31 Temmuz 2014 Perşembe

Farkındalığın Ötesinde Uyanış Kursu - Joe Vitale


Bugün size severek okuduğum çekim yasası konusunda birçok kitabı olan Joe Vitale’nin yeni kitabı olan Uyanış Kursu kitabından bir bölüm paylaşacağım. Kitap Joe Vitale’nin bu konuda daha önce yayımlamış olduğu Çekim Yasasının Sırrı, The Key, Zero Limit kitaplarındaki anlatımlarını bir adım daha öteye taşıyor. Çekim yasasının aşamalarını anlaşılır bir biçimde açıklıyor.




Çekim yasası ve bilinçaltı konularına ilgi duyan ya da duymayan herkesin alıp okumasını tavsiye ettiğim bir kitap.
Kendiniz keşifte faydalı olacağını düşündüğüm kitaptan bir bölümü burada paylaşmak istiyorum.
****************************************************

Kimileri soru sorar ve çoğu kez aynı soruları yineler. Şu kişiyi, şu nesneyi, şu sorunu yaşamımdan nasıl çıkarırım? Dr. Hew Len onlara şöyle der, “Bir sorunuz olduğunda sizin de orada bulunduğunuzu fark ettiniz mi?” Siz de oradasınız. Sorunun içindesiniz. Böyle olmadığını sanıyorsunuz. Bir kez daha mağduriyet bilincine geri dönüyorsunuz.
İlk üç aşamada arada bir mağduriyet hissine kapılmak, güçlendiğini duyumsamak ya da teslimiyet içerisine girmek son derece mümkün. Sürekli olarak uyanık ve bilinçli davranmak ve sürekli arınmak zorundasınız. Dr. Hew Len bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Sürekli olarak orada bulunduğunuzun hiç farkına vardınız mı? Yakındığınız her ne olursa olsun siz oradasınız. Her yakınmanızda ortaya çıkan ortak unsur sizsiniz.”
Sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bunu yaratan sizsiniz. Eğer kendi gerçeğinizi yarattığınızı düşüyorsanız, bu sizin gerçeğinizdir. Bunu siz yarattınız.”
Öyleyse ne yapmamız gerek? “Bu duyguyu ele alın. Yakınmanızı ele alın. Onu içinizde tutmayın. Bir başkasına, bir başka binaya veya kuruma ya da yakındığınız kişiye aktarmayın. Onu ilahi varlığa havale edin.”
Dualarınızla onu ilahi varlığa havale edin. Bir kez daha şöyle söyleyin.: “ Üzgünüm. Bunu kendim oluşturduğumu hiç bilmiyordum ama bu oldu ve bir şekilde ben bunun içinde yer aldım. Lütfen beni affet, çünkü bunun bilincinde değildim. Bunu oluşturacak bu gerçeği yaratacak ne yaptığımı bilmiyorum. Teşekkür ederim. Hayatta olduğum için teşekkür ederim. Beni dinlediğin için teşekkür ederim. Bunla ilgilendiğin için teşekkür ederim. İlahi varlık olduğun için ve beni mucizevi bir şekilde soluk alan, yaşayan bir varlığa dönüştürdüğün için teşekkür ederim.” Ve sözlerinizi “Seni Seviyorum” diye bitirin.
Kesinlikle inanıyorum ki eğer tüm içtenliğinizle “ seni seviyorum” der ve ilahi varlığın sizi dinlediğine inanırsanız, büyük bir mutluluğa kavuşursunuz. Gözleriniz yaşlarla dolduğunda ve “Yaşam ne kadar büyük bir armağan. Şu anda burada olmak, bu sürece katılmak, farkında lığa kavuşmak ne muazzam armağan. Bu ne büyük bir armağan. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.” Dediğinizde büyük bir mutluluğu tadarsınız. Bundan minnet duyar ve beklide “Minnettarım” dersiniz. Bu sevgi dolu sürece girdiğiniz zaman aslında ilahi varlıkla bütünleşmektesiniz. İlahi varlığı tanımlayan tek sözcük varsa o da sevgidir.

Dr. Hew len’in Self I-denity Hooponopono yöntemi ve teslimiyet düşüncesi üzerine sonsuza kadar konuşabilirim ama sizin anlamanızı istediğim tek şey yaşamınızda her ne olursa olsun, bunun sorumluluğunu üstlenmeniz gerektiğidir. Bu bir suçlama değil. Bunun için dövünmeniz gerekmez. Bu durumu açıklamada en sevdiğim söz şudur: “Bu sizin hatanız değil ama sizin sorumluluğunuzdur.”
Bu sizin hatanız değil ama bundan sorumlu olan sizsiniz. Bununla başa çıkmanın en iyi yolu teslimiyettir. Soruna teslim olun. Onu ilahi varlığa havale edip şöyle deyin:  “Üzgünüm. Lütfen beni affet. Teşekkür ederim. Seni seviyorum. Üzgünüm. Lütfen beni affet. Teşekkür ederim. Seni seviyorum.”

Her Şeyi Denetim Altına Alamazsınız!
Bunun üzerinde biraz duralım. Neden denetimi elden bırakmak isteyesiniz? Her şeyi denetleyemediğiniz için. Evreni denetleyemezsiniz. Yaşamınızdaki her şeyi denetleyemezsiniz. Bunu zaten denediniz ve eğer kendinize karşı dürüst olursanız, bunun pek işe yaramadığını görürsünüz. Bundan vazgeçmeniz gerek. Teslim olmalısınız ama bunun olumsuz bir yanı yok, çünkü hala egoya sahipsiniz.
Egonuzu sizinle beraber olmaya devam edecek. Aslında egonuz bir var oluş aracı. Sizi gün boyu yönlendirmek ve duvarlara toslamanızı engelleyip doğru kapıdan geçmenizi sağlamak için var. Ama şunu da öğrendim: Egonuz ve bilinciniz bir teslimiyet duygusu içinde size daha iyi bir yaşam sağlamak için evrenden isteklerde bulunabilir. Buradaki sorun, denetlemeye kalkıştığınız zaman, egonuzun devreye girmesi; oysa egonuz evrenin tümünü göremez. Asıl sorun bundan kaynaklanıyor.

Gözleriniz yukarıya çevirin ve “Üzgünüm. Bu duyguya neden kapıldığımı bilmiyorum. Neden böyle karşı çıktığımı ve olumsuz düşündüğümü bilmiyorum. Lütfen bunun için beni affet. Bunun hayatıma nasıl karıştığın bilmiyorum. Bununla ilgilendiğin için teşekkür ederim. Beni dinlediğin için teşekkür ederim. Seni seviyorum.” deyin.
Başlangıçta bunları içinizden gelerek söylemiyor olabilirsiniz ama söylemeyi sürdürdükçe, özellikle teslimiyet sonuçlarını görmeye başladığınızda, farkındalık oluşturan üçüncü aşamaya girdikçe, bunu daha fazla yapmak isteyecek ve şu anda bunu yapmanın mutluluğunu hissedeceksiniz.



Kaynak

Devamını Oku »

29 Temmuz 2014 Salı

Şehvet ve Tutku ...- Seda Diker


Seda Diker son yayınlamış olduğu Haz Kitabı ile ilgili gelen mailerle ilgili yorumu gözüme ilişti ve paylaşmak istedim.********************************************************************  
En son yazdığım ve tamamen cinsellikle ilgili olan HAZ adlı kitabımın yayınlanması ile birlikte pek çok mail almaya başladım. Kadınlardan geldiği gibi bu kez erkek okurlarımdan da yorumlar ve sorular geldi. Öncelikle hepinize, ilginiz için çok teşekkür ediyorum.Bazılarına ara ara bilgileri detaylandırarak cevap yazmak istiyorum. İsim vermeden de olsa, hem yazan kişilerin hem de herkesin kafasındaki soruları cevaplamak istiyorum.

ERKEK OKURLARIMDAN CİNSEL TECRÜBELER...

Şehvet duygusu önemlidir. Tutku da öyle... Güzel bir cinsellik için çok gereklidir. Ama maalesef uzun vadeli tutamazsınız. Yani durmuş oturmuş bir evlilik ya da ilişkide, tutku azalmaya mahkumdur. Şehvet oluşabilir ama yardımcı pek çok oyuna ihtiyaç duyulmaya başlanır.Sorulardan bir tanesi, şehvet ve tutkuyu uzun vadeli nasıl hissedebiliriz, idi.Birkaç erkek okurumdan şuna benzer hikayeler aldım.
"Eşim ile cinselliğimiz uzun sürmüyor. Ama Seda Hanım, zaten ben istesem bile, yani çabuk boşalmasam bile, karım bunu istemez. Bana kızar. Kabul etmiyor. Bir an önce gelmemi istiyor."Bir başka ortak öyküde şu tema var:"Eşimi aldatıyorum. Ama günübirlik ve aşık olmayacağım kadınlarla. Onlar yatakta benden FAHİŞE muamelesi istiyorlar. Benim de hoşuma gidiyor. Onlar da mutlu oluyorlar. Ama ben buna çok şaşırıyorum.""Aşık olduğum kadınla birlikteyken performans endişesine kapılıyorum. Ve bu sefer sertliğimi koruyamıyorum. Ve kendimi pornografik öyküleri hayal ederken buluyorum. Ancak o zaman iyi geliyor. Belki de ona fahişe muamelesi yapamasam da, yaptığım kadınlarla olan beraberliklerimi düşünüyorum."Bu arada fahişe muamelesi isteyen kadın, aşık olduğu erkeğin bunu kendisine uygulaması durumunda, eğer ilişki oturmamışsa, tam tersine alınganlık yaşamaya başlıyor.

ŞEHVETİN YÜKSEĞİ BAĞIMLILIK YAPAR...
Duygular sinüs eğrisi gibidir. Bir eksen düşünün. Hayalinizde bu eksen için yatay düz bir çizgi çekin. Burası denge noktanız olsun. Sonra bir yukarı bir aşağı doğru salınan eğriler şeklinde bir çizgi hayal edin. Şehvet ve tutku alt boyutta yaşanan, sıradan cinsellik için idealdir. Çünkü alt boyutlarda oluşan eğriler, eksenin çok çok üstüne çıkar ve kişiye inanılmaz yüksek ama çok kısa süren hazlar yaşatır. İşte tepe noktalarında yaşanan duygulardan bazıları şehvet ve tutkudur.Ama duygunuz eksenin ne kadar üstüne çıktıysa, o derece altına inmeye mahkumdur. Bu, doğanın ve duyguların matematiğidir. Kaçış yoktur. Buraya düştüğünüzde cinselliği hiç istemezsiniz. Ya da ayık kafayla diyelim...Sevgili Teoman'ın bir şarkısı vardı. Hatırlarsınız. İçmeden birbirimize dokunamaz olmuştuk diye sözleri olan...İşte tıpkı bunun gibi, hevesiniz kaybolur, hatta belki de canınız sevişmek istemez. Ya da o kişiye bunu yönlendirirsiniz. Ya da onun ne kadar olumsuz yönü varsa birdenbire hatırlamaya başlarsınız.Tüm bunlar, sadece tutku ve şehvetten medet ummaktan kaynaklanır.Tutku ve şehvet duygusunun hepimiz için derin duygusal bellekten kaynaklı bir düğmesi vardır. Bu düğme, çoğunlukla çocukken toplu bilinç, ailevi değerler, çevre ve dini ve ruhsal öğretmenlerimizin kendi bilinçaltlarındaki yargılardan oluşur. İlk kez cinselliği tecrübe etmeye başladığımızda ise, bunun yasak, günah ya da ayıp olduğunu var sayarız.
Erkekler için de durum çok farklı değildir. Onların tecrübelerine göz yumulsa bile, birlikte olabildikleri kadınları 'fahişe', 'orospu' diye adlandırmak, hatta küfürlerin içinde, sokak dilinde bu kelimeleri sıkça aşağılamak üzere kullanmak, büyümenin sancıları arasında yer alır.Kadınlar ise fahişe olarak adlandırıldıkları, ve dolayısıyla kısıtlandıkları hareket ve eylemleri önce yapmaz, sonra onları yapmaya karar verdiklerinde ise kafalarında fahişe olmakla iyi sevişmek, ya da kadın olmak arasında sıkı bir bağ kurarlar.
Ve erkek, çoğu zaman PORNOGRAFİK öykü ve resimlerle mastürbasyon yapmayı öğrenerek ya da parayla çalışan bir seks işçisi ile ilk deneyimlerini yaşamışsa, bu kez erken boşalmak ya da kadını hazırlamadan, sert biçimde kendi boşalmasını sağlayarak cinsellik yaşıyor. Boşalmayı tek hedef olarak alabiliyor.Kadın olmanın zor olduğu ülkemizde, emin olun ki erkek olmak da bir o kadar zordur. Onların omuzlarına çok fazla yük yüklüyoruz. Onlardan, kadın nasıl davranırsa davransın, hatta kadın gibi dişi gibi davranamasa bile, erkeksi bile olsa, yatakta kadını arzulamasını, çok iyi bir performans sergilemesini bekliyoruz.Sağlıksız ve korkularla büyütülmüş bir toplumda, korkunun ilk vuracağı yer, cinsel enerjimiz ve performansımızdır.Flört etmek harika bir duygudur. Belki de cinsel enerjimizi aktive edebilen bir eylemdir. Ama flört etmek. Türk erkeği tarafından, hemen o kadını yatağa atmak olarak değerlendiriliyor. Eğer erkek yeterince tecrübeli ya da kadını çok iyi tanımış değilse...Bu, şehvet ve tutku duygularının bağımlısı haline gelmeye başlamış, ya da bu kıymetli iki duyguyu nasıl kullanacağını tam bilemeyen kişiler için tehlike yaratır.Bu iki duyguyu çok kolay hissederiz. Sadece kişinin bedenine bakarak, çekiciliğini hayal ederek, belki pornografik beklentiler ve düşüncelerle bunu yakalayabiliriz.
Bu duygular bağımlılık yaparlar. Kafa yaparlar. Bazen bu yapay sayılabilecek hazzı artırabilmek ya da uzun vadeli tutabilmek için sadece bedensel arzularla, ilişki ya da derinleşme arayışı olmaksızın, yakınlık hissettiğimiz bir enerjinin varlığını gördüğümüz kişilere yaklaşırız.Oysa bundan daha uzun vadeli ve çok daha yüksek hazları hiç tatmadık.
Halbuki daha yüksek ve çok daha keyifli, üstelik daha uzun süren hazlar da var. Ve eğer istersek bunu yakalayabilir, öğrenebiliriz.HAZ kitabımda bahsettiğim İlişki ve Cinsellik Piramidindeki en alt seviyede, tutku ve şehvete daha çok bağımlı oluruz. Oradaki duygu eğrileri eksenden çok daha yukarı çıkar. Ve çok daha fazla aşağı iner. Çok daha fazla değişken oluruz. Çok daha fazla kendimizden taviz vermeye, asıl bizi doyurabilecek başka güzellikler için kendimizi yormamak adına kaçınırız.Benim oğlumun bile zorluk gerektiren herhangi bir iş için dediği gibi...Oysa bu kasmadan kısa vadeli, hatta bedensel ama yüksek tutku ve şehveti paylaşmak ya da denemek, çok genç yaşlarda yaşanıp bitmeli. Kişi 40 yaşına geldiğinde, artık hayatın daha güzel renklerini keşfetmeye hazır hale gelmeli.Erkek üzerinde çok fazla baskı oluşturduğumuzu fark etmeliyiz. Kadınların üzerindeki baskı zaten belli ve herkes biliyor. Ama erkeğin neden sorumluluk almaktan kaçtığı sadece duygusal bir özürden değil, toplum olarak ikiyüzlü yetiştirme tarzımız sebebiyle oluyor.Bir erkeğin aşık olduğunda, sevdiği kadının kendisini başka bir erkeğin performansıyla kıyaslayacağından endişe etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ya da onu yeterince mutlu edememe kaygısı... Ya da onun kendisini terk edebileceği endişesi...
Bunlar, en az kadınların kaybetme korkusu kadar gerçektir. Ama erkeğin omuzuna yüklenen "güçlü ol" emri, açıkça konuşulmasa bile, erkeğin korkularıyla yüzleşmeden, sadece onları bastırıp halının altına süpürerek yaşamasına sebep olabiliyor.
Biz kadınlar kendimizi güçsüz hissettiğimizde avaz avaz ağlarken, onlar başka yan yollar arayıp bulmak zorunda kalıyorlar.Aslında, erkekler için korkuyu tamamen silmek, kadınlara göre çoook daha kolay çoook daha kısa ve çook daha zihinsel tekniklerle gerçekleşebiliyor. Yeter ki istesinler. Çünkü korku, her insanda var olan bir şey. Doğal. Gerçek. Ve etkileyici.
Ve onu tamamen silmek de bir o kadar gerçek. Ama biraz zahmetli.Eğer şehvet ve tutkunun tatlı ama bir o kadar da sıkıcı kısır döngüsünden çıkmayı merak ediyorsanız, biraz olsun korkularınız üzerinde çalışmaktan kaçınmamalısınız.

Kaynak

Devamını Oku »

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Kelebekleri Özgürleştirmek - Aileyi Koruma Görevi

Bir hanım takipçim bireysel çalışma yapmak istediğini belirtti.Kendisiyle yaptığımız konuşmalarında yaşamış olduğu bazı olaylar sonrasında hayatına hep olumsuzlukları çektiğini ve çok bunaldığını söylüyordu.Bu durumun en büyük nedeninin düşüncelerimiz olduğu konusunda bilgisi vardı. Ancak olaylar üst üste geldiği için ne yapacağını şaşırdığını söylüyordu. Yaşantısına baktığımızda annesini 13 yaşında kaybetmişti. Kendisi 30 yaşlarında yalnız başına yaşayan dışa dönük, sürekli seyahat edeceği işlerde çalışan bir hanımdı. Ablası evlenmiş ve ayrılmıştı.  Çalışmıyordu ve şu anda bir kişi ile birlikte yaşıyordu. Babası yalnız yaşıyordu. Aile annenin ölümü sonrasında dağılmıştı. Çocukluğunda babasının mali durumu oldukça iyiydi ancak kumar vb alışkanlıklar nedeniyle mali durum bozulmuştu. Bununla birlikte babanın psikolojik sorunları vardı.Ailedeki her kişi kendi yoluna gitmek için ayrılmıştı. Bu hanımda kendi ayakları üzerinde durmak için kendi yolunu çizmiş güzel paralar kazanacağı işler yapmıştı. Ancak o kazandığı paralar hep bir şekilde harcamış ve maddi sorunlar yaşamıştı. Şu anda da iş yaptığı firma ile maddi anlamda sorunlar yaşıyordu.Şu anda yaşadıkları tüm şeyleri öncelikle kendisinin düşünceleri ile çektiği konusunda emindim. Geçmişte yaşamış olduğu bir şeyden dolayı kendini suçladığı için hayatına hep kendisini cezalandıracak olumsuzluklar çekiyordu. Birçok insanın sıkışmış olduğu iki kavrama sıkışmıştı. Suç ve ceza. İnanç kalıplarımız nedeniyle her suç mutlaka cezalandırılmalıdır. Suçluluk duygusu ceza arar, dolayısıyla kendi yargıcımız, jürimiz ve celladımız oluruz, kendimizi kendi yarattığımız bir hapishaneye mahkum ederiz. Kendimizi cezalandırırız bizi savunmaya gelecek kimse yoktur.
Kendi hayatımızın hakimi de yargıcıda kendimiziz. Ancak farkında olmadığımız şey ise inanç kalıplarımız nedeniyle mükemmel insan olma peşinde koşmamız bizi yapmış olduğumuz olayı sınıflarken kendimize müsamahalı davranmak yerine çok katı olduğumuzdur. Bizim kendimize karşı acımasız olduğumuz kadar kimse bize acımasız davranmamaktadır. Bizi yaratan Allah bile büyük günahların haricindeki her şeyi kalben tövbe edildiğinde affedeceğini kutsal kitabımız Kuran da net olarak açıklamıştır. 
Yaratan bizi affederken ilginç bir şekilde bizim en çok zorlandığımız şey kendimizi affedemememizdir. Burada takıldığımız şey öncelikle yaptığımız şeyin suç olup olmadığını net olarak tanımlayıp bu düşüncemizi sorgulamamızdır. Hata olabilir yada istemeden bir şeye sebeb vermiş olabiliriz. Bunu net olarak ayıramamamızdır. İkinci konu ise bu olaydan dolayı kendimizi suçlu olarak gördüğümüzde suçun cezasının net olarak tanımlanmamsıdır. En önemli husus işte budur. Bir insan öldürmenin suçu hukukta yanılmıyorsam 24 yıl civarı. İyi hal vb ile bu daha aşağıya düşüyor. Ve kişi kendisine tanımlanan süreyi yattığında cezasını çekmiş olarak berat ediliyor. Serbest bırakılıyor. Ancak insan oğlu bu suçtan kat be kat daha düşük hatta çok önemsiz bir şeyler nedeniyle sürekli olarak kendisini olumsuz etkileyecek şeyleri hayatına çekerek kendisini ömür boyu cezalandırıyor. Yapmış olduğu bir hatayı kendinse dikte edilmiş düşünce ve inanç kalıbına uymadığını düşünmesi ile kendisini küçümsemesi ve kendisine yapmış olduğu dayatmalarla yıllar boyunca kendisine eziyet etmeye devam ediyor. Bir diğer konu ise başımıza gelen olayın bir kez yada birkaç kez olup bitmiş olmasına rağmen biz o olayı zihnimizde kendimize yüzlerce kez yapmamız. Örneğin bir şiddete yada aşağılanmaya maruz kaldınız. Bu olay fiziken en fazla 5 dakika yada bilemedim 10 dakika olsun. Olay olup bittikten bir süre sonra o olayla ilgili bizim zihnimiz devreye girer ve yüzlerce binlerce senaryo yazar ve her gün o şiddeti ve aşağılamayı kendi kendimize yaparız. Birde insanlar bize acısın ilgi göstersin diye mağduriyet hikayesi olarak anlatırız. Ancak farkında olmadığımız şey o olay olup bitmiştir. Esas şiddeti ve aşağılamayı o olayı zihnimizde sürekli tekrar ederek kendi kendimize biz yapıyoruz. Ve ruh halimizin ve düşüncelerimizin olumsuz olması da hayatımıza daha fazla olumsuzluğu ve acıyı çekmemize neden oluyor.Tecrübelerimin bana söylediği şey eğer hayatımızda sürekli bizi acı veren ve bizi cezalandıran olayları çekiyorsak kesinlikle geçmişimizde bir yerlerde yaşadıklarımız için kendimizi suçladığımızdandır. Bunu sorguladığımda annesinin vefatından önce kendisine aileyi ayakta tutma ve babasını ve ablasını koruma görevini verdiğini söyledi. Hastalığı nedeniyle bu dünyadan ayrılmak üzere olan annesi 13 yaşında olan kızına o kadar ağır yük yüklemişti ki o yaştaki bir çocuğun bunun ne anlama geldiğini bilmesi mümkün değildi. Oda annesini kırmamak için kabul etmişti. Kendisi 13 yaşında olan kendisinden büyük ablası ve madde bağımlısı bir babaya sahip olan kızın bir aileyi ayakta tutması tabii ki mümkün olamazdı. Ve öylede olmuştu. Herkesin kendi özgür iradesi vardı ve herkes kendi hayatını yaşamak istiyordu. Bu hanım kızımızda diğer kişileri kontrol altına alıp aileyi ayakta tutmaya çalışıyordu. Tabii ki kimse dinlemiyordu. Sonuçta ablası sorunlu bir erkekle evlenmiş ve babası da madde bağımlısı olmuş bir durumdayken 17 yaş civarında evden ayrılmış çalışmaya başlayıp kendi ayaklarına üzerinde durmaya çalışmıştı. Evden ayrılmıştı ancak ablasının evlilik sorunlarıyla uğraşmak durumunda kalmış Devamında ablası ayrılmış ve bir adamla yaşamaya başlamıştı. Tabi bu süreçte karşılıklı kavga dövüş ve birbirlerini suçlamalar hayatlarının bir parçası olmuş. Babaları madde bağımlılığından hastaneye yatmış tedavi masrafları vb konularda maddi zorluklar yaşanmış. Ablası bir iş bulup çalışmak yerine kendine bakan birisi ile birlikte yaşadığı bir hayatı seçmişti.En çok kabul edemediği şeylerden birisi de buydu. Ablasının düzgün bir hayat yaşamadığını düşünüyordu. Ablasının kendisine bağımlı ve muhtaç olmadan yaşamasını istiyordu ancak bir diğer olmazsa olmaz şartı da ablasının bir işte çalışarak hayatını öyle kazanması gerektiğiydi.  Aslında ablası kendisine bağımlı olmadan mutlu bir şekilde hayatını yaşıyordu. Ancak onun hayatını idame etme yöntemi kendisinin koymuş olduğu dayatmaya uygun olmadığı için ablasına öfkeliydi ve ablasını suçluyordu. Diğer taraftan ablasına maddi olarak yardım yapacak gücüde yoktu. Yaptığı tek şey ablasına yoğun bir öfke ve kızgınlık duyması ve ablası ile sürekli didişmesiydi. Konuşmamızda bunu kendisine göstermeye çalıştım. Nasıl yaşayacağını seçmek tamamen ablasının seçimiydi. Sonuçta ablası bir şekilde hayatını devam ettiriyordu. Önemli olan kendisinin hayatını idame ettirebilmesiydi. Çünkü annesinin kendinse vermiş olduğu ağır yük nedeniyle aklı fikri babasının ve ablasının hayatlarını zihninde yarattığı hikâyeye uygun olarak kontrol etme peşindeydi. Ablasının ve babasının hayatını yaşamaya çalışıyordu. Onları kontrol edemediği için ise yoğun suçluluk duyuyor acı çekiyordu. Kendi hayatını ise kimse yaşamadığı için oradan oraya savrulup duruyordu. Evde yaşanan problemler nedeniyle evden ayrılıp kendisine bir hayat kurmuştu. Ancak arka planda annesinin kendinse yüklediği görev nedeniyle evi terk ettiği için ablasını ve babasını korumadığı için kendini suçlu hissediyordu. Başarısız olmuştu. Annesine ihanet etmişti tabiî ki bu durum onun içini kemiriyordu. Ablası ve babası sorun yaşarken sahip olduğu düzgün hayatı kabullenemiyordu. Ve hayatına da bundan dolayı kendisini cezalandıracak olayları çekiyordu. Çalıştığı işlerde parasal kayıplar yaşıyor, parasını alamıyordu. Farkında olmadan kendisini cezalandırıyordu. Öncelikle yapılması gereken şeyin annesinden almış görevi annesine iade etmesi olduğu belliydi. Bunun için kısa bir çalışma yaptık. Geçmişe annesinin ona ailesi ile görev verdiği zamana gittik ve annesinin kendisine vermiş olduğu bu görevi yapamayacağını söylemesini istedim. Zorda olsa annesine kendisine vermiş olduğu o görevi yapamayacağını söyleyerek iade etti. Bu çalışma onu biraz rahatlatmıştı. Ama ablası ile hala sorunları devam ediyordu. Bu arada iş ile ilgili sorunları da vardı. Psikolojisi bir süre düzeliyor sonra yeniden çıkmaza giriyordu. Annesinin ona yüklemiş olduğu görev dışında yaşamında başka sorunların olduğu da belliydi. Annesine, babasına ve ablasına karşı öfke çalışmaları yapmasını önerdim. O çalışmaları yapıyordu. Ancak öfkesi dinmiyordu. Kabullenemediği ve kendisini suçladığı bir şeyler vardı. Bunun için regresyon çalışması yapmanın uygun olacağını düşündüm ve uygun bir zaman için telefonla randevulaştık. Çalışmaya başladığımızda o rahatsız olduğu konuları anlatmaya başladı. Sorun ablasının yanına taşınmak zorunda olması, ancak ablası ile aralarındaki sürtüşmelerden dolayı ablasının bu olayı başına kakacağını ve bencillikle suçlayacağından korkuyordu. Bencillikle suçlamak bende bu duyguyu başlangıç alıp önce duyguya odaklanma telkinlerini söyledim devamında bu duyguyu yaşadığı olaylara gönderdim. Kendisine babası ile bu duyguyu ne zaman yaşadığını sordum, gittiği yer babasına olan suçlamasıydı. Babasını annesini döverek başında tümör oluşturması ile suçluyordu. Devamında annesini suçladığı yere gitmesini annesinin mezarında annesini yaptıkları için suçluyordu. En son ablasını nerede suçladın dediğimde babası hastanedeyken babasının hastane masraflarını ödeme konusunda ablasıyla kavga ediyordu. İlk olarak ablası ile ilgili konuyu çözmek istedim. Babasının hastane masraflarının yarısını kendisinin karşıladığını diğer yarısını ise ablasının karşılamasını istediğini ablasının u nedenle öfkelenip kendisini bencillikle suçladığını söyledi. Orada ablasına olan öfkesini boşaltmasını istedim. Ablasına söylenmesi gereken şeyleri söyleyip. Orada ablasını olduğu gibi kabul etmesini sağladım. Devamında annesi ile ilgili konulara geçtik. Kısa bir geçmişe göndermede kendini sokakta oynarken gördü. 7-8 yaşları civarındaydı. O sırada kardeşi sokakta bisiklete binerken düşmüştü. Annesi evden dışarı çıkıp neden kardeşine bakmadın diyerek öfkeyle bunu kovalamaya başlamış oda son hızla kaçarken birileri yakalayıp annesine teslim ediyorlardı. Annesin onu kolundan tutup eve sokmuş mutfakta birkaç kez vurduktan sonra boğazına bıçak dayarken gördü. Ona ne hissettiğini sordum. Çok korktuğunu söyledi. Korkudan ağlıyordu. Önce suçlanma korkusunu çalıştırdım.Ben suçlanma korkumu kabul ediyorum.Ben suçlanma korkumu sevgiye dönüştürüyorum.Ben suçlanma korkumu seviyorumDevamında ölüm korkusunu çalışmasını söyledim.Ben ölüm korkumu kabul ediyorum.Ben ölüm korkumu sevgiye dönüştürüyorum.Devamında yeniden ne hissediyorsun diye sordum. Çaresizlik dedi. Bende çaresizlik korkusunu çalıştırdım.Ben çaresizlik korkumu kabul ediyorum.Ben çaresizlik korkumu sevgiye dönüştürüyorum.Ben çaresizlik korkumu seviyorum.Devamında hissettiklerine bak dedim. Biraz rahatlamıştı. Devamında oradaki küçük kızın güçlü olduğunu düşün ve annenin elinden bıçağı al dedim. Devamında da annene iki tokat at dedim. Bunu yapınca bir rahatlama hissetti. Üzerindeki tüm ağırlık sanki kalkmıştı. Devamında annesine öfkesini boşalttırdıktan sonra babası ile ilgili konulara geçtim. Babası ile nerede sorun yaşadığımı sorduğumda annesiyle olduğu gibi babasıyla da ilk aklına gelen yerden farklı bir yere gitmişti. Babası ile annesi kavga ediyorlardı. Babasının çok fazla parası vardı. Babası paraları annesine saklasın diye vermişti. Babası para istiyordu annesi de kumar oynayacak diye vermek istemiyorlardı. Annesi evde saklı parayı vermek istemediği için dayak yiyordu. Aslında bu durum neden çok fazla para kazanıp devamında elinde tutmak yerine harcadığının göstergesiydi. Elde para tutmak tehlikeliydi. Devamında o sahne ile ilgili biraz oynamak istedim. Önce annesine yardım edip babasını dövmesini istedim. Sonra babasının ne söylediğine bakmasını söyledim. Babası kızgındı konuşmuyordu. Devamında babası ile birlikte annesine vurmasını söyledim. Annesi ağlıyordu. Üzgündü. Babasının paraları çarçur etmesinden korkuyordu. Evdeki kavgalar sürekli oluyordu ve evde huzur yoktu. Babasına olan öfkesini boşaltmasını istedim. Devamında ona anne ve babasına yaşadıkları her ne ise bu yaşadıklarını onların düşünceleri nedeniyle çektiklerini bu nedenle onlarla ilgili tüm sorumlulukları kendilerine bıraktığını söylemesini istedim. Bunları söylettikten sonra anne ve babasının bir birlerline sarıldığını imgelemesini söyledim. Anne ve babası birbirlerine sarıldıktan sonra kendisinin de onların yanına gidip onlara sarılmasını istedim. Şimdiye kadar alamadığı sevgi akışını aldığını hissetmesini istedim. Devamında anne ve babasına veda ederek onları yaşadıkları her şeyle baş başa bırakıp o yerden ayrılmasını istedim. Evden çıktıktan sonra beyaz bir koridordan geçtiğini söyledi devam etmesini söyledim. Devamında bulutların üzerinde olduğunu ve sonunda şu anda bulunduğu kendi evine ulaştığını söyledi. Üzerinde bir ağırlık kalkmış bir rahatlama vardı. Ailesinde yaşadıkları olaylar nedeniyle özellikle annesinin küçük yaşta yüklediği o görevi başaramamanın büyük bir huzursuzluğu vardı. Ne ablasını kontrol edebilmiş neden babasını kontrol edebilmişti. Ancak onların kurtarıcısı rolü yüzünden bunalmıştı. Onların yaşamları nedeniyle onları kontrol edemeyince omuzlarına yüklenen yükü bırakmak yerine oda evden ayrılmıştı. Evden kaçış onun için çözüm olamamıştı. Annesinin ona yüklediği görev nedeniyle ablası ve babası için zihninde oluşturduğu hikâye ve başarısızlık onu içten içe sıkıştırdığı için kendini suçlu hissetmiş ve hayatına cezalandırmayı çekmişti. Parasal anlamda sorunları hayatına çekerek kendini cezalandırıyordu. Farkında olmadığı şey ise cezasının sınırları yoktu. Kendini bir ömür boyu bu nedenle cezalandırabilirdi.Birçoğumuzun yaşadığı şeyi oda yaşamıştı. Çocukluğunda anne ve babasının kavgaları nedeniyle oluşan huzursuzluk devamında tüm aileyi parçalamıştı. Aslında babası şu anda bir şekilde hayatına devam ediyordu. Ablası da bir şekilde hayatını devam ediyordu. Esas sorun şu anda kendisinin hayatıydı. Ablasının yaşamının kendi zihninde yarattığı düzgün yaşama uygun olmadığı konusunda öfkeliydi ama diğer taraftan ablası kendisine bağımlı değildi. Kendisinin istediği de buydu. Ablasının sorumluluğundan kurtulmak. Aslında ablası kendi sorumluluğunu almış kendi hayatını kurmuştu bile. Babası da aynı şekilde kendi hayatını yaşıyordu. Kendi hayatını yaşamayan kendisiydi.Ablasının ve babasının hayatını kontrol etme peşinde olduğu için kendi hayatını kimse yaşamıyordu. Ve bu nedenle kendi hayatı sallantıdaydı. İhtiyacı olan en önemli şey kendi hayatını kontrol etmesiydi. Kendini affetmesi, kendini sevmesiydi. Byron Kate sözlerini bir kez daha hatırladım. Hayatta 3 türlü iş vardır. “Kendimizinki, başkalarınınki ve Allahın işi.” Bizim sadece kendi işimiz üzerinde kontrolümüz var diğer iki tanesini kontrol etmeye çalıştığımızda canımız yanar diyordu. İstesek te edemezsiniz diyordu. Çünkü yağmur yağacaksa yağacaktır. Yağdırmakta durdurmakta Allahın işidir. Yağmuru kontrol etme şansımız yok. Yapmamız gereken ıslanmamak için tedbir almaktır. Direnmeye kalkarsan ıslanırsın. Karşınızdaki kişiye kendi istemediği sürece bir şey yaptıramazsınız. Zaman zaman belki kaba kuvvet yada başka şeylerden sizin istediğiniz gibi davrandığını sansanız da fırsatını bulduğu anda vazgeçecektir. Geriye bir tek kendimiz kalıyoruz. Onun en kolayı da düşüncelerimiz değiştirmektir. Düşünceleri değiştirip hayatımızı kolaylaştırmak.

Kaynak

Devamını Oku »

27 Temmuz 2014 Pazar

Kişisel Gelişim Tarihi

İnsanın gelişimiyle ilgili fikirler çok eski zamanlardan beri dile getirilmekte ve her dönemde artan bir ilgiyle önemini korumaya devam etmektedir. Günümüzde “Sen değişirsen dünya da değişir” sloganıyla kişisel gelişimin ruhu açıklanmaya çalışılsa da, bu slogan Eski Yunan’da bir yaşama sanatı olarak ele alınmaktaydı.

“Epimelesthai soutou” yani kendine dikkat etmek, kendinle ilgilenmek kuralı Eski Yunanlılar’ın gözünde kişisel davranış biçiminin ve yaşama sanatının temel kurallarından biriydi. Platoncu gelenekte kişi, kendisine dikkat etmek zorundaydı. “Kendini bilmek” ilkesinin hayata geçirilmesinden önce, kişi kendisiyle ilgilenmek zorundaydı.

Sokrat, “kendinle ilgilenme”nin doğal bir sonucu olan “kendini bilmek” kavramını farklı bir anlam çerçevesinde ele almıştır:

“Bireyin kendisiyle bir sanat sayesinde ilgilenmiş oluruz. Peki kendimizin ne olduğunu bilmezsek hangi sanatla kendimizi daha iyi kılabiliriz? Bunun içindir ki kendimizi bilirsek, kendimizle nasıl ilgilenebileceğimizi de biliriz. Bu bilgi olmazsa kendimizle ilgilenmek imkansızdır.”

Sokrat’ın “kendini bilmek” ile ilgili bu açıklaması Spinoza’nın “İnsana ait olan şeyin bilgi edinilmeye en layık olduğu” ifadesinde karşılık bulur. Ayrıca “Spinoza’nın felsefeye kazandırdığı “bir şeyin kendi varlığını korumak ve sürdürmek adına giriştiği çaba, bu amaca var gücüyle yöneliş, doğal eğilim ya da etkin ilke” dediği, sözcük anlamıyla “insanın tüm gücünü kullanarak gösterdiği gayret” anlamına gelen “conatus kavramı”25 bugünkü anlamda kişisel gelişim kavramının bir nevi tanımıdır.

Kişisel gelişimle ilgili sadece Eski Yunan’da değil, Doğu’da da önemli çalışmalar mevcuttur. Bunlardan biri günümüzden yaklaşık 2 bin yıl önce Sun Tzu tarafından kaleme alınmış “Savaş Sanatı” adlı “savaşmadan kazanmak” ilkesi üzerine kitabıdır. Bu kitap “gücün insanilikle dengelenmesini” amaçlayarak insanoğlunun maddi ve manevi yönleri arasında sürekli bir denge olması gerektiği tezini savunmaktadır.

Bugün kişisel gelişim kavramı öz itibariyle geçmişten gelen fikirleri bünyesinde barındırmakla birlikte değişen ve gelişen dünyayla beraber alanını da genişletmek zorunda kalmıştır. “Günümüzün hızla değişen dünyasında tek bir konuya özgü becerilere duyulan gereksinimin yerini, öğrenme ve uyum sağlama becerileri almıştır. Geleceğin anahtarı kişilerin içinde saklıdır. Onların düşüncelerini, davranışlarını ve iç çatışmalarını yönetmedeki ustalıkları, parlak, yaratıcılığa ve işbirliğine dayalı bir geleceğin kapılarını açacak; çağa ayak uyduranlar ile yarışı terk etmek zorunda kalanlar arasındaki farkı yaratacaktır.”

Yazar: Behlül TOKUR

Kaynak: Kişisel Gelişim Din İlişkisi

Bu konuya benzer "Kişisel Gelişim Nedir? Ne Değildir?" başlıklı makalemizde Kendini gerçekleştirme, kişisel gelişim ve kişisel gelişim nedir hakkında bilgiler verilmektedir. Okumanızı tavsiye ederiz..


Kaynak

Devamını Oku »

24 Temmuz 2014 Perşembe

Parasoldan Şemsiyeye...

Günlük hayatımızda yeri olan birçok eşyanın ne zaman, nasıl, kim-ler tarafından düşünülüp, üretildiğini çocukluğumdan beri merak ederim. Eskiden bu bilgilere ulaşmak daha zor ve zahmetliydi ama artık arama motorları sağ olsun çok kolay.

İnsanlığın hayatını dönüştüren “mühim” şeyler değil bahsettiğim şeyler. Kaşık gibi, diş fırçası gibi, düğme gibi, şemsiye gibi şeyler. Bu yazıda şemsiyeyi anlatayım ilginizi çekerse devam eder gideriz.

Yağmurun eksik olmadığı bir coğrafyada geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda şemsiye ile hiç yakın bir ilişki kuramadım. Yağmurda ıslanmak doğal ve olması gereken bir şey gibi gelirdi bana. Şemsiyeyi taşımak zor ve zahmetliydi. Yürürken ona, buna çarpması da ayrı bir dertti. Sonra ne oldu bilmiyorum şemsiye sever oldum. Çok param olsa her renk ve modelini alabilecek kadar seviyorum şimdi şemsiyeyi:)

İstanbul’da yaşayanlar bilir, yağmur ihtimali olduğu anda caddelerde, meydanlarda ucuz şemsiye satan sokak satıcıları türedi son yıllarda. Çok dayanmasalar da günü kurtardıkları ve ucuzlukları nedeniyle ekmek gibi satılıyorlar. Yağmurlu bir günde kalabalık bir caddedeyseniz bu şeffaf ve rengârenk şemsiye ordusunu ellerde görebiliyorsunuz yani. Aralarda başka şemsiyeler arıyor gözlerim böyle zamanlarda. “Aynılaşan” metropol insanımız şemsiyesiyle de aynı…

Gelelim tarihçesine:

Şemsiyenin dört bin yıllık bir mazisi var. İlk dönemlerinde yağmurdan değil güneşten korunmak için kullanılırmış. İlk olarak “Parasol” denmiş şemsiyeye. (Para-durdurmak, sol- güneş) Türkçeye Arapça şemsiyye (şems- güneş, şemsiye- güneşlik) sözcüğünden gelmiş. İngilizcede, Latince Umbra (gölge) kökenli sözcükten türemiş.

İlk şemsiye kullanımına birçok ilkte olduğu gibi Mezopotamya'da rastlıyoruz. M.Ö. 1200 yıllarında eski Mısır'da koruyucu bir niteliği olduğuna inanılıyor şemsiyenin. Gökyüzünün tanrının vücudundan yapılmış dünyayı koruyan bir şemsiye olduğuna inandıkları için kendi kullandıkları şemsiye de yüksek ahlaklarının bir göstergesi onlar için. Ayrıca açık tenli olmak asalet göstergesi kabul edildiğinden şemsiyenin güneşten koruması kraliyet hanedanının statüsünün göstergesi… Güneş şemsiyesi Asur krallarının da imtiyaz sembolü ve onu dışındakilerin şemsiye taşıması yasak…

Mısır'dan Roma’ya geçen şemsiye hala güneşten koruyor insanları. Roma’da şemsiye kadın aksesuarı… Erkekler hiç kullanmıyorlar. Kadınlar yağlı kâğıttan yapılan beyaz güneş şemsiyeleri kullanıyor. Bu şemsiyelerin yağmuru da geçirmediği anlaşılınca daha yaygın kullanılmaya başlanıyor. Antik tiyatrolarda oyunları izleyen kadınlar yağmurdan etkilenmezken erkekler sırılsıklam ıslanıyorlar yani Roma’da.

Eski Yunan kültüründe de yaprak ve papirüslerin kullanıldığı şemsiyeler var. Antik dönemde dünyanın hemen her yerinde şemsiyeler rütbeye göre farklılık gösterirmiş.

Şemsiyeyi yağmurdan korunmak amacıyla ilk Çinliler kullanmayı akıl ediyorlar. Kâğıttan yaptıkları şemsiyeleri reçine ile su geçirmez hale getirip kullanıyorlar.

16. yüzyıl sonlarında batı dünyası artık şemsiyeyi yaygın şekilde kullanıyor. Fas'lı gezgin ve yazar Janas Hanway (1712-1786) şemsiyenin Londra'da tanınmasına ve yaygın kullanılmasına ön ayak oluyor. İngiliz burjuvazisi şemsiyeyi "Hanway" diye adlandırıyor bu nedenle.

Kullanımı giderek artınca önceleri bir çeşit yağla kaplanarak su geçirmezliği sağlanan şemsiyelerin daha dayanıklı modelleri üretilmeye başlanıyor. Seri üretimine ise 1830 yılında Londra'da "James Smith and Sons" şirketinde başlanıyor. (Bu şirketin mağazası hala Oxford Caddesinde bildiğim kadarıyla)

O dönemdeki şemsiyelerin sapları ahşap veya balina kemiği kullanılarak yapılıyor. 1852'de Samuel Fox adlı bir üreticinin çelik tel kullanmasıyla değişik modellerin üretimine başlanabiliyor.

Ülkemizde şemsiye üretimi yok o zamanlar. Dışarıdan getiriliyor. 1882 yılında İstanbul'da yaşayan Robenson adlı bir İngiliz'in üretime başlamasıyla ilk yerli yapım şemsiyelerimize kavuşuyoruz.

Günümüzde her renk ve modelde şemsiye var ama şemsiye denince ilk akla gelen siyah renktir malumunuz. Hele erkeklerin kullandığı şemsiyeler. Bunun nedenini şöyle anlatıyor bilenler: “Avrupa'da şemsiyelerin yaygın olarak kullanılmaya başlandığı 1700’lü yıllarda yünlü kumaşlarının üstü bir çeşit yağ ile sıvanıyordu. Bu yağ kumaşa su geçirmez bir özellik kazandırıyor ve siyah bir renk veriyordu. Siyah renkli bu şemsiyeler erkekler tarafından da benimsendi ve zamanla erkeklerin vazgeçilmez aksesuarları oldu. Şemsiyeler yağmuru geçirmiyordu ama çok da dayanıklı değillerdi. Uzun zaman kullanılamıyorlardı. Zamanla daha kaliteli şemsiyeler üretildi, ancak siyah renk su geçirmezliğin bir garantisiymiş gibi algılanmaya devam edildi. Bu algı hala devam ediyor ki özellikle erkekler şemsiyede siyah rengi tercih etmeye devam ediyor.

Bugünlerde ülkemizde yağmur duasına çıkılmayan yer yok gibi. En az yağış aldığımız yıllardan birindeyiz. Yağmur olmayınca ne yapacağını şaşırıyor insanlık ve göklerden medet umuyor dualarıyla. Bu yazı ile o dualara katılalım bol, bol yağmur dileyelim hep beraber ülkemiz ve dünyamız için. Şemsiye icat edildi nasılsa ıslanma derdimiz yok.


kaynak

Devamını Oku »

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Kaygının Öğrenme Üzerindeki Etkisi

Öğrenme; tekrar veya yaşantılar yoluyla davranışlarda meydana gelen sürekli bir değişiklik olarak kendini gösterir. Öğrenmenin gerçekleşmesinde yaş, zeka, motivasyon, geçmiş yaşantılar, iç iletişim gibi bireysel özelliklerin yanı sıra öğrenilecek konu, öğrenme ortamı ve öğrenme şekli gibi etkenlerde rol oynar. Öğrenmeyi etkileyen en önemli unsurlardan birisi de ”kaygı” durumudur. Kaygının öğrenme üzerindeki etkilerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Düşünsel, davranışsal ve fizyolojik düzeylerde yoğun olarak yaşanan kaygı durumu öğrencinin ders üzerindeki dikkatini azaltacaktır. Bu durumda öğrenmeyi güçleştirecektir. Kaygıdan kaynaklanan dikkatsizlik (konsantrasyon) sorunu ders sırasında, yazıda, ödevde her durumda kendini gösterecektir.

2. Yoğun kaygı içerisinde olan öğrenciden etkin bir öğrenme ve buna bağlı olarak başarı beklenemez. Çünkü öğrenci çalışmak için gerekli olan tüm enerjisini kaygıyla baş edebilmek için harcayacaktır. Bu da gerçek performansının altında bir başarı göstermesine sebep olur.

3. Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için beyindeki milyarlarca hücre arasında kalıcı ve etkili bir iletişim kurulması gerekir. Kaygı ise beyin içerisindeki bu iletişimin kurulmasını engeller ve özellikle akıl yürütmeye ve soyut düşünmeye yönelik olan zihinsel faaliyetleri olumsuz olarak etkiler.

4. Verimli ve etkili çalışabilmek için öğrenciyi buna yöneltecek bir nedenin, motivasyon gücünün olması gerekir. Böylece öğrenci çalışmaya ilgili, istekli olacaktır bu da konsantrasyonu artıracaktır. Kaygı düzeyi ilgi ve isteği dolaylı olarak da konsantrasyonu olumsuz yönde etkileyecektir.

5. Sınavda başarısız olma korkusuyla sürekli ders çalışmak zorunda kalan ve zamanla bu durumdan sıkılan bir öğrenci derse olan konsantrasyonunu sağlayamadığından şikayet ederek çalışma süresini azaltmaya başlar. Ders çalışmanın vermiş olduğu kaygıyı düşürür. Ancak daha sonra ders çalışmamadan kaynaklanan kaygı durumu kendisini gösterir.

Yukarıda kaygının öğrenme üzerine olan olumsuz etkilerinden bahsettik. Bu olumsuz durumları olumlu hale dönüştürmek sizin elinizdedir. Bunun için ilk önce “kaygı faydalı olabilir mi?” sorusuna cevap aramanız gereklidir.

Yazar: Ahmet YILDIZ (iletisim@ahmetyildiz.com)

Bu konuya benzer "Kaygının Belirtileri ve Gizli Nedenleri" başlıklı makalemizde Başarılı olabilmek, düşünürler ve ergenlik hakkında bilgiler verilmektedir. Okumanızı tavsiye ederiz..


Kaynak

Devamını Oku »

22 Temmuz 2014 Salı

Tüm burçların dikkatine

Anda gelişen olumsuz olayların yaşandığı bu günlerde,yeni yıl planlarınızı gözden geçirmenizi öneriyorum arkadaşlar.Gök yüzü bol kareli.Tartışma-kaza-yaralanmariski yüksek.DİKKAT !Aşırı alkol tüketimi yüksek tansiyon-kalp krizleri yaratabilir.Ayrıca ilişkilerin içinden geçtiğimiz bu süreçte(31 aralık güneş kavuşum plüton) aşırı kıskançlık şiddet eğilimini tetikleyebilir..Özellikle 30 aralık-2 ocağa kadar özel ilişkilerde zorlayıcı etkiler sözkonusu..Gökyüzünde öncü(harekete yönelik) burçlarda t açı kalıbı aktif.Koç-terazi-yengeç-oğlak bu zorlu etkilerin altında..Kalabalık ortamlarda bulunmak çok uygun görülmüyor arkadaşlar..Tüm burçların bilgisine..


Kaynak

Devamını Oku »

20 Temmuz 2014 Pazar

Başarı Yolunda 70 (Yetmiş) Altın Kural

1. Tırmandığınız Kaya ile Kertenkele Kadar Bütünleşmelisiniz.

Dağcı tırmanmaya başlamadan önce bizim için sadece bir maceraperesttir. Tırmanırken ona “Bu düpedüz deli” diyebiliriz. Zirveye ulaştığında ise o hepimiz için sadece bir kahramandır. Sadece bir kahraman….

Dağcımız malzemesi olmadan, malzeme yardımı ile tırmanmaya çalışan iki dağcıyı geçer. Böyle inanılmaz başarıyı nasıl mı yaptı. Tek cevapla motivasyon sayesinde. Zihni ve bedeni hep o anla yalnızca tırmanış anıyla bütünleşti.

Tırmanma dışında ne hayal kurdu ne de zirveye ulaşabilmeyi düşündü. Tırmanmaya karar verdiğinden itibaren, yalnızca tırmanmayı düşündü. Çünkü hedefe ulaşmak için motivasyon çok önemlidir.

2. Çiçekleri Görüyor Musunuz?

Etrafınıza bir daha göremeyecek gibi bakınız. Bir daha duyamayacak gibi dinleyiniz. Çünkü o zaman her zaman bakıp ta göremediğiniz, fark edemediğiniz, duyamadığınız şeyleri, fark edip, görüp, duyacaksınız. İşte o zaman şükredeceksiniz. Ben nelere sahipmişim diye şaşıracaksınız.

Elinizdekilerin değerini, sahip olduğunuz şeylerin ne kadar üstün olduğunu bilelim. Çünkü sahip olunan şeylerin değeri kaybedilince anlaşılır.

İnsan elindekilerin değerini en basitinden bir çiçeğe, tatlı bir gülümsemeye ve hoş bir masumiyetle bakarak anlayabilir. O çiçekle tüm sırlar, tüm kelimeler, tüm gerçekler gizlidir.

3. Hedef Titremeyen Bir El İster.

Eğer büyük bir gayeniz, hedefiniz varsa mekanik zevklerinizi terk edeceksiniz. Öyle ki bu mekanik zevkler, payenize duyduğunuz büyük aşkı basit bir cilvelenme seviyesine düşürür.

Mekanik zevklerin her davetinde biraz daha biraz daha sönmüş olarak dönersiniz. İçinizdeki tatlı dile kulaklarınızı tıkayacaksınız. Gerekirse o tatlı dili çekip koparacaksınız.

Hayatınız yaşam tarzınız, isteklerinizle özdeştir. Hedef dolu bir şarjör, iyi kavranmış bir kabza, örselenmiş bir yiv, tutukluk yapmayan bir mekanizma, gezden gözden arpacıktan bakan bir göz, nihayet titremeyen bir el ister.

4. Gücünüzü Kötü Alışkanlıklarınızı beslemek için Kullanmayın.

Monteigne’e göre alışkanlıklar öyle gürültü yaparak gelmiyor. Yavaş yavaş sinsi içimize adımını atar. Başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür. Ama zamanla oraya yerleşip kökleşti mi öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez.

Önemsenmeyen bir hareket, küçük bir girişim, alışkanlıklara mal olabilir. Olabilecek “Bir şey olmaz” demek kadar kötü bir başlangıç olamaz. Alışkanlıklar enerjimizi ve zamanımızı bizimle paylaşırlar. Öyleyse bizim “dost”alışkanlıklara ihtiyacımız var .

Kötü alışkanlıklara doğru ilk adım atan birisi kendi düşmanlarını eğitmeye başlamış demektir.

5. İnsan İçin Çalıştığından Başkası Yoktur.

Başarmak için gerekli bir çok kuvvete sahip olabiliriz. Ama bunlara sahip olduğumuz halde çalışmazsak başaramayız. İnsanın her yaptığı kendinedir. Her insan kendi işini kendi halletmelidir. Kendine güvenmelidir. Öyle ki başkalarının yaptığı şeyden iş çıkmaz işte Necm Suresi 39. Ayeti kerimesi:”Ve en leyse kiinsani illa ma sea” insan için çalıştığından başkası yoktur. Tutunun ve yürüyün.

6. Bilgiyi Kaynağına Bakarak Küçümsemeyin.

İnsan hayatında ki en tehlikeli kısıtlama bilgini kaynağına bakılarak bilgiyi reddetme tavrıdır. Size aktarılan bilgi hakkında bilgiyi aktaranın işine yarayıp yaramadığına bakarak karar vermek sizi o bilgiden mahrum eder.

Yemeğinize tat gelmesi için bir miktar tuz serpen birinin değeri yemeğine serpilen tuzun değerini düşürmez.

Bacakları yok diye bir adama adres sormaktan kaçınmayın. Belki yürüyemiyor ama oraları en iyi bilen adam o adam olabilir.

7. “Bütün Umudum Kendimde” Diyebiliyorsanız…..

“Bütün umudum kendimde”dediğiniz ve bu sözün gerektirdiği gibi çalıştığınız takdirde başkalarını da yanınızda bulmanız zor olmayacaktır.

Zaferin kendinize ait olduğunu anladığınız an içinizdeki zaferleri ortaya çıkarmak için çelikten bir irade ve inançla çalışmaya koyulduğunuz an etrafınızda size yardım edecekleri görürsünüz.

Zaferiniz başkalarına bağlı ise zaferden ümidinizi kesin.

8. İnsana insan olduğu için değer verin.

Her peşin hüküm peşin hüküm doğuracağından insanca yaklaşım bize insanın ruh ve fikir atmosferinde rahat hareket etme imkanı verir. Böylece önyargılarımızı yeneriz.

Karşınızdaki insan kendine hangi değeri bilmiş olursa olsun siz ona değer verdiğinizi hissettirin. Kendine ait olmayan bir kalıba dökülmüş olabilir, bizzat kendine bir hareket haline gelmiş olabilir. Yine takınacağımız tavır ona insan olmanın büyük değerini vermektir.

Yeryüzüne geldiğiniz her insanı bir ayna olarak kabul edin. Aynada göreceğiniz ancak kendinizsiniz. Öyleyse aynada görmek istediğiniz gibi hareket edin.

9. İşinizi en mükemmel bir şekilde yapın.

Ne yapıyor olursanız olun en mükemmel şekilde yapmaya çalışın. Hiç kimsenin gücü mükemmel bir işi görmezliğe gelmeye yetmez. Mükemmel bir iş kendini mükemmel bir şekilde kabul ettirir. İşinizin ehli

olun. Bunun için hiçbir fedakarlıktan kaçmayın.

10. İşimizin isimsiz kahramanı olabilmeliyiz.

İsimsiz kahraman insanlığa faydalı olacak her şeyde kendisinde bir sorumluluğu olduğuna inanan ,bunun için fedakarlığa hazır bulunan bir insandır.

“Ben yardım etmezsem bu adam ölecek” “Ben yardım etmezsem bu iş yarım kalacak” düşüncesi iliklerimize işlemiş bir samimiyetle yaşamalıyız

İşimizin ,amacımızın, fikrimizin isimsiz kahramanı olabilirsek kahramanlığa isim olabiliriz.

11. Komik adam olmayınız.

Şiddetli böbrek sancısı çeken birisi karşınızda inlemeye başlarsa o sancı sizde çekersiniz. Yüzünüzdeki ifade inleyen hastanın yüzündeki ifadeye benzer böbrek sancısının ne kadar yıldırıcı olduğunu anlatmak için sancı çekiyormuş taklidi yapan birisi ise size pek komik gelir.

Kendinizi, henüz liyakat kesb etmediğiniz hiçbir unvanla, tavırla, sesle, düşünce ve hisle ifade etmeyiniz.

Böbrek sancısı çekiyormuş gibi yapmayınız. İşte” komik adam” olmamanın birinci şartı

12. Faaliyetlerinizde Boşluk Bırakmayın.

Parçalardan birinde göstereceğiniz bir ihmal yapacağınız bir hata elde etmek istediğinizden bambaşka bir bütünlük elde etmenize sebep olur.

Öğrenme ve çalışma faaliyeti sistemli olmalıdır. Bu faaliyetin başlangıç ve bitiş noktası arasında en ufak bir boşluk bırakmamalıdır. Öğrenme ve çalışma faaliyeti sırasında bırakacağınız bir boşluk, ihmal edeceğiniz küçük bir konu, uygulandı sırasında çökmenize sebep olur. Tıpkı evde çimento, demir eksikliğinden dolayı depremde yıkımların olması gibi.

13. Sıfıra Çarparsanız Sıfırlarsınız.

Keşke geçmişimizi bir film gibi seyredebilseydik. Hatalarımızı görebilseydik. Geleceğimizi de aynı şekilde…

Düşünün ki hep doğru şeyler yapıyorsunuz. Bir gün gelmiş ki yanlışlar yapıyorsunuz ve doğrulara yanlışlar eklenip duruyor. Yanlış bir daha yanlış, getiriyor. Ve bir de bakmışsınız ki doğrunuz kalmamış.

Hayat herkesi dikkatli, temkinli ve sakin olmaya çağırıyor. “Sıfırlardan” korkunuz küçük bir öfke manalı bir bakış bir anlık bir coşku kılığına girebilen bazen kurt bazen kuzu postuna bürüne bilen “sıfırlar” a çarpıldığınızda sıfırlanmış olursunuz.

Küçücük bir sıfıra çarpan yüz milyonlarca rakamınız, sıfır olur gider

14. İki insan olmayınız.

Başkalarının sizde görmelerini istemediğiniz sizde olduğunu bilmelerini arzu etmediğiniz bir davranışı-tavrı-işi yalnız başına olduğunuz zamanlarda da göstermeniz,yapmayınız.

İnsanların içinde başka yalnız başına kaldığında başka olan birisinin maddi ve ruhi tavırları kuvvetli bir bütünlük arzu etmez. Öyle bir insan parça bölük bir görüntü verir.

15. Derhal Teşebbüse Geçin.

Yapmayı düşündüğünüz işler ulaşmak istediğiniz insanlar gerçekleştirmek istediğiniz tasarılarınız ki aranıza hayali engeller koymayınız

Yeter ki derhal teşebbüse geçilsin. Zor gibi görünen işlerin kolaylıkla halledilebileceği görülecektir. Teşebbüs sayesinde hiç ulaşılamayacak zannedilen insanlara ulaşılabilir.,gerçekleşmez inadında görünen işler gerçekleştirilebilir.

Teşebbüs için en iyi zaman, niyetin kalple alev olduğu zamandır. Alev parlar parlamaz hareket ediniz.

16. Doğrularınız yanlışlarınızı yer.

Hayat sizi samimi görmek ister. Bir yanlıştan sonra hemen bir doğruya koşmanız samimiyetiniz konusunda onu ikna eder. Çünkü hayat doğruları çok olanın yüzüne güler. Her kötülükten sonra bir iyilik, her yanlıştan sonra bir doğru, kötülüğün ve yanlışlığın lekeleri işinde simsiyah olmanızı engeller.

Temizlenmeyen her leke, bir sonra ki ile birlikte biraz daha büyür.

Pantolonunuzda dört leke varsa beşincisinin gelmemesi için fazla dikkatli olamaya bilirsiniz. Onun için ilk lekeyi derhal temizlemelisiniz.

Yanlışları doğrularından fazla olan her öğrenci sınıfta kalır.

17. Yumruğunuz Demirleştikçe Eldiveninizin İpeği Kalınlaşmalıdır.

İnsanlara yumuşak davrana bilmemiz, olayları yumuşak karşılamamızı kolaylaştırır. İnsanlara karşı sert, kırıcı, haşin davrananlar olaylar karşısında sakin olamazlar.

Güçlüyseniz yumuşak olmanızın bir değeri ve manası vardır. Yoksa yumuşaklık ve sukünet, zayıflığın, çaresizliğin diğer adı da değildir.

18. Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmamak için Sağduyu Gerekir.

Kaş yapmak gibi güzel bir niyet nasılda “göz çıkarmak” gibi bir neticeye dönüşüyor.

Çıkmış gözlerin çoğuna sebep olanlar, kaş yapmak isteyenlerdir. Çünkü onlarda sağduyu yoktu, basiret yoktu, feraset yoktu.

Basiret; kalp gözüyle görebilmek, işinin sonunun nereye varabileceğini doğru kestirmektir. Feraset, çabucak kavrayabilmektir. Sağduyu, gördükten, kavradıktan sonra doğru kararlara varabilmektir. Bu üç kelimenin de manası safha safha ve bir çok yönleri ile birbirlerinde tamamlanırlar.

Sağduyu, bütün sivrilikleri törpüleyen, bizi hayati hatalara düşmekten koruyan, zaman kaybetmemize engel olan, kendimize ve etrafımıza zarar vermememizi sağlayan büyük bir güçtür.

Doğruyu görebilmek için doğruyu hissedebilmek, doğruyu hissedebilmek için de doğru yaşamak gerekir.

19. Her Saniyeniz Gayenize Kilitlenmelidir.

Büyük başarılar her saniye tespit edilen gayeler için yaşanmakla elde edilebiliyor. Hayatınızın her saniyesi gayenizin rengi ile renklenmeli onunla dopdolu olmalısınız

20. Bütün Bütün elde edilemeyen Bütün Bütün terk edilemez.

Elde ettiğiniz her parça bütünle bir irtibat sağlar. Ne kadar küçük olursa olsun elde edilen parça muhafaza edilmeli bütün haşmetine bakılıp küçük görülerek elden çıkarılmamalıdır.

Parçada görülen ısrar bir dinamit gibi patlayıp engelleri yok eder ve bütüne giden yollar açılıverir.

Kamil bir insan olmanın bütün gereklerini aynı anda bir arada yerine getirmeyenler bu bütünlüğe ulaşamaz. Gerekçesi ile elde ettiği merhalelerden geri çekilmezler. O merhalede ısrar ederler. Bütün elde etmek için başka yol yoktur. Zafer önce küçük mevzilerde kazanılır

21. Atların Önüne mücevher Dökmeyin

Bilginizi, hünerinizi, kültürünüzü kolay kazanmadınız. Bunları elde etmek için bir çok sıkıntıya katlandınız. Şimdi bunları niçin yanlış adamların önüne dökeceksiniz? Çarçur etsinler, sizi çileden çıkarsınlar diye mi? Atların saman yediğini unutmayın. Onların önüne mücevher dökmekten daha şaşkınca bir hareket olabilir mi?

22. Tertemiz Bir Kalple Yürüyünüz.

Karşılan her tehlike ve zorlukla baş edebilmenin ilk şartı ona tebessümle bakmaktır. Kin kene gibi ruhun kanını emer. İnsanı alev alev bir bir düşmanlık hissine kitler. Duyu organlarını hasis eder. Hata üzerine hata yaptırır.

Affetmek nefsin terbiyesi ve güçlü irade için verimli etkili bir eğitim yoludur.

Çabuk affeden birisi olursanız her zaman yanınızda birilerini bulabilirsiniz

23. Sözünüzün eri olun.

Söz bahsinde iki yol vardır. Birincisi olur olmaz söz vermemeliyiz. İkincisi söz verdikten sonra mutlaka sözümüzü tutmalıyız.

Sözünü tutmayan insanlar güvenirliklerini kaybederler. Sağlam dostluklar güvenilir insanlarla yapılırlar.

Söz verilip de yapmamak insanı basitleştirir. “Sözünün eri” gibi nitelendirilmek istiyorsanız mutlaka verdiğiniz sözleri yerine getirin.!

24. Artık güzel bir sabır gerek.

Sabır zamanı lehimize çevirme sanatının adıdır. İnsan kendisini en çok kontrol ettiği, dış etkilerden en çok koruduğu andır sabırlı olduğu an. Yani sabırlı olma hali tam bir şuur halidir.

Bir bela anında olan sabır, başarı karşısında da gerekir. Sabırlı insan kendisini sorgulayan, nerede hata yaptığını araştıran insandır.

Muhteşem zaferler, baş döndürücü başarılar, büyük belalar, küçük sıkıntılar mı? Ne olursa olsunlar gelip çattıkları zaman, artık güzel bir sabır gerek.

25. Karalı Olmanız Hedefi Yıldırır.
Karar vermek hedefi kuşatmak demektir. Hedefin karşısında büyümektir. Hedefi yıldırmaktır.

Başarınız karalı olduğunuz ölçüde büyük olacaktır. Kendinizi hedefe kilitleyeceksiniz ve o kilidi açması muhtemel bütün anahtarları ortadan kaybedeceksiniz.

Kararlılık diye işte buna denir.

26. İrademizin Sırtında Gidiyoruz.

İrade kuvvetlerimizi kontrol edebilme ve isteklerimiz doğrultusunda yönelte bilme gücüdür. Hepimiz irademizin sırtında gidiyoruz. O ne kadar güçlü olursa o kadar yol alırız.

27. Korkunuz Korktuğunuza Güç Verir.

Korku insanın gücünü sıyırır, parçalar, dağıtır. Gücü böyle kullanılamaz bir hale gelmiş birisini karşısında karşı kuvvetler defalarca katlanmış bir güce kavuşurlar. Bu manası ile korku karşı kuvvetlere fazladan bir güç vermektir. Korktuğunuz an korktuğunuz şey güçlenir. Hem de sizin gücünüzle

28. Kuvvetlerinizi İyi Komuta Etmelisiniz.

İnsan şahsiyetinin hem sebebi hem neticesidir. Doğuştan getirdiği özellikleri iyiye, güzele, faydalıya çeviren çevre tesirini İlahi ışığın tesiri altında bir bir eleyen yada denetleyen insanlar, insan akıl, şuur ve iradesinin büyük komutanlarıdır.

Başarılı olma sırlarının başında işte bu komuta gücü gelir. Kuvvetleri oranında iyi bir komutan olan herkes büyük zaferler kazanır. Kötü komutan mevcut kuvvetlerini de elden çıkarır.

29. Samimi Pişmanlık Gelecekteki Hataları da Önler.

Geleceğin tehlikelerinden hata ve kusurlarından korunmak mümkündür. Bunun yolu geçmişin hata ve kusurlarından büyük bir samimiyet içinde pişmanlık duymak ve tekrar hata ve kusura düşmemek için kesin karar vermektir.

30. Danışma, Mesele Üzerindeki Aydınlığın Artırılmasıdır.

Her şeyi bilmeniz mümkün değildir. Daha önce binlerce kişinin gidip geldiği yollarda kaybolmak ahmaklık olur.

Başkalarını gayretlerini, bilgilerini, tecrübelerini, fikirlerini, kendi, gayret, bilgi, tecrübe ve fikirlerimize katma faaliyeti olan danışma yakın dostlarımızdan biri olarak yanımızdan hiç ayrılmamalıdır.

31. Anahtar Aramak Yerine Anahtar Olabilmelisiniz.

“Bak bağa” dedi Dr. Rahmi Eray: “İnsanlar ekseriye geri dönecekleri zaman kendilerine lazım olacak kapıları elleriyle kapatırlar.”

32. Kendinizi İfade Etmekten Kaçınmayın.

“Şu olur bu olur” diye kendinizi dar kalıpların, küçük dünyaların içine hapsetmeyin. Mümkün olan her zaman ve zeminde kendinizi ifade edin. Kendinizden haberler verin. Hele bir harekete geçin, olabileceklerle ondan sonra uğraşırsınız.

33. Zamanında Yapılmayan İş Yapılmamış iştir.

Her işi zamanında yapmak ayrı ve önemli bir sanattır. Çünkü zaman bir çok şeyin değerini arttırırken, bir çok şeyin değerini de azaltır.

Bu günün yapılması gereken işleri vardır. Bu işleri bu gün bitirmeliyiz. Bu gün yapılması gereken bir iş yarına bırakılırsa yarının bir işi ile birleşip iki iş olmaz. Belki beş belki on beş iş olur. Bu gün yapılması gerekirken yapılmayan bir iş yarını olduğu gibi tahrip edebilir. Yalnız yarını değil yarınları etkileyebilir.

Gaye adamı; “bu günün işini yarına bırakmaz.”

34. Küçük İkazların Büyük Değeri Vardır.

Hatalarımızı gösteren eksiklerimizi tamamlamaya yanlışlıklarımızı düzelten insanlara kızmamalıyız. O insanlar sayesinde bir çok yanlıştan kurtuluruz.

Yalnız insanlar değil, zaman zaman küçük aksilikler de ikaz ederler. Nasıl küçük ikazlar büyük felaketlerin önlenmesini için çok değerliyse, küçük aksiliklerinde ikaz değeri büyüktür.

35. İnsana yaklaşmak önemlidir.

İnsana doğru zamanda doğru zeminde, doğru tavırla yaklaşma insanı tanımaktaki zorlukların gerektirdiği tehlikeleri en aza indirir.

İnsanı tam tanıyamamamız bir eksiklik değildir. Ama ona yanlış yaklaşmamız hayati bir eksikliktir.

“her insan bir limandır,usta bir kaptan bekler.

36. Küçük Bir Eylem Çok Sözün Önünde Gider.

Önemli olan eylemdir. Netice eylemle sağlanır. Toplumu şekillendirenler, önderlik yapanlar güç elde edenler eylem adamlarıdır.

Söz ve düşünce, eylemi hazırlamadığı, eylemi gaye edinmediği, söz ve düşünce sahipleri eylemi ertelediği müddetçe meseleler havada kalır.

37. İnanç Kuvvetin Ruhudur.

İnanç maddi ve manevi kuvvetin bir arada yoğunlaşmasını sağlayan katalizördür. İnanç yetersiz olduğunda, konsantrasyon yetersiz kalır. Karateci 20 kiremidi tuz buz edeceğine inanmadan darbesini indirdiği taktirde olan eline olacaktır.

Bir amaç peşindeki adamın yapacağı da budur. Bütün kuvvetleriyle seçtiği noktaya inançla yüklenecektir.

38. Güzel Bakanlar Güzel Görürler.

Hayata güzel gözlerle bakanlar güzel şeyler görecektir. İyimserlik hoş görüyü, yeniden çalışma gücünü, nezaketi de beraberinde getirir. İyimserlik baktıklarımızda olması gerekenleri onlara yakıştırmaktır.

39. İnsanlara Anlayış Derecelerine Göre Hitap ediniz.

İnsanların en haklı oldukları konular da bile haksız, en bilgili oldukları konularda bile bilgisiz bir hale düşmelerinin sebebi, muhataplarının dilini keşfetmeden sözü sürdürmeleridir.

Çoğu zaman basit bir şeyi anlamayan adam değil, basit bir şeyi anlatamayan aptaldır.

Sadi’ ye göre “Bir cahille yaka paça olursanız sizin alim olduğunuz biraz şüphelidir.”

40. Tabii olunuz.

Beğenilmek istediğini belli eden biri beğenilmez. Bu isteğinizi hissettirdiğiniz anda sözleriniz, tavırlarınız, bakışlarınız, gösteriye dönüşür.

41. Sırlarınızı Ölünceye Kadar Saklayınız.

Hiçbir insan sizinle aynı şartlar altında değildir. Her, insan Başka bir insandır. Geleceğin kimi neye yönelteceği,kimi hangi hale getireceği tahmin edilemez. Öyleyse dostlarınıza ve düşmanlarınıza bir ihtiyat payı ile bir mecburiyettir. Ne sırrınızı başkasına verip özel olan şeyin özelliğini yitirin; ne de başkasının sırrını alıp ilerde ihanet etmekten kaçının.

Sizin için artık önemli görülmeyen sırlarınızın başkaları tarafından ne kadar önemli hale gelebileceğini tahmin edemezsiniz.

42. Sözleriniz İnsanlarda Yaşar.

Hedefe yürüyen adam yoluna yeni engeller dikmemek, muhtaç olabileceği kapıları elleri ile kilitlememek ve hayatın sevgi dengesine çomak sokmaktan ötürü şiddetli bir ceza görmemek için, hiç kimse hakkında onların hoşlanmayacakları şekilde, hoşlanmayacakları zamanda ve zeminde sarf etmemeliyiz.

En anansız düşmanlarınız gururlarını rencide ettiğiniz insanlardır.

43. Konuşmak Yada Susmak İşte Bütün Mesele.

“Savaşı da keser, barışı da keser denilen dilden bahsediyoruz. Şu bütün başını belaya sokan dilden.

Susmanın ve konuşmanın kesiştiği mayın dökülen hatlara düşüverdi mi yolunuz artık atacağınız her adım hayatınızı etkileyecektir.

44. Faziletler Sağ Duyunun Kontrolü Altında Olmalıdır.

Sahip olduğumuz faziletler ölçüsüz büyük olmalı ama ölçü tatbik edilmelidir. Sağduyu faziletleri de kontrol altında tutmalıdır. Sağ duyunun kontrolünden çıkmış faziletler birer zaafa dönüşür.

Affetmek faziletini bir akrepte tezahür ettiren birisi o akrebin bir başkasını sokmasına sebep olur. Tabi kendi kurtulmuşsa……

45. Kibir Emeği Kirletir.

Kibir insanın dehşetli bir unutkanlık halidir. Nereden gelip nereye gittiği unutmasıdır.

İnsan tabi ki emeğinin haysiyetini koruyacaktır. Korumalıdır da. Fakat emeğin haysiyeti kibirle korunmaz. Kibir emeği kirletir.

46. Küsmeyeceksiniz…

Her gaye adamı bütün gücüyle kendisi hakkında şu kanaati oluşturmaya çalışmalıdır. “O hiçbir şeyden dolayı hiç kimseye küsmez. Düşmanlarına bile.”

Bir insana küsmeniz, o insana hakkı olmayan değeri ilave ederken, sizden de değer eksilmesine neden olur. İnsanların kinleriyle, küskünlükleriyle büyüyemezler. Bunları alt etmek için gösterecekleri çaba ile büyürler.

Hiç kimseye küsmeyeceksiniz….

47. Portakalı Övmek Onu Sevmeyenler içinde Bir Mecburiyettir.

Hazır bulduklarıyla övünmesin de mantıksızlık, şuursuzluk olan insanın hazır bulduklarına katkılarıyla hazır bulduklarının yardımıyla ortaya koyduğu emekle övünmesinde de maşeri bir hesapsızlık ve çirkinlik vardır. Çünkü emek övülmez, övünür.

Siz portakal olmaya bakın. Kendinizi övmeye gerek kalmayacaktır. Övülmeye müstahak olan haliyle övmesini bilendir. Kendi kendileri övmeyendir.

48. Hayat Unutmaz, Hayat İsraf Etmez.

Hayatın terazisinden kaçabilecek hiçbir iyilik ve kötülük yoktur. Bunları insan bilse de bilmese de sizin ağırlığınız bir artar bir azalır. Hayat terazisi her iyiliğinizi ve kötülüğünüzü tartabilecek, bir kenara yazabilecek hassasiyettedir.

49. Küçük Şeyler Büyük Şeylerdir.

Nice şiiri yüzyıllar sürecek bir ömre kavuşturan şey, bazen bir virgül bazen bir kelimedir.

Virgülleri noktaları yanlış kullanılmış hayatın neticesi yavanlık, renksizlik, sevimsizlik, ahenksizlik, manasızlıktır.

50. İnsanlara Karşı İstisna hareket Etmeyin.

İnsanlar istisnalar karşısında istisna çözüm yolları takip ederek önemli kazançlar elde edebilir. İstisnalara karşı genel hükümleri uygulayanlar ise büyük zararlara uğrayabilirler. İstisnaların imtihanı gerçekten çetindir. Her zaman karşılaştığınız insan her zaman ki gibi davranmıyorsa siz de her zaman ki gibi davranmamalısınız.

51. Her Zaman Daha İyisini Yapmaya Çalışın.

“Bütün yazılarımdan pişmanım hepsinden utanıyorum” diyordu Peyami Sefa “Onun için daima daha iyisini yazmaya çalışıyorum.

Daha iyisini yapabilmemiz için önce bir şeyler yapmanız gerekir. Daha iyisi bir önceki yaptığınızdan daha iyi olandır.

Hedef adamı mazereti olmayan adamdır.

52. Bilgi Emeğin Şuurudur.

Bilgi ve emekle pişirilmemiş bir yetenek kalıcı zaferler elde edemez.

Siz de edebiyata mal olmuş bir şair olmak isterseniz “Mısralarınıza” emek vermelisiniz.

Zira bilgi emeğin şuurudur. Şuursuz emek zaman ve kuvvet kaybıdır.

53. Kullanılan bilgi yanına yeni bilgiler Çeker.

Yeni bilgiler edinmek mevcut bilgilerin kullanılmasına bağlıdır. Mevcut bilgileri kullanmaya,o bilgilerin gösterdiği yolda hareket etmeyen birisinin yeni bilgiler edinmesi mümkün değildir. Uygulanan bilgi mıknatıs gibi yeni bilgiler çeker

54. Unutmak ilmin afetidir.

Unutmak emeğimizin ve zihin gücümüzün bir ölçüde de olsa israf edilmesidir. Her şeyi hatırlamamız gerekmez. Bu zaten mümkün değildir. Fakat bize daima lazım olacak bir bilgiyi unutmamız gerçek bir afettir. Bilginin kullanılabilir durumda bekletilmesi onun unutulmaması ile mümkün olur. Kullanılması da hem genişletilmesini hem de unutulmamasını sağlar

55. Başkalarının ayıpları ile Beslenerek yaşama imkanı yoktur.

Ayıp peşinde koşmak bulunan ayıpları ortaya dökmek bunu yapan için kafi bir ayıptır. Kendisi için de başkaları mutlaka öyle davranacaktır.

Hedef adamı ruhunu canlı tutmak zorundadır. İnsanların ayıplarını ortaya döken kişinin ruhu canlı kalamaz. Başkalarının ayıpları ile beslenerek yaşama imkanı yoktur. Şeref sahibi her insan başkalarının ayıplarını görmekten üzüntü, Bu ayıpları örtmekten ;saklamaktan sevinç duyar.

56. Baldan tatlı olan öfkenin Neticesi zehirden acıdır.

Öfke neler olup biteceğini asla kestiremeyeceğiniz, neler olup bittiğini de asla hatırlayamayacağınız bir yolculuktur

Böyle bir yolculuğa cüret etmeyiniz çünkü akıl işi değildir.

Evet öfke gelir yüz sararı ,öfke gider yüz kararır.

57. İyilikleri karşılıksız Bırakmayınız

İyilik- yardım bahsinde bir şey olmamış gibi davranmak hiçbir şey olmamış gibi netice verir.

Hiç olmazsa candan bir teşekkürü, hak edenlere çok görmeyin.

58. Hareket Düşünceden Önemlidir.

Hedef adamı bir yere önce hareketleri sonra düşünceleri ile girme gerektiğini çok iyi bilmelidir.

Düşüncenize karşı bir sempati oluşmasının ön şartı hareketlerinizin imtihanında iyi bire not almasıdır.

59. Güllerin Yanındaki Çalı Çırpıda Gül Kokar.

İyiliği iyilerden kötülüğü kötülerden öğreniriz. Şu “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” sözünü birde şöyle ifade etmekte fayda var. “Bana arkadaşını söyle sana ne olacağını söyleyeyim.”

60. Ölçülü Olabilmeliyiz.

İnsanın yapısı ölçünün de kendisidir. Ölçülü yaratılmış bir insan ölçülü yaratılmış dünyada yaşarken ölçülü olmak zorundadır.

61. Kişiliğinizin Hudutlarını Koruyun.

Size yapılmasını istemediğiniz hareketleri, söylenmesini istemediğiniz sözleri başkalarına yapmayınız, söylemeyiniz.

62. Bir elma On Kişide On Elmadır.

Her şeyi bilmediğinizi kabul ettiğiniz, fikirlerinizi değiştirmeye hazır olduğumuz anda daha bir çok şey öğreneceğiz demektir.

63. Başarmak Herkese Karşı Görevimizdir.

Ayakları olmayanlar için de yürüyeceksiniz. Görmeyen gözler için de göreceksiniz. Uykusunu yenemeyenler için de uyanık duracaksınız.

Bu şuurda olan bir insan başarmak için gerekli şartları süratle sağlıyor demektir.

64. Paranın Kölesi Değil Efendisi Olmalısınız.

İnsan, dünyada bir yolcudur yada bir misafirdir. Dünyanın sahibi değildir. Burada geçici bir hayatı yaşamaktadır. Üstelik bu misafirlik oldukça kısadır.

65. Eliniz Yetiyorsa Sözünüzün Kıymeti Yoktur.

Bir yanlışlığa karşı, sözle yapacağınız müdahalenin netice vermesi için gerçekten elle müdahale gücünün olmaması gerekir.

66. Merhamet Edin Ama Merhamet Beklemeyin.

Siz merhametli olunuz merhamet ediniz fakat asla kimseden merhamet beklemeyiniz. Çünkü

merhametsizler daha çok kendileriyle ilgilendikleri için onlara gerçekleri anlatabilmek daima zordur.

67. Mesleğinizin, Meraklarınız, Amaçlarınızın Büyüklerini Tanıyınız.

Hedefe yürürken o dostların büyüklerin maddi ve manevi yardımları yanınızda olabilir. Bu dostlar5la münasebetlerinizi geliştirmek bu dostlara bir derinlik kazandırmak sizin için insani bir görev ve akılcı bir harekettir.

68. Zamana Saygılı Olun .

Zamanı iyi kullanmanın zamanın gücünden istifade etmenin ilk şartı güne erken başlamaktır. Zamanı yanınıza çeke bilmek için onu ciddiye aldığınızı göstermelisiniz.

69. Başarısızlıklar Büyük Başarının Öğretmenidir.

Amacımıza yürürken hem başarısızlıklarımızı hem başarılarımızı tevekkülle karşılayabilmeliyiz. Her yeni hamlede ona çok ihtiyacımız vardır. Başarısızlık denen öğretmene asi olmayın.

70. İbadet.

İbadetlerinde aksamayan, tökezlemeyen herkes, her söz ve hareketine kakıcı değer kazandırır. Allah’ın hudutlarının aşılması büyük karışıklığa sebep olur. Oruç açlığa; tasarruf cimriliğe, cömertlik israfa dönüşür.

İbadet , Allah’ın hudutlarının aşılmaması için uymaya mecbur olduğumuz fiziki ve ruhi disiplindir. Bilme ve bildirme halidir. İbadet sınır ve manasına çekilmemiş her hareket bir kayıptır. Hayatın sahibiyle irtibatını temin etmediğimiz hiçbir hareketimizin ve sözümüzün kıymeti yoktur. Çünkü hayat kıymetini ondan almaktadır.

Kişisel gelişim yazıları

Bu konuya benzer "Kişisel Gelişim Tarihi" başlıklı makalemizde Eski Yunan, kişisel gelişim ve tarihte kişisel gelişim hakkında bilgiler verilmektedir. Okumanızı tavsiye ederiz..


Kaynak

Devamını Oku »

19 Temmuz 2014 Cumartesi

İnternet Ruhunuzu Nasıl Etkiler?

Bu kez, benim “Ruh, İnternet, ve İnternetin Ruhu” adını verdiğim bir başlığı incelemek istiyorum.

 Akla gelen ilk soru : İnternetin bile bir ruhu mu var? 

Eski zamanların bilge insanlarına göre, var olan herşeyin bir ruhu vardır, bu yüzden internetin de diğer başka varlıklar gibi ruhunun olduğuna ikna olmuş durumdayım. Eğer ruhu olmasaydı, var olamazdı ve yaşamını sürdüremezdi. 

Ruh nedir?

Ruh, yaşamı sağlayan güç ve enerjidir. Her ruh, ruhun ait olduğu varlığa dair özel ve eşsiz bilgiler içerir. Bu bilgiler kağıda dökülemez ve ruhun niteliklerini tamamen anlamak için ne bir yol vardır ne de gücünü biriktirmek ya da depolamak mümkündür.

Ruhun gücü, zaman ve mekan boyunca titreşir.  Ebedidir ve çoğu zaman geometrik bir şekli vardır.  Aroması, dokusu, ve hatta kütlesi vardır; ancak kişinin psişik yetenekleri olmadığı müddetçe normal beş duyu yoluyla algılanamaz. Biz, sıradan insanlar, ruhun varlığını hissedebilir ve sezebiliriz ama, bu ancak ruh bir varlıkla etkileşim haline geçerse mümkün olabilir.

Yaratılışından önce ruh, bilinçdışı zihin alanında yalnızca bir enerji parçacığıdır. Her ham ruhu içinde barındıran bu alan, biz “ora”nın tam olarak nerede olduğunu bilmesek de, her zaman “orada”dır. Hiçbir yerde değildir ve bu nedenle her yerdedir. Hiçbir yerde ve her yerde olmak bu alanı her yerden her zaman ulaşılır kılar. İnternet de bu niteliklere sahiptir.

İnsanlar zihinlerinde herhangi bir şey yarattıkları zaman, bilinçdışı zihin alanından bir parça gelir ve bizim sonradan “ruh” olarak adlandıracağımız bu yaratışa katılır Bu sebeple ruh hiçbir yerde değildir ancak bir kişinin zihni tarafından yaratıldıktan sonra, o artık hep vardır. 

Bir şeyler (kasıtlı ya da tesadüfen) yaratıldığında, bir ruha sahip olur. Bu ruh sonsuzdur ve hiç kimse ona zarar veremez, ancak herhangi bir şey titreşimini pozitif ya da negative şekilde etkileyebilir. Ruh, diğer varlıkların etkileri nedeniyle büyüyebilir ya da küçülebilir. Ruh, her an ortak bilinçaltına bağlıdır ve canlı ya da cansız her varlıkla ilgili her bilgiye ulaşabilecek bir parça içerir. Bunu, daha yüksek bir ortak bilgi alanından bilgi çekerek yapar: Bilinçdışı zihin alanı.

İnternetin ruhu

Bu mekanizma bize internetin nasıl yaşadığını anlatır. İnsanlar internet üzerinden bilgi paylaşmaya karar verdiklerinde, bir site yaratırlar ve verilerini bu siteye yüklerler. Orjinal bilgisayar zarar görse bile, yüklenmiş olan bilgi orada yaşamaya devam edecektir.  Birisi internete bilgi eklediğinde ve bu bilgi çevrimiçi bir sunucuda bir kez yer aldığında, artık bilgi hiçbir yerde olmayacak, aynı zamanda da her yerde olacaktır.  Herkes her an bu bilgiyi ekranında görme olasılığına sahip olacaktır. Bu bilgiyi silmek, özellikle başkaları tarafından da kopyalandıysa, neredeyse imkansızdır. 

Yukarıda belirttiğim gibi: İnternet hiçbir yerde değildir, ama aynı zamanda, her yerde ve her zaman bulunabilir. İnternetin ruhu olmadığını, kendisinin bizzat ruh olduğunu iddia edebilirdik! Peki, bu doğru olur muydu? Bence olmazdı. Bu, doğru olamazdı çünkü ruh yok edilemezken internet edilebilir. İnternet günlük hayatlarımızın çok önemli bir parçası haline geldiği için ona zarar vermek zordur, ancak mümkündür. Yine de, birkaç ince ayrıntı dışında, internetin ruhla çok fazla benzerliği olduğunu iddia edebilirim. 

İnternette bir konuya ulaşmak için yalnızca klavyemizde bir kaç tuşa basmamız ve ekrana bakmamız gerekir. Saniyeler içinde, tüm dünyadan bilgiler rahatlıkla önümüze seriliverir.  Şaşırtıcı bir şekilde, internet, bizim dünyamızda var olan her şeyi bilir gibidir, hatta evrenin geri kalan kısmı ile ilgili de bilgiler içerir. Diğer her şeyle hatta diğer galaksilerle bile bağlantıda olan ruhun küçük bir örneği gibidir. 

…Ve CERN interneti yarattı!

CENR’deki bilim adamlarına, İnterneti yaratırlarken yüksek güçler tarafından ilham verildiği inancındayım. Muhtemelen, bu yüksek güçlerin bizlere birbirimize bağlı olmanın gerçek anlamını idrak etmemizi sağlayacak bir yol öğretmek gibi yüce bir niyeti vardı.  Bununla ne demek istiyorum?

Bir ağa bağlıysak ve gerçekten bilgi edinmek istiyorsak, arama motoruna bir kaç kelime yazarız. Saniyeler içinde onu buluruz. Bağlantıyı kesmeden önce orada istediğimiz kadar çok vakit geçirebiliriz. O anda biliriz ki, istediğimiz zaman bir önceki sayfaya geçiş yapabiliriz. Teknik konular erişimimizi aksatmadığı sürece, günlük hayatımızda bunu sürekli yaparız. 

Benzer şekilde, bir ruh herhangi bir kişi ya da herhangi bir şey hakkında bilgiye ihtiyaç duyduğunda, kendini basitçe ortak bilinç alanına açar ve oradan bilgi çeker. İnternet ve ruh arasında belirgin bir fark vardır : Bir internet bağlantısına fiziksel güçler tarafından zarar verilebilir ancak ruhun bağlantısına verilemez. Yalnızca ruhun sahibinin zihni, kasıtlı ya da kasıtsız olarak bunu redderek bağlantıyı önleyebilir. Ruhumuzun bilgiye ihtiyaç duyduğu anda ortak alanla kolaylıkla bağlantıya geçeceğini düşünmek istesek ve buna inansak da, bu her zaman bu şekilde çalışmaz. Zihnimiz yeni şeylere direnç gösterir, böylece ruhumuzun temel bilgi alanına bağlanmasını durdurmak amacıyla bir çeşit titreşen duvar oluşturur. 

Yüksek güçlerin “birlik”in nasıl çalıştığını bize göstermeyi planladıklarına inanıyorum. Bu nedenle, CERN’deki bilim adamlarına interneti yaratmaları ve gezegenimizdeki “birlik” bilincini yükseltmeleri için  ilham verdiler. CERN’dekilerin ilk anda ne keşfettiklerinin gerçekten farkında oldukları  konusunda şüpheliyim ve bunun yüksek güçlerin davranış şekli olduğunu düşünüyorum. İnsanların zihninde bir fikir yaratıyorlar ve bağımsız, ebedi varlığını sağlayan bir seviyeye ulaşana kadar enerjisini güçlendiriyorlar. Son olarak, bu bilgiyi, kolektif  bilinç alanına gönderiyorlar. Açık görüşlü biri bu bilgiyi alıyor ve buna buluş ya da keşif adını veriyor.

CERN’dekiler kendi aralarında daha kolay haberleşmenin bir yolunu arıyorlardı, ve içlerinden biri interneti “keşfetti”. Keşfinin ne kadar büyük olacağını  ilk başlarda fark etmediğine eminim. Bilim adamlarına göre, bu tür keşifler, planlanan keşiflere göre daha yüksek amaçlara hizmet etmektedir.  Çoğu zaman, bu keşiflere şans eseri, adına “Tesadüf” dedikleri bir olayla rastlıyorlar.

Spiritualizmde Tesadüfler 

Bilim adamlarının aksine, spirituel insanlar tesadüflere inanmazlar. Herşeyin bir nedenden dolayı olduğuna ve her yeni keşfin yüksek bir amaca hizmet ettiğine ikna olmuşlardır. Ben, o spirituel insanlardan biriyim. 

Benim düşünceme göre, internet gerçekten zihinlerimizin bilinçdışı parçasının ölçekli bir modelidir: Ruh, var olan her şeyle bağlantımızdır. 

Ruhumuzun, bizim yaratmamızı, öğrenmemizi, araştırmamızı, keşfetmemizi, üretmemizi ve ortak bilinçaltı alanına erişerek ihtiyacımız olan her şeyi anlamamızı sağlayacak herhangi bir bilgiye ulaşma kabiliyeti vardır. Ruhumuz, karşılaştığı diğer varlıkların enerjilerinden etkilenir ve bu karşılıklıdır. Ruh, yüksek frekansta titreşen enerjiyle karşılaştığında büyür, düşük frekansta titreşen enerjiyle karşılaştığında daralır. Herhangi bir varlığı ya da titreşimi hiçbir zaman dışlamaz, ancak bunun yerine her birine uyum sağlar. 

İnternet, tam olarak, zihin tarafından engellenmeyen ruh gibidir, gönderilen her bilgiyi kabul eder ve iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin, gerçek ya da sahte ayırt etmez  - yalnızca kabul içinde yaşar. Eğer biri internete bilgi eklemek isterse, bütün yapması gereken, bilgiyi  bir web sitesine göndermektir. Twitter, Facebook, bloglar ve kişisel siteler her zaman açıkça her şeyi kabul ederler. 

İnternete bilgi göndermek çok basit olduğu için, o bilgiyi silmenin de aynı derecede basit olduğunu düşünebiliriz, ama bu her zaman bu kadar kolay değildir. Eğer insanlar yüklediğiniz veriyi beğenirlerse, kopyalayabilir veya başka sitelere yeniden gönderebilirler. Orjinal veriyi silseniz dahi, bu, verinizi internet ortamında imha etmez. Ruhun alanında gerçekleşen tam da budur. 

Ruhumuzun, veri depolamak için muazzam bir kapasitesi vardır. Bu alana kaydedilmiş hiç bir şey  yok olamaz, çünkü alanın hafıza bölümünde her zaman  bir iz olarak var olacaktır. Belirli bir ruhun titreşimi benzersizdir ve aynı zamanda değiştirilebilirdir. Her geçen saniye değişiyor, çünkü her yeni kayıt titreşiminin sıklığını ve şiddetini etkiler. Sevindirici haberler, aşk, mutluluk, neşe, huzur ve ahenkli müzikler; hepsi titreşim sıklığını ve şiddetini yükseltir ve ruhun alanı genişler. Kötü haberler, korku,  nefret, üzüntü, keder, mücadele ve kasvetli müzik titreşim sıklığını ve şiddetini düşürür, ve ruhun alanı daralır. 

Ruhumuzun alanının insan yapımı bir kopyası olan internet, gelişmek için aynı muazzam potansiyele sahiptir. Ruhun ve İnternetin alanının arasındaki fark, bütün verilerin İnternet alanını genişletmesidir. Ancak depo alanından veri silinerek alanı daraltılabilir. Daha önce bahsettiğim gibi, hiçbir zaman ruhtan veri silemezsiniz, sadece ona sevgi göndererek onu ışığa dönüştürebilirsiniz. 

İnternetin etkisi

Yani, internet hayatlarımızı nasıl etkiler?  Aslında, hayatlarımızı hem özgür irademizle hem de özgür irademiz olmaksızın etkiler. Öncelikle irademiz dışında İnternete gireriz. Daha sonra, yine irademiz dışında, bazı web sitelerini/sayfalarını gezeriz. Eğer merakımızı uyandıran (özgür irade değil) bir bilgiye rastlarsak, yine özgür irademizi kullanarak devam etmeye ya da etmemeye karar verebiliriz. “Sörfümüz”, merakımızın seviyesine bağlı olarak başlar ve devam eder (özgür irade). 

Tüm bu web siteleri ve sayfaları arasında, bellek alanımıza kaydetmeden önce yeni verileri öğrenmeye ve anlamaya çalışırız. Bu verilerin çoğu faydasızdır ve kısa bir süre sonra bu alanda sönmüş hale gelir. Zihinlerimiz, kayıt edecek başka veri bulur ve özümsenebileceği özel bir alanda saklar. Bu alan her zaman etkindir, ve bizi zihnimizin edinim sürecini tamamlamasını sağlayacak bölümlere yönlendirir. Zihnimizin alanı genişler ve biz diğer konulara daha fazla merak duyarız. Zaten bildiğimiz şeyler hakkında daha fazla yeni veri edinmek ya da derinlik katmak için neredeyse kendimizi zorunlu hissederiz. İnternet üzerinde hem iyi hem de kötü pek çok şey bulabiliriz. İnternetteki aktiviteler – film izlemek, müzik dinlemek, sohbet etmek, kumar oynamak, sanal seks yapmak ve alışveriş gibi-  bağımlılık yapıcı olabilir ve pek çok kişi tarafından suistimal edilebilir. Bu, İnternetle birlikte gelen potansiyelin yan etkisidir. Hayatta da böyle değil midir zaten? 

Neyin yararlı ya da zararlı olduğunu ayırt etmek ve buna karar vermek zihinlerimizin işidir, İnternetin değil. İnternet, ruhumuz gibidir – kabul eder, destekler ve herşeyi sunar. Onu almak ya da bırakmak bizim özgür irademize kalmıştır. 

İnternetin günlük hayatlarımızın üzerindeki etkisiyle ilgili benim algım gerçekten olumlu. Bu muazzam ağın ruhumuzun var olma yolunu bize öğrettiğine tam olarak inanıyorum. Kabul, varlığımıza genişleme getirir. Destek, öz güvenimizi ve öz saygımızı yükseltir. Son olarak, İnternetin bütün diğer teklifleri, hayatlarımıza öz değerimize olan bağlantımızı göstermek için girer.

Benim Dürüst Aynam

İnternet, hiçbir yerde değildir ve her yerdedir; hepimize açıktır. Hava ile kıyaslanabilir: Derin nefes alabilirsiniz ve  iyi beslenirsiniz ya da sığ nefes alabilir ve yetersiz oksijen alırsınız. İnternet, tüm dünyadan pek çok fırsatın bulunduğu çok büyük bir alışveriş merkezi gibidir. Zaman, para ve diğer kaynaklardan tasarruf etmemize yardımcı olur. Bir toplanma alanı gibidir ve yeni ve yararlı insanlarla tanışma şansı sağlar. 

Bu önerilerin ve fırsatların içinden istediğimiz her şeyi seçeriz. İnternet ruhlarımızın küçük bir örneğidir, var olan herşeye bizi bağlayan bir parça.

Ruhlarımıza mükemmel biçimde bağlanabiliriz, bizlere ihtiyacımız olan herhangi bir şeyi getirmeleri için emirler verebiliriz, ve istediğimizi hiç bir çaba harcamadan alırız. Öte yandan, ruhlarımızla olan derin bağlantımızı durdurabiliriz. Bu durumda, ihtiyacımız olanı bulmaları için sınırlı zihinlerimizin ve bedenlerimizin gücünü istihdam ederiz. Bu seçim, hayatlarımıza mücadeleyi, yaşam gücümüzün çoğunu değersiz bir menfaat için harcamayı getirir. 

Sonuç olarak, İnternet, daha fazla bilgi edinmek, daha fazla insanla tanışmak, daha fazla eğlenmek, ve en önemlisi, daha iyi bir yaşam için kaynakların korunması imkanlarını ve fırsatlarını getirerek hayatlarımızı etkiler. İnternete bağlı bir bilgisayarın önündeyken, bütün dünya benimdir. Öz değerimle bağlantımı en iyi yansıtan şeyleri seçmek için ordayım, ve bunu tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi var olan herşeyle zıt, bütün pazarlama taktiklerinin, forumlardaki fazlasıyla uzun tartışmaların, tekrarlanan sosyal medya paylaşımlarının arasında yapmak zorundayım. Seçimlerimin sonuçları benim öz değerimi olduğu kadar özgür irademin kalitesini ve gücünü de yansıtacak.  İnternet,  kişiliğimin derinliğini ve kendi hayatıma olan gerçek bağlantımı açığa çıkaracak bir şekilde hayatımı etkiliyor. İnterneti çok dürüst bir ayna olarak görüyorum.


kaynak

Devamını Oku »

17 Temmuz 2014 Perşembe

Tibetin 5 Hareketi - Tibet Yogası

Zamanında Hindistan'da görev yapmış bir İngiliz albayı (Colonel Bradford), Himalaya dağlarındaki bir grup Tibet Rahiplerin, ilerleyen yaşlarına rağmen, gençliklerini, canlılıklarını ve sağlıklarını koruduğu hakkında çok şey işitmiştir. Bu işin sırrını öğrenmeyi aklına koyan İngiliz, emekliye ayrıldıktan sonra, yeniden Hindistan'a gider. Artık yaşı ilerlemeye başlamış olan emekli albay, Tibet'te sözü geçen manastırı bulur, orada Tibetli keşişlerden temel sağlık ve gençlik sırlarını öğrenerek, bir yıl geçirir. Tibetli Lamaların gençliklerini korumalarının ardındaki sır, her gün düzenli olarak yaptıkları, temeli yoga'ya dayanan, beş farklı egzersiz hareketinde gizlidir. Yapılması çok basit olan bu hareketleri, bir nefes alma/verme tekniği tamamlar. Emekli albay, bir yılın sonunda, vatanı İngiltere'ye döndüğünde, çevresindekiler onu tanımakta zorlanmış, çünkü 1 yıl önceki halinden çok daha genç görünüyormuş. Türkiyede "5 Tibet Ayini" olarak da tanınan, "Peter Kelder" isimli yazar tarafından 1939'da yayına sunulan, ingilizce orjinal adı "The Eye of Revelation" olan bu kitaptan sonra, 5 hareketin etkileri ağızdan ağıza dolaşmış, bir efsane gibi dünyaya yayılmıştır. Günümüzde tüm dünyada binlerce insan, bu özel yogayı uygulamaktadır. Aslında çok basit olan bu hareketleri, yıllardır uygulayan insanların anlatmalarına göre, gençleşen cilt, solan yaşlılık lekeleri, yok olan vücut ağrıları, yenilenen enerji düzeyleri ve tepeden tırnağa fiziksel canlanma vukuu buluyor. Uygulamanın düzenli ve tam konsantre olunarak yapılmasına bağlı olarak, daha üstün verimlilik elde edilebilir. Algınanan enerjileri destekleyen bilimsel araştırmalar olmasa da, hareketleri düzenli yapanlar, ilk bir kaç hafta içersinde faydalarını görmeye başladıklarını vurguluyorlar. Tibet yogasının temelinde yatan sır, endokrin (hormonal) sistemimizin biz yaşlandıkça giderek daha az hormon salgılamaya başladığı gerçeğine dayanırmış. Tabiat Ana, gençliğin üretken yıllarını tamamladıktan sonra, artık karşı cinse çekici gelecek bir görünüme ya da gençlik enerjisine ve dürtülerine gereksinim duymayacağımıza karar vermiş. Bu nedenle, belli bir yaştan sonra, yavaş yavaş hormon musluğunu kapatmaya başlarmış. Bunun sonucu ise, hepimizin çekindiği yaşlılık işaretleri oluyormuş.
Yeniden canlandırıcı (rejuvenation) yoga egzersizleri, endokrin (hormonal) sisteminizi harekete geçirerek, doğal hormonlarınızın salgılanmasını sağlamak üzere tasarlanmış. Bunu gerçekleştirebilmek için çakralarımızın, (chakras) mümkün olan en yüksek dönüş hızına ulaşmış olmaları gerekiyormuş. Bu çoğu insana anlaşılmaz veya saçma gelebilir, ancak bu hareketler asırlardır hastalıklara karşı doğal yöntemlerle mücadele vermiş Çinliler ve bazı Asya halkları için, günlük yaşamlarının bir parçası olmuştur. Çakralar ile ilgili bu sayfaya da bir göz atabilirsiniz. Yaşınız ve fiziksel durumunuz ne olursa olsun, gençlik, sağlık ve canlılık kazanmak için, her gün kısa bir süre de olsa, bu egzersizleri uygulayabilirsiniz. Bu hareketleri gerçekleştirirken, belli bir nefes alma/verme tekniği uygulanmaktadır. İlk hareketten sonra, her dört harekette, aksiyonu başlatırken derin nefes alıp, aksiyonun ikinci yarısında nefes verilmesi gerekmektedir. Soluk alıp vermenin bu hareketlerin avantajından yararlanmak bakımından doğrudan bağlantısı vardır ve önemlidir. Egzersiz Programı’na BaşlarkenSağlığınız ve formunuz yerinde ise, başlangıçta her bir hareketi 5'er kez yapmayı deneyin, hareketsiz ve kiloluysanız veya sağlık problemleriniz varsa, hareketlere sadece 1-2 kere yaparak başlayabilirsiniz. Yaparken bir zorlanma hissederseniz veya ağır ilaçlar kullanıyorsanız, başlamadan önce doktorunuza danışmanızda yarar var.Tibet Ayini egzersizlerini her hafta 2'şer arttırarak devam edebilirsiniz. Tabi bu yalnız bir öneri, fazla yapabiliyorsanız tabi ki yapın. Fiziki kondisyonunuza bağlı olarak, kendinizi zorlamadan bir kaç hafta içinde 21'e ulaşabilirsiniz. “5 Ayin'i yaşamınıza katarken, şekersiz bir beslenme sürdürmenizin büyük katkısı olacağını söyleyebiliriz. Ayrıca sindirimi zor besinleri de günlük diyetinizden çıkartın. Azami yarar görmek için, sabahları kahvaltıdan önce hareketlerin yapılmasını öneririz, eğer sizce sabah uygun değilse, günün herhangi bir saatinde de yapabilirsiniz. Ancak her gün yaklaşık aynı zamanda yapılmasında fayda var.Hareketlerin ilk etkilerini kısa sürede hissetmeye başlayıp, kendinizi çok daha dinç hissedeceksiniz. Bu durum, motivasyonunuzun daha da artmasına yol açacaktır. Her bir egzersiz en fazla 21 kere yapılmalıdır, sayısını lütfen arttırmayın, bedeninizde dengesizlikler yaratabilir. Eğer hoşunuza gidiyorsa, hareketleri daha hızlı bir tempo ile yapmanızda bir sakınca yok, kondisyonunuz artar, kendinizi daha da iyi hissedebilirsiniz. Ancak unutmamak lazım ki, bu hareketlerle bir performans sporu amaçlanmıyor, bu hareketler daima bir meditasyon şuuru içinde yapılmalıdır. Yani konsantrasyonunuzu kendi öz benliğinizin merkezine vererek, buradan ana çakralarınızın bir harmoni yakalaması amaçlanıyor.Dik durarak ayaklarınızı hafif açın. Çözülmüş, rahat bir durumdasınız. Nefes alarak,  kollarınızı iki yana açarak, parmak uçlarınızın tüm alana değmesini vizyon etmeye çalışın. Şimdi yavaş yavaş, avuç içleriniz yere bakacak şekilde, saat yönünde dönün, dönerken burnunuzdan nefes alıp verin, isteğe bağlı hızlanın. Eğer yardımcı olacaksa, dönerken bakışınızı, göz yüksekliğinde, herhangi bir yere yöneltebilirsiniz. Dönerken denge sağlamak için dizlerinizi hafif kırmanızda bir sakınca yok. Dikkatinizi enerji bölgenize, yani göbeğinize yöneltin. Dönüş sonrası, ellerinizi göğüs hizasında birbirine kapatarak, elinizin iki başparmak tırnağına odaklanın, başınızın dönmesinin kaybolduğuna tanık olacaksınız. Vücudunuzun ortasında (göbeğinizin hemen altında) bulunup, nefes alışverişinizle dengenizin yerine gelmesini bekleyin. Dönerken mide bulanma ve baş dönmesi oluşabilir, bu gayet doğaldır. Sırtüstü yatarak ellerinizi vücudunuzun yanına uzatın. Burnunuzdan derin nefes alıp verin ve rahatlayın. Çözülmüş ve rahat bir durumda olmanızı sağlayın, yerin sizi taşıdığını hissedin. Dikkatinizi enerji bölgenize, yani göbeğinize yöneltin. Çenenizi göğsünüze doğru yaklaştırın. Bacaklarınızı yere dik olarak kaldırırken, ayaklarınızın düz durmasına gayret edin. Eğer zorlanıyorsanız, dizlerinizi kırarak kaldırabilirsiniz, hatta tüm 21 hareketi bu şekilde de yapabilirsiniz. Bu en zor harekettir, belinizi incitmemek için dikkatli olmalısınız! Ayaklarınızı ve başınızı kaldırırken, burnunuzdan derin nefes alın, ayaklarınızı ve başınızı indirirken nefes verin. Vücudunuzu dik tutarak, dizlerinizin üzerinde durun. Ayak parmaklarınızı kırarak, üzerine basın. (Bu durum animasyonda belli olmuyor, ancak aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz). Ellerinizi kalçalarınızın altına dayayın, çenenizi göğsünüze yaklaştırın. Şimdi burnunuzdan derin nefes alarak, başınızı mümkün olduğu kadar geriye doğru eğin, sırtınızı ve omuzlarınızı arkaya doğru esnetin, nefes alın. Başlangıçtaki pozisyona geri dönerken, şimdi başınızı, omzunuzu ve kollarınızı ön tarafa esnetin, çenenizi göğsünüze yaklaştırın nefes verin. Bacaklarınızı ileriye doğru uzatarak yere oturun. Ayaklarınız 40cm kadar aralık olsun, ellerinizi yere koyarak destek alın. Çenenizi göğsünüze doğru eğin. Burnunuzdan derin nefes alarak, başınızı mümkün olduğunca arkaya doğru eğin. Kollarınızı düz tutarak, ayak tabanlarınızı ve ellerinizi yere basarken, dizlerinizi kırın, gövdenizi yere paralel şekilde havaya kaldırın, burnunuzdan nefes alın. Adalelerinizi bir an için kasın ve ardından baştaki pozisyona geri dönün, bu esnada nefes verin. Kollarınız dik ve bedeniniz aşağı sarkmış halde durun. Avuçlarınızı yere koyun. Başınızı yumuşak şekilde mümkün olduğu kadar geriye yatırın. Burnunuzdan derin nefes alarak, ayaklarınızı ve ellerinizi oynatmadan, kalçanızı yukarıya kaldırın ve vücudunuzla ters "V" şekli meydana getirin. Nefes vererek, ilk pozisyona geri dönün. 

Nefes alma/verme tekniği:

Sağdaki resme bakarak, önce ağızdan nefes alın. Ciğerlerinizin ön tarafına hızla hava dolmasına rağmen, sırtınıza ve alt karnınıza fazla hava gitmediğinin ve ciğerlerinizin tam olarak dolmadığının farkına varın. Sonra burundan nefes alın. Daha uzun bir zamanda aldığınız nefesle, karnınızın alt bölümleri ve sırtınız dahil olmak üzere, ciğerlerinizin tamamının dolduğunun farkına varın. Ağızdan hızlı nefes alırsınız ama, ciğerlerinizin tamamını dolduramazsınız. Oysa, nefesi yavaşlatmak, PH'ı dengelemek, oksijenlenmeyi artırmak bakımından, burundan nefes alıp vermek son derece önemlidir.

Kaynak

Devamını Oku »

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Düşüncelerimizin Çakra'larımıza Etkileri



Düşüncelerimizin Çakra'larımıza etkileriÇakra kelimesi Sanskritçe tekerlek anlamına gelir ve enerjilerden meydana gelen bir organdır. Enerji beden ile madde beden arasında bağlantıyı sağlar. Çakralar ruhun, boyutlarla (evren ile) olan bağlantısını sağlarlar. Ham enerji olarak aldığımız ruhsal enerji, düşünce ve duygulara dönüşünce, auranın katmanlarında biçimlenerek kişilik yapısını oluşturur. Bu yüzden her insanın kendine özgü bir "ruh bedeni" (aura) ve "can bedeni" vardır. Can bedenin içinde de varlık özü (eskilerin "töz" dedikleri) vardır. İnsan ruhu, deneyimlediği her hangi bir olumsuz duygu, düşünce veya hatıra karşısında, bunları sentezlemeye ve çözümlemeye hazır olmadığı zaman, bu enerjilerin akışını geçici olarak durdurarak, bu enerjilerle bütünleşmemeye çalışır. Bu yöntemle kendini korumaya, mutlu ve sağlıklı tutmaya calışır. Ancak, bloke edilen enerji'yi, çalışma masası üzerine konulan bir dosya gibi değerlendirebiliriz. Bu dosyalar zaman içerisinde artarsa, (insan bu konuları sentezleyerek, kendi tavrını ve tarzını geliştiremezse), başlangıçta korunma mekanizması olarak yapılan davranış, ciddi bir blokaja yol açar. Blokajın her türlüsü, aslında ruhun bütün katmanlarındaki akışına engel olur, ancak özellikle bulunduğu yerde (boyutlar ve çakralarla bağlantılı olarak) zaman içerisinde psikosomatik bir rahatsızlık ortaya çıkaracaktır. Blokajlar da her şey gibi sonuçta yine enerjiden oluşmaktadır. Bu nedenle varlıklarını devam ettirebilmek için, yine enerji ile beslenmek zorundadırlar. Bu yüzden blokajlar tıpkı kanser tümörleri gibi, insan bedeninden kendilerine bir enerji hattı çekerek, ruhsal enerjilerle beslenir, o kişinin bilincinde ya da bedeninde enerji azlığına sebep oluştururlar. Ancak eğer o insan, henüz bir travmayı atlatacak konuma gelmemişse, blokaj kalkmaz. Blokajların da bir mantığı ve bir oluşma sebebi vardır. Bazı blokajlar, o insan gelişim süresini tamamlayıp, o konuyla ilgili olan bilgi düzeyini arttırdıktan sonra, kendiliğinden dağılabilir. İnsan, kendini geliştirdiği alanlarda, bazı çakralar diğerlerinden daha geniş, bazıları daha küçük, bazıları tamamen kapalı olabilir, bu da o insanın kişiliği ve yaşam tarzı ile alakalıdır. İdeal olarak bütün çakraların uyum içersinde ve eşit büyüklükte olması, hepsinin aktif olarak çalışması olsa da, böyle bir durumu her zaman muhafaza etmek mümkün değildir. Ancak çakraların tamamen, veya uzun süre kapanması, hem ruhsal, hem de fiziksel hastalık zemini hazırlar.


Bu çakra kuyruk sokumu kemiğinin sonunda yer alır. Kök şakra fiziksel bedenin enerji kaynağıdır ve dünyayla olan bağlantımızı simgeler. Dünyaya kök salmamız ve kendimizi emniyette hissetmemiz iyi çalışan bir kök şakra ile mümkün olabilir. Temel yaşam fonksiyonlarını sürdürme açısından bu şakra çok önemlidir. Sağlam bir kökü olmayan bir ağaç nasıl ilk fırtınada devrilirse kök çakrası iyi çalışmayan bir insanda zorluklarla mücadele edemez. Kök şakra bedende bacaklar, ayaklar, kemikler, kalın bağırsaklar, omurga ve sinir sistemini kontrol eder. Aynı zamanda cinsellikle de ilgisi vardır. Kök çakra kırmızı renk yayar. Kök çakranın elementi topraktır.
Kök çakra güven ve güvensizlik ile ilgili düşüncelerden etkilenir. Yaşamınıza ve yaşamınızdaki insanlara güvenle yaklaştığınızda olumlu etkileşimler kök çakranızın düzenli çalışmasına yardım eder. Güven sorunu ise kök çakrayı bloke edecektir. Yaşamınızda bazı zorluklarla karşılaştığınızda bu zorluklara bakış açınız da kök çakrayı oldukça önemli ölçüde etkiler. Eğer zorluklara karşı esnek ve sorunları aşabileceğinize dair güçlü bir inançla bakıyorsanız, kök çakra bundan olumlu etkilenirken, ben bu sorunu aşamam, elimden bir şey gelmez inancınız kök çakranızı bloke edecektir.
Kök çakranızın olumlu çalışmasına en büyük katkıyı sağlayacak düşüncelerden biri de, dünyayı eviniz gibi görmeniz ve evrensel kardeşlik duyguları taşımanızdır. Toprak ana kavramı buna en uygun tanımlardan biridir. Yaşamımızı devam ettireceğimiz besinlerin yetiştiği, tüm insanlığa hizmet eden ve ayrım yapmayan toprak bir anne figürüne çok yakındır. Beslenmek ve barınmak insanın en temel ihtiyaçlarıdır ve her ikisi de toprakla bağlantılıdır. Dünyanın hepimizin evi olduğu ve hepimizin bu evde birlikte yaşayan bir aile olduğu inancını yaşam felsefesinin bir parçası yapmış bir insanın kök çakrası bundan oldukça olumlu etkilenecektir.

Erkeklerde penis ve kadınlarda klitorisin iki parmak üzerinde bulunur. Cinsel enerjiyi ve zihinsel üretkenliği simgeler. Heyecan duyma, isteme, imajinasyon yeteneği, aile kurma ve maddiyat bu şakra ile bağlantılıdır. Sakral çakranın elementi su rengi ise turuncudur. Bedende böbrekler, idrar torbası, dolaşım sistemi, lenfatik sistem, üreme organları, anne sütü 2.çakranın etkisi altındadır. Kan hastalıklarına düzgün çalışmayan sakral Çakra yol açar. Cinsel sorunların çoğunun nedeni de 2.çakradaki enerji dengesizlikleridir.  
Zihinsel olarak kendinizi çeşitli kalıplarla sınırlamamanız ve önyargılardan arınmanız, sakral çakranızın çalışmasını olumlu etkileyecektir. Zihinsel olarak keskin görüşlere sahip olmayan, esnek düşünebilen ve olaylara önyargısız yaklaşan insanların sakral çakraları çok daha pozitif durumdadır. Sakral Çakranın direk cinsellikle ilgili olduğunu düşünürsek, cinsel olarak saplantılı düşüncelere ve duygulara sahip olmamanız da sakral çakranızın olumlu olarak çalışmasına katkıda bulunacaktır. Eşinizle aranızdaki cinsel ilişkinin tatmin ediciliği nasıl sakral çakrayı olumlu etkiliyorsa cinselliğe bakış açınızın dengeli olması da sakral çakranızı olumlu olarak etkileyecektir. Yaşamı doğal akışında algılamanız ve ilerlemekten, değişimden korkmamanız da sakral çakranın dengeli çalışması açısından çok önemlidir.Önüne sürekli set çeken, yeni yaşam deneyimlerinden korkan ve ne olursa olsun durumunu muhafaza etmeye çalışan insanların, sakral çakralarında çeşitli blokajlar ve sorunlar oluşacaktır. Yaşamı geldiği gibi yaşamak ve gelecekle ilgili endişelerden, ya da abartılı beklentilerden kaçınmak sakral çakranın dengesi açısından önemli olacaktır.Göbeğin yaklaşık iki parmak altında bulunur. Adına güneş sinir ağı çakrası da denir. 3.şakra diğer insanlarla ilişkilerimizi, beğenilerimizi, toplumsal kimliğimizi, irademizi ve amaçlarımıza ulaşmaktaki kararlılığımızı simgeler. Kendini kontrol etme ve başarı isteği de 3.çakrayla ilgilidir. Bedende ise karaciğeri, sindirim sistemini, pankreası, onikiparmak bağırsağını ve dalağı etkiler. İrademizi ne şekilde kullandığımız ve amaçlarımıza ulaşmaktaki yöntemlerimiz solar pleksus çakrayı oldukça önemli biçimde etkiler. İrademize hâkim olamamamız ve düşüncelerimizle eylemlerimizin farklı olması bu çakranın düzgün çalışmasının önündeki en önemli engellerden biridir. Ayrıca yaşam amaçlarımızı doğru tespit edememiş olmak ve kendimize bir rota çizmeden günübirlik yaşıyor olmamız da, solar pleksus çakrayı bloke eden bir diğer etkendir. Otoriteyle olan ilişkilerimizin dengesizliği, aşırı boyun eğen ya da isyan eden yaklaşımlar solar pleksus çakramızın çalışma düzenini olumsuz olarak etkileyecektir.Bir birey olarak değerli olduğumuzu bilmek, toplumsal yaşamın dışında kendimize ait bireysel kimliğimizi benimsemek, kendi değer yargılarımıza ve yaşam felsefemize uygun bir yaşam biçimi oluşturmak, standartlarımızı belirlemek ve bunlara uymak solar pleksus çakranı dengeli çalışmasındaki en önemli öğeler olacaktır. Ayrıca sorumluluklarımızı ne ölçüde kabullendiğimiz ve zevkle yerine getirdiğimizde bu çakramızı derinden etkilemektedir. Sorumluluklarımızı yerine getiriyor bile olsak eğer bunu isteksizce ve sevmeden yapıyorsak solar pleksus çakrayı çok olumsuz olarak etkileyecektir.Önemli olan bir birey olarak varlığımızı doyumlu ve sevgiyle devam ettirebilmemizdir. Sevgi ve duygusal tatmin yoksa solar pleksus çakranın bloke olması kaçınılmazdır. Toplum içindeki yaklaşımlarımız, kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz ve dışarıya nasıl yansıttığımız, hedeflerimizi belirledikten sonra buna uygun hareket edip edemediğimiz ve içsel isteklerimizle dışsal yaşam biçimimizin uyumu bu çakranın çalışma şeklinin belirlenmesinde esastır. Solar pleksus çakrayı en çok etkileyen düşünceler içsel durumuzla dışsal koşullarımızın uyumuyla ilgilidir. Kendimizi birey olarak ne ölçüde benimsediğimiz, özsaygımız, toplumsal ilişkilerimiz ve iradi kararlarımıza uygun bir yaşam sürdürme çabamız bu çakramızın olumlu olarak çalışmasına önemli ölçüde katkıda bulunacaktır.Vücutta göğsün tam ortasında kalbin hizasında yer alır. Sevgi, şefkat, fedakarlık, duygusal bütünlük, kendini adayabilme, derin mutluluk gibi özellikleri simgeler. Bu şakra direk duygularla ilgilidir. Timüs bezi bu çakranın etkisindedir ve ürettiği hormon mutluluk hormonudur. Timüs, uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır. Timüs bezi büyümeyi düzenler, bağışıklı sistemi hücreleri olan T hücreleri burada üretilir ve lenf sistemini kontrol eder. Vücutta kalp, sırtın üst kısmı, ciğerlerin alt kısmı, kan ve dolaşım sistemi fonksiyonları bu çakranın etkisindedir.
Kalp çakrasını en fazla şey sevgi anlayışımız ve diğer insanlarla sevgi alışverişimizdir. Sevgi kavramına bakış açımız ya da sevgiyi yaşama şeklimiz "eğer" ya da "çünkü" türü bir anlayışsa kalp çakramız önemli ölçüde bloke olacaktır. "Eğer benim dediklerimi yaparsan seni severim" ya da " Seni seviyorum çünkü bana karşı çok hoşgörülüsün" tarzı bir sevgi türü kalp çakrasının olumlu olarak çalışmasına bir katkıda bulunmadığı gibi tam tersi bir etki yapacaktır. Ancak "RAĞMEN" türü bir sevgi anlayışı kalp çakrasına olumlu etki yapacaktır. "Seni çok sinirli olmana rağmen seviyorum", " Seni beni anlamamana rağmen seviyorum" yaklaşımı kalp çakrası için en doğru sevgi türüdür. Evrensel olarak tüm insanların bir bütün olduğunu anlamak ve evrensel sevgi kavramı içinde yaşamak kalp çakrasının en önemli besinidir. Affetmek de kalp çakrasının dengeli çalışması için oldukça önemli olan bir kavramdır. Affetmeyi bilmek ve gerçekten affedebilmek insanın üzerindeki negatif enerji yükünü alan ve hatta hücrelerini bile yenileyen duygudur. Başkalarını affetmek kadar kendimizi de affetmek çok önemlidir. Geçmişteki hatalarımız, kendimizi yargıladığımız bazen de artık düşünmek istemediğimiz ancak içimize bir yerlere gömdüğümüz suçluluk duygularını sürekli içimizde taşımamız hastalıklara yol açan en önemli etkenlerden biridir. Kalp çakrasının bağışıklık sistemiyle ilgili olduğunu düşünürsek kendimizi ve başkalarını sevgiyle affetmenin hastalıklara karşı direncimizi nasıl etkileyeceğini daha iyi anlayabiliriz. Bencillik duygularından arınmanız ve kendimizi başka insanların da yerine koyarak düşünebilmemiz kalp çakramızı olumlu olarak etkileyen bir diğer unsur olacaktır.Karşılıksız sevgi hisleri, fedakârlık ve hoşgörülü olmak kalp çakrasının dengeli çalışması için çok önemlidir. Ancak bu duyguları içten ve doğal yaşamak, hissetmek gereklidir. İnsanın kalbinden gelen sevgi, merhamet, ilgi, anlayış, affetmek duyguları nasıl kalp çakrasının çalışmasına olumlu etki yapıyorsa kızgınlık, nefret, öfkeyi içinde saklama gibi duygular da kalp çakrasının çalışmasını olumsuz olarak etkiler ve bloke eder.Vücuttaki yeri boyun ve boğaz arasındaki çukurdadır. Konuşma yeteneğimizi, ses tellerimizi, dürüstlüğü, düşüncelerimizi ve duygularımızı doğru ve açık olarak anlatma yeteneğimizi bu şakra simgeler. İnsan vücudunda boyun, boğaz, çene, ses telleri, bronşlar, ciğerlerin üst kısmı ve kollar bu çakranın etkisindedir. Tiroit bezi de bu şakra ile ilgilidir.Boğaz çakrasını en fazla etkileyen düşünce biçimi dürüstlüktür. Dürüstlük sadece doğru konuşma, yalan söylememe olarak algılanmamalıdır. Elbette yalan söylemekten kaçınmak boğaz çakrasının dengeli çalışması için çok önemlidir. Ancak kişinin kendine karşı dürüst olması da en az başkalarına karşı dürüst olması kadar önemlidir. Gerçekten istediğimiz gibi bir hayat mı yaşıyoruz? Bundan sonra ne yapmak istiyoruz? Kendimizi gerçekten bağışladık mı? Gerçekten ona kızgın mıyız?Bu ve bunun gibi birçok soruya çoğu zaman cevaplar vermekten kaçınırız ya da kendimizi kandırırız. Belki yaşam koşullarımız istediğimiz gibi olmayabilir ve şu anda bunu değiştirmek için elimizden bir şeyin gelmeyeceğine inanabiliriz ama bunu kabul etmek yerine ben hayatımdan memnunum, ne yapalım bu da fena değil demek bize çok daha fazla zarar verecektir. Oysa ben bu durumdan memnun değilim, aslında şunları istiyorum ve bundan sonra bu durumu değiştirmek için yaşamımda elimden geldiğince değişimler yapacağım şeklinde bir düşünce boğaz çakramızın dengeli çalışması için çok önemli olacaktır. Boğaz çakrasını olumsuz olarak etkileyen bir diğer düşünce biçimi, gerçek düşüncelerimizi ve duygularımızı açıklamaktan kaçınmamızdır. Bu kendimize verdiğimiz değerle ve özsaygımızla yakından ilişkilidir. Hayır demeyi bilmemek, kimseyi kırmamak için herkese iyi davranmaya çalışmak ve söylemek istediklerimizi içimize atmak boğaz çakramızın çalışma düzenine zarar veren diğer tutumlardır. Boğaz çakrasını olumlu olarak etkileyen düşünce bicimde özsaygıyı, duygularını ve düşüncelerini ifade etmek konusundaki kararlılığı ve sosyal iletişimlerimizdeki dengeyi gösterebiliriz.Vücutta alnın ortasında iki kaşın arasında yer alır. Bu şakraya üçüncü göz çakrası da denir. Sezgi gücü, altıncı his gibi duyu dışı algılamalarımızı etkileyen bu çakradır. Vücutta ise duyu organlarını kontrol eder ve beyinle direk bağlantılıdır. Bu çakranın kontrol ettiği içsalgı bezi hipofizdir. Hipofiz temel salgı bezidir çünkü endokrin sistemindeki diğer salgı bezlerinin çalışmalarını kontrol eder. Diğer bezlerin uyumlu çalışması için hipofizde bir sorun olmaması gerekir. yorgunluk, sinirsel hastalıklar, migren ve sinirsel iltihaplar 6. chakrada oluşmuş enerji düzensizliklerinden kaynaklanır.İçimizden bazen bir ses gelir ve bize hayır yanılıyorsun doğru olan bu değil der. Ancak biz bu sesi bir an için duyar sonra aklımızın bize söylediğini yapmayı tercih ederiz. Bu ses ciddiye alınmadıkça kısılır ve sonunda duyulamayacak kadar az çıkmaya başlar. Bu ses bizim yüksek benliğimizin sesidir ve kendini ifade etme şekli de sezgilerdir. Yüksek benliğimiz bizimle sezgisel olarak konuşur ve oldukça kırılgandır. Onu dinlememek ya da anlamaya çalışmadan sadece mantığımıza güvenmek bir süre sonra susmasına neden olacaktır. Alın Çakramız yüksek benliğimizle irtibatımızın sağlandığı ve sezgilerimizin kaynağının bulunduğu merkezdir. Bu çakranın düzgün ve dengeli çalışması içimizden gelen bu sese kulak vermemiz ve ona güvenmemizle mümkün olacaktır. Sezgilerimizi takip ettiğimiz ve onlara değer verdiğimiz sürece yüksek benliğimizin sesi daha çok çıkar ve artık onunla bağlantı kurup istediğimiz cevabi almamız çok kolaylaşır.Zihinsel olarak esnek olmak ve kalıpsal düşüncelerden kurtulmakta alın çakramızın dengeli çalışmasına önemli ölçüde yardım edecektir. Sadece maddeye dayalı bir yaşam bicimi ve ruhsal yaşamı reddetme alın çakramızı bloke ederken ruhsal olarak da bizi besleyecek ve geliştirecek faaliyetlerde bulunmamız alın çakramızın olumlu olarak çalışmasına katkıda bulunacaktır.Tepe çakrasına Taç Çakra da denir. Vücutta kafanın üstünde en yüksek noktada bulunur. Bu nokta bebeklerde bulunan ve sonradan kapanan bıngıldak dediğimiz bölümdedir. Tepe çakrası yüksek bilincimizle bağlantılıdır. Evrensel enerjiyi aldığımız yer taç çakradır ve bu şakra tamamen açıldığında diğer çakradaki tüm tıkanıklılar da çözülür. Sahip olduğumuz dinsel inançların gücü ve Yaradan'a teslimiyet bu şakra ile ilgilidir.
 Kendimizi evrenin merkezinde görmemiz ve evrene sadece kendi bakış açımızdan anlamlar yüklememiz tepe çakramızın dengeli çalışmasına önemli ölçüde engel olacaktır. Bir Yaratıcı inancı ve Yaradan'a teslimiyet düşüncesiyle sorunlarımızı sıkıntılarımızı üzerimizde taşımamız yerine Yaradan'a havale etmemiz tepe çakramızın dengeli ve düzenli çalışmasını sağlayacaktır. Evrensel enerjiyi aldığımız yer olan tepe çakrası yaşamımızdaki dengelerle de ilgilidir. Yaşamımız belli sınırlarla kapatmamız ve gerçek potansiyelimizin farkında olmamamız bu çakrada çeşitli sorunların çıkmasının başka bir nedenidir. Yaşama açık, canlı ve en önemlisi umudunu asla kaybetmeyen bir bilinçle hayatımızı idame ettirmemiz bize yepyeni pozitif enerjiler verecek ve tepe çakramızın ve ona bağlı olarak diğer çakralarımızın da dengeli çalışmasına yardım edecektir.Umut kavramı tepe çakra için oldukça önemlidir. Her zaman umudunu içinde taşıyan ve canlı tutan insanların tepe çakraların çok daha sağlıklı çalışmaktadır. Artık her şey bitti hiç umut yok seklinde bir düşünce kalıbına sıkışan ve bunu kalbiyle de onaylayan bir insanın tepe çakrası bloke olur ve bu blokaj tüm çakralara olumsuz yansıyarak o kişinin evrensel yaşam enerjisi ile arasındaki bağları zayıflatır. Bu durum uzun bir süre devam ederse kişi için artık gerçekten hiç umut kalmaz. Ölümcül hastalıkları yenen ya da onlara yenilen insanların arasındaki en önemli fark da budur. Biri umudunu asla kaybetmezken, diğeri kaybetmiş ve hastalığına yenilmiştir. Evreni bir bütün olarak görmek ve kendimizin de bu bütünün çok değerli bir parçası olduğunu bilmek tepe çakranın dengeli çalışması açısında çok önemli olacaktır.Her birimiz evrende tekiz ve çok önemliyiz. Ancak evrendeki diğer tüm canlılar da bizim gibi tek ve çok önemli. Kendi değerimizin algılanmasını istiyorsak önce başka canlıların değerini algılamalı ve onları takdir etmeliyiz. Yaşamda bir amaç sahibi olmamız ve amacımızın sadece bizi ya da ailemizi değil tüm insanlığın faydasını içermesi de bu çakranın çalışma şekli açısından çok önemlidir. Bencil ve diğer insanlar için zararlı olabilecek amaç ya da eylemler bu çakranın çalışma dengesine önemli ölçüde zarar verirken evrensel sevgiye dayalı, herkesin iyiliği gözetilerek tasarlanmış amaçlar ya da eylemler tepe çakrasının çalışmasına olumlu olarak etki yapacaktır. 
 
Dünyanın ve toprağın enerjisi beni besliyor ve bana şifa veriyorYaşama sevincim her gün daha da çoğalıyorCinselliğimi tüm kalbimle seviyor ve yaşıyorumHer dakika gerçekleşen mucizeleri görüyor ve onlardan mutluluk kazanıyorumOtoritemi ve gücümü, doğal haliyle yaşıyor ve kullanıyorumiçimdeki sevgiyi genişletiyor, büyütüyorumBütün duygularıma evet diyorumÖzgürce ve ve saf bir şekilde seviyorumVaroluşumun ifadesini özgür ve yaratıcı bir tarzda gerçekleştiriyorumDuygularımı ifade etmek, bana mutluluk veriyorKendimi özgürce ifade ediyorumKendimi sevgiyle ifade ediyorumBakış açım ve toleransım genişliyoriçimdeki sezgi gücünün sesini sürekli, hep daha iyi algılıyorumVar olan herşeyle birim. Tanrıya, evrene açığım
Kaynak : Alıntıdır

Kaynak

Devamını Oku »

Etiketler

acı affetme Affetmek aile akıl Alglamada Anlatm Aramak ARINMA Aroma Astroloji Astrolojik Aynalar Bahar başkaları Bayram beden Beden dili Bedensiz BEREKET beyin Beyinde Beyni Beynin Beyniniz bilgi bilim bilimsel bilinci Bilincine bilinçaltı Bilmek birey Bitkisel bolluk BOLUK Burak cümle çekim dalga damla Davet Deerlerimizin degerli Deniz Depresyonun DERSLER Detoks Dikkat Dilek Disgrafi Disleksi düşünce Egoist egzersiz EGZERSZ ekmek eleştiri. öfke emsimizi enerji Enerjilerinin Epifiz Eruhunuzu evlilik evren fayda FAYDALANMAK FAYDALARI Felsefe fizik fiziksel Fregoli frekans garip GCJoseph Gcyle geçmiş Gelecek geliim gerçek GERDE gerilim Gidecek Gizemli gizli güven güzel harika Hasta hastalık Hastalklar Hayal Hayallerinizin hayat Hayata HAYIRLI Hikaye Hiperaktivite Hipnozu hissederim Holografik Hologram Hoşgörü hoşgörüsüzlük huzur huzurlu Illuminati ilâc ileti İletişim inanç insan insanlar Kabala Kadim kaos Karanlk kavga kelime Kelimeler Klasik korku Korkular KORUMA Korunma Kristaller kuantum Kuantum Fiziği kurallar Kyamet liste LKLERMZ madde Makbul MEKTUP Melek Merak Mevlana Mevlanann Mezar Mftolunun Moloküler mucize Mucizeleri MUTSUZ NAMASTE Nazar Nefret neşe Niyet ODAKLANMA Okuma Okyanus olacaksn olumlama olumlamas olumlu olumsuz para paralel Paranormal Patolojik Peeling Peinden pozitif POZTF Pratik PRATK PROGRAMLAMA Psikoloji psikolojik Quantum Düşünce Rahat RAHATSIZLIIMIZ refah Reformist Romantik ruh Ruhsal sağlık Sanat seniz sevgi sıkıntı sistem Sonsuz sorumsuzluk sorun sorunlar Stres Sufizm suyun şifa şükretme tabiat tedavi Tehlikeli teori Terapi tesadüf toplum Uymasn üzüntü zaman Zarar zeka zellikleri zenginlik zerine zihinsel