçtiğinde zamanla o kişinin varlığının bizlere ne kattığını keşfedebiliriz. Bu noktada mümkünse yüzyüze, değilse içsel olarak ona teşekkürlerimizi sunmamız her iki tarafı da özgür bırakır. Geriye de güzel anılar, hikayeler, resimler ve karşılaşıldığında “Aaa nasılsın” diye sarıldığımız eski yol arkadaşımız kalır.
Sonsuza Kadar Sürse Hani?
Okudukların çok ümitsiz gelmesin. Şu anda çok sevdiğin, deli gibi aşık olduğun bir adamla birliktesindir ve ayrılık falan aklında yoktur. Zaten illa ayrılacaksın demeye de çalışmıyorum ben. Bir yaşamı birlikte geçirmek de elbette mümkündür, hatta şöyle söyleyeyim iki nehir birlikte akarlar ve sonunda okyanusa karışırlar. Böyle bir ilişki de mümkündür de bu biraz fazlaca yüksek bilinç düzeyinde gerçekleşen bir birlikteliktir. Zaten o kişiler birliktelik, ayrılık falan düşünmezler bile. Onlar Öz’de bütünleşmişlerdir ve aslında hiçkimsenin birbirinden ayrılmasının asla mümkün olmadığını, çünkü herşeyin aslında BİR ve BÜTÜN olduğunu idrak etmişler ve birbirlerine bu idrakte yardımcı da olmuşlardır. Gerçi hoş bu tarz ilişkiler nadir bulunup kitaplara konu olurlar da yine de her ilişkide bu potansiyel mevcuttur.
Onu Çok Seviyorum ve Artık Bittiğini Hissediyorum, Ne Yapacağım?
Ne olur karşısına geçip de “Seninle konuşmamız gerekiyor.” demeyin allahaşkına. İlişkiniz yirmili yaşlarındaki kızların sevgililerini terk etmek için kullandıkları açılış cümlesinden daha fazlasını hak ediyordur. Zaten ilişkiniz “eş”ruh düzeyindeyse bitiş tek taraflı olmaz, karşılıklıdır. Artık her iki kişi de tamamlanmışlığı hisseder ve zaten birbirlerine sarılıp vedalaşmak kendiliğinden gerçekleşecektir, tıpkı birlikteliğin başlangıcında olduğu gibi… Sevgi, dostluk ve hatta aşk hep sürecektir; ama bunların varolması demek illa ki bir ilişki olacak anlamına gelmiyordur ve her iki kişi de bunu idrak etmiştir. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarlar ve sarılırlar ve sonra bir daha gözlerinin içine bakıp şunu derler: “Çok ama çok güzeldi, herşey için teşekkürler. İyi ki varsın ve iyi ki hep varolacaksın…”
Eller son bir kez daha tutuşur ve ayrılır…
(İlk Yayın: Cosmopolitan)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder