31 Mayıs 2012 Perşembe

Astrologlara Göre Dünyamızın Geleceği

Astrolog Öner Döşer’in kurucusu olduğu Astroloji Okulu geçen hafta 21 Mart Dünya Astroloji Günü nedeniyle bir dizi etkinlik düzenledi. Dünyadan ünlü astrologların ve astroloji severlerin katıldığı etkinliklerde astrolojiye göre yeni yıl kutlandı ve de Türkiye ve dünyayı bekleyenler konuşuldu. Öner Döşer ve İngiltere Astroloji Derneği başkanı Roy Gillet’le önümüzdeki yıllarda Türkiye ve dünyayı konuştuk.





Roy Gillet'in Gelecek Yorumları
Uranüs-Pluto karesi: Dünyada karmaşa, kriz ve yeniden doğuş
Önümüzdeki 10 yıl içinde, iki büyük kollektif gezegen Koç burcundaki Uranüs ile Oğlak burcundaki Pluto 3 yıl içinde tam 7 kez kare açı yapacak. Bu açıların ilki 24 Haziran 2012’de olacak. Astrolojide kare açılar büyük gerilimleri ifade eder. Bir dizi ekonomik karmaşa ile baş başa kalacağımızı söyleyebiliriz. Üstelik bu kareler son 100 yıldır hiç olmadığı gibi tam 7 kez oluşuyor. Büyük enerji ve gerilim aynı zamanda varolan sorunları çözmek için krizlerden yaratılan bir fırsat demek. 3 yıl içinde özellikle ekonomik ve toplumsal alanda krizler çözülmez ise 2018-2019 yılları arasında Uranüs gezegeni Boğa burcuna girdiğinde, dünya muazzam bir krizle başbaşa kalabilir.
Adaletin eşit dağılımı
3 Şubat 2012’de Neptün Balık burcuna girdi. 14 yıl boyunca bu burçta kalacak ve Neptün’ün simgeleri olan, eşitlik, sosyal adalet, insan hakları, hayvan hakları, paylaşımcılık, bencilikten uzaklaşma, bütüncül yaklaşım, fedakarlık gibi temalar ön planda olacağı için bütün dünyada adaletin ve servetin eşit dağılımı temaları ortaya çıkacak.
Kapitalizmin sonu
2020’nin 12 Kasım’ında toprak elementinde Satürn, Pluto, Jüpiter gezegenleri toplanacak, bu hepimizi yeni ekonomik gerçeklerle yüzleştirecek, bir anlamda kapitalizmin sonu da diyebiliriz. Daha paylaşımcı, sadece kendi çıkarını değil bütünün çıkarını gözeten bir anlayışa doğru ilerlemez isek yok oluşa geçmekten kendimizi kurtaramayız. Adil bir şekilde gelirleri dağıtmaz isek çok büyük aşılamaz sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Savaşlar da kaçınılmaz olabilir. Suriye ve Libya’da yaşanan manzaraları hemen her gün görebiliriz. Ya daha paylaşımcı olacağız ya yok olacağız.
Amerika-Çin düellosu
İngiltere Pluto Uranüs karesinden en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Yine Çin ekonomik krizin ortaya çıkmasını sağlayacak faktörlerin başında gelecek. Çin, ucuza ürün yapıp dünyaya sattı, paraları da Amerika’daki bankalarda, ama paralarını bir anda çekebilirler ve o zaman krizin boyutunu siz düşünün.
Amerika Birleşik Devletleri çok zor durumda. Transit geçen Oğlak burcundaki Pluto Amerika’nın Yengeç’deki güneşine, Venüs’üne, Merkür’üne ve Jüpiter’ine karşıt yapacak. Pluto 2020’lerde kendi başlangıç noktasına döndüğünde herkes Çin ve Amerika’nın güç mücadelesine tanık olacak. İç karışıklık potansiyeli bütün dünya için var. Fransa, İngiltere, Amerika, Yunanistan... İsrail İran’ı bombalayabilir, aralık ayında.
Euro AB’nin sonunu getirdi
Avrupa Birliği’nin 1993’deki doğum haritası güçlü Akrep Ve Oğlak burcu enerjileri içeriyor. Ancak haritasında Ay Boğa burcunda olduğu için bu haritada bir T kare var. AB 2015’e kadar bir Satürn transiti yaşayacak ve Satürn’ün 3. Ve 4. Evden geçişi sırasında Satürn hem Pluto ile kavuşum yapacak hem doğum haritasındaki Satürn ile kavuşacak. Avrupa Birliği’nin geleceği pek parlak gözükmüyor. Bütün bu sorunların kökeninde Euro yatıyor. Euro yürürlüğe girdiğinde çıkarılan haritada savaş gezegeni Mars AB’nin doğum haritasındaki 4. eve yani kökenini anlatan eve kare yapıyordu. Euro’ya geçilmesi birliği sarstı. Euro krizinin kötüleşecek.
Ortadoğu’da paylaşım fiyaskosu…
I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan devletler 25 nisan 1920’de İtalya’da buluştular ve Osmanlı İmparatorluğu da dahil Ortadoğu’nun paylaşımı için anlaştılar. İşte bu anlaşmanın haritasında ay neptün jüpiter birinci evde kavuşum halinde… Neptün aynı zamanda belirsizlik, hayal ve yanılsama demektir. Yani bu harita tamamen hayalciliği gösteriyor. Bundan daha kötü bir zamanlama olamazdı. O tarihte verilmiş bu karar …
Mistik su üçgeni ile Müslüman ve laik Türkiye dünyada lider ülke olacak...
Türkiye’nin haritasında Akrep, Balık ve Yengeç burçlarında bulunan büyük su üçgeni çok önemli bir işlev görüyor. Su, şifalandırma ile ilgilidir. Bu üçgen Türkiye’nin Müslüman aynı zamanda laik olmasını açıklıyor. Ülkenin temelindeki dengeyi gösteriyor… Aynı zamanda 1. Evde Yengeç’teki Pluto çok güçlü. Yükselende Pluto olduğu için her zaman dönüştürme, küllerinden doğabilme gücüne sahip.
Türkiye 2012 Kasım ayı ile 2014 Ağustos’una kadar zorlu bir süreçten geçecek. Ekonomik sıkıntılar, şoklar yaşanacak ama kendi içinden getirdiği başa çıkma gücü ile Avrupa’daki krizlerde bile arabulucu rol oynayacak. Çünkü Avrupa Birliği, Ortadoğu, Amerika krize girecek. Türkiye’nin ise sorunların üzerine geçecek bir potansiyeli var.
Tıbbi ve ruhsal merkez
Türkiye’nin ilerletilmiş haritasında Ay Başak burcunda, bu enerji ruhsal ve tıbbi şifa aranan bir yer olarak da Türkiye’nin önemli bir merkez olabileceğini gösteriyor.
kaynak
Devamını Oku »

28 Mayıs 2012 Pazartesi

İşte şimdi bahar geldi bak! :)

Petunyalarım da balkonda yerlerini aldılar ya, işte şimdi inandım, gerçekten gelmiş bahar! :) Bugün çarşıda ufak bir işim vardı... Eve dönerken en son Migrosa uğradım Petunyalarımı alacağım... Reyonların arasında durmuş bakınıyordum kii tam arkamda bir ses duydum!
"o-haaa manyak bi şey buu kızııığğmm"
Döndüm arkama, iki genç kız.. Raflarda beğendikleri bi şey için söylüyorlar... { Neyseki o manyak şey ben değilmişim!:) Bu iyi!





}
Şaka bi yana... Şimdi ben bu duruma çokkk takıldım...
Çok afedersiniz ama Manyak bir şey nasıl güzel oluyor!
Ve yine afedersiniz ama o "oha" da ne?
Bknz:
TDK Sözlük anlamı:
manyak: Fransızca maniaque
1. sıfat Maniye yakalanmış (hasta)
2. mecaz Gülünç, garip, şaşırtıcı davranışları olan (kimse)
3. ünlem, hakaret yollu "Aptal, çılgın, dengesiz, deli" anlamlarında bir seslenme sözü!
oha ünlem (o:ha, o:ha:)
1. ünlem! Büyükbaş hayvanları durdurmak için kullanılan bir seslenme sözü
2. argo Kaba ve yakışıksız davranışta bulunan kişilere karşı kullanılan söz

Aman yarabbi! Tam da "bizim zamanımızda"yla başlayan cümleler kurma kıvamında gördüm kendimi şu an!
kaynak
Devamını Oku »

27 Mayıs 2012 Pazar

BİRİNDEN SOĞUMAK İÇİN NLP SWİSH TEKNİĞİ

Gözlerinizi kapatın ve soğumak istediğiniz kişiyi karşınızda canlandırın. Bu görüntünün olabildiğince gerçekçi, renkli, 3 boyutlu ve hareketli olması önemli.Adım 2: Sizin küçük siyah-beyaz resminiz. Gözünüzde canlandırdığınız resmin sol alt köşesine kendi resminizi siyah beyaz olarak ekleyin. Bu resim, bulunmak istediğiniz (kendine güvenen, neşeli, özgür, umrunda olmayan, güzel) ‘siz’in dışarıdan görünüşünüz olucak.





Siz nasıl olmak istiyorsanız küçük siyah-beyaz resminiz de öyle olsun.Şimdi, birinci resmi ikinci resme koşullayacağız. Bir başka deyişle, unutmak istediğiniz kişinin görüntüsünün bilinçaltınızda otomatik olarak istediğiniz duyguyu (kendine güven, umursamazlık vb.) yaratmasını sağlayacağız. Şimdi, sol alttaki kendi siyah beyaz resminizin büyüyerek diğer resmin (yani unutmak istediğiniz kişinin resminin) üstünü tamamen kaplaması, ve renklenip canlanması gerekiyor. Bunu görsel olarak gerçekleştirmek için yaklaşık 1 saniyeniz var.Kendi resminizi büyütüp canlandırdıktan sonra gözlerinizi açın ve rahatlayın. Aynı işlemi en az 5 kez tekrarlayın.Swish tekniğinin çalışma mantığı, karşıda gördüğünüz büyük renkli resimdeki durumla, sonradan büyütüp renklendirdiğiniz küçük siyah-beyaz resimdeki durum arasında nörolojik bir bağ kurmak ve bu durumları birbirine koşullamak. Bu mantıkla, küçük siyah-beyaz resimde kendiniz yerine, iğrenme ya da soğuma duygularını yaratabilecek farklı durumları ve nesneleri de deneyebilirsiniz. Sol alta iğrendiğiniz, dokunmayacak istemeyeceğiniz, pis bulduğunuz nesneler koyarak uygulamayı yapın...Bu işlemi dilediğiniz sıklıkta, dilediğiniz kadar farklı durum ve resimle tekrarlayabilirsiniz.
kaynak
Devamını Oku »

24 Mayıs 2012 Perşembe

5 Önemli ders!

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:
"Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikáye olma ihtimali var mı?"
Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:
"Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin."





Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi;
"İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki!"
Büyükbaba cevap verdi:
"Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri benimseyebilirsen, hep dünyayla barışık bir insan olursun."
"Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir."
"İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar."
"Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli unsurlardandır."
"Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, onu korumalısın."
"Beşinci ve son özellik ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın."
kaynak
Devamını Oku »

22 Mayıs 2012 Salı

Savrulan Yıldız Tozları

Kainata ne kadar hayranlıkla bakıyorsam, onun bir uzantısı olan dünyaya da o kadar yadırgayarak ve hüzünle bakar oldum.

Bu algımda yalnız olmadığımı, hatırı sayılır büyüklükte bir grup insanın, kavramakta-kabul etmekte zorlandıkları gidişata bunalmışlığın acısından ya da güçlü bir yalnızlık duygusunun derinliğinden baktığını hissediyorum.
İnsan eliyle oluşturulmaya devam eden acıları saf ışığın altında görebilenler hayata uymakta iyice zorlanır, kendilerini kandıramaz, dünyaya aldanamaz, insana güvenmekte zorluk çeker oldu.





Büyük acıların, tüm yüzyıllarda ve çağımızda hala devam ediyor olması, insana dair belletilen tüm aydınlık kavrayışları sorgulatacak, yerinden oynatacak bir kerteye geldi.
Carl Sagan’ın bir kitabında, “aslında hepimiz birer yıldız tozuyuz” dediğini hatırlıyorum…
14 milyar yıl süren evrimin mirasçıları, atomlarında milyarlarca yıllık bilgi taşıyan ilk yıldız torunları olduğumuzu söylüyor Sagan.
Milyonlarca yıl süren karmaşık bir evrimin sonucunda her geçen gün biraz daha akıllanarak, gelişerek varlığımızı sürdürmemiz gereken yeryüzünde bu gün olmaya devam edenler, tohumlarımıza nüve olan yıldız parçalarına, bilgi yüklü yaşam tozlarına ne olduğunu düşündürüyor insana.
En babayiğidin üzerinde 90 sene kalabildiği şu canlı küreye ve üstünde yaşayanlara bu gün yaşananları reva görenler, müthiş bir döngü içinde durmaksızın devinen bu muhteşem fabrikanın yıldız tozu katmayı esirgediği üretim artıkları mı acaba?
Akıllara durgunluk verecek kadar ihtişamlı bir başlangıçla hayat bulan evrenin sonsuz hikayesinde rol almış insanın defter-i kebirindeki kirli hesap sayfalarını kim-ne zaman yırtıp atacak, ki açılsın temiz sayfalar?
Ayıplı masallara dinleyici, kanlı filmlere izleyici kılarak ruhumuzu tüketen bu senaryolardan Godo’mu gelip kurtaracak bizi?!
Tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm tutsaklıkların, tüm barışların, tüm savaşların, tüm haksızlıkların, tüm ihtişamların, tüm sefaletlerin ve tüm acıların değişmez şahidi gökyüzü mü dile gelecek sonunda?
Kar hırsıyla dünyayı cehennem trenine bindirmiş “hayırsız torun”ları ezelden ebede seyreden, gören-duyan-kaydeden var mı ondan başka?
Evrenin sonsuz ömürlü elektronlarına yüklediğimiz kayıtları çıkarsın artık arşivinden, atıversin hesap sorarcasına önümüze.
Derin anılar fişimizi takıversin kolektif alana, kaldıralım gözlerimizi yukarıya, anlatsın bize dokuduğumuz halının hikayesini, geriye sararak filmi, becerebilirsek eğer utanalım!
Ya da kalmamışsa bizde hiç umut, saçtığı yıldız tozlarına lanet ederek indirsin şimşeklerini üzerimize Sodom-Gomore gibi, ardımıza bile bakamadan kül olalım!
Ve biz artık fark edelim, içinde debelendiğimiz bu trajediyi…
Ya vazgeçelim bu insan “mış” gibi yapma oyunundan; unutalım yücelmeye duyduğumuz öykünmeleri.
Ya da hatırlasın belleğimiz, her an değişen bu ışıklı mavi küredeki yüksek hedefimizi.
Zayıflayan tutunma hevesimiz iyice tükenmeden, bu anlamsız savruluşa birileri dur desin.
Desin de, kökleri evrenle yaşıt yıldız tozları dünyayı ziyanla değil kazançla terk etsin.
Ne olur artık bir yerlerden aydınlık gelsin!
kaynak
Devamını Oku »

20 Mayıs 2012 Pazar

Çocuğumun Kurallarıma Uymasını Nasıl Sağlayabilirim?

Yapmamasını yüzlerce kez söylemenize rağmen, 2 yaşındaki oğlunuz gözlerinizin içine bakıyor, koltuğa tırmanıyor ve yine koltukta zıplamaya başlıyor. Bu durumda ne yapmalısınız?

Çocuğunuz koyduğunuz kuralları gözünüze baka baka çiğnediği zaman kendinizi nasıl hissedersiniz? Mutsuz, kızgın, yorgun?  Bu durumda ebeveynlerin akıllarını okuyabilseydik muhtemelen şu düşünceleri görürdük : “ Yeterli bir anne/baba değil miyim?” ya da “ Çocuğum ileride kötü bir evlat mı olacak?” ya da “Ya suç işleyen birine dönüşürse?”

Rahatlıkla söyleyebilirim ki bu 2 yaşında bir çocuk için normal bir davranış biçimidir. Bu yaşlardaki çocuklar zevk prensibine göre hareket ederler. Başka bir şekilde söyleyecek olursak sadece zevk alacakları şeyleri yapmak isterler. Bu yaştaki çocuğa yumuşak koltukta zıplamak ya da sokak aşağı koşmak çok heyecanlı gelirken, anne babasının sözünü dinlemek o kadar zevkli gelmeyecektir.

Bu dönemde çocukların sözünüzü çok dinlememelerinin, çok yaramazlık yapmalarının bir sebebi de bu yaştaki çocukların dürtüleri üzerinde henüz çok az kontrole sahip olmalarıdır. Bir şeyi istiyorlarsa hemen o anda almak isterler. Bu yüzden markette dolaşırken istediği her şeyi almak isteyecektir. Örneğin rafta gördüğü patates cipsini almamasını söyleseniz de kızacağınızı bilmesine rağmen alacaktır. Ona göre o patates cipsini acilen alması gerekiyordur ve bunu neredeyse bir ölüm kalım meselesi olarak görür.

Size karşı çıkmasının başka bir sebebi de çocuğunuzun bu dönemde bağımsız olduğunu hissetmek istemesidir. Buna karşın yetişkinler ona gün boyu ne yapacağını ve ne yapmayacağını söylüyordur.

Gelişim sürecinin getirdiği tüm bu özelliklere rağmen, çocuğunuzun yaramazlık yapmasını nasıl engelleyebilirsiniz? Aşağıda çocuğunuzun yaramazlıklarıyla baş edebilmeniz ve sizinle iş birliği yapmasını sağlayabilmeniz için birkaç etkili öneri var.

1)      Bir kural koyduğunuzda o kuralı neden koyduğunuzu açıklayın. Çocuklar genelde nedenleri anladıklarında kurallara daha çok uyarlar. Örneğin “ Koltukta zıplamak tehlikelidir. Düşebilir ve bir yerini incitebilirsin.” Şeklinde bir açıklama yapabilirsiniz. Objektif bir açıklama da işe yarar. Örneğin “Dişini fırçalamalısın. Senin sağlıklı olmanı sağlamak benim işim.” Bu tür açıklamalar güç çatışmasına girmeyi engelleyerek limitleri belirler.

2)      Çocuğunuzun isteklerini anladığınızı belirtin. Örneğin, “ Yataktan atlamak istediğini biliyorum.” Böylece onun isteklerini anladığınızı ve isteklerine saygı duyduğunuzu gösterebilirsiniz. Bunu hissettikten sonra çocuğunuzun protesto etme ihtiyacı azalacaktır.

3)      Ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini açık bir biçimde belirtin. “Sandalyede durmanı istemiyorum” yerine “Sandalyeden inmen gerekiyor.”  Bunlar yerine “Yapma” yı kullanmayın. Unutmayın ki ne kadar “Yapma!” derseniz o kadar tepkiyle karşılaşırsınız.

4)      Dikkatini başka yöne çekin. Örneğin, Legolarını sağa sola fırlatıyorsa birlikte Legolardan bir kule yapmayı önerin. Bilgisayarınızla oynamak istiyor ve izin vermediğiniz için ağlama krizine girmişse, birlikte mutfağa gidip yaptığınız keke bakmayı önerin.


Etiketler:çocuk gelişimi, çocuk psikolojisi, çocuk ve kurallar, çocuklarda davranış bozuklukları, inatçı çocuk


kaynak

Devamını Oku »

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Yogi Adnan Hoca ile Yoga Üzerine...

Hatice Kapudere:
Yoga hayatınıza nasıl girdi? Neler hissettirdi? Yogadan sonra hayatınız nasıl değişti?
Yogi Adnan Hoca:
Newyork'ta yaşıyor ve tai chi öğretiyordum. Thai Chi denge üzerine kuruludur, zihinsel denge oluştuğu zaman içsel denge de oluşur. Bu yogada da vardır. Tai Chi de bu çok güçlüydü. Ayrıca estetikti, güzeldi, bende gencim, çok havalıydı. O zaman Tai Chi'yi çok derin anlamamıştım, çok yüzeysel anlamıştım. 10-15 sene tai chi yaptım, hoca oldum.





Aerobik yaparken bir gün dizlerimi incittim. Kötü hocanın eline düşmeyeceksin, hocam beni uyarmadığı için dizlerim incindi. bu herşeyde böyle, yogada da böyle. Dizimi incittiğim gün içimdeki ses artık yoga yapacaksın dedi. Bu yogaya başlamamın fiziksel anlatımı. Ama sonra anladım ki işin felsefi boyutu var, yoga sadece fiziksel birşey değil. Biz hayatımızın her anında bir platformdayız. Rollerimiz var. Bazen başrol, bazen figüran rolündeyiz. O rolün gereğini yapıp iyi bir oyun sergilersek yeni bir platform bizi bekliyor. Bu oyunları sergilerken o hakettiğimiz ya da zamanı gelen neyse karşımıza çıkıyor. O gün benim için yeni adım yogaydı.
İkinci soruna gelirsek yoga hayatımda ne değiştirdi? İlk önce yogayı fiziksel boyutta yaptım. Bir yoga hocasıyla başladım, hemen ilk gün en zor hareketleri yaptırdı. Bu böyledir genellikle, ben iyi hocayım zor şeyler öğreteceğim diye hemen ilk gün zor hareketler gösterirler. Bende cambazlık yaptım. Formda olduğum için becerdim. Ama sonra bunun bu kadar basit olamayacağını hissettim, yoga bu olamaz dedim. Bunu öğrenmeye karar verdim, kitaplar aldım. Kalkan'a , sevgili dostum Turhan Kaşo'nun yanına Clup Patara evlerine geldim, şamanlık yaptım, yoga öğrettim. Orda idrak ettim ki ben yogayı öğretecek bilgide değilim, yani gerçek yogayı. Evet hareket gösteriyorum ama yoga bu değil. İncitebilirim insanları, anatomi bilmiyorum, hareketin neye yararlı olduğunu tam bilmiyorum. Buna hakkım yok dedim, öğreteceksem adam gibi öğrenmem lazım. Bu en iyi Hindistan'da öğrenilir dedim hemen planladım. Svananda aşrama gittim, , sertifika almak kısmet oldu. Çok iyi bir temel oldu etiğiyle, anatomi bilgisiyle 175 kişi vardık, en çok soru soran 4 kişiden biriydim. Sonra anladım ki içine girdikçe bu konu çok derinmiş, Sivananda yeterli değil, bu daha işin A'sı. Ben bir guru bulmalıyım dedim ve yola çıktım. Kundalini'ye kafayı taktım. Kundalini'yi muhakkak keşfedeceğim diye bütün Hindistan'ı taradım, Kundalini master aradım ve Atree'yi buldum.
Yoga ne getirdi hayatıma? Yoga bana çok uydu, kılıf gibi geldi. Derim gibi oldu ve ben artık yogayı hiç bırakamayacağımı idrak ettim, meğer ben buymuşum dedim. Tai Chi'yi bulduğumda ben sporumu buldum demiştim. Yogayı üzerime kılıf gibi giydikten sonra Tai Chi hayatımdan kayıp gitti.Yoga da enerjinin devamlılığını gördüm. Şuursal bir açılma oldu. Daha evrensel, daha az materyalist, daha az bencil, daha dikkatli, daha hassas olma hali başladı. Ve insanlara yogayı öğretirken vermekte olduğum o hizmetin olmazsa olmaz olduğunu anladım. Ben çok faydasını gördüğüm için bunun çok yayılması gerektiğini anladım. Ve karar verdim ben yogayı Türkiye'de yayacağım tanıtacagım dedim. Amerika'yı, İtalya'yıbıraktım ve Türkiye'ye geldim, yayayaca İyi ki de gelmişim. Yaşamımın bir anlamı oldu. Bir kazanova ya da maceraperest hayatı yaşarken, hayatımın bir hizmete, bir manaya dönüşmesi benim için büyük bir nimet oldu; yoksa hayatım heba olacaktı. Şimdi bir kaç kişi mutlu benimle çalışmaktan, dualarını alıyorum. Ne mutlu ki buluştuk.

Hatice Kapudere:

Yoga bir anlamda sizin yaşam amacınız, dharmanız mıydı? 
Yogi Adnan:
Ben yogayı öğrendikten sonra, anladım ki benim dharma'm(hizmet yolum) yogaymış. çünkü bana çok uygun geldi. Ben tai chi, pandomim, müzik hocası bir sürü şeyin hocası olabilirdim. Fakat hiçbirisi beni yoga kadar mutlu edemezdi. Onun için benim dharmam buymuş, yaradana şükrediyorum ki bana bunu gösterdi, nasip oldu. Bir adım attık ama yol daha çok uzun hep beraber gideceğiz inşallah.
Ben yogayı tanıdıktan sonra sufizmede merak sardım. Hakikat arayışında bütün dünyadaki sistemleri tarıyordum. Nedir hakikat? Bunun aramak için yıllarca dünyayı dolaştım. yoganın sufizmle mükemmeliyet kazandığını gördüm. Sufizmde yogayla mükemmeliyet kazanıyor. Bu ikisini birleştirdik ve bu şekilde öğretiyoruz.
Yoga dünyada ve Türkiye'de gerçek anlamını buluyor mu? Olması gerektiği şekilde anlaşılıyor ve öğretilebiliyor mu? % 10 belki klasik anlamda hedefine ulaşıyor diyebilirim. Onun dışında % 90 kabuğunda kalıyor. Bütün dinlerde ve diğer öğretilerde de olduğu gibi. Gerçek söylenenle uygulanan aynı olmuyor. Yogada da en güzel hareketleri yapar sonra gider yalan söylerseniz yoga olmaz. Gördüğüm kadarıyla, ancak % 10 gerçekten yogayı felsefesiyle uyguluyor. Bu heryerde böyle, Amerika da da Hindistan'da da böyle. Zannetmeyin ki Hindistan da daha çok spiritüel insan var. En çok nerde var biliyor musunuz? Anadolu'da. Amerika'da ders verdim, Hindistan'da ders verdim. En fazla spiritüel derinliği olan yer Anadolu. Mu medeniyetinin 16. kolonisi Türkler. Yani bu bizim genetiğimizde var. Anadolu gerçekten önemli ve önemi artacak. Mevlana'ya bakarsak, bayrağı alıp gittiğini görebiliriz tüm dünyada. İnsanlar artık Mevlana'yı takip ediyor. Çünkü çok güzel anlatıyor. Birçok öğreti doğruyu yakalıyor, ama yakalamak demek verebilmek demek değil. Mevlana şiirleriyle hakikati en iyi ifade eden kişidir. Kimse Mevlana kadar derin, süslü ve nameli söyleyememiş, zerafetle söyleyememiş.

Hatice Kapudere:

Yoga kader bağlantısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Farkındalığımız arttıkça kendi seçimlerimizi mi yapmaya başlıyoruz? Kendi kaderimizi çizdiğimiz yer neresidir?
Yogi Adnan Hoca:
Genel bir çizgi kaderimiz var. Nedir o? Doğduğum ülke şehir, annem, babam. Bu değişmez. Bundan sonraki yaşamımdaki bütün dekor bize bırakılmış. Bize bırakılmış derken, yaradanın bize vermiş olduğu beyin kapasitemizin, öz bilgeliğimiz. İçimdeki bilgelik kaderimizin devamını getiriyor. Kapasite çok önemli. Kendi denetimimdeki öz bilgelik. Geçmişinden gelen bilgi, çocukluğu, yetişmesi, akrabası, okulu, toplumun kuralları onun arabası. O arabayı kullanacak. Ama en önemlisi yaradanın ona bahşetmiş olduğu kapasite. Aşrama, dergaha gelenlere çok bilgi veriliyor ama herkes farklı düzeyde anlıyor. Çünkü biz herşeyi kendi beynimizle anlayacağımızı sanıyoruz. Birde kalbimizin beyni var. Dünyasal kaygılarla kalınca olmuyor. Kalbiyle iletişimde olsa doğruları yaparak yeterince para kazanacağını bilecek. Ama kalp açık değilse, yeterince açık değilse, mesaj yavaş kalıyor. Beynin hızına yetişemiyor.

Hatice:

Hocam o zaman kalp beynimizi açmak gerekiyor öyle mi?
Yogi Adnan Hoca:
Evet sadece beyni değil, kalbi açmak. Yoga beynimizi kesinlikle geliştiriyor. Fakat kalp gözümüzü açamazsak materyalist cambaz oluruz. Çok meşhur oluruz, para kazanırız, güçlü oluruz, zekamız çok ilerde olur. Ruhanilik yönümüz gelişmez. Yogadan gidilir. Ben sufizmi zerafet içinde görüyorum. Yoksa aynı seyi yogada söyler sufizmde söyler.

Hatice Kapudere:
Dünyevi konuları bırakmak için daha yardımcı oluyor, yani adanmak var değil mi hocam?
Yogi Adnan Hoca:
Şöyle açıklayayım. Yogada yama nyama diye iki bölüm var. Karma yoga, inyana yoga? bhakti yoga.,Bunlar yama nyama içindedir.7 branşlı yoga diyorz buna ve yoga yaparken bütünüyle yaptığımızda o yedi branşı yapıyoruz. En son basamak aydınlanmadır, onu sayamayız. Sufizmin özelliği şurda. Bhakti le başlıyor. Bir adım önde.Yogada bu çok yavaş ilerler. Güçleniyorsun, hava atıyorsun, dik oturuyorsun. Çok çalışıyorsun ta ki arınıp arınıp arınıp o yumuşaklığa ulaşana kadar. Sufizmde hemen egonu bırakıp bhaktiyle başlamak zorundasın, bu nedenle bir adım önde başlıyor. Bhakti karma ve inyana ile başlıyor. Hizmet edeceksin(karma), neyi aradığına bakacaksın(inyana) ve inançlı olacaksın(bhakti). evrensel oluşumun varlığına inanacaksın. Hocan varsa hocana teslim olacaksın. Yaradana teslim olacaksın, bu sana mütevazilik getirecek. Yogada bunlara ulaşmak uzun zaman alır, ama sufizmde hemen başlayacaksın bunlara. Bu nedenle sufizm çok önemli. Yoganın ilk avantajı sağlık kazandırnasıdır.

Hatice Kapudere:
Yoganın farklı isimlerle sunulması hakkında ne düşünüyorsunuz? Özünde tek bir yoga var, ama özellikle Batı’da çok farklı isimlerle pazarlanabiliyor.
Yogi Adnan Hoca:
Gerçekten tek yoga vardır. Bu da asthangadır. Patanjali yogayı gayet güzel sekiz bölüme bölmüş. Daha sonra farklı hocalar yetişmiş Hindistan’da, bunlar haklı olarak kendi isimlerini vermişler. Ama aşağı yukarı hepsi aynı şeyi öğretmiş, Patanjali’ye sadık kalmaya çalışmışlar. Ama hepsi aynı sadakati göstermemiş. Gördüğüm okullar arasında en sadakatli davranan Swami Swananda olmuştur. Iyengar’ı tanıdıktan sonra bu işi onundan iyi kavramış olduğunu anladım. Ama diğer okulların hepsinde bu kadar önemsenmemiştir eskiye bağlı kalmak. Yani aslında tek yoga vardır. Batı’ya gelince iş değişmiş, Batılı ilgilenmez içine dönmeyle. Nasıl iyi görünürüm, nasıl sağlıklı dururum, nasıl kendime çok iyi bir meşgale bulurum. Ve onada dinamik yoga, power yoga, partner yoga gibi isimlerle yoga verilmiş. Ya yoga nasıl çift olur. Tantra yoga adı altında çift yoga yaptırıyorlar. Yoga ismi altında çok dejenere olmuş sistemler var. Bikram yoga var, Amerika’da çok yaygın. 40 derece odalarda yoga yapıyorlar. Bu yoga değildir, çok zararlı bir uygulamadır. Bu kadar sıcak bir odada nasıl nefes çalışacaksın? Nasıl meditasyon yapacaksın? Buna yoga demek ayıp. Yoganın köşesinden kenarından koparıp para kazanmak arzusuyla yapılmış çalışmalardır. Nasıl para kazanırım, sadece nefes yapıyor. Nasıl para kazanırım konsantrasyon, meditasyon yaptırıyor sadece. Ama hiçbirisi tam yoga olmuyor. Yoga olması için önce yama ve nyamanın anlaşılması lazım. Kişinin bunları hayatına maletmesi lazım.

Hatice Kapudere:

O zaman gerçek yogayı tanıtmak için neler yapabiliriz hocam? Biraz daha yaygınlaştırabilmek için neler yapılabilir?
Yogi Adnan Hoca:
Felsefesini, gönülden anlatarak yapabiliriz bunu. Bu feslsefeyi anlatmadan yogayı anlatamazsınız. Yoga din değildir, gösteriş değildir. Meslek değildir, bunlar çok önemli konular. Kişinin kendi gücünü ortaya çıkarmak ve şuursal yapısını evrensel boyuta ulaştırmak için yapılır. Biz normalde kişisel şuurla yaşıyoruz.
Ne zaman ki kişisel şuurdan evrensel şuura açmaya başlıyoruz kendimizi gerçek yoga oluyor.
Yoga Hindistan'da yazılı hale gelmiş vedalarla ve Hindistan'da hep uygulanmıştır. Dünyanın birçok yerinde Amerika’da Afrika da Asya da yoga yapan insan tabletleri bulunmuş olabilir ama bunun devamlılığını sağlayan Hindistan’dır. Vedalar yoga nasıl yapılır, neden yapılır, nefesler nasıl alınır. Bu bilgi dünyada hiçbiryerde çıkmadı, Vedalarla Hindistanda biraraya getirilmiştir. Ve Patanjali sutralarla yogayı toparlayıp bize sundu. Bu bir hediyedir bize. Yoga daha önce verilmiş bilgiler olabilir, ama bugün uyguladığımız yoga Hindistan yogasıdır.

Hatice Kapudere:

Alanya Aşram’da ne tür çalışmalar yapıyorsunuz, amacı nedir? Hindistan’dan çok büyük bir farkı var mı?
Yogi Adnan Hoca:
Biz Alanya Aşrama arınma kampı olarak başladık, böyle devam ettik. Oraya gelen kişi bir hafta kalacak, vegeteryan, organik besinler alacak; bol bol sağlıklı besinler, sebze meyva yiyecek. Bol bol yoga ve sağlıklı yürüyüşler yapacak. Yogayı yoga felsefesini anlayacak duruma gelecek. Bir paketle eski hayatına dönecek ve bu paketi hayatında uygulayacak, en azından bir miktarını hayatına geçirecek. Yoksa bu sadece bir tatil programı değildir. Bütün yaptıkalrımızın, niyetlerimzin, davranışlarımızın bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde yapmış olduğumuz herşeyin evrene ve bütün insanlığa hayırlı olması dilegini bütün kalbimizle arzuluyoruz. Birlik İçinde.
kaynak
Devamını Oku »

17 Mayıs 2012 Perşembe

Shiatsu massage!

Mail Box'ıma gelen, ilgimi çeken bir maili sizle de paylaşmak istedim...

Çok enteresan!!!


Vücudunuzdaki organların en duyarlı uçları ayağınızın altında yer alır. Bu noktalara masaj yaparsanız, ağrılarınızdan ve acılarınızdan kolayca kurtulursunuz. Gördüğünüz gibi kalp ile ilgili uçlar sol ayak altındadır.

Hangi organının nasıl bağlı olduğu nokta ve oklarla gösterilmektedir.

Bu organlara bağlı tüm sinirlerin burada sonlandığı gerçekten doğrudur.
Allah vücudumuzu öyle mükemmel yaratmış ki bunu dahi düşünmüştür. Bu sistem ile bizim yürümemizi sağlamış ve yürütmüştür ki bu noktalara her baskı yaptığımızda tüm organlarımız harekete geçsin ve düzgün çalışsın.
O zaman yürümeye devam edin....

SHIATSU MASSAGE

Japonca "Shi"parmak, "Atsu" ise basınç demek. Yani Shiatsu "parmak basıncı" anlamına geliyor.

Bu tanımdan de anlaşılacağı gibi Shiatsu, parmakla yapılan bir masaj türü. Tabii zaman zaman devreye eller, el ayaları ve dirsekler de giriyor. Shiatsu'da esas hedef, Uzakdoğu kökenli tüm tedavi yöntemlerinde olduğu gibi kişide genel bir iyilik ve denge sağlamak, negatif olan her şeyi uzaklaştırıp pozitiflere yer açmak.

Akupunkturda olduğu gibi Shiatsu da öncelikle vücudun enerji dengesiyle ilgileniyor. Vücudun içindeki enerjiyi yani "Chi"yi, bedenin görülemeyen ve hissedilmeyen yaşam gücü olarak tanımlamak mümkün. Uzakdoğu tıbbına göre chi, vücudumuzda bazı yollar (meridyenler) boyunca akıyor. Meridyenlerin de hem fiziksel hem de psikolojik durumumuzla yakından ilgisi var. Shiatsu'da da meridyen sistemi üzerinde çalışılıyor. Bir su yoluna benzetebileceğimiz meridyenler de tıpkı su yolları gibi tıkanabiliyor ve bu enerji akımının bozulmasına, dengesizleşmesine neden oluyor.

Bunun sonucunda ağrılar, yorgunluk, huzursuzluk, depresyon ve daha pek çok sorun baş gösteriyor. Shiatsu tekniklerinin hedefi bu tıkanıklıkları ve dengesizlikleri gidermek. Peki bu nasıl oluyor? Meridyenler boyunca, Chi'nin aktif olduğu bazı özel enerji noktaları var ki bunlar "Tsubo" olarak adlandırılıyor ve Shiatsu uzmanı bu noktalara basınç uygulayarak tıkanıklığı gidermeye çalışıyor.


kaynak

Devamını Oku »

14 Mayıs 2012 Pazartesi

İşler Kötü Giderken Kendimi Nasıl İyi Hissedebilirim?

Bazen hayattaki ani değişimler raydan çıkan bir rollarcoaster’dan daha korkutucu olabilir. Hayatınızdaki her şey iyi giderken, bir dönemece girebilirsiniz ve her şey kötüye gitmeye başlayabilir.  Örneğin aniden işinizi kaybedebilirsiniz ya da sağlığınız bozulabilir. Bu durumda bir daha asla işlerin yoluna girmeyeceğini düşünüyor olabilirsiniz. Fakat zamanla, çaba harcayarak ve doğru perspektiften bakarak tekrar işleri yola koyabilirsiniz.





Bu durumlarda asıl problem kendinize olan güveniniz dahil her şeyin avuçlarınızdan kayıp gidiyor gibi gelmesidir. İyi yaptığınız, hayatınızda iyi giden şeyleri görmekte zorlanıyor olabilirsiniz. Bu da öz saygınızın zarar görmesine sebep oluyor olabilir.
Özsaygınız zarar gördüğünde yapılacak en iyi şey psikologların öz-olumlama
dediği tekniği kullanmaktır. Eğer herhangi bir alanda sıkıntı yaşıyorsanız, özsaygınızı yüksek tutmak amacıyla kendinizi başarılı bulduğunuz diğer alanları düşünün. Örneğin bir yönetici düşünelim. Yöneticimiz meslektaşlarının karşısında sunum yapmakta zorlanıyor olsun. Bu kişi çok iyi bir sporcu olduğunu, genellikle çok sevilen bir insan olduğunu ve çalışanlarının danışmak için genellikle kendisine geldiğini düşünerek kendini daha iyi hissedebilir, özgüvenini yüksek tutmayı başarabilir. Özgüveni yüksek olan insan ise problemini tanımlamada, probleme etkili çözüm yolları bulmakta daha başarılı olabilir. Örneğin bu örnekte sunum yaparken kaygı duyduğunu fark eder ve bunu aşmak için çeşitli teknikler öğrenebilir, bir uzmandan yardım alabilir. Sonuç olarak, yeteneklerini geliştirme fırsatı bulmuş olur, sunum yapabildiğini gördüğünde kendini daha başarılı hisseder.
Kişinin özsaygısı ve öz-olumlama becerileri yoksa eğer, kişi problemler için dış etkenleri suçlayabilir. Dış etkenleri suçlamak gibi savunucu bir tutum kişinin aleyhine olacaktır. Kişi çıkmaza girmiş gibi hissedebilir ya da yıkıcı davranışlarda bulunabilir. Örneğimize dönecek olursak, yönetici iş arkadaşlarının çok eleştirel olduğunu, bu sebeple kendini korumak için sunum yapmak istemediğini düşünebilir. Bu şekilde düşmanca görünen bir iş ortamında, yönetici muhtemelen daha savunmacı olacaktır ve iş arkadaşlarıyla ilişkilerinde gerginlik yaşayacaktır. Durum her ne olursa olsun, problemin sadece dışarıdan kaynaklandığını düşünmek kendimizi ve koşullarımızı geliştirmek için bize bir şey katmayacaktır.
Ciddi sorunlarla karşılaşan insanların bazılarında görülen başka bir tutum da kendini acımasızca eleştirmektir. Mükemmeliyetçi bireyler genelde kendilerini ve performanslarını çok eleştirirler. Böyle bireyler, gerçekçi bakılınca baş etmenin çok zor olduğu bir durumda bile baş edemedikleri için kendilerini suçlarlar ve bu da yetenekleri ve kendi değerleri hakkında kendilerini kötü hissetmelerine yol açar.
Kısaca söylemek gerekirse, oldukça sıkıntılı bir durumla karşılaştığınızda kendinizi ve başkalarını eleştirmek yerine güçlü taraflarınıza odaklanarak pozitif yanları görmeye çalışmanız daha yararlı olacaktır.
Etiketler:kişisel gelişim, öz-olumlama, özgüven, özsaygı, yaşam koçluğu, yaşam koçu
kaynak
Devamını Oku »

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Doğum Sonrası Depresyonun Belirtileri

Doğum sonrası kendinizi sürekli üzgün, bitkin ve mutsuz hissediyorsunuz… Tüm telkinlere ve çabalarınıza rağmen bu ruh halinden kurtulamıyorsunuz.

Doğum sonrası depresyon geçiriyor olabilir misiniz?
Loğusalık hüznü ve doğum sonrası depresyon

Aileye yeni bir bireyin katılışı kadınların önemli bir kısmında zihinsel ve duygusal değişikliklere yol açar. Bunun yanında doğum sonrasında östrojen ve progesteron hormonlarındaki düşmenin de etkisiyle yeni annelerin çoğunda doğumdan sonraki ilk haftalarda ağlama, mutsuzluk, heyecanlılık ve duygu durumlarında dalgalanmalar görülebilir.

Annelerin yarısı ile dörtte üçü bebek melankolisi ya da loğusa hüznü olarak adlandırılan bu durumdan etkilenir. Bebek melankolisi olan kadınlar doğum sonrasındaki birkaç hafta boyunca genel bir bunalma hissinin yanında, alışılmıştan daha fazla gözyaşı dökme, alınganlık ve endişe gibi belirtiler yaşarlar. Bu belirtiler, tıbbi veya psikolojik yardım olmadan iki hafta içinde genellikle azaldığı için, çoğu kadın bu hislerin normal ve geçici olduğuna dair telkin ve duygusal desteğin yanında, dinlenmeye biraz daha fazla vakit ayırarak ve çocuk bakımında fazladan yardım alarak bu durumla gayet iyi başa çıkar.

Ancak annelerin yaklaşık %15-20'sinde bu ve ilave bazı belirtiler doğum sonrası depresyona işaret edebilir. Depresyon belirtilerinin gözden kaçması ya da zamanla geçeceği düşüncesi ile ihmal edilmesi ise hem anne hem de bebeğin sağlığı açısından önemli sakıncalar doğurur.

Doğum sonrası depresyon yaşayıp yaşamadığınızı nasıl anlarsınız?

Doğum sonrası depresyon teşhisini yalnızca bir psikiyatri uzmanı koyabilir. Ancak aşağıdaki listeye bakarak, doğum sonrası depresyonda sık görülen belirtilerin sizde olup olmadığını kontrol edebilirsiniz.

Doğumdan sonraki ilk ya da ikinci haftadan beri:

Gülemiyorum ve olayların iyi taraflarını göremiyorum.Genellikle hoşlandığım şeyler ilgimi çekmez oldu.Herhangi bir sorun olduğunda gereksiz yere kendimi suçluyorum.Belli bir neden olmadığı halde kendimi kaygılı veya endişeli hissediyorum.Belli bir neden olmadığı halde korku veya paniğe kapıldığım oldu.Kendimi tükenmiş ve bitkin hissediyorum.O kadar mutsuzum ki uyumakta bile zorlanıyorum.O kadar mutsuzum ki sürekli ağlıyorum ya da ağlamak istiyorum.Sık sık eşyaları nereye koyduğumu unutuyor, konsantre olmakta zorluk çekiyorum.Yalnız kalmaktan korkuyorum.Kendime, bebeğime veya başkalarına zarar vermekle ilgili düşünceler aklımdan geçiyor.

Bu belirtilerden en az birinin kendinizde olduğunu düşünüyorsanız, zaman yitirmeden doğum sonrası depresyon geçirip geçirmediğinizi belirleyerek, size yardımcı olabilecek bir uzmana başvurmalısınız.


Etiketler:Annelik Hüznü, Doğum Sonrası Depresyon, gebelik psikolojisi, hamilelik psikolojisi, Postpartum Depresyon


kaynak

Devamını Oku »

11 Mayıs 2012 Cuma

İlişkilerinize Zarar Vermeden Hayır Demenin 5 Yolu

Hayır” demekte zorlanıyor musunuz? Yalnız değilsiniz; pek çok insan “hayır” demek konusunda problem yaşıyor. Bazılarımız ailemizin, akrabalarımızın, öğretmenimizin veya patronumuzun ricalarına, isteklerine “hayır” demenin ayıp olacağını duyarak büyüyoruz. Çoğu insan dışlanacağı, diğerlerini inciteceği ya da bir anlaşmazlığa sebep olacağı korkusuyla “hayır” diyemiyor.

Oysa “hayır” diyebilmek sınırları koruyabilmenin ve hayatınızda kendi önceliklerinize yer verebilmenin tek yoludur.

Örneğin bir arkadaşınız arabanızı ödünç almak istiyor, fakat siz arabanızı başkalarının kullanmasında hoşlanmıyorsunuz ve bu sebeple arabanızı vermek istemiyorsunuz. Aşağıda diplomatik ve kesin bir biçimde “hayır” diyebilmek için kullanabileceğiniz 5 ifade var:

-          Arabamı kullanan tek insan olmayı tercih ediyorum.

-          Arabamı ödünç vermemeyi tercih ediyorum.

-          Maalesef, arabamı ödünç veremeyeceğim.

-          Başkalarının arabamı kullanması konusunda kendimi rahat hissedemiyorum.

-          Arabamı başkasına ödünç vermeyeceğim konusunda kendime söz verdim.

Yukarıdaki örneklerin hepsinde kişi kendi tercihlerinden ve arabayı ödünç vermenin kendisine neler hissettirdiğinden bahsettiği için, karşıdaki kişinin karşı gelme olasılığı oldukça düşüktür. Eğer kişi isteğinde ısrarcıysa bu cümlelerin kombinasyonlarıyla “hayır” demeye devam edin.

“Hayır” demeyi daha etkili hale getirmenin yolu “sandviç metodu” olarak bilinen bir yöntem kullanmaktır. Bu yöntem olumlu bir cümleyle başlar, arkasından diplomatik bir biçimde “hayır” denir ve son olarak başka bir olumlu cümleyle devam eder. Örneğin, “Bu hafta sonunda bir arabaya ihtiyacın olduğunu anlıyorum, gerçekten arabamı başkalarının kullanması konusunda kendimi rahat hissetmiyorum. Umarım bu hafta sonu için bir araba bulabilirsin.”


Etiketler:hayır diyebilmek, kişisel gelişim


kaynak

Devamını Oku »

8 Mayıs 2012 Salı

Sizin oranın insanları nasıl?

Büyük bir şehre yaklaşmakta olan bir seyyah, yolun kenarında bir kulübede yaşayan bilge bir kadının yanında biraz mola vermiş ve ona şunu sormuş.

-Bu gideceğim kentin insanları nasıl insanlardır?

Bilge kadın soruya soruyla karşılık vermiş:

-Sizin oranın insanları nasıldır?

Adam yanıtlamış:

-Cimri güvenilmez, asık suratlı ve kalleş.

-Ah demiş bilge kadın; Buranın insanları da aynen öyle..!

Adam uzaklaştıktan bir müddet sonra bir başka seyyah da burada konaklamış ve bilge kadına aynı soruyu sormuş. Bilge kadında aynı soruya karşılık vermiş:

-Sizin oranın insanları nasıl?

Adamda;

-"Bizim oranın insanları mı? Cömert, güvenilir, güler yüzlü ve dürüst insanlardır. "demiş

Bunun üzerine bilge kadın:

"Bu şehrin insanlarının da ondan hiç farkı yok" demiş..

Yani.

Nasıl gördüğünüz çok önemlidir.

Hayat siz ona nasıl bakıyorsanız onunla karşılık verir.

-Marifet nedir bilir misin?
Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir! {Mevlana}

Eğer siz insanların güvensiz, asık suratlı, cimri kalleş olduğuna dair bir düşünce sistemini geliştirmiş ve benimsemişseniz karşınıza çıkan insanlarda göreceğiniz odur. Ya da -neden hep karşıma böyleleri çıkıyor neden hep beni buluyor- diyorsanız da yine dönüp bir kendinize bakmanız gerekir. Ben nerede yanlış yapıyorum ve bunu tekrar ediyorum diye..

Herkesi sevmek, onaylamak zorunda değiliz ancak herkesin yaşamdaki var oluş amacına saygı duymak zorundayız.

NuRaL


kaynak

Devamını Oku »

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Kaygı mı Stres mi?

Zaman zaman hepimiz stresli oluruz. Bu bir doğal gerçektir ve evrimsel avantajları vardır. Stres duymasaydık yaklaşan tehlikelerin farkına varamazdık ve onlara karşı önlem alamazdık.

Hayvanlar alemini düşünürsek stresin yaşamsal bir önemi olduğunu bile söyleyebiliriz. Fakat, her ne kadar insanlar da hayvanlar aleminin bir üyesi olsalar da insanlar vahşi doğada yaşayan hayvanlardan çok daha farklı çevresel stresörlerle karşı karşıyadır. Çoğumuz ofiste uzun zaman geçiriyor, elimizdeki işi teslim tarihine yetiştirmek için çabalıyor ya da sürekli ödememiz gereken faturaları düşünüyoruz, böylece sürekli stresle yaşıyoruz. Görünen o ki,  insanların çoğu kronik strese maruz kaldığından; stres insanların çoğu için uyumsal bir duyum olmaktan çıkmış, bir dezavantaja dönüşmüştür.

Akut stres uyumsaldır çünkü bize uygun kararlar verebilmemiz için yardımcı olur. Belli bir stresörle karşılaştığımızda böbreklerin üstünde yer alan adrenal bezlerinden adrenalin salgılanır ve bu akut strese yol açar. Fakat eğer günlük yaşantılar sürekli strese yol açıyorsa, bu zamanla kronik strese sebep olur. Bu durumda uzun süre aşırı miktarda salgılanan adrenalinle birlikte stres hormonu olarak da bilinen kortizon da salgılanır. Zamanla bu durum kalp hastalıkları, obezite ya da bağışıklık sisteminin baskılanması gibi ciddi sağlık problemlerine yol açabilir. Kronik stresin depresyon geçirme riskini de arttırdığı bilinmektedir.

Akut ya da kronik stres bir ruhsal rahatsızlık değildir fakat bunlarla alakalı bir ruhsal rahatsızlık vardır: Kaygı bozuklukları. Peki, stres ve kaygı bozuklukları arasındaki fark nedir?

Beyin stres ve kaygıyı farklı algılar. Kaygı daha çok korkuya benzerdir. Kaygı bozukluklarında beyinde olup bitenler korku durumunda olanlarla hemen hemen birebir aynı.  Eğer korku günlük yaşantıda problemlere sebep olacak kadar yoğunsa ve sebepsiz yere ortaya çıkıyorsa kaygı bozukluğu adını alır. Tanı kılavuzu olan DSM-IV-TR’ de yaygın kaygı bozukluğu, panik bozukluk, agorafobili panik bozukluk, fobiler, obsesif-kompulsif bozukluk, post-travmatik stres bozukluğu, ayrılma kaygısı ve çocukluk çağı ayrılma bozukluğu olarak 8 kaygı bozukluğu tanımlanmıştır.

Şu anda bilinen geleneksel modele göre akut stres birikerek kronik strese sebep olur; kronik streste kaygı bozukluklarına zemin oluşturur.


Etiketler:kaygı, kaygı bozuklukları, stres, stres yönetimi, stresi yenmek


kaynak

Devamını Oku »

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Illuminati Revisited: Bitmeyen Temcit Pilavı

Durup durup ısıtılan “Aydınlanma antipatisi”, bildik bir hayaleti sık sık gündem koridorlarına salma gayretkeşliğinden vazgeçmiyor bir türlü. Bu hayalet, 19. yüzyılın hemen başlarında Amerika’daki sağcı, dindar, muhafazakâr kesimin ideologlarınca üretilmeye başlanan basit, sığ ve demagojilerle dolu bir komplo teorisinin baş aktörü: İlluminati. Yani şu “dünyayı ellerine geçirmeye çalışan kötü ve güçlü adamlar” ile ilgili postmodern çağ masallarından söz ediyoruz.





Dincilerin, muhafazakârların, milliyetçilerin, gericilerin bu tür efsanelere rağbet etmesini biraz anlayabiliyor insan da, kendini demokrat, hatta “solcu” görenlerin İlluminati tezleri üretip durmaları tuhaf geliyor. Bu da Türkiye’nin “kafası karışık yarı aydını” ile ilgili bir sorun olsa gerek.
Bugün Twitter’da Ahmet Meriç Şenyüz’le sohbet ederken konu İlluminati’ye geldi yine. Ben de, 2006’da yayımlanan “Fraternis” adlı kitabımda, İlluminati’ye ayırdığım bölümlerden küçük alıntılar yaparak, karışık kafaların durulmasına bir miktar yardımcı olmaya çalışayım dedim. Üzerinden altı yıl geçen bu kitapta, tarihin kritik bir evresinde ortaya çıkan ve uygarlığın seyrini belirleyen bir kırılma noktasındaki “yanlışlığı” düzeltmeye çalışan, en az 3500 yıllık bir “kardeşlik geleneği”nden söz etmiştim.
Fraternis’te Illuminati’ye değinen bölümü buraya sığdırmam elbette mümkün değil. Ama hiç değilse “fikir verici” olabilecek birkaç parça alıntıyı aktarmaya çalışabilirim en azından. Eğer Pythagoras Kardeşliği’ni, Roma Cumhuriyetçileri’ni, Mythra Locaları’nı, Bogomil ve Cathar’ları, Tapınak Şövalyeleri’ni, Alumbrados’u, Masonluğu ve İlluminati’yi şu komplo teorilerinin dışında kalan bir bakışla tanımak isteyenler olursa, kitabın tamamını okurlar.
Alıntılara başlayalım o zaman:
“Amerikan devriminin önderleri Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzalamadan birkaç ay önce, eski Kelt-Cermen geleneklerine göre yaz mevsiminin başlangıcını işaretleyen Beltane bayramının kutlandığı 1 Mayıs 1776 günü, Almanya’nın güneyindeki Bavyera eyaletinde bir hukuk profesörü, ‘yeni ve özgür bir dünya’ yaratma düşlerini amaç edinen, gizli bir ‘kardeşlik derneği’ kurduğunu, güvendiği dostları ve öğrencilerine duyuruyordu. Henüz daha Avrupa burjuvazilerinin ‘fazla ileri giden radikal devrim’ korkularını tatmadığı; Aydınlanma düşlerinin sıcak ve heyecan verici bulunduğu günler yaşanmaktaydı.
Ingolstadt Üniversitesi’nde Hukuk Profesörü olan Adam Weishaupt, bir Cizvit okulunda dinsel dogma bombardımanı altında yetişmiş olmasına karşın, ergenlik çağından itibaren Katolik inancından hızla soğumaya başlayan, Aydınlanma ilkelerinden fazlasıyla etkilenmiş, Rousseau hayranı bir bilim adamıydı. Büyük bir olasılıkla Mason düşüncesi ve idealleriyle çok erken yaşlarda tanışmış; örgütün kökenlerini derinlemesine incelemişti ama hiçbir zaman bir locaya üye olmadı. Onun aklında da toplumsal reform ve köklü bir dönüşüm fikri dolaşıp duruyordu; ne var ki, o sıralar Avrupa için ‘fazla ilerici’ bulunan Aydınlanma hedefleri ve burjuva devrimleri, Weishaupt için ‘yetersiz’ ve çözüm sağlamaktan uzaktı.
1776 Mayıs’ında kurduğu örgüte, ilkin Perfectibilis (Kusursuzlaşanlar) adını verdi, kısa bir süre sonra da İlluminati (Aydınlanmışlar) olarak değiştirdi. Aslına bakılırsa Weishaupt, kısa vadeli ciddi ve büyük hedefleri olan, bildiğimiz anlamda bir ‘gizli örgüt’ falan kurmamıştı. Daha çok, benzerlerine o dönemler Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi Almanya’da da sık rastlanan, ‘okuma ve fikir tartışması’ gruplarından biriydi bu. Gizliliğinin nedeniyse son derece basitti: 1776 yılında Bavyera hâlâ ‘Katoliklerin kalesi’ydi ve bir üniversite profesörü ya da öğrencisi, egemen dogma dışındaki ‘sapkın’ fikirlerin tartışıldığı, eşitlik ve özgürlük düşlerinden söz edilen bir grup kurduğunu açıkça ilan ederse, okuldan atılmayı, hatta tatsız bir yargılanma sürecini göze almak durumundaydı.
Weishaupt bu nedenle Illuminati’den yalnızca çok iyi tanıdığı ve güvendiği birkaç insana söz etti ve uzunca bir süre, çok az yeni üyenin katılımıyla sürdürülen ‘kardeşliğin’ etkinlikleri, hep birlikte kitap okuma ve temel felsefi kavramlar üzerinde tartışmalar yapmakla sınırlı tutuldu. Ancak Weishaupt’un saygın ve güvenilir kişiliği, genç akademisyenler arasında grubun adının yavaş yavaş duyulmasını sağlıyor ve Ingolstadt’taki zeki, donanımlı ve açık fikirli aydınları Illuminati’ye doğru çekiyordu.” (Fraternis: Kayıp Kitaplar, Gizli Kardeşlik, s: 615)
Adam Weishaupt ve onunla birlikte bu küçük, mütevazı yapılanmanın içinde yer alanlar, resmi koğuşturmalara hedef olma endişesiyle, ellerinden geldiğince “kapalı” tutmaya çalıştılar örgütlenmeyi ve 2300 yıl önce Pythagoras’ın Kroton’da kurduğu “kardeşlik modeli”ni uygulamaya karar verdiler. Yalnızca çok güvenilen, sır tutmayı başarabileceği düşünülen yakın dostlar ve tanıdıklar kabul edilmeye başladı. Yapılacak en küçük bir hata, verilecek en basit bir açık, hepsinin başını çok ciddi derde sokabilirdi çünkü. Bu nedenle birbirlerini tarih ve mitolojiden aldıkları takma adlarla andılar, toplantılarını gözlerden uzak yerlerde, gizli olarak yaptılar.
“Weishaupt, toplumsal dönüşümle ilgili olarak Rousseau’nun ideallerini büyük oranda paylaşıyordu ama ondan çok daha radikal bir çizgiye sahipti: Din kurumları ve ruhban sınıfı bütünüyle ortadan kaldırılmadıkça, insan düşüncesi ve vicdanı gerçek anlamda özgürlüğe ulaşamayacak; monarşiler, hanedanlar ve ülkesel sınır kavramı tarihe gömülmedikçe evrensel barış ve kardeşlik asla sağlanamayacak; sosyal sınıflar ve bireysel servet farklılığı varlığını korudukça da, eşitlik ve adalet hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Üzerine gidilmesi gereken idealin, Rousseau’nun da anımsattığı üzere, binyıllar önce zorunluluklar nedeniyle ilkel düzeyde var olan paylaşımcı ve eşit toplumsal yapıyı, bugünün dünyasında yeniden yaşama geçirmek olduğuna inanıyordu: Ülkelerin, sınırların, dinlerin ve bireysel servetin olmadığı, mutlak barış ve özgürlüğe dayanan bir kardeşçe paylaşım.” (Fraternis, s: 617)
Ancak İlluminati’nin Bavyera’daki aydınlar arasında ününün artması ve özellikle grubun içine Mason localarına üye sevilen isimlerin katılmasının ardından yaşanan parlama, görünüşe bakılırsa Weishaupt ve yoldaşlarını hem umutlandırdı, hem de fazlasıyla iyimser bir heyecana yöneltti. Amerikan Devrimi’nin başarıya ulaşması ve Bağımsızlık Bildirgesi’nin imzalanmasının yarattığı rüzgâr bütün Avrupa’da hızla esiyordu zaten. “İğdiş edilip bırakılmış” 1640 İngiliz Devrimi’nin kalıntıları üzerinden yeniden yükselmekte olduğu izlenimi veren bir devrimci uyanış, “dünyayı değiştirme” gücüne kavuşabilir miydi? Bu uyanışın içinde İlluminati etkin bir rol üstlenebilir miydi?
“Kısa bir süre sonra, Fransa’nın da için için kaynamaya başladığına dair haberler gelince, genç profesör umutlandı: Belki de sağlam bir örgütsel yapı ve iyi eğitilmiş, kararlı kadrolarla, Avrupa’yı baştan aşağı sarsacak büyük ve geniş çaplı bir devrim gerçekleştirilebilirdi. Ancak gizliliği korumak, artık iyice büyük önem taşıyordu. ‘Yalnızca liberal düşünce ve ilerlemenin dostları arasındaki gizli koalisyon, batıl inanç ve yanlışlığın güçlerini yenilgiye uğratabilirdi.’
Adam Weishaupt, amaçlarının ‘ne topraklar fethetmek, ne otoriteyi ele geçirmek ne de servet kazanmak’ olduğunu anlatıyordu müritlerine. Bundan çok daha zor olan bir şeyi gerçekleştirmek ve ‘bireyleri fethetmek’ durumundaydılar. Değişim ve dönüşümler, toplum içindeki ‘aydınlanmışların’ sayısı artmadan gerçekleşemezdi ve bu nedenle büyük ve iddialı planlar peşinde koşmak yerine, insanları bilgilendirip ikna ederek, Illuminati’nin ideallerini benimsemelerini sağlamaları gerekiyordu.” (Fraternis, s: 618)
Weishaupt, Fransa’daki devrim ateşinin de getirdiği olumlu düşüncelerle, “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” ülküsünü uluslararası düzeyde yaşama geçirmek için belki de doğru zamanda oldukları kanısına vardı ve süreci hızlandırmak için Mason localarıyla daha yakın ilişkilerde bulundu, hatta Bavyera’daki bir locada inisiye olarak kardeşliğe katıldı. Gerçekten de İlluminati’nin ünü de, prestiji de Avrupa aydınları ve devrimcileri arasında hızla artmaktaydı.
“Üye sayısı 1778’de iki bini aşmış; Weishaupt yalnızca Almanya’daki localarla değil, Fransa’nın devrimci grupları ve Aydınlanma’nın önde gelen isimleriyle tanışmayı da başarmıştı. Bu arada Illuminati, aralarında yazar Christopher Nicolai, düşünür ve besteci Gottfried von Herder ve on sekizinci yüzyılın ünlü yazar ve düşünürü Johann Wolfgang von Goethe gibi önemli isimleri, üyeleri arasına katmıştı.” (Fraternis, s: 619)
Ancak bu popülerlik ve görece büyüme, kısa bir süre içinde iç disiplinin ciddi biçimde bozulmasına; aşırı kendine güven nedeniyle tedbirsizliklerin giderek artmasına yol açmaya başlıyordu. Diğer yandan, yeni üye seçimi konusunda seçicilik giderek azalmaya başlamış, “sayıca kalabalıklaşma ve güç edinme” hayalleri, İlluminati ideallerini geride bırakacak düzeyde örgüt içinde ağırlık kazanmıştı.
“1785’te Illuminati’nin sonunu getirecek gelişmeler zinciri de birbiri ardına yaşanmaya başladı: Örgütün etki alanında bulunan Mason localarından biri hakkında, Kilise aleyhinde propaganda yapma iddiasıyla başlatılan soruşturma, işin içinde başka locaların da olduğu anlaşılınca genişletildi ve kısa süre içinde bütün izlerin Illuminati’yi gösterdiği sonucuna varıldı. Haberler, Avrupa’nın dört yanında çabucak duyuldu: ‘Mason localarını etkisi altına alan gizli bir örgüt, tüm Avrupa hükümetlerini devirmeyi amaçlayan büyük bir komplo öncesinde yakalandı.’
Geniş çaplı polis operasyonları sonucunda örgüt kapatılmış, kimi üyeler tutuklanmış ve Adam Weishaupt, uzun süren, ayrıntılı bir soruşturmanın sonunda üniversiteden atılmıştı. İlkin Regensburg’a gidip orada kendisinin ve Illuminati’nin savunusunu içeren bir kitap yazdı; ardından Gottingen Üniversitesi’nde felsefe dersleri verdi 1830 yılında bu kentte öldü. Büyük umutlarla kurduğu örgütten geriye tek bir iz bile kalmamıştı öldüğünde.
Mütevazı başlangıcından, dramatik finaline dek, Illuminati’nin bütün serüveni topu topu dokuz yıla yayılıyor. Bunun ilk üç yılı, örgütün büyük oranda ‘yerel’ bir ezoterik cemaat havası vermekten ileri gidemediği, kuruluş ve gelişme dönemi. Ancak 1782’de ciddiye alınabilecek bir yaygınlık ve güce ulaşmayı başaran ‘aydınlanmışlar topluluğu’nun parlak dönemi de üç yılı aşmıyor. Buna karşın, savunduğu radikal görüşler ve belirlediği ideal, hem Avrupa’da hem de Yeni Dünya’da, on sekizinci yüzyıl sonlarında şaşırtıcı büyüklükte bir sansasyon yarattı. ‘Devrim yapmak’ bir yana, Ingolstadt’taki kadrolarını bile koruyamayacak kadar küçük bir cemaat, bunca gürültü koparmayı nasıl başarmıştı?
Bunun yanıtı, Aydınlanma ve devrim rüzgârıyla kendini iyice köşeye sıkışmış hisseden Katolik Kilisesi, aristokratlar ve muhafazakâr burjuvazinin, Illuminati’nin deşifre edilmesini bir tür ‘karşı propaganda’ fırsatı olarak görmesinde saklı. Avrupa’nın her yanında dönüşüm ve değişim rüzgârları esip, kitleler devrim fikrine sempatiyle yaklaşırken, ‘Aslında devrim ve yenilikten söz edenlerin çok kötü niyetleri olduğu’ tezi, sözünü ettiğimiz gericiler ittifakınca, Illuminati’yi emsal göstererek savunulacaktı. Bütün tasarlanan ve amaçlananın, ‘dini yok etmek, hükümetleri devirmek ve seçkin bir azınlığın despotik diktatörlüğünü kurmaktan ibaret olduğu’ savları, daha Weishaupt’un tutuklanmasıyla birlikte yüksek sesle yinelenmeye başladı. Ortada ‘büyük bir komplo’ vardı ve bu kötü insanlar, herkesi yoksulluğa mahkûm edecek, baskı ve şiddete dayalı, dinsiz bir dünya devleti kurmak istiyorlardı!
Illuminati 1785’te tümüyle dağıtılıp yok edildi ama 1793-94’te Fransız Devrimi’nin ‘terör günleri’ Batı dünyasında dehşetle izlenirken, parmaklar ‘İşte!’ diyerek havaya kalktı bir kez daha, ‘Illuminati hâlâ yaşıyor ve Fransa’da olan bitenlerde onun parmağı var!’ Başta Fransız Devrimi’ne büyük bir ilgi ve sempatiyle bakan Amerikan burjuvazisi, korkuya kapılmaya başladı: ‘Ya bizde de böyle şeyler olmaya başlarsa?’ ” (Fraternis, s: 620-621)
Kısacası, İlluminati 236 yıl önce Bavyera’da kurulan ve kısa bir süre Avrupalı entelektüeller arasında etkili olduktan sonra 1785’te tarih sahnesinden silinen bir “idealistler kulübü”ydü. Ne bir “seçkinler diktatörlüğü” peşindeydiler, ne de “dünyayı tek merkezden yönetecek bir güçlüler kulübü kurmak.” Tam tersine, ülkelerin ve sınırların olmadığı; mülkiyet ve sınıfsal üstünlüklerin ortadan kaldırıldığı; din başta olmak üzere tüm dogmalardan bütünüyle arındırılmış; kadın ve erkeğin yan yana eşit şartlarda özgür olduğu bir ütopya peşindeki, naif bir aydınlar grubuydu İlluminati. Dönemin koşulları altında daha fazla ayakta kalıp yaşaması mümkün değildi ve ipleri 1800’lerden sonra bütünüyle ele alan burjuvazi tarafından “demir yumrukla” ezilip yok edildi.
Hikâye bu kadar. Ama Batı’nın sağcı, dinci, muhafazakâr ideologları ve onların kontrolündeki basın yayın organları, gizemli bir görüntüyle sarmaladıkları “İllüminati masalları”nı çocukları korkutmak için kullanılan bir “öcü imgesi” gibi sıcak tutmayı başardı. Bilinmeyen, görünmeyen, korkutucu, tehlikeli bir “büyük düşman”. Oysa o dünyayı avuçları içinde tutan gerçek kan emiciler, giderek palazlanan burjuvazilerin sırtlarında yükselen finans-kapital ucubesinin enternasyonal birliğinden başka bir şey değil. Gerçek düşmanı yanlış yerlerde aramak hem gereksiz kafa karışıklığı ve zaman kaybı, hem de o gerçekten naif ve idealist İlluminati’cilerin kemiklerini sızlatmaktan başka bir şeye yaramayan, postmodern bir saçmalık.
Kaynak: “Fraternis: Kayıp Kitaplar, Gizli Kardeşlik”, Burak Eldem, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2006.
kaynak
Devamını Oku »

3 Mayıs 2012 Perşembe

Dağınıklığın Enerjiye Etkisi

Enerji durağanlaştığında dağınıklık yığılır, dağınıklık büyüdükçe de enerji durağanlaşır.

DAĞINIKLIK TIKALI ENERJİDİR
Dağınıklığın karşılığı olan "Clutter" sözcüğü, Ortaçağ İngilizcesindeki donma, pıhtılaşma anlamındaki "clotter" kelimesinden gelmektedir. Arttıkça sizi içine alması, yolunuzu tıkaması da aynı şeye işaret eder.
Dağınıklık arttığı oranda mekana düşük seviyeli enerjiler de çekilmiş olur.
Benzer benzeri çeker, prensibi burada da geçerlidir.





Bunu her insan bilir; Sokakta yürürken birinin bir kenara bir izmarit veya boş bir sigara paketi attığını görürsünüz. Ertesi gün aynı yerden geçerken bir de bakarsınız, izmaritin/paketin yanında daha başka atıklar da birikmiş. Çok geçmeden burada bir çöp tepesi oluşur. Dağınıklık evlerde de aynı şekilde çoğalır. Başta az bir şeyle başlar, derken büyüdükçe büyür, çevresindeki durağan enerji de ona bağlı olarak çoğalır ve yaşamınız üzerindeki durağanlaştırıcı etkisini hissettirir.
İnsan yaşamında yeni bir sayfa açmak istediği zamanlarda, ya da sıkıntı bastığında kendini, evindeki veya odasındaki dağınıklığı toparlarken ya da bazı eşyaların yerlerini değiştirirken bulabilir.
Fakat insanların büyük çoğunluğu dağınıklıklarıyla yaşamaya alışabilmektedirler. Tıkalı enerji son derece yapışkandır ve gerçekten silkelenip bir şeyler yapmak için esaslı bir çaba gerekir.
DAĞINIKLIK NEDİR?
Oxford sözlüğünde "düzensizce birikmiş nesne kalabalığı" olarak tanımlanan dağınıklık, dört sınıfta ele alınıyor:
* Kullanmadığınız ya da sevmediğiniz nesneler
* Dağınık ya da düzensiz eşya
* Çok küçük bir alanda çok fazla eşya
* Tamamlanmadan yarım bırakılmış her şey
KULLANMADIĞINIZ YADA SEVMEDİĞİNİZ NESNELER
İnsan sahip olduğu her şeye görünmeyen kılcal enerji damarlarıyla bağlanır. O eşyaya verilen değer, yüklenen anlam, onun hakkındaki düşünce ve duygular eşya ile insan arasında bir alışveriş meydana getirir. Pozitif anlamda kullanılan, yararlı olan, bir fonksiyon gören veya sevilen nesneler olumlu enerjinin yayılmasında yararlı olabilir. Bunun tersine evdeki kullanılmayan, bozuk, sevilmeyen, kurtulunmak isteyip de atılmayan, başkasına ait olan, bir kenarda unutulan her şey, enerjinin durağanlaşmasına yol açar.
Sizin için bir anlam ifade etmeyen, önemi olmayan, kullanılmayan şeylerden kurtulunduğunda insan kendini bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak da hafiflemiş hissedecektir.
DAĞINIK YA DA DÜZENSİZ EŞYA
Sadece sevilen ve kullanılan eşyaları evde tuttuğumuzu varsayalım, eğer bu eşyalar dağınık duruyorlarsa, mekan dağınık sıfatını korur, aradığımızı bulmamız zorlaşır.
Neyin nerede olduğunu bildiğinizde yaşam kolaylaşır.
Örneğin hepimiz evimizde yatağımızın nerede olduğunu biliriz. İnsanın yatağıyla arasındaki enerji bağı dolaysız ve açıktır. Bir de ev anahtarınızı veya şemsiyenizi veya başka bir şeyi düşünelim. Yeri genellikle tam olarak biliyor muyuz, yoksa zihinsel olarak ortalığı ayağa kaldırdığımız oluyor mu? Ya yanıtlamamız gereken mektup, ya da zarfa koyup atılmayı bekleyen bir mektup? Bazen haftalar sonra gazetelerin arasından elimize geçebilir.
Neyin nerede olduğunu bilmekten kaynaklanan huzur ve açıklık, bu durumlarda stres ve karmaşaya dönüşür.
Cüzdanımız veya çantamız o an için önemli gelen ama birkaç gün sonra işlevini yitiren telefon, adres ve not kağıtlarıyla, gerekli gereksiz broşürlerle dolup taşıverir.
Ya ani bir itilimle otomatik olarak alınan veya toplanan şeyler...
Eve getirir, ?Şimdilik şuraya koyayım da sonra kaldırırım.? deriz. Ancak koyduğumuz yerde kalır. Kimi zaman aylarca kimi zaman yıllarca kalabilirler. Akla geldikçe veya gördükçe zihnimizin bir köşesinde belli belirsiz bir bıkkınlık yaratırlar.
Burada önerilen elbette abartılı bir titizlik veya düzenlilik hastalığı değildir.
KÜÇÜK BİR ALANDA ÇOK FAZLA EŞYA
Kimi zaman sorun yerden kaynaklanabilir. Aile büyür veya eşyalar çoğalır ama mekan aynı kalır. Dağınıklık zamanla evde nefes almakta güçlük yaratan bir hal alabilir. Çözüm büyük bir yere taşınmak ya da evde ciddi bir ayıklama yapmaktır.
TAMAMLANMADAN BIRAKILMIŞ ŞEYLER
Dağınıklığın bu türünü görmek daha zor, bilmezden gelmek daha kolaydır. Ancak sonuçları birçok alana yayılır. Tamamlanmadan bırakılmış her şey fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal alanda dağınıklık ve tıkanıklık yaratır.
Evinizdeki veya çekmecenizdeki ele alınmamış şeyler, yaşamınızda ele almadan bıraktığımız şeyleri yansıtır ve sürekli olarak enerjimizi çeker. Kırık çekmecenin tamiri, bozuk bir saatin veya aracın onarımı, damlayan musluğun contasının değiştirilmesi gibi ufak tefek tamiratlar bile mekanın enerji akışında önemli roller görür. Ve mantal alanda da ümit ve uyanıklık hallerine ulaşmada yararlı olabilir.
Dikilecek düğmeler, aranması gereken telefonlar, koparılması gereken ilişkiler ve diğer her tür belirsizlik, dönüp yüzleşmediğimiz sürece ilerlememize engel olur. Eğer istenirse insandaki tevil ve savunma mekanizmaları bunları gayet güzel bastırıp kamufle edebilir, ama bunu yapmak için daima enerji tüketir. Bitmeyen her iş yaşam enerjimizden çalar, adeta bir enerji vampiri gibi bizi sömürür.
DAĞINIKLIK BİZİ NASIL ETKİLER?
Çoğu insan dağınıklıktan nasıl etkilendiğini bilmez. Dağınıklığıyla yaşamaktan memnunluk bile duyabilir. Dağınıklığın etkisi ancak ondan kurtulunduğunda duyulacak rahatlama ve huzur ile anlaşılabilir.
DAĞINIKLIK KENDİNİZİ YORGUN VE UYUŞUK
HİSSETMENİZE NEDEN OLUR
Çoğu dağınık insan ortalığı toparlamaya hali olmadığını söyler. Kendilerini sürekli yorgun hissederler. Oysa yorgunluğun nedeni dağınıklığın çevresindeki durağanlaşmış enerjidir.
DAĞINIKLIK SİZİ GEÇMİŞE BAĞLI KILAR
Bütün boş alanlarımız dağınıklıkla dolarsa yaşamımıza girecek hiçbir yeniliğe yer kalmaz. Düşüncelerimiz geçmişe takılıp kalır. Bakışlar ileriye bakmaktan çok geriye çevrilir. Sorunlarla yüzleşip daha iyi bir gelecek yaratmak yerine, geçmişi suçlarız.
DAĞINIKLIK BEDENDE DE TIKANIKLIKLARA YOL AÇAR
Dağınıklık aşırı bir hale geldiğinde evinizin enerjisi tıkanır. Aynı şey bedenimiz için de geçerlidir. Dağınık kişilerde kabızlık ve hazım bozuklukları, ciltte donukluk ve bozulmalar gibi rahatsızlıklara daha sık rastlanır.
DAĞINIKLIK KİLONUZU ETKİLER
Yapılan gözlemler, aşırı kilolu insanların genellikle dağınık insanlar olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bir bayanın dediği gibi;
?Evinizi ıvır zıvırdan arındırdığınızda bedeninizi abur cuburla doldurmak da size artık doğru gelmiyor.?
DAĞINIKLIK ERTELEMEYE YOL AÇAR
Dağınıklık içinde yüzüyorsanız, işlerinizi yarına erteleme eğiliminiz olabilir. Dağınıklık enerjinin hareket yeteneğini azaltarak herhangi bir şeye girişmenizi zorlaştırır.
DAĞINIKLIK UYUMSUZLUĞA YOL AÇAR
Dağınıklık aileler, ev ve iş arkadaşları arasındaki tartışmaların nedenlerinden biri olabilir. Eğer siz gırtlağınıza kadar dağınıklığa gömülmüş olarak yaşıyor ya da çalışıyorsanız ama çevrenizdekiler sizin gibi değilse onların yaşama biçimi sizi engellemez ama sizinki onları kuşkusuz engeller.
DAĞINIKLIK YILGINLIK YARATIR
Dağınıklık enerjinizi aşağı çekerek kendinizi yılgın, depresif hissetmenize neden olur.
Depresyon türlerinin çoğu Yüksek Benliğinizin sizi, başka bir şey yapmanızın zamanı gelmiş olduğu için yapageldiğiniz şeye devam etmekten alıkoymasından kaynaklanır.
DAĞINIKLIK BAGAJ FAZLASI YARATIR
Eviniz aşırı dağınıksa, büyük olasılıkla yolculuğa çıkarken de yanınıza çok eşya alıyorsunuzdur. Dağınıklık bağımlıları ?GEREKİRSE? diye peşlerinden sürükledikleri eşya için fazla bagaj ücreti ödemek durumunda kalırlar. Tatilden dönüldüğünde valizlerden bir yığın hiç giyilmemiş temiz ama buruşuk kıyafetler çıkar.
İnsan duygusal ve zihinsel açıdan da fazla bagaj taşımaya eğilimlidir.
DAĞINIKLIK FAZLADAN TEMİZLİĞE NEDEN OLUR
Dağınık bir alanı temizlemek iki kat daha fazla zaman alır. Ne kadar dağınıksanız o kadar çok toz ve kir birikir, enerji o kadar durağanlaşır, temizlik yapmak isteği de azalır.
Yaşadığımız evin odalarını tek tek dolaşıp dağınıklık yaratan gereksiz ve kullanılmayan giyecek ve eşyaları gözlemleyip bunların evimizdeki fazlalık ve dağınıklıktaki payını ve işgal ettikleri alanı yüzdeye vurduğunuzda ortaya çıkan sonuç şaşırtıcı olacaktır.
Uzmanlar ortalama büyüklükteki bir evin odalara göre dağılımını şu şekilde yapmaktadırlar:
* Koridorlar yüzde 5
* Oturma odası yüzde 10 - 15
* Mutfak yüzde 30 - 40
* Yatak odası yüzde 40
* Banyo yüzde 15 - 20
* Kiler, depo, tavan arası, bodrum, kömürlük vs. yüzte 100 -200
Toplam : 220 - 250 Oda başına düşen ortalama dağınıklık yüzde 35 - 45 arasıdır.
Evinize ödediğiniz kira, elektrik, ısınma vs. masrafların neredeyse yarıya yakını boşuna hammallığı yapılan şeylere ödenmektedir. Bu alanları pozitif yönde sağlıklı işlerde kullanmak varken olumsuz enerjilerin çoğalmasında kullanmaktayız.
İNSAN NEDEN DAĞINIK YAŞAR?
Dağınıklığın altında görünenden çok daha derin nedenler yatmaktadır.
Çok meşgulüm, vaktim yok, benim için önemli değil, herkes kendi eşyasını toplasa ortalık dağılmaz? vs. gibi açıklamalar birer bahaneden öteye gitmez.
Lazım Olur. Diye Saklamak
İnsanların başlıca biriktirme nedenleri budur. "Nasıl atayım ki" diye yakınırlar, "günü gelir lazım olur". Bu noktada gerçekten ihtiyacımız olan şeylerle, olmayan şeyleri tüm bağımlılıklarımızı bir kenara atarak ayırdetmek gerekir.
Lazım olur diye eşya saklamak geleceğe güvensizlik işaretidir. Unutmayalım ki düşüncelerimizle kendi geleceğimizi biz yaratırız.
Uzmanların konu ile ilgili rastladıkları gerçek vakalardan birkaç örnek:
* Balık sevmeyen bir adamın tavar arasında on beş yıl boyunca saklanmış beş akvaryum.
* Yirmi yıl boyunca bahçede biriktirilmiş boş şişeler, yağ kapları, kavanozlar, yumurta kutuları.
*Geçmiş yıllara ait onlarca telefon rehberi.
Evimizi bu gözle araştıracak olursak bu listeye ilave edeceğimiz pek çok şey olacaktır.
KİMLİK
Sahip olduklarımıza sıkı sıkı tutunmamızın başka bir nedeni de kimliğimizin onlara bağlı olduğunu hissetmemizdir. Eşkoşmalar da diyebileceğimiz eşyayla olan aşırı bağlar insanın kendi hakkındaki yüzeysel fikrini ve imajını koruma çabalarından biridir. Bazı şeylerle öylesine özdeşleşmişizdir ki, onu attığımızda kendimizden bir parçayı koparırcasına bir hal yaşarız.
Çevremizdeki dağınıklığın görünmeyen nedeni, içinde bulunduğumuz duygusal ve zihinsel dağınıklıktır.
DAHA ÇOĞUN DAHA İYİ OLDUĞU İNANCI
Bugün hepimizin evlerinde eksiksiz mutfak setlerimiz var. (Gazeteler bile veriyor) Küçük şeyleri doğramak için küçük bıçaklar, büyük şeyleri doğramak için büyük bıçaklar, sivri uçlu, küt uçlu, hafif, ağır, et bıçağı, balık bıçağı, sebze bıçağı, meyve bıçağı vs. Bu setlere sahip olmamıza rağmen ev hanımlarının çoğu tüm bu işleri bir bıçakla hallederler.
Beynimiz tam tekmil bir bıçak setine ihtiyacımız olduğuna reklam devleri tarafından yıkanmıştır.
Daha çoğun daha iyi olduğu düşüncesi, mallarını satmak isteyen üreticilerin kafamıza nakşettiği bir yalandır.
EVİNİZDEKİ DAĞINIKLIK ALANLARI:
Ana Giriş Kapısı
Evinizin kapısının dış tarafı dünyaya bakışınızı, iç tarafı da kendi yaşamınıza bakışınızı temsil eder. Tıpkı insanlar gibi enerji de bu kapıdan içeri girer çıkar. Giriş kısmındaki darlık ve dağınıklık evinize taze enerjilerin giriş çıkışını engeller. Burası temiz ve düzenli durması gereken en önemli alandır. Askıda duran ve kullanılmayan paltolar vs., yerlerde duran ayakkabı, çizmeler vs., gereksiz kuru veya plastik çiçekler, şemsiyeler, bozuk paralar, fişler, telefon, elektirik faturaları, broşürler, eski gazete dergiler vs.
Kapıların Arkası
Kanca ya da kapı tokmaklarına asılı şeyler (giysiler, gecelikler, havlular, çantalar) olduğu kadar bütünüyle açılmasını engelleyecek mobilya, eşya, sepet vs. şeyleri de kapsar. Kapılarınız ardına kadar açılmazsa evinizde enerji serbestçe dolaşamaz, giriştiğiniz her iş için daha fazla çaba harcamanız gerekir.
Koridor ve Holler
Buralardaki dağınıklık yaşam taşıyıcı enerjinin evin içinde akışına engel olmaktadır.
Mutfak
Mutfak dolaplarınızın içinde neler gizleniyor? Ya bitmeden alınan yiyecekler...
Bütün dolaplarınızda esaslı bir ayıklama ve temizliğe girişin. Derin dondurucunuzla buzdolabınızı da unatmayın.
Yatak Odaları
Yatak odaları genellikle evde yer bulamadığımız şeyleri koyduğumuz bir odadır. Yatak odalarındaki dağınıklık çocuklar ve yetişkinler için de olmaması gereken bir şeydir.
Yatak odası evdeki en önemli odadır. Çünkü nerede ve nasıl uyuduğunuz yaşamınızı büyük ölçüde etkiler. Yaşamınızın üçte birini yatak odasında geçirirsiniz. Bu nedenle yatak odasının düzenli ve sade olması çok önemlidir.
Yatak altlarına itilen ıvır zıvırlar uyku kalitesine bile önemli etkide bulunmaktadır.
Örneğin tuvalet masalarının üstleri de kullanılmayan pek çok boş parfüm vs. şişeriyle doludur. Enerjinin yumuşak ve uyumlu dolaşımı için yatak odalarındaki yüzeylerin olabildiğince temiz ve boş tutulması önerilmektedir.
Dolap Tepeleri
Dolap tepelerine saklanan ve tıkılan şeyler... Evinizde göz hizasından yukarılara yığılmış dağınıklık genellikle bunaltıcı bir etki yaratır, hatta baş ağrısı bile yapabilir.
Dolap İçleri
Çoğu insan sahip olduğu giysilerinin yüzde 20?sini giyer. Bundan kuşkusu olanlar bir ay boyunca bir test yapabilirler. Bu oran sadece giysiler değil, sahip olduğunuz çoğu şey ve yaşamdaki çoğu etkinliğe de uyarlanabilir.
ZİHİNSEL DAĞINIKLIĞI GİDERMEK
Tasalanmaya Son Verin
Endişe sallanan ata benzetilir. Ne kadar hızlı hareket ederse etsin hiçbir yere gitmez. Endişe bütünüyle bir zaman israfıdır. Zihinde öylesine bir dağınıklık yaratır ki, hiçbir şeyi açıklıkla düşünemez olursunuz.
Endişelenmeyi bırakmayı öğrenmenin yolu, her şeyden önce dikkatinizi odakladığınız şeye güç kazandırdığınızı kavramaktan geçer. Bu nedenle bir konuda ne kadar endişe düşünceleri üretirsek, o şeyin ters gitme olasılığını da yükseltmiş oluruz.
?Korktuğum başıma geldi?
?Sakınılan göze çöp batar?
gibi sözler de bu mesajı insanlara vermek için söylenmiştir.
Endişe öyle derinlere işleyen bir alışkanlıktır ki, bundan kurtulmak için kendimizi bilinçli olarak eğitmemiz gerekir. Kendimizi endişe halinde fark ettiğimiz an durup düşünüp düşünceleri kontrol edip yönünü değiştirme egzersizleri yapmak gerekir. Bu konuda yakınlarımızdan yardım da isteyebiliriz.
Endişe ve tasa yaratan şeylerin listeleri çıkartılıp bunlar tek tek çözümlenebilir.
Eleştirmeye ve Yargılamaya Son Verin
Eleştiri ve yargılama insanda en büyük enerji kayıplarına neden olur. Biraz incelenirse, özellikle başkalarına yönelik eleştirileri ve yargılarımalarımızın altında merkez noktamızın kendi zevk ve alışkanlıklarımız, düşünce kalıplarımız olduğunu anlayabiliriz. Ayrıca kendimizde olup da hoşumuza gitmeyen yönlerimizi değiştirmek yerine bu memnuniyetsizliğimizi başkalarını eleştirerek hafifletmeye çalışırız.
Aslına bakacak olursak hiç kimseyi eleştirip yargılayacak durumda değiliz. Çünki varlıkların gerçek ihtiyaç ve kapasitelerini bilmediğimiz için yapacağımız değerlendirmeler son derece isabetsiz olacaktır.
Dedikoduya Son Vermek
Başkalarının yüzlerine söyleyemediğimiz düşünce ve yargılarımızı, onların olmadığı ortamlarda dile getirmek, bundan da bir zevk duymak da zihnimizde fazlasıyla dağınıklık ve enerji kaybı yaratır. Başkaların yüzüne söyleyemeyeceğimiz hiçbir şeyi onların arkasından da söylememeyi alışkanlık haline getirmeliyiz.
Ağlayıp Sızlanmaya, İsyan Etmeye Bir Son Vermeliyiz
Ağlayıp sızlamak, her şeyi ve herkesi suçlamak, problemlerin kaynağını ve sorumlusunu daima dışımızda aramak da düşüncelerimizide büyük dağınıklık yaratır.
Zihinsel Gevezeliğe Son Vermek
Psikologlar ortalama insanın aklından günde atmış bin düşünce geçtiğini tahmin ediyor. Ve ne yakık ki bu düşüncelerin % 95?i önceki günkü düşüncelerin aynısıdır. Bir önceki günküler ise daha önceki günki düşüncelerle aynıdır. Ve bu şekilde katlanarak sürüp gitmektedir.
Kısacası zihinsel faaliyetimizin büyük çoğunluğu verimsiz, tekrara ve alışkanlıklara dayalı, insanı hiçbir yere götürmeyen zihinsel gevezeliklerden ibarettir.
En son ne zaman farklı ve özgün bir düşünce ürettik?
Bizlere bunlar öğretilmiyor! Genellikle hepimiz belli düşünce kalıplarıyla yaşayıp, zihinlerimizi gündelik yaşamın yüzeysel akımlarıyla doldurmaktayız.
Eğerki gün içerisinde kendimizi tüm düşünce akımlarından uzak tutup çok değil beş on dakika ayırabilirsek, içsel gevezeliği dindirerek, şuurumuzu daha yüksek bir bilgeliğe açık hale getirip, yaşamımızda yol gösterici etkileri ayıklayıp seçebiliriz. Yaratıcılığımızı artırabiliriz.
Bu Gününün İşini Yarına Bırakmamak
?Bu günün işini yarına bırakma? sözünü yaşamımızda hayata geçirmeliyiz.
Örneğin size bir telefon numarası verecek arkadaşınızla konuşuyorsunuz. Numara yanındadır ama ertesi gün arayıp vermeyi önerir veya siz onu daha sonra arayıp öğreneceğinizi söyleyebilirsiniz. O an bitmesi gereken bir iş ertesi güne uzamıştır ve başka aksaklıkları da beraberinde getirecektir. Ertesi gün o numarayı aramanız gerektiğinde arkadaşınızı bulamayabilirsiniz. Ve o numara ile ilgili iş ertesi günlerde unutulur. Zincirleme olarak pek çok problem yaşanabilir.
Ertelenen işin akılda tutulması büyük bir enerji kaybıdır.
Telefon numarasını hemen orada alın, yaşamınızda yapılacak işler listesi bir madde eksilmiş olsun.
Yerine getirilmemiş sözler de büyük bir enerji kaybına ve zihinsel dağınıklığa neden olur.
Bir arkadaşımızla hafta sonu için bir program yaparız, fakat günler geçtiğinde o gün bizim için öncelik sırası daha yüksek olan bir durumla karşılaşabiliriz. En doğrusu meseleyi fazla uzatmadan arkadaşımızı aramaktır. Bir bahane bulmak, yalan söylemek ya da isteksizce buluşmak buluşma gününün öncesi ve sonrası ciddi enerji kayıplarına neden olacaktır.
RUHSAL DAĞINIKLIĞI GİDERME
Fiziksel, duygusal ve zihinsel dağınıklığın varlığın gelişimine en önemli olumsuz etkisi üzerinde durarak konuyu toparlamaya çalışalım. Dağınıklığın yaşamımızdaki farklı görünümlerinin sonucunda varlığımız, yaşam amacının farkındalığını yitirir.
Dünyaya gelirken beraberimizde getirdiğimiz özgün amacımızın yeniden yüzeye çıkıp anlaşılabilmesi için dağınıklıklarımızı temizlemeliyiz.
Hemen hemen tüm ruhsal ve felsefi bilgiler, içinde yaşadığımız çağın gezegenimiz tarihinde insan gelişimi bakımından en önemli zaman olduğu konusunda ortak bir noktada birleşmektedir. Dünyanın büyük bilgi kaynakları eskiden pek az insanın elindeydi. Çağımızda ise bu tam tersi durumdadır. İnsan istediği bilgilere küçük bir çaba ile ulaşabilir.
Bugün bulunduğumuz noktaya ulaşana dek varlığımızın yeryüzü okulunda teptiği sayısız yolları ve verdiği büyük mücadeleleri düşündüğümüzde, içinde bulunduğumuz durumun değerini anlayabiliriz.
İçsel varlığımızın sesini duyabilecek hale geldiğimizde bütün gereksinimlerimiz karşılanır.
Kendimizde, çevremizde ve yaşamımızda daha uyumlu, esnek, huzurlu ve başarılı olmak istiyorsak, basamak basamak dağınıklıklarımızı düzene sokmalıyız. Bunun aslında hareket noktası zihin olmalıdır. Bu nedenle daha fiziksel ve elle tutulur çözümler çağımız insanları tarafından daha fazla ilgi bulabiliyor.
Odamızın dağınıklığı zihnimizin dağınıklığının bir yansımasıdır. Fakat yapay bir şekilde sadece odamızı toplayarak veya bir yardımcı tutup temizleterek zihnimizdeki çöplerden kurtulabilir miyiz?
Hayır.
İçinde bulunduğumuz ikilemlerden, yargılamalardan, şikayetlerden, hoşnutsuzluklardan, güvensizliklerden ve endişelerden kurtulabilir miyiz?
Hayır. Eğer bu kadar kolay olsaydı, şeklen uygulanan pek çok öğreti dünyayı pozitif bir küreye çevirmeye yeterli olurdu.
Şekil değil öz önemlidir.
Elbette başlangıç için fizik boyuttan başlayabiliriz, fakat bunu o seviye ile sınırlı tutmamak gerekir. Fizikten başlayıp mantal seviyeye doğru hareket edebiliriz.
Günlük yaşam dediğimiz, insana sıradan ve anlamsız gibi gelen yaşamlarımızın içinde fark edilip öğrenilmeyi bekleyen sayısız dersler ve deneyimler saklıdır. Yaşamın bu yönlerini görebilmenin yolu ise bakış açımızı değiştirmeden geçmektedir. Aynı şekilde bakıldığında her şey aynı görünür. Bakış açısı değiştiğinde yaşamın muhteşem akışı ve değişkenliği fark edilebilir.
alıntıdır
kaynak
Devamını Oku »

Etiketler

acı affetme Affetmek aile akıl Alglamada Anlatm Aramak ARINMA Aroma Astroloji Astrolojik Aynalar Bahar başkaları Bayram beden Beden dili Bedensiz BEREKET beyin Beyinde Beyni Beynin Beyniniz bilgi bilim bilimsel bilinci Bilincine bilinçaltı Bilmek birey Bitkisel bolluk BOLUK Burak cümle çekim dalga damla Davet Deerlerimizin degerli Deniz Depresyonun DERSLER Detoks Dikkat Dilek Disgrafi Disleksi düşünce Egoist egzersiz EGZERSZ ekmek eleştiri. öfke emsimizi enerji Enerjilerinin Epifiz Eruhunuzu evlilik evren fayda FAYDALANMAK FAYDALARI Felsefe fizik fiziksel Fregoli frekans garip GCJoseph Gcyle geçmiş Gelecek geliim gerçek GERDE gerilim Gidecek Gizemli gizli güven güzel harika Hasta hastalık Hastalklar Hayal Hayallerinizin hayat Hayata HAYIRLI Hikaye Hiperaktivite Hipnozu hissederim Holografik Hologram Hoşgörü hoşgörüsüzlük huzur huzurlu Illuminati ilâc ileti İletişim inanç insan insanlar Kabala Kadim kaos Karanlk kavga kelime Kelimeler Klasik korku Korkular KORUMA Korunma Kristaller kuantum Kuantum Fiziği kurallar Kyamet liste LKLERMZ madde Makbul MEKTUP Melek Merak Mevlana Mevlanann Mezar Mftolunun Moloküler mucize Mucizeleri MUTSUZ NAMASTE Nazar Nefret neşe Niyet ODAKLANMA Okuma Okyanus olacaksn olumlama olumlamas olumlu olumsuz para paralel Paranormal Patolojik Peeling Peinden pozitif POZTF Pratik PRATK PROGRAMLAMA Psikoloji psikolojik Quantum Düşünce Rahat RAHATSIZLIIMIZ refah Reformist Romantik ruh Ruhsal sağlık Sanat seniz sevgi sıkıntı sistem Sonsuz sorumsuzluk sorun sorunlar Stres Sufizm suyun şifa şükretme tabiat tedavi Tehlikeli teori Terapi tesadüf toplum Uymasn üzüntü zaman Zarar zeka zellikleri zenginlik zerine zihinsel